Hidden Marriage in the Office - 60. Bölüm (Türkçe Novel)

“Oh?” Ji Yuheng’in bakışları ona yöneldi. Tu Xiaoning hızla bir peçete alıp ağzını kapattı ve öksürüğünü bastırmaya çalıştı.
Eliyle de geçiştirmek için işaret yaptı. “Şaka yapıyorlar.”
Rao Jing, Ji Yuheng’in o anki nispeten ılımlı ifadesini görünce Tu Xiaoning’e takılmaya devam etti. “Ama, Xiaoning, sen 27 oldun. İki ay sonra 28’e basıyorsun. Artık evlenmeyi düşünmelisin. Şimdi seçeneklerin varken değerlendirmelisin. Yoksa benim gibi yaş geçtikçe başkalarının seçtiğiyle yetinmek zorunda kalırsın.” O, yaş konusunu asla dert etmeyen, sadece kendisi için yaşayan biriydi.
Zhao Fangang onayladı. “Ayrıca, sakın bankacı biriyle evlenme. İki kişi de sürekli müşteri peşinde, sürekli dışarıda, stres zaten tavan yapıyor. Üstelik kaynakları da paylaşamıyorsunuz. Bir düşün, korkunç bir şey! Ha, polis ve doktorla da evlenme, onların da işi başlarından aşkın. Evine biraz daha vakit ayırabilecek birini bulmalısın.”
Sonra bir anda aklına bir şey geldi. “Benim bir arkadaşım var, ailesinin bir sürü evi var. Bir kısmını butik otele çevirdi, küçük çaplı bir iş yapıyor. Tek kriteri, kızın güzel olması. Hâlâ bekar. Bence siz tam uyarsınız, ne dersin, seni tanıştırayım mı?”
Tu Xiaoning’in yüzü hafifçe kızardı. “Gerek yok, Zhao abi.”
Zhao Fangang dilini şaklattı. “Bak, sevgilim yok diyorsun ama tanıştırayım deyince hemen geri çekiliyorsun.”
Tu Xiaoning’in başı ağrımaya başlamıştı. Nasıl oluyordu da Ji Yuheng tam da bugün gelip onlarla yemek yiyordu?
Rao Jing, onun utandığını düşünerek konuyu değiştirdi ve Zhao Fangang’a takıldı. “Aa, Zhao, madem öyle, hâlâ bekar arkadaşların varsa bana da birini ayarla.”
Zhao Fangang telefonunu açıp listesine bakmaya başladı. “Olur, bir bakayım. Abla-kardeş ilişkisini seven biri bulabilirsem söylerim.”
Rao Jing ona ters ters baktı.
O esnada Zhao Fangang bir mesaj gönderip tekrar Tu Xiaoning’e döndü. “Xiaoning, arkadaşıma WeChat adresini gönderdim. Sakın kasılma, sadece arkadaş olursunuz, bir zarar gelmez.”
Tu Xiaoning, sessizce yemeğini yiyen ve başından beri tek kelime etmeyen Ji Yuheng’e göz ucuyla baktı. Sonra dişlerini sıkıp “Tamam.” demek zorunda kaldı.
Zhao Fangang kendinden oldukça memnundu. “Eğer bu iş olursa, departmanımız gelecek yıl iki düğün birden yapacak! Birini Xu Fengsheng için, diğerini de Tu Xiaoning için! Patron, sana bayağı iş düşecek.”
Ji Yuheng sadece hafifçe gülümsedi ama cevap vermedi.
O an, Tu Xiaoning eline yemek tepsisini alıp Zhao Fangang’ın ağzına tıkmak istedi.
***
Tu Xiaoning’in telefonu ofiste şarjdaydı. Geri döndüğünde iki mesaj geldiğini gördü.
Biri, yeni arkadaş ekleme isteğiydi. Not kısmında 'Zhao Fangang’ın arkadaşı' yazıyordu.
Diğeri ise Ji Yuheng’den gelmişti.
[A]: Akşam annemi almaya teyzeme yemeğe gideceğiz.
Mesajı öğle yemeğine çıkmadan hemen önce atmıştı.
Sohbet geçmişini sildi ve telefonu yerine koydu. Yeni arkadaş isteğini tamamen unutmuştu bile.
Bir süre sonra Ji Yuheng yemeğini bitirip geri döndü. Hemen arkasından Zhao Fangang da geldi. Daha içeri girer girmez, “Xiaoning, arkadaşımın isteğini neden kabul etmedin?” diye sordu.
Ji Yuheng, onun masasının yanından geçerek doğrudan ofisine girdi. Göz ucuyla bile bakmadı.
Tu Xiaoning ayağa kalkıp Zhao Fangang’a döndü. “Zhao abi, bu işi boş verelim. Daha kadroya bile geçmedim, şu an böyle şeylerle uğraşmak istemiyorum.”
Zhao Fangang kaşlarını kaldırdı. “İşe alınma süreciyle sevgili olmanın ne alakası var? Yani sen resmi kadroya geçene kadar hiç kimseyle birlikte olmayacak mısın? Ya hiç kadroya alınmazsan?”
Xu Fengsheng de destek verdi. “Evet, Xiaoning. Tanışsan ne olur? Üzerinde baskı kurma.”
Tu Xiaoning pes etmeyerek bir bahane uydurdu.“Ben şey... Arkadaşın çok iyi birine benziyor. Benim işimse hâlâ belirsiz. O yüzden uygun olacağımızı düşünmüyorum.”
Zhao Fangang kahkaha attı. “Hiç merak etme! Benim arkadaşım işi falan umursamaz. Tek takıntısı dış görünüş. Ona senin bir fotoğrafını gönderdim, çok beğendi.”
Tam o sırada Ji Yuheng’in ofisinin kapısı kapandı. Ne çok sert ne de hafifti ama Tu Xiaoning’in bir an donup kalmasına neden oldu.
Xu Fengsheng gözleriyle işaret ederek seslerini biraz alçaltmalarını söyledi.
Zhao Fangang “Tamam, tamam.” diye işaret yaptı.
Tam gitmek üzereyken, Tu Xiaoning usulca sordu. “Zhao abi, benim fotoğrafımı nereden buldun?”
Zhao Fangang sinsi bir gülümsemeyle kaşlarını kaldırdı. “Departman fotoğrafımızdan aldım. Üstelik özellikle patronu yanından kestim.”
Tu Xiaoning yerine oturup ayaklarının dibindeki çöp kutusuna gözlerini dikti. İçinden kan kusmak geldi.
Mesai bitince iş yerinin otoparkına indi ve Ji Yuheng’in başka bir asansörden çıktığını gördü. Göz göze geldiler ama o hemen bakışlarını kaçırarak doğrudan arabasına yöneldi. Tu Xiaoning, onun bu kadar erken çıkmasına şaşırmıştı. Yavaşça yürürken, bir anda motor sesi ve lastiklerin beton zeminde çıkardığı keskin gürültü duyuldu. Başını kaldırdığında, onun çoktan hızla uzaklaştığını fark etti.
endi arabasının kapısını açıp çantasını ön koltuğa attı. Sonra içinden, "Ne kadar hızlı giderse gitsin, sonuçta yine akşam yemeğine oturmak için beni bekleyecek." diye geçirdi.
Neyse ki, Bali’den ailesi için aldığı vücut peelingi ve saç bakım yağını arabada bırakmıştı. Bunları Wu Öğretmen ve eşine verebilirdi. Yoksa aniden elleri boş gitmek ona mahcup hissettirirdi.
Wu Öğretmen'in evine vardığında park yerinin oldukça boş olduğunu gördü. Ji Yuheng’in arabasını fark edince, kendi arabasını da onun yanına park etti.
Yukarı çıkıp kapı zilini çaldığı anda genç ve güzel bir kız kapıyı açtı. Tu Xiaoning kızı bir yerden tanıyormuş gibi hissetti.
"Sen kimsin?" diye sordu.
Kız tatlı bir şekilde gülümseyerek, "Yenge." diye seslendi.
Ah, doğru ya. O, Ji Yuheng’in kuzeniydi. Ortaokulda özel ders alırken bir kez görmüştü. O zamanlar henüz ilkokul öğrencisiydi. Şimdi ise kocaman büyümüş, zarif ve alımlı bir genç kıza dönüşmüştü. Üstelik tıpkı kuzeni gibi dikkat çekici bir görünümü vardı.
Kız onu kolundan tutup içeri aldı. Adının Xu Yinong olduğunu öğrendi. Şu anda Japonya'daki Tokyo Üniversitesi'nde yüksek lisans yapıyordu. Bu hafta, bir eğitim programı için Çin’e döndüğünü ve fırsat bulmuşken ailesini ziyarete geldiğini anlattı. Demek bu yüzden daha önce onu görmemişti.
Tu Xiaoning içten içe bu ailenin nasıl bir gen havuzuna sahip olduğunu düşünmekten kendini alamadı. Hem güzellik hem zeka, hepsi bir arada. Tam anlamıyla akademik bir aileydi.
Elindeki küçük hediyeleri düşününce biraz mahcup oldu. "Senin geleceğini bilmiyordum, o yüzden sadece teyzem ve eniştem için iki kutu vücut peelingi ve saç yağı aldım. Daha sonra evden sana bir tane daha getireceğim." dedi.
Xu Yinong, onu neşeyle koltuğa oturtup sıcak bir tavırla, "Evde birkaç gün kalacağım sadece. Önümüzdeki hafta A şehrine gideceğim, ay sonunda da Japonya’ya döneceğim. O yüzden hediyeleri kendin kullan yenge, teşekkür ederim." dedi.
Bir yenge, iki yenge derken, Tu Xiaoning’in yüzü hafiften kızardı.
Onun hâlâ kendisini incelediğini fark edince yerinden kalkıp etrafa bakındı. "Kuzenin nerede?" diye sordu.
"O, teyzemin odasında. Şu tarafta." diyerek dış taraftaki odayı işaret etti.
Tu Xiaoning başını sallayıp, "Ben de bir bakayım." dedi.
Bu sırada Xu Yinong mutfağa geçip annesine yardım etmeye gitti.
Tu Xiaoning odanın kapısını açtığında, anne ve oğlunun yatağın başında ellerini sımsıkı kavuşturup konuştuklarını gördü.
"Tu Xiaoning sen mi geldin?" Kayınvalidesi, onu uzun süredir görmediğinden dolayı hasretle elini uzattı.
"Anne." diyerek hızla yanına gitti. O da kayınvalidesini özlemişti.
Ji Yuheng yerinden kalkarak ona yer açtı. Tu Xiaoning de doğal bir şekilde yanına oturdu. Şimdi kayınvalide-gelin el ele tutuşuyorlardı. Tu Xiaoning, onun yüzünün iyi göründüğünü fark edince içi rahatladı. Uzun uzun sohbet ettiler. Bali’de gördüğü güzel yerleri ve ilginç anıları anlattı. Tabii ki, maymun tarafından saldırıya uğramasını ve tacizci bir adamla karşılaşmasını söylemedi.
Kayınvalidesi kahkahalarla güldü. "Bu anıları bana anlatacak biri lazım işte. Yuheng bana bunları asla anlatmazdı." diyerek oğluna hafifçe sitem dolu bir bakış attı.
Tu Xiaoning de onunla birlikte Ji Yuheng’e bakıp alaycı bir gülümsemeyle, "Sorun değil, bundan sonra ben anlatırım. Onu boş verin." dedi.
Kayınvalidesi başını salladı ve ikisi de muzipçe gülümsedi.
Akşam yemeğinde, Wu Öğretmen onun doymayacağından korkarak sürekli olarak tabağına yemek koyuyordu. Ama Tu Xiaoning neredeyse patlamak üzereydi. Nihayet, Ji Yuheng’in neden ilk tanıştıklarında öylesine çok yemek yediğini anladı—reddedemediği içinmiş!
Artık gerçekten yiyemeyecek hale gelince, Ji Yuheng’e yardım isteyen bir bakış attı. Ama ona hiç dikkat etmeden sessizce yemeğini yiyordu. Bu yüzden, Tu Xiaoning ayağını uzatıp onu hafifçe tekmeledi. Ji Yuheng nihayet ona baktı ve durumu anladı.
"Yiyemiyorsan bırak." dedi kayıtsızca.
"Ama teyzen çok ısrarcı." diye fısıldadı Tu Xiaoning.
Wu Öğretmen ve eşi mutfaktan çorba getirmeye gidince, Ji Yuheng hiç belli etmeden tabağını Tu Xiaoning’inkiyle değiştirdi.
Tu Xiaoning ona minnettar bir bakış attı. "Teşekkür ederim, kocacığım."
O sadece hafifçe başını salladı.
Karşılarında oturan Xu Yinong gülümseyerek, "Her şeyi gördüm!" dedi eğlenceli bir ifadeyle.
Ji Yuheng onu umursamadan, "Yemeğini ye." diye karşılık verdi.
Xu Yinong ona dil çıkarıp muzurca gülümsedi. Belli ki kuzenler birbirine çok yakındı.
Akşam yemeğinden sonra biraz daha oturup kayınvalidesiyle birlikte eve döndüler.
Tu Xiaoning, ona Bali’den aldığı şal hediyesini verdi. Kayınvalidesi çok sevindi, hemen boynuna dolayıp aynada kendine baktı. Onun yüzünün gün geçtikçe daha sağlıklı ve canlı göründüğünü fark eden Tu Xiaoning’in içi rahatladı.
Kayınvalidesi uyuduktan sonra, Ji Yuheng’in çalışma odasında bilgisayarla meşgul olduğunu gördü. Muhtemelen işle ilgili bir şeyler yapıyordu. Onu rahatsız etmek istemediği için sessizce banyoya gitti.
Duştan çıktığında, Ji Yuheng oturma odasında su içiyordu. Göz ucuyla ona bakarak, "Telefonun sürekli çalıyor." dedi.
Tu Xiaoning telefonunu alıp ekranına baktı. Gelen mesajların hepsi Zhao Fanggang’ın tanıştırmaya çalıştığı kişi tarafından gönderilmişti.
[Merhaba.]
[Orada mısın?]
[Hâlâ mesai mi yapıyorsun?]
[Hello?]
Tu Xiaoning’in başı döndü. Zhao Fanggang’ın başına sardığı bu "iyilik", şimdi onun için büyük bir baş ağrısına dönüşmüştü.
Ji Yuheng’e bir bakış attı ve hafifçe homurdandı. "Zhao Fanggang da amma inatçı, illa bana birini ayarlayacak. Şimdi ne yapacağımı bilmiyorum."
Ji Yuheng, elinde su bardağıyla dikilip kayıtsız bir ses tonuyla "En başta sevgilin olduğunu söyleseydin, bunların hiçbiri olmazdı." dedi.
Tu Xiaoning’in parmakları istemsizce sıkıldı. Kısa bir sessizliğin ardından, "Çok fazla soru soracaklarından ve Xu Fengsheng'in kör randevusunu gördüklerinde yaptıkları gibi fotoğrafları görmekte ısrar edeceklerinden korktum." dedi.
Ji Yuheng, çayını masaya koyarak sertçe konuştu. "Onlara birkaç kelime söyleseydin, zorla bıçak mı dayayacaklardı? Bu karmaşayı kendin yarattın, kendin çözmelisin."
Onun umursamaz tavrını görünce Tu Xiaoning’in içi sıkıldı. Hafif bir burukluk hissetti.
Zorunlu gizli evlilik yüzünden zaten yeterince yoruluyordu. Şimdi bir de suçlu gibi hissettirilmesi ona dokundu. O, Ji Yuheng’in bunu anlayacağını sanmıştı. Demek ki sadece kendini kandırıyordu.
Telefonunu alıp odasına doğru yürüdü. “Evet, bu karmaşa benim yüzümden çıktı ama benim sevgilim yok ki. Bir yalan söylersem onu başka yalanlarla örtmem gerekecek. Tıpkı şu an bizim ilişkimizde her an dikkatli olmam gerektiği gibi. Zaten yeterince temkinliyim, bir de böyle uydurma bir meseleyle uğraşacak gücüm yok.”
O, olduğu yerde kaldı, bir süre sessiz kaldıktan sonra konuyu değiştirerek konuştu. “Daha yapacak işlerim var, sen yat.”
Xiaoning hiç cevap vermeden yorgani üzerine çekti ve onun çalışma odasına gidip kapıyı kapattığını duydu.
Kapı kapandığında, içindeki bir şey de derinlere gömüldü. Gözlerini kapattı, telefonunu bir kenara koydu ve kendine uyuması gerektiğini söyledi.
Yorumlar
Yorum Gönder