Hidden Marriage in the Office - 90. Bölüm (Türkçe Novel)

Tu Xiaoning, deve kuşu gibi başını kuma gömüp ortadan kaybolmak istedi.
“Şey, ben sadece...” Tam açıklamaya başlayacakken onun telefonu yine çaldı.
Ji Yuheng ona bir bakış attı ve ardından telefonu açtı. Tu Xiaoning iç çekerek eşyalarını tekrar toplamaya koyuldu.
Ji Yuheng telefon konuşmasını bitirdiğinde, Tu Xiaoning banyodan çıkmıştı. “Öğleden sonra gerçekten merkeze gitmen gerekmiyor mu?”
Ji Yuheng başıyla onaylayıp telefonunu pantolonunun cebine koydu. “Hadi aşağı inip yemek yiyelim.”
Tu Xiaoning de ancak o zaman biraz acıktığını hissetti ve onun peşinden odadan çıktı.
“Artık makyaj biliyorsun.” Asansörü beklerken Ji Yuheng, kat gösterge ışıklarına bakarak konuştu. Cümlesi hem soru hem de bir tespit gibi duruyordu.
“Hep yapabiliyordum. Ama işe başladıktan sonra zamanım olmadı, hem kime gösterecektim ki.”
Daha önce banka gişesinde çalışırken sadece renk veren bir dudak balmı sürerdi ve orta yaşlı kadın müşteriler ona bayılırdı. Onlar için genç kızların temiz ve doğal görünmesi güzeldi, ağır makyajı sevmezlerdi.
Asansör gelince içeri girdiler. Tu Xiaoning içinden 'Bali’den döndüğümden beri her gün makyaj yapıyorum. Ji Yuheng bunu fark etmedi mi? Yoksa internette söylenenler doğru mu? Heteroseksüel erkeklerin gözünde makyaj yapmakla yapmamak arasındaki tek fark ruj mu?' diye geçirdi.
Geç kahvaltı ettikleri için yemek yediklerinde saat öğleden sonra ikiyi geçmişti. Tu Xiaoning sohbet grubunda bazı kişilerin buluşma fotoğraflarını paylaştığını gördü.
“Akşam düğüne saat kaçta gideceksin?” Küçük sırt çantasını düzenlerken sordu.
“Senin bilet kontrolünden geçip salona girdiğini gördükten sonra gideceğim.”
Tu Xiaoning’in elleri duraksadı. “Sen, sen beni götürecek misin?”
Ji Yuheng kravatını çıkarıp kıyafetlerini değiştirirken, “Paranı çaldırman önemli değil ama ya kendini çaldırırsan?” dedi.
Tu Xiaoning hemen itiraz etti. “Öyle bir şey olmaz.”
“Nasıl olmaz?” Belindeki kemeri inanılmaz derecede karizmatik bir hareketle çıkardı.
Sonra kemeri yatağa fırlattı. “İnternette tanıştığın birileriyle görüşeceksin. Karşındaki insanın kim olduğunu, ne amaçla oradalar biliyor musun? A şehrine daha önce hiç gelmediğini sen kendin söyledin. Buna rağmen tek başına buluşmaya gidiyorsun. İnsanlarla kaynaşmak istemen güzel ama kendini korumayı da bilmelisin. Görüyorum ki kandırılmandan yeterince ders almamışsın.”
Tu Xiaoning bir süre donup kaldı. “Benim için endişeleniyor musun? ”
“Sence?”
Tu Xiaoning bir şey demedi.
Ji Yuheng elini uzatıp onu yanına çekti ve sesini yumuşattı. “Genelde çok meşgul olduğum için seninle ilgilenemiyorum. Sen de her şeyi düşünmeden yapıyorsun. Ya kötü niyetli birine denk gelirsen ve başına bir şey gelirse, seni nasıl bulacağım?”
Tu Xiaoning, onun avuçlarının içinde kalan eline baktı. Bunun bir şaka olduğunu bilse de kalbinde tatlı bir sıcaklık hissetti. “Evet, biraz düşüncesiz olabilirim ama aptal değilim. Günümüzde kim insan kaçırıyor ki? Sanki sokaklarda insan tacirleri dolaşıyor.”
“Peki o zaman, üç bin yuan’ı kim dolandırıldı?” diye sordu Ji Yuheng. “Sen bu devirde insan kaçakçılarının olmadığını mı sanıyorsun?”
Bir süre sessizlik oldu. Tu Xiaoning gözlerini aşağı indirdi ve daha alçak bir sesle “Eğer kaçırılırsam, sen de benden daha zeki ve daha iyi birini bulursun.” dedi.
Ji Yuheng biraz sertçe poposuna vurdu. “Ne saçmalıyorsun?”
Tu Xiaoning canı yanınca şikayet etti. “Neden bu kadar sert vurdun?”
“Dersini al diye.”
“Aile içi şiddet bu!”
“Ne?”
Tu Xiaoning kaçmaya çalıştı ama Ji Yuheng onu uzun kollarıyla yakalayıp belinden kavrayarak havaya kaldırdı. Tu Xiaoning hemen teslim oldu. “Tamam, tamam, hata yaptım, kocacığım.”
“Nee hatası yaptın?”
“Saçmaladım.”
“Başka?”
“Başka bir şey yok.”
Ji Yuheng onu yatağa attı ve ardından kendisi de üzerine kapandı. Göz göze geldiklerinde Tu Xiaoning’in kalbi hızla atmaya başladı.
“Bir daha beni endişelendirme.” dedi Ji Yuheng.
Tu Xiaoning ona baktı, gözleri hafifçe nemlenmişti. Elini uzatıp onun kaşlarına, gözlerine, yüzüne ve dudaklarına dokundu. Gerçektiler. Ona duyduğu özlem, bir dalganın kıyıya vurması gibi içini kapladı. Kollarını boynuna doladı, gözleri sevgi doluydu. İtaatkar bir şekilde başını salladı ve yumuşak bir sesle karşılık verdi. “Tamam.”
Ji Yuheng eğilip onu öptü.
Yeni değiştirdiği kıyafetler hızla çıkarıldı ve Tu Xiaoning sarhoş olmuş gibi kendini ona bıraktı. Sanaldaki arkadaşlarıyla buluşmayı tamamen unutmuştu.
Tabii ki çıkışları gecikti ve sonunda taksiyle konser alanına gittiler. Otelden çıktıklarında yağmur başlamıştı. Ji Yuheng sadece bir şemsiye alabilmişti.
Tu Xiaoning’in üstünde açık gri, çift taraflı kaşmir bir ceket vardı. Uzun Martin botlar giymişti. İçinde ise krem rengi ince bir V yaka örgü elbise vardı. Basit bir atkı takmıştı ama sadece süs amaçlıydı. Hava giderek soğurken, tipik bir “şık ama üşüyen” görünümdeydi.
Yağmur daha da şiddetlendi. Arabadan indiğinde hafifçe titredi. Ji Yuheng onu sardı ve şemsiyeyi rüzgara karşı bastırarak yürüdü. Tu Xiaoning de onun beline sıkıca sarıldı. Ji Yuheng aşağı bakınca, Tu Xiaoning de ona baktı. Ardından tatlı bir şekilde gülümsedi.
Salona gelen hayranlar oldukça fazlaydı. Kimileri heyecanla koşuyor, hatta su birikintilerine basmayı bile umursamıyordu. Ji Yuheng, Tu Xiaoning’i biraz kenara çekti.
Salondan hafifçe şarkı sesi geliyordu. Lin Xiyu’nun sesi!
Tu Xiaoning anında heyecanlandı, Ji Yuheng’in koluna yapışıp salladı. “Duyuyor musun! Lin Xiyu şarkı söylüyor, bu gerçekten o!”
Ji Yuheng biraz dinledi ve sonunda sadece, “Mırıldanıp duruyor, tek kelime bile anlamadım.” dedi.
Tu Xiaoning sinirle onu itti.
Kapıya vardıklarında bir görevli anons yapıyordu. “Lütfen VIP bilet sahipleri sıraya girsin. Yirmi dakika içinde özel buluşma başlayacak.”
Tu Xiaoning, Ji Yuheng’in elini daha sıkı tuttu ve hafifçe titredi. “Kocacığım, ben... ben çok heyecanlıyım.”
Ellerinin soğuk olduğunu hisseden Ji Yuheng, onları tutarak “Ne cesaret ama.” diye alay etti.
Tu Xiaoning göğsünü tutarak fısıldadı. “Kalbim yerinden fırlayacak gibi hissediyorum. Onu on dört yıldır seviyorum. Ortaokul birinci sınıftan beri hayalim bir gün onu görmekti, konuşamasam bile sadece canlı canlı görmek yeterdi.”
Ji Yuheng bir eliyle parmak uçlarını sıktı diğer eliyle onun kıyafetlerini düzeltti. “Zaten birazdan göreceksin, değil mi?”
Tu Xiaoning başını salladı, saçlarını düzeltti. “Benim... saçım dağılmadı değil mi? Makyajım bozulmamış, değil mi?”
Ona dikkatlice baktı. “Çok güzel görünüyorsun.”
“Gerçekten mi?”
“Gerçekten.”
Görevliler tekrar anons yaptılar. Ji Yuheng elini gevşeterek ona "Gitme zamanı" diye hatırlattı.
Tu Xiaoning ellerini ovuşturup derin bir nefes aldı ve kendini toparladı.
“Bilet nerede?” Ji Yuheng tekrar sordu.
“Burada.” Tu Xiaoning cebinden çıkardı.
“Öyle rastgele sıkıştırma, düşürürsen ağlarsın.”
“Tamam, tamam.”
Omzundaki saçlarını nazikçe geriye attı. “Hadi git.”
Tu Xiaoning tam adımını atacaktı ki durdu. “Ya sen?”
“Senin içeri girdiğini gördükten sonra gideceğim.”
“Benim işim muhtemelen dokuzda bitecek. Sonra taksiyle otele dönerim.”
“Ben seni almaya gelirim.”
“İşim kesin senden önce biter. Arkadaşlarınla daha çok vakit geçir.” Tu Xiaoning elini sallayarak gülümsedi. “O zaman gidiyorum?”
Ji Yuheng başını salladı. “Tamam.”
Sonra hızla salonun girişine doğru koştu. Ji Yuheng şemsiyesini tutarken yağmur damlaları sertçe düşmeye devam etti. Dimdik ayakta durdu, gözleri hep onun olduğu yöne odaklanmıştı.
Tu Xiaoning bir süre sırada bekledi. Görevliler bilet numarasına göre insanları yerleştirmeye başladı.
“Gelin, 1. sıranın 1 numarası! Biletinizi gösterin ve buraya geçin!”
Tu Xiaoning öne çıktı ve biletini uzattı.
Görevli bilete göz attı, sonra yanındaki meslektaşıyla bakıştı. Ardından alçak bir sesle sordu. “Bu bileti karaborsadan kaça aldınız?”
Tu Xiaoning şaşkınlıkla gözlerini kırptı. “Ha?”
Arkadan gelen hayranlar da şaşkınlık içindeydi.
“Birinci sıra mı?! Zengin kadın! Ben ikinci sıraya beş bin beş yüz verdim!”
“Ben kendim almadım, fiyatını tam bilmiyorum.” dedi Tu Xiaoning biraz mahcup bir şekilde.
Görevli bir şey demedi, biletini damgalayıp ona geri verdi.
Bilet kontrolü tamamlandıktan sonra, görevliler hayran buluşmasıyla ilgili kuralları hatırlattı.
“Herkesin sahneye çıkıp inmesi için sadece bir dakikası var. Fazladan kalmak, hediye veya küçük not vermek yasak. Güvenlik ekibi ve 360 derece kamera kaydı var. Aşırı davranış gösterenler anında dışarı çıkarılacak ve konseri izleme hakkını kaybedecek. Lütfen ünlüleri mantıklı bir şekilde takip edelim ve saygılı olalım.”
Tu Xiaoning sıranın en önünde olduğu için bacakları titriyordu. Ortaokuldan beri kurduğu hayal gerçekten gerçekleşiyor muydu? Elini kaldırıp kendini çimdikledi. Hayır, rüya değildi.
Sadece bir dakikası vardı. Onlara ne söylemeliydi?
İçeri alındıkları anda, planladığı her şey aklından uçup gitti. O üç kişiyi canlı olarak gördüğünde, tüm kelimeler yok oldu, sadece gözyaşları sel gibi aktı.
Tu Xiaoning bir süre donakaldı, sonra görevliler onu sahneye yönlendirdi. Sahneye çıktığında, eskiden sadece televizyon ekranında ve dergi sayfalarında gördüğü üç adamı karşısında buldu. Gerçeklerdi. Tıpkı yıllar önce televizyonda ilk gördüğü anki gibiydiler. Zamanın izleri yüzlerine işlenmiş olsa da, hala genç ve yakışıklıydılar. Tek bir bakış, ömür boyu sürecek bir anıya dönüşüyordu.
Tu Xiaoning’in gözyaşları durmadan aktı, bacakları adeta ona ait değilmiş gibi hissediyordu. Ağzını kapatıp yavaşça ilerledi.
Sarıldıkları sıraya göre önce Lider, sonra Rapçi, en son ise vokalist Lin Xiyu vardı.
İlk iki adama sarılırken ne yaşadığının farkında bile değildi. Kendine geldiğinde, Lin Xiyu’nun önünde duruyordu.
Parlayan ışıklar altında, Lin Xiyu’nun yüzü pürüzsüz ve kusursuzdu. Keskin hatları, belirgin kaşları ve düzgün burnu vardı. Artık çıkış yaptığı zamanki masum delikanlı değildi, ama yılların kattığı olgunlukla daha da etkileyiciydi. Hafifçe gülümseyerek kollarını açtı.
Tu Xiaoning gözyaşlarını ellerinin tersiyle sildi. Bu anı tüm berraklığıyla görüp sonsuza kadar hafızasına kazımak istiyordu. O da kollarını açtı ve dikkatlice Lin Xiyu’nun kollarına atıldı. On dört yıllık hayalleri, bir film şeridi gibi gözünün önünden geçti. Okulda bir ay boyunca ekmek yemekle yetinerek dergilerini alması... En son albümlerini almak için arkadaşlarından borç istemesi... Birinin "Lin Xiyu yaşlandı" demesi üzerine sınıfta kavga çıkarması... Başarısız olduğu bir sınavın ardından odasında oturup onların posterine içini dökmesi... Tüm o çocukça, komik, zor ve mutlu anlar, sanki dün yaşanmış gibiydi.
(Ç.N: Ay ben de ağlıycam galiba. Hissettiklerini o kadar iyi anlayabiliyorum ki... Ben de istiyorum.)
Lin Xiyu kollarını onun omzuna doladığında, kanının vücudunda hızla aktığını hissetti. Önceden düşündüğü her kelime uçup gitti. Sadece kısık bir sesle fısıldayabildi: “Her şey için teşekkürler.”
Lin Xiyu sıcacık bir gülümsemeyle sırtını hafifçe sıvazladı. “Sen de çok emek verdin. Teşekkür ederim.”
Tu Xiaoning sahneden nasıl indiğini hatırlamıyordu. Vücudu ona ait değilmiş gibi hissediyordu. Kendini duvara yaslamadan yürüyemedi. Kulaklarında sadece Lin Xiyu’nun sesi yankılanıyordu. Sahneden çıkan ilk kişi oydu ve anında bir aptal gibi ağlamaya başladı.
Lin Xiyu onunla konuşmuştu. Gerçekten onunla konuşmuştu!
« Önceki Bölüm Sonraki Bölüm »
Yorumlar
Yorum Gönder