Hidden Marriage in the Office - 51. Bölüm (Türkçe Novel)

“Sınıf başkanın seni böyle çağırmıyor muydu?” Hafifçe gülümsedi, ardından parmaklarını oynatarak sigaranın külünü silkeledi. Bir kısmı rüzgarla savruldu, bir kısmı ise ayaklarının dibine düştü.
Ortaokuldan sınıf arkadaşlarının düğününe katıldıklarında sınıf başkanı ona böyle seslenmişti. Onun bunu hatırlıyor olması şaşırtıcıydı.
Tu Xiaoning dudaklarını büzdü. “Hafızan gerçekten çok iyi.”
Ji Yuheng bir nefes çekip dumanı rüzgâra doğru üfledi. “Demek ki senin şaşkınlığın ortaokuldan beri var.”
Rüzgârda savrulan temiz saçları ona bir anlığına büyüleyici geldi. O da itiraz etmeden gülümsedi. “Bir keresinde sınıf başkanından ödevlerini ödünç alıp kopyalamıştım, sonra farkında olmadan adını da aynen yazmışım. Öğretmen beni fena azarlamıştı. O gün bugündür bana bu lakabı taktı.”
Ji Yuheng'in ilgisini çekmiş gibi görünüyordu. Balkondaki hasır sandalyeye oturdu ve elini kaldırarak onu yanına çağırdı.
Belki de bu hareketi fazla tanıdık geldiğinden, Tu Xiaoning refleks olarak iş yerindeymiş gibi itaat etti. Ancak yanına yaklaşır yaklaşmaz, Ji Yuheng onu doğrudan kucağına çekti.
Bu pozisyon ona tanıdık geldi. Daha önce Ji Yuheng sarhoş olduğunda da böyle yapmıştı. Ama şimdi tamamen ayıktı, bu yüzden aniden ortam oldukça samimi bir hâl aldı. Fakat düşündüğünde, ikisi çok daha yakın şeyler yaşamıştı. Kucağına oturmak o kadar da büyük bir mesele değildi. Sonuçta artık resmi olarak karı kocaydılar, fazla utangaç davranması gereksiz olurdu.
“Ortaokulda sınıfınız hangi kattaydı?” diye sordu Ji Yuheng. Tanışma faslından sonra ilk kez ortaokul hakkında konuşuyorlardı.
Tu Xiaoning, üzerindeki sigara kokusunu hafifçe hissedince biraz geriye çekildi. “O zamanlar her katta beş sınıf vardı. Sizin sınıf üçüncü kattaydı, bizim sınıf beşinci kattaydı.”
Ji Yuheng sigarasını küllüğe bastırdı. “Ben bile bizim sınıfın hangi katta olduğunu hatırlamıyorum. Sen neden bu kadar net hatırlıyorsun?”
Tu Xiaoning elini salladı. “Normalde hatırlamazdım ama o zamanlar bizim sınıfın katında bir kız öğrenci intihar girişiminde bulunmuştu. Neyse ki, okul erken fark etti de hayatı kurtuldu. O olay yüzünden sınıfımızın beşinci katta olduğunu hiç unutmadım. Oradan hesaplayınca, sizin sınıf üçüncü katta olmalı.”
Ji Yuheng’in yüzündeki ifade değişti. “Gerçekten böyle bir şey oldu mu?”
Tu Xiaoning, onun bu tepkisine şaşırmadı. “Siz çalışkan öğrenciler, ders kitaplarından başınızı kaldırmazsınız tabii. Sadece ders çalışırsınız, etrafta ne olup bittiğinden haberiniz olmaz. O zamanlar bu olayla ilgili birçok söylenti vardı. Kimisi ders stresi yüzünden olduğunu söyledi, kimisi bir öğretmenin onu sert bir şekilde azarladığı için olduğunu iddia etti. Bir de...” Aniden sustu, cümlesini tamamlamadı.
Ji Yuheng yarım kalan cümlelere tahammül edemezdi. Onun başını hafifçe okşayarak, “Ne?” diye sordu.
Tu Xiaoning ona baktı ve gırtlağını temizleyerek devam etti. “Bir de okulun en yakışıklı çocuğuna ilan-ı aşk edip reddedildiği için kendini öldürmeye kalktığını söylüyorlardı.”
O anda Ji Yuheng hızla ayağa kalktı. Dengesini kaybeden Tu Xiaoning az kalsın havuza düşüyordu.
Korkuyla hemen boynuna sarıldı. “Sen de amma tepki verdin! Daha o kişinin sen olduğunu söylemedim bile.”
Ji Yuheng sakin bir ifadeyle, “Sadece ayağa kalktım, neden bu kadar gerildin?” dedi.
Tu Xiaoning düşeceğinden korkarak ona daha sıkı sarıldı ve hafifçe sallayarak sordu. “Durduk yere neden ayağa kalktın? Yoksa gerçekten sana ilan-ı aşk etti de vicdanın mı sızlıyor? Yıllar sonra hâlâ pişmanlık mı duyuyorsun?”
Ji Yuheng onu doğrudan havuzun kenarına getirdi ve bırakacakmış gibi yaptı.
Tu Xiaoning anında bir ağaçkakana dönüp ona yapıştı. “Tamam tamam, hata ettim!”
Üzerinde sadece bornoz vardı ve bedeni ona iyice yapışmıştı. Kuşağı gevşemiş, önü açılmıştı. Bu hâlde neredeyse çıplak gibiydi.
Onun sımsıkı sarılmasından vücudu ısınmaya başlayan Ji Yuheng, biraz serinlemek için rüzgârın tadını çıkardı. Tu Xiaoning hapşırınca onu tekrar kucaklayıp içeri götürdü.
Onu yatağa attıktan sonra, “Bir daha kulaktan dolma dedikodulara inanma.” diyerek yanından ayrıldı.
Tu Xiaoning örtünün altına saklandı ve homurdanarak, “O olay yüzyıllar önce oldu zaten. Sen de o zamanlar epey popülerdin.” Bir an duraksadı ve iç çekerek ekledi. “Keşke o zamanlar senin gelecekteki kocam olacağını bilseydim. O zaman idol peşinde koşmak yerine seni takip ederdim. Böylece tüm okulun odak noktası olmanın nasıl bir şey olduğunu deneyimleyebilirdim.”
Ji Yuheng, balkon kapısını kapatırken duraksadı. Döndü ve “Ne dedin?” diye sordu.
Tu Xiaoning konuyu değiştirdi. “O zamanlar idol peşinde koşmaktan seni fark edecek vaktim yoktu.”
Ji Yuheng perdeleri çekti ve alaycı bir gülümsemeyle, “Peki, idolünü yakından görebildin mi?” diye sordu.
Tu Xiaoning hemen yüzünü buruşturdu. “Maalesef, bir kere bile konserine gidemedim.” Sonra onun kendisini küçümseyeceğini düşünerek hızla ekledi. “Ama bu sadece öğrenciyken param olmamasından dolayıydı. Eğer şimdi bir konser verseler, ne yapıp edip giderim!”
Ji Yuheng alaycı bir şekilde kıkırdadı. “Ne yani? Şimdi paran var mı?”
Tu Xiaoning yatağın üzerine vurarak, “Şimdi de param yok ama konser bileti almak için gerekirse her şeyi satarım!” Heyecanlanarak ekledi. “Yağmur da yağsa fırtına da çıksa, mutlaka gideceğim!”
Adam yatağın başında durup yukarıdan ona baktı. “Kim izin verdi sana ne olursa olsun gitmeye? İşten kaytarmaya cesaret et de gör bakalım.”
Tu Xiaoning bunu tamamen unutmuştu. Hemen doğrulup dizlerinin üzerine oturdu, neredeyse ağlamaklı bir sesle, “Aman patron, lütfen iyi bir insan olun! İyi insanlar ömrü boyunca huzur içinde yaşar, değil mi patron?” dedi, neredeyse bacaklarına sarılacaktı.
Ji Yuheng yorganı açıp yatağa oturdu, onu hafifçe itti. “Bu numaralar bana sökmez.”
Tu Xiaoning hemen daha da sokuldu, bir saniye içinde ona yapışmıştı. Hafifçe nazlanarak, “Kocacığım~” diye seslendi.
Bunu daha önce hiç yapmamıştı. Adam bir an sessizleşti, başını yatak başına yasladı ve sakin bir “Hı?” sesi çıkardı.
Tu Xiaoning omzuna yaslandı, sesi ciddiydi. “Onların konserini izlemek, gençlik hayalimdi.”
Ji Yuheng çenesini hafifçe indirip alnına yasladı. “Hayallerin ne kadar da basitmiş.”
Tu Xiaoning onun böyle diyeceğini tahmin etmişti. Dudaklarını büzdü. “Beni sizin gibi dâhilerin ölçüleriyle değerlendirme. Ben okuldayken büyük ideallerim yoktu ama öğrencilik hayatımın tüm mutlu ve mutsuz anıları onların şarkılarıyla geçti. Artık birine hayranlık duyacak yaşları çoktan geçtim, eskisi gibi heyecanlanıp çığlık atmam mümkün değil. Artık eskisi gibi bir şeye tutkuyla bağlanacak vaktim ve enerjim yok. Gençlikte hissettiklerim, zamanla ve toplumun çarkları arasında yavaş yavaş değişti. Konser izlemekten çok, o kaygısız, mutlu halime veda etmeye gidiyor gibiyim. O zamanlar sadece arkadaşlarımla okul dedikodularını konuşur, sevdiğim sanatçıyı takip ederdim. Çocukken hep büyümeyi isterdim çünkü büyüyünce özgür olacağımı, istediğimi yapabileceğimi sanırdım. Ama büyüyünce fark ettim ki yetişkin dünyası hayal kırıklıkları ve sıkıntılarla dolu. Eskiden ulaşmak için can attığım şey, şimdi sadece endişelerle dolu. Eğer mümkün olsaydı, öğrencilik yıllarıma dönmek, o saf kalbimi yeniden kazanmak isterdim. Dünyanın karmaşıklığına bulaşmadan, sadece o zamanki mutluluğu yaşamak. İnsanlar der ki, geçmişi özlemeye başladığında yaşlanıyorsun. Sanırım haklılar. Şimdi anlıyorum ki, büyümeyi hayal eden o halim, aslında en çok kıskanılacak olanmış.”
Adam sessiz kaldı. Uyuduğunu sanan Tu Xiaoning başını kaldırıp ona baktığında, gözlerinin açık olduğunu ve derin bir ifadeyle kendisine baktığını gördü. Onun duygularını okumak imkânsızdı. Uzun bir süre sonra nihayet konuştu, sesi hâlâ kayıtsızdı. “Onca laf ettin ama kimi sevdiğini bile söylemedin, tek kişi mi, iki kişi mi?”
Tu Xiaoning üç parmağını kaldırdı. “Üç kişi. Bir grup. En çok da vokali seviyorum.”
Ji Yuheng onun elini aşağı indirdi. “Yarın denize açılacağız, erken yat.”
Tu Xiaoning usulca “Tamam.” dedi ama hemen ardından üsteledi. “Peki, konser meselesi ne olacak?”
“Olunca bakarız.”
Bu, onun aslında izin verdiği anlamına geliyordu. Umudu gören Tu Xiaoning heyecanla ona sarıldı. “Teşekkür ederim, kocacığım!”
Ji Yuheng onu sıkıca kavrayıp fazla kıpırdamasına izin vermedi. Sonra yorganı düzeltti ve ışıkları kapattı.
Oda karardığında, Tu Xiaoning yorganın altından başını çıkardı. Yanındaki adama baktı, gerçekten anında uyuyabilmişti.
Bunu fırsat bilerek düşüncelere daldı. Şu anki evlilik durumları üzerine kafa yordu. Kendisi iyi bir eş sayılmazdı ama Ji Yuheng her açıdan mükemmel bir kocaydı.
Sonra aklına bir soru takıldı. Ortaokuldayken diğer kızlar gibi ona biraz daha dikkat etseydi, ona aşık olur muydu?
Kendi düşüncesiyle irkildi ve hemen duraksadı. Ne saçmalıyordu böyle? O yaşlarda o kadar masumdu ki, aşkın ne olduğunu bile bilmiyordu. En fazla onun yakışıklı olduğunu düşünürdü. Ama şimdi... ‘Aşk’ kelimesi zihninde belirdiğinde kalbi garip bir şekilde hızlandı. Çabucak telefonunu aldı, düşüncelerini dağıtmak için ekrana odaklandı.
Gün içinde çektiği fotoğraflara göz atarken aniden bir karede duraksadı. Bugün öğleden sonra Aşıklar Kayalığı’nda çektiği bir selfiydi. Ama şimdi dikkatlice bakınca, arka planda Ji Yuheng de kadraja girmişti. Muhtemelen o anda başını kaldırmıştı ve bu açıdan sanki ona bakıyormuş gibi görünüyordu. Gözleri, gün batımının ışığında yumuşak bir parıltıya bürünmüştü. Bu, onun nadiren görülen nazik tarafıydı.
Fotoğrafı büyütüp biraz daha dikkatle inceledi. Parmağıyla ekranın üzerindeki yüzüne dokundu. Hâlâ inanamıyordu. Bu kadar mükemmel bir adam nasıl olup da onun kocası olmuştu?
Küçük hesabına girip bu fotoğrafı arkadaşlarıyla paylaştı. Sanki ikisinin ortak bir karesiymiş gibi. Yanına bir dize de ekledi.
—Gün batımı ne kadar güzel olsa da, akşam hızla yaklaşıyor.
İçinden, “Bu şiir, şu anki durumumuza ne kadar da uyuyor.” diye geçirdi.
***
Ertesi gün, denize açıldılar.
Hareket etmeden önce rehber uyardı. "Eğer kolayca mide bulantısı yaşıyorsanız, ön ve arka koltuklara oturmayın, en iyisi orta kısımdır. Yoksa deniz tutar."
Tu Xiaoning biraz tedirgindi, limana gelmeden önce bir mide bulantısı hapı almıştı.
Bugünkü etkinlikleri tamamen su aktiviteleriyle doluydu. İçine arkadaşı Ling Weiyi'nin verdiği harika bir mayo giymişti ama üst kısmı straplez ve göbeği açık bir tasarımdı, alt kısmı ise normal bir bikini altıydı ama üzerini sarabilecek ince bir tül etek de vardı. Bu yüzden dışarıdan bakıldığında mayo gibi değil, sahil elbisesi gibi duruyordu. Yine de kolsuz ve göbeği açık giymekten pek hoşlanmadığı için üzerine bol kesimli püsküllü bir örgü üst giymişti. Bu, yıllar önce ailesiyle Tayland’a gittiğinde sahilde aldığı bir parçaydı. Böyle giyindiğinde kendini daha rahat hissediyordu.
Ji Yuheng her zamanki gibi beyaz tişört giymişti ama denize çıkacakları için bugün altında bir plaj şortu vardı. Tu Xiaoning göz ucuyla onun bacaklarını inceledi. Beyaz teni erkeksi bir sertlikle dengelenmişti, ince ama kaslıydı. Üstelik neredeyse hiç bacak kılı yoktu. İçinden, “Bu adam doğarken Tanrı ona tüm iyi genleri mi bahşetti?” diye düşündü.
Sonra gözleri onun kollarına kaydı ve dayanamayıp sordu. “Günlerdir su aktiviteleri yapıyoruz, bakalım kolun ne zaman iyileşecek?”
“Dün gece baktım, kabuk bağladı bile.” dedi Ji Yuheng, limandaki korkuluklara yaslanarak.
Onun bu rahat ve umursamaz hali, günlük hayattaki kusursuz duruşundan çok farklıydı. Tu Xiaoning, bir an için onu gizlice çekip Rao Jing ve Zhao Fanggang'ın olduğu gruba göndermek istedi.
Aynı teknede birkaç tane bikini giymiş güzel kadın da vardı. Şu anda Ji Yuheng’in yaslandığı korkuluğun hemen yanında duruyor, mavi gökyüzü ve beyaz bulutları fon yaparak pozlar veriyorlardı.
Zıplıyor, sallanıyorlardı; göğüsleri bembeyaz ve oldukça büyüktü. Birkaç erkek, gözlüklerini çıkarıp tekrar tekrar bakmaktan kendini alamadı.
“Ne bakıyorsun sen?” Sonra eşleri tarafından kulakları çekildi.
Ji Yuheng bakmamıştı, ama Tuxiaoning bakmıştı. Üstelik kendine de bir göz attı. Bunların göğüsleri nasıl böyle büyüyor ya? Karşılaştırma yapmadıkça insan eksikliğini hissetmezdi gerçekten.
O sırada tekne geldi, Tu Xiaoning ve Ji Yuheng bindi. Rehberin sözlerini hatırlayarak ortadaki, üstelik cam kenarında bir yer seçti. Ji Yuheng de onun yanına oturdu.
Sırada üç kişilik bir koltuk vardı, yani bir kişi daha oturabilirdi. Çok geçmeden, az önce bikinili olan kadınlar da tekneye bindi. Artık fotoğraf çekilmedikleri için hepsi koruyucu giysilerini giymişti. Boş kalan yeri fark edenlerden biri hemen gelip oturdu.
Tu Xiaoning yoğun bir parfüm kokusu aldı, tekne daha hareket etmeden başı dönmeye başlamıştı bile.
Kadın oldukça sıcakkanlıydı, onları genç görünce sohbet etmeye çalıştı. Kaç kişi geldiklerini, kaç gün kalacaklarını, hangi otelde kaldıklarını sordu. Tabii ki tüm cevapları Tu Xiaoning verdi.
Kadın, Tu Xiaoning’i özellikle baştan aşağı süzdü, sonra hafifçe gülümseyerek, "Küçük kız hâlâ öğrenci gibi duruyor. Aa? Bu üstünü nereden aldın? Gerçekten çok güzelmiş." dedi. Bunu bilerek mi yoksa farkında olmadan mı yaptı bilinmez, konuşurken Ji Yuheng’in kolunu aşarak ona doğru eğildi. Göğüsleri neredeyse onun koluna değmek üzereydi.
Bunu gören Tu Xiaoning hiç tereddüt etmeden Ji Yuheng’in üzerine doğru yaslandı. Böylece kadını tamamen engellemiş oldu. Ancak bu kez de kendi göğsü Ji Yuheng’in koluna demişti.
"Tayland’dan almıştım abla, sen de beğendi mi? Demek ki zevklerimiz uyuşuyor, bayağı iyi anlaşıyoruz." dedi şirin bir şekilde. Sonra Ji Yuheng’in omzuna nazikçe vurup tatlı bir sesle ekledi.
"Kocacığım, hadi yer değiştirelim mi? Bu tatlı ve zevk sahibi ablayla biraz daha sohbet etmek istiyorum."
« Önceki Bölüm Sonraki Bölüm »
Yorumlar
Yorum Gönder