Hidden Marriage in the Office - 59. Bölüm (Türkçe Novel)

Sonuç olarak yüzük alınmadı. İkisi birlikte Harbour City’nin seyir terasında biraz Victoria Limanı’nı izledi. Ancak, Bali’de denizi fazlasıyla görmüş olduğu için Tu Xiaoning, bu manzara karşısında pek de heyecanlanmadığını fark etti.

Sonrasında otele dönüp çıkış işlemlerini tamamladılar ve havaalanına geçtiler. Dönüş yolculuğu sadece üç saat sürdü; fakat uçaktan indikten sonra bagaj almak için sıraya girmek, otoparktan arabayı almak derken Tu Xiaoning kendini yorgun hissetmeye başladı. Arabaya biner binmez saçındaki topayı çıkarıp bir kenara fırlattı ve başını koltuğa yaslayıp kısa bir uyku çekti. Uyandığında hava kararmıştı.

Seyahatleri uzun sürdüğü için kayınvalidesi Wu Öğretmen'de kalıyordu. Ji Yuheng birkaç gün sonra onu gidip getirecekti.

Ayakkabılarını çıkardıktan sonra valizini bir kenara atıp kendini kanepenin üzerine bıraktı. Seyahat, işten daha az yorucu değildi. Üstelik sadece bedensel değil, ruhsal olarak da yıpranmış hissediyordu. O gün valizleri açmak istemedi, yarına bırakmaya karar verdi.

Ama Ji Yuheng farklıydı. O, eve döner dönmez valizini yerleştirmeye koyuldu.

“Yorgun değil misin? Nasıl olsa hemen bir yere gitmeyeceğiz. Yarın açsan ne olur?” Onun düzenli bir şekilde eşyalarını yerleştirdiğini gören Tu Xiaoning dayanamayarak sordu.

“Bugünün işi yarına bırakılmamalı.”

Her zamanki gibi titizdi. Ona arkasını dönmüştü ve ciddi bir ifadeyle işine devam ediyordu.

Tu Xiaoning iç çekti. Ne dese boştu... “Ben gidip banyo yapacağım. Yarın iş var, erken yatmalıyım." dedi ve odasına gidip kıyafetlerini aldı.

Duştan çıktıktan sonra, Ji Yuheng'in kendi valizini olduğu gibi onun valizini de açmış ve yerleştirmiş olduğunu gördü. 'Bu adam hiç yorulmuyor mu?' diye içinden geçirdi.

Balkonda sigara içtiğini gördü. O esnada etrafına bakındı. Evin içinde hiçbir şey değişmemişti.

'Eve dönmek güzel... Artık işimize odaklanmalıyız. Yarın itibarıyla yeniden maskelerimizi takıp insan içine karışacağız.'

Omuzlarını silkerek odaya geçti. Aslında ofisi biraz özlemişti. Keşke iş arkadaşlarına tatilden hatıra olarak bir şeyler getirebilseydi. Yolculuk anılarını onlarla paylaşmak keyifli olurdu.


***


Ertesi gün departmana geldiğinde, yedi gündür görüşmediği meslektaşları tarafından özlemle karşılandı.

Zhao Fanggang her zamanki gibi şakacı bir tavırla yaklaştı. “Xiao Tu, bayram tatilinde deniz kenarına mı gittin?”

Tu Xiaoning, onun bunu nasıl bildiğini düşünürken, “Yüzün kömür gibi olmuş.” diye ekledi.

Bunu duyunca sakinleşti ve, “Tayland’a gittim.” diye yanıtladı.

Artık yalan söylerken yüzünün kızarmaması ve kalbinin hızlanmaması konusunda kendini takdir etti.

“Tayland mı? Demek tatilden önce sessiz sedasız pasaportunu alıp başvurunu yapmışsın.” dedi Zhao Fanggang, merakını belli ederek.

Bankacılık sektörü para ile doğrudan ilgili olduğu için finansal suçları önlemek adına banka çalışanlarının yurt dışına çıkışı kısıtlanıyordu. İster kadrolu ister sözleşmeli olsun, tüm çalışanların pasaport ve Hong Kong, Makao, Tayvan seyahat belgeleri şirkete teslim ediliyordu. Eğer seyahat edeceklerse, önceden insan kaynaklarına başvurup onay almalı ve dönüşte belgelerini iade etmeliydiler. Bu, sektörde yazılı olmayan bir kuraldı.

Tu Xiaoning başını sallayarak onayladı. Tam o sırada Ji Yuheng, takım elbisesi içinde departmana girdi. Görünüşe göre üst yönetimle görüşmeden yeni dönmüştü.

Zhao Fanggang, her zamanki abartılı tepkilerinden birini daha verdi. “Patron! Siz de mi bronzlaştınız? Yoksa Xiao Tu gibi siz de Tayland’a mı gittiniz?”

Bu ses ofiste yankılanınca herkes başını çevirip Ji Yuheng’e baktı. Özellikle Tang Yuhui’nin gözleri adeta üzerine mıhlanmıştı.

Ancak Ji Yuheng, her zamanki gibi sakin ve kendinden emindi. Tu Xiaoning’den bile daha rahat görünüyordu. Başını bile kaldırmadan, “Birkaç gün kırsalda arkadaşlarla balık tuttuk.” dedi.

Zhao Fanggang hemen atıldı. “Balık tutmayı ben de severim! Bir dahaki sefere birlikte gidelim, patron!”

Ji Yuheng onu duymazdan geldi. “Hadi toplantıya.” dedi ve odasına geçti.

Zhao Fanggang'ın morali anında bozdu. Elindeki defteri masaya vurup iç çekti. “Ne güzel bir gün... Tabii ki işe gömülerek başlıyoruz.”

Herkes defterlerini alıp toplantı odasına geçti.

“Bakın, departman fotoğrafımız asılmış.” dedi Xu Fengsheng, keskin gözleriyle duvarda asılı olan büyütülmüş resmi fark ederek.

“Gerçekten de çok hızlılar. Tatilden önce çekildik, tatilden sonra hemen asıldı.” dedi Zhao Fanggang, ona katılarak.

Herkes fotoğrafın etrafına toplandı.

“Hangi fotoğrafçı çekti bunu bilmiyorum ama ofise bildirmek lazım. Sadece çekip bırakmışlar, düzenleme bile yapmamışlar. Suratım kocaman görünüyor.” diye şikayet etti Rao Jing, kollarını kavuşturarak.

Zhao Fanggang onu teselli etti. “Bence gayet iyi çıkmışsın, Rao Jing. Kendine fazla yüklenme.”

Herkes hararetle tartışırken Tu Xiaoning fotoğrafa dalıp gitmişti.

Fotoğrafta Ji Yuheng, uzun boyuyla ortada duruyordu. Duruşu asil, yüzü karizmatikti. O ise onun yanında bir hayli kısa kalıyordu ama gülümsemesi zarifti, kendinden emin duruyordu.

“Xiao Tu, harika çıkmışsın! Şefin yanında durunca senin de duruşun değişmiş. İkiniz de aynı havayı yansıtıyorsunuz. Hatta şöyle uzaktan bakınca düğün fotoğrafınız gibi görünüyor.” dedi Zhao Fanggang, yine şakasını yaparak.

Herkes gülerek fotoğrafa biraz daha dikkatlice baktı.

Tu Xiaoning, söylediklerini duyduktan sonra daha yakından baktı ve o anki ifadelerinin gerçekten çok benzediğini hissetti. Başkalarının karı koca bakışı dediği şey bu olabilir miydi?

Herkes Zhao Fanggang’ın şakalarına alışkındı. Onun söylediklerini ciddiye alan olmazdı.

Ancak Tang Yuhui, soğuk bir kahkaha attı. “Ne alakası var? Aralarında dağlar kadar fark var.” dedi.

Xu Fengsheng telefonuyla fotoğrafı taratıp herkesin olduğu gruba gönderdi. "Bir araya gelebilmemiz kaderin bir parçası ve bu fotoğraf da çok anlamlı. Hepimiz anı olarak saklayalım." dedi.

Tu Xiaoning, cep telefonunu açıp fotoğrafın dijital versiyonuna baktı.

Ji Yuheng gecikmişti. Geldiğinde, herkesin duvarın yanında toplandığını gördü ve oraya kısa bir bakış attı. Ancak, bakışlarını yalnızca bir saniye kadar tutup hemen geri çekti.

Tam o sırada dönen Tu Xiaoning, onun bu hareketini fark etti. Herkes hızla yerlerine geçti, o da oturdu. Telefonunun ekranı henüz kilitlenmemişti, parlak ekran hâlâ açık duruyordu. Ancak fotoğraftaki o adam, şimdi karşısında soğuk ve mesafeli bir hâlde duruyordu.

Gözlerini indirdi, not defterini açtı ve işe odaklandı.

Daha sonra, Tu Xiaoning lavaboya gittiğinde aynada kendine özellikle bir göz attı. Çok mu bronzlaşmıştı? Pek sayılmaz. Bali’deyken her gün güneş koruyucu kullanmıştı. Zhao Fangang’ın söylediği kadar kömür gibi de durmuyordu.

Ulusal Bayram tatilinin sona ermesi, dördüncü çeyreğin tam anlamıyla başlaması demekti. Bankacılık sektöründe en kritik dönem yılın başı ve sonuydu. Departman yeniden yoğun bir yıl sonu atılımına girişmişti. İş temposunun artmasıyla birlikte, ikisi de eski hâllerine dönmüş, kendi işlerine dalmışlardı. O, eskisinden bile daha fazla davete katılıyordu; sonuçta departmanın performansını koruması gerekiyordu. Eve dönüşleri giderek daha da gecikiyordu. Bazen Tu Xiaoning hafif uykudayken, onun gece yarısı kapıyı açıp duşa girdiğini duyuyordu. Daha sonra alkol kokusuyla yatağa uzanıyor ve hemen uyuyordu. Sabah olduğunda ise çoktan gitmiş oluyordu.

Burası bir evden çok bir otel gibiydi onun için. Sürekli sabah erkenden çıkıyor, gece geç saatte dönüyordu. Geldiğinde sadece uyuyordu. Yıllık milyonluk bir maaş kazanmanın kolay olmadığını kanıtlayan bir durumdu bu. Ama kahvaltıyı asla atlamıyordu. Nasıl olsa kendine hazırlarken ona da bir porsiyon yapıyordu.

O gün öğle yemeğinde, Tang Yuhui’nin birkaç gündür hep yalnız yemekhaneye geldiğini fark ettiler. Ji Yuheng ise her zamanki gibi çok geç çıkıp geliyordu. Tabii ki o, yöneticisiyle birlikte oturmadığı gibi, onlarla da oturmuyordu.

Tang Yuhui’yi, tepsisiyle birlikte köşede tek başına otururken gören Rao Jing, bir yudum çorbasını içtikten sonra, “Bakın, prenses bizimle yemek yemeye tenezzül bile etmiyor.” dedi.

"Prenses" lakabı, son zamanlarda Tang Yuhui için taktıkları isimdi.

“Lanet olsun, bu kadar kendini beğenmiş davranırsa, diğer departmanlar bizi onu dışlıyoruz sanabilir.” Zhao Fangang kaşlarını çatarak çubuğunu masaya bıraktı.

Xu Fengsheng hâlâ eski kibar tavrını koruyarak, “Boş verin, eğer gelirse hepimiz huzursuz oluruz.” dedi.

Böylece herkes sessizce yemek yemeye devam etti.

Ama Zhao Fangang boş durmadı. Çubuğuyla Xu Fengsheng’in yemek tepsisine vurdu. “Senin görücü usulü tanışma işin ne durumda?”

Rao Jing’in de ilgisini çekti. “Görücü usulü randevuya mı çıktın?”

Tu Xiaoning bile merakla Xu Fengsheng’e döndü.

Üç çift göz ona çevrilince Xu Fengsheng hafifçe öksürdü. “Fena değil, konuşuyoruz işte.”

Zhao Fangang dedikodu kokusunu alınca hemen kollarını sıvadı. “Vay, işler yolunda gidiyor yani! Ne iş yapıyor?”

“Lisede İngilizce öğretmeni.”

Zhao Fangang bacak bacak üstüne atıp sallamaya başladı. “Vay be, öğretmenler iyidir.”

Rao Jing daha da meraklanmıştı. “Fotoğrafı var mı?”

Xu Fengsheng biraz tereddüt etti. “Şey... Henüz resmî olarak çıkmıyoruz, sadece konuşuyoruz.”

Zhao Fangang masaya hafifçe vurup elini uzattı. “Saçmalama, bir fotoğraf göstermekten bir şey olmaz. Bakalım biz de bir fikir verelim.”

Rao Jing de ona katıldı. “Aynen öyle.”

Tu Xiaoning, dedikodu konusunda bu ikisinin nasıl da uyum içinde olduğunu düşündü. Sonuçta departmanın en eski iki çalışanıydılar.

Xu Fengsheng pes etti ve telefonunu çıkarıp birkaç fotoğraf aradıktan sonra masanın ortasına koydu.

Üçü de aynı anda eğilip ekrana baktı. Karşılıklı oturduklarından dolayı fotoğrafı ters görmek zorundaydılar. Rao Jing hemen telefonu kaptı. Zhao Fangang onu almaya çalıştı ama Rao Jing’in uyarıcı bakışları karşısında vazgeçip elini salladı. “Tamam, tamam, önce bayanlar.”

Rao Jing fotoğrafa baktıktan sonra Tu Xiaoning’e uzattı. Tu Xiaoning; kalın kaşlı, temiz yüzlü bir kız gördü. Fotoğrafı inceledikten sonra Zhao Fangang’a verdi.

“Tam bir hanımefendi. Senin tarzın bu mu yani?” dedi Zhao Fangang hafif alaycı bir ifadeyle.

Xu Fengsheng telefonunu geri alıp “Ailemin bulduğu biri. D şehrinden buraya tayin edilince hemen acelesi varmış gibi birini ayarladılar.” diye iç çekti. “Sonuçta evlat dediğin, ebeveynlerinin isteklerine boyun eğmek zorunda.”

Sonra gözlerini Zhao Fangang’a çevirdi. “İkimiz de aynı yıl girdik bu işe. Sen de artık küçük sayılmazsın. Ne düşünüyorsun?”

Zhao Fangang umursamaz bir tavırla omuz silkti. “Ben çiçekler arasında gezen biriyim, hiçbirine bağlanıp evlilikle kendimi kısıtlayamam. Birkaç yıl daha eğlenip sonra bakarım.”

Zhao Fangang’ın ailesi varlıklıydı. Babası devlet bankasında yöneticiydi, annesi ise vergi dairesinde görevliydi. Bankaya girerken de bazı bağlantılarını kullanmıştı. Bu yüzden her zaman kendini üstün görürdü. Tabii ki bir kişi hariç—Ji Yuheng.

Tu Xiaoning, bu dedikoduya fazla katılmayıp sessizce yemeğini yedi. Ama konu bir şekilde ona sıçradı.

“Xiaoning, sen son zamanlarda değiştin.” dedi Zhao Fangang.

Tu Xiaoning şaşkınlıkla “Ne?” diye sordu.

Zhao Fangang sanki büyük bir keşif yapmış gibi bacağını sallayarak devam etti. "Ulusal Bayram’dan sonra daha özenli giyinmeye başladın. Nihayet aklın başına geldi, ha?"

Tu Xiaoning karşılık verdi. “Öyle mi?”

“Evet. Eskiden hep saçların darmadağınıktı. Şimdi kaşlarını şekillendiriyorsun, hafif makyaj yapıyorsun.” Gözleri onun elindeki kullanılmış peçeteye kaydı. “Bak, ruj bile sürmüşsün.”

Tu Xiaoning peçeteye baktı. Yemek yemeden önce sildiği ruj izi hâlâ oradaydı. Rao Jing de onu inceliyordu ama hemen yorum yapmadı.

Tu Xiaoning hafifçe gülümsedi. “Önceden pazarlama yapmıyordum. Şimdi müşterilere gidiyorum. Kendime biraz çeki düzen vermezsem korkutucu olabilirim.”

Xu Fengsheng gülerek “Xiaoning zaten sevimliydi, ama şimdi süslenince daha da dikkat çekici oldu.” dedi.

Zhao Fangang yemeğinden bir lokma daha alıp ağzını şapırdattı. “Bence Xiaoning, o prenses bozuntusundan çok daha güzel. Görmüyor musun, onun fondöteni kaç kat?”

Sonra çubuklarını masaya bıraktı. “Xiaoning, bankada çalışmasaydın seni kesin tavlamaya çalışırdım.”

Rao Jing kahkahayı bastı. “Peki, neden denemiyorsun?”

Zhao Fangang dramatik bir ifadeyle iç çekti. “Bankacı çift mi olur? Hayatımız müşteri ve mevduat peşinde geçer. Bence bir bankacının eşi farklı bir sektörden olmalı. Bak Xu Fengsheng, öğretmenle çıkıyor. Harika bir seçim. Yaz tatili var, kış tatili var. Sonra rahat rahat eşine ve çocuğuna zaman ayırabilir.”

Onun sözledikleri, Xiaoning’in ağzındaki yemeğin bir anda tatsızlaşmasına neden oldu.


Rao Jing ona dikkatlice baktı ve yavaşça konuştu. “Bir kızın birine gönlünü kaptırıp kaptırmadığını anlamak için iki şeye bakılır: Biri sosyal medya paylaşımları, diğeri ise dış görünüşüne verdiği önem. O yüzden, Tu, senin kesinlikle bir problemin var.”

“Öyle, değil mi?” Zhao Fangang daha da heyecanlandı.

Tu Xiaoning’in kalbi hızla çarpıyordu ama bunu belli etmeden çorbasını içti. “Rao abl, sen değil miydin müşteri temsilcisinin bir bankanın yüzü olduğunu söyleyen? Önceden dış görünüşüme dikkat etmediğimde sürekli sitem ediyordun, şimdi özen gösteriyorum, yine sorun oluyor. Ne yapsam yaranamıyorum.”

Rao Jing bir kahkaha attı. “Bu velet artık bana laf yetiştiriyor. Çırağın ustayı geçmesi yakındır, ha?”

Zhao Fangang gülerek takıldı. “Öyle tabi Xiaoning'in ağzı artık iyi laf yapıyor. Bazen müşterilerle telefonda konuşurken öyle profesyonel geliyor ki ben bile şaşırıyorum. Çabuk öğreniyorsun.”

Sohbet koyulaşmıştı. Ne zaman geldiğini görmedikleri Ji Yuheng, yemek tepsisini alıp Zhao Fangang’ın yanına oturdu.

Onun gelişiyle masadakiler sustu, gözleri ona çevrildi.

“Patron, daha yeni mi yemek yiyorsun?” diye sordu Zhao Fangang.

Ji Yuheng hafifçe başını salladı. Onların gerginliğini fark edince ifadesini biraz yumuşattı. “Siz devam edin.”

Xu Fengsheng hafifçe öksürdü. “Zaten, tam da konuşmayı bitirmiştik.”

Ji Yuheng nadiren merak gösterirdi, yemek çubuklarını açarken sordu. "Bu kadar neşeli ne konuşuyordunuz?”

Zhao Fangang patavatsızca hemen söyledi. "Xiao Tu'nun bir sevgilisi olduğundan bahsediyorduk."

Masa bir anda sessizleşti. Çorba içmekte olan Tu Xiaoning az kalsın boğuluyordu.

Yorumlar