Hidden Marriage in the Office - 50. Bölüm (Türkçe Novel)

Tu Xiaoning hiçbir şey olmamış gibi davrandı. "Ne hesabı? Yanlış duymuşsun."
Ama Ji Yuheng kandırılacak biri değildi. Su şişesiyle masaya hafifçe vurdu. "Oyalanma, büyük hesabınla birlikte hepsini kontrol edeceğim."
Tu Xiaoning telefonu sıkıca kavradı. "Kontrol edilecek ne var ki?"
"Öyleyse neden panikliyorsun?"
"Paniklemiyorum! Bu sadece oyun hesabımdı, çok fazla arkadaşım yok. Ayrıca ikinci bir hesap açamaz mıyım?"
Ji Yuheng su şişesini yerine koydu ve ciddi bir ifadeyle konuştu. "Açabilirsin, ama benim de haberim olması şartıyla."
Tu Xiaoning içinden buna gerek var diye isyan etti.
"Sen de kendi WeChat’ini bana hiç göstermedin." diyerek karşılık verdi.
Ji Yuheng telefonu çıkarıp masaya koydu ve WeChat’i açarak ona uzattı. "Al, istediğin gibi bak."
Tu Xiaoning bir an şaşkına döndü ve hiçbir şey söyleyemedi.
Ji Yuheng çenesini hafifçe yukarı kaldırdı. "Baksana?"
Tu Xiaoning eline telefonu alıp göz gezdirdi. Tüm sohbetler iş mesajlarıyla doluydu. Ayrıca silme alışkanlığı olmadığından ikisinin sohbetlerini de buldu. Onun "Küçük Şaşkın Ning" olarak kaydetmişti.
Başını kaldırıp Ji Yuheng’e baktı.
Ji Yuheng onun bakmayı bitirdiğini görünce elini uzatarak telefonunu istedi.
Tu Xiaoning hâlâ dalgın duruyordu. Kendine geldiğinde telefonunun çoktan Ji Yuheng’in elinde olduğunu fark etti.
“Sen!” Telefonunu kapmaya çalıştı ama Ji Yuheng ekranı yüzüne doğru tutarak yüz tanımayla kilidi açtı.
Tu Xiaoning pişmanlıkla kıvranırken tekrar kapmaya çalıştı ama Ji Yuheng’in uzun kolları onu engelledi.
Ji Yuheng arkadaş listesini kontrol ettiğinde gerçekten de kimsenin olmadığını gördü, ancak paylaşım duvarı tam anlamıyla bir hazineler diyarıydı. Rastgele birkaç gönderiyi açınca hepsinin kendisine yönelik hakaretlerle dolu olduğunu gördü.
---
Ji Yuheng tam bir ikiyüzlü!
Ji Yuheng’den nefret ediyorum.
Çifte standartlı, iki yüzlü biri!
Her gün işe suratsız gelmekten sıkılmadın mı? Sanki milyonlarca borcun varmış gibi!
Tiyatrocu, pislik adam Ji Yuheng!
---
Tekrar ona baktığında Xiaoning’in yüzü utançtan kıpkırmızı olmuştu.
Telefonunu masaya koydu. “Demek patronuna karşı epey büyük bir nefret besliyormuşsun?”
Xiaoning boynunu bükerek, “Bakmak isteyen sendin.” diye mırıldandı.
Ardından Ji Yuheng, onun küçük hesabındaki kullanıcı adına göz gezdirdi ve kaşlarını çattı.
“Bayan L?”
“Kocam.” diye ağzından kaçırdı Xiaoning ama hemen kendini toparladı. “Yani… idolüm Lin Xiyu’nun soyadının baş harfi ‘L’ olduğu için.”
Ji Yuheng ona yan gözle baktı. O bakış, Xiaoning’in içini ürpertti. Ardından tek kelime etmeden telefonunu masaya koydu.
Xiaoning hemen telefonunu kaptı. 'Neden beni yiyecekmiş gibi bakıyor öyle! Bu zamanda kim fanlık yapmıyor ki?' diye düşündü.
Arabaya bindiklerinde Xiaoning kendini dünyanın en aptal insanı gibi hissediyordu. İkinci hesabını bulmakla kalmamış, üstüne üstlük ona ettiği tüm hakaretleri de görmüştü! Rezalet!
Ama Ji Yuheng sanki onun şu anki düşüncelerini okur gibi konuştu. “Sana zaten söyledim, başka hesabın olabilir. Ama benim bilgim dâhilinde olmalı. Senin yanlış bir şey yapmadığını bildiğim sürece orada istediğin gibi söylenebilir, rahatça dert yanabilirsin. Bundan sonra asla karışmayacağım.”
Xiaoning içinden ona teşekkür etmek geldi ama “Yanlış ne yapabilirim ki?” diye diklendi.
Ji Yuheng arkasına yaslandı. “Zhao Fanggang ve diğerleriyle olan küçük sohbet grubunuz kaç kişiden oluşuyor, sayayım mı?”
Xiaoning’in gözleri büyüdü. “Sen… sen benim asıl hesabıma da mı baktın?!”
Ji Yuheng elindeki su şişesiyle oynayarak hafifçe gülümsedi. “İtiraf mı ediyorsun yani?”
Xiaoning bir anda aydınlandı. İçinden kendini tokatlamak geldi. “Sen beni kandırdın!”
Ji Yuheng ona bakarak, “Sizinkiler gibi küçük oyunlar benim derin incelememe dayanabilir mi?” dedi.
Oturma pozisyonunu değiştirdi ve devam etti. “Sanma ki hiçbir şeyden haberim yok. Departmandaki her hareketten haberdarım.”
Xiaoning’in tüyleri diken diken oldu. Bu adam çok korkutucuydu!
Biraz duraksadıktan sonra Ji Yuheng sesini biraz daha yumuşatarak konuştu. “Departmanda insan sayısı arttıkça iç rekabet de kaçınılmaz olur. Rekabet bazen iyi bir şeydir, bazense değildir. Eğer durum kötüleşmezse, ben müdahale etmem.”
Onun birdenbire iş hakkında konuşmaya başlaması Xiaoning’i şaşırtmıştı. Bu, onun nadiren yaptığı bir şeydi.
“Bankacılık oldukça karmaşık bir sektör, özellikle de pazarlama departmanı. Çeşit çeşit insanla muhatap oluyorsunuz. Bazıları birkaç büyük müşteriyle iş yaptığında ya da birkaç büyük patronla görüştüğünde, kendini onların seviyesine çıkmış sanıyor. Burnu havalara kalkıyor, gerçeklikten kopuyor. Üstelik departman içinde gruplaşmalar kaçınılmazdır. Tarafsız kalmak da pek kolay değil.”
Sonra ona döndü ve doğrudan gözlerinin içine bakarak ekledi. “Bu yüzden, bu sektörde uzun süre ayakta kalmak istiyorsan, kendini iyi tanımalı ve daima tetikte olmalısın. Ama bunu başarabilen kişi sayısı çok az.”
Xiaoning bu sözleri ağır buldu. “Ben hâlâ çömez sayılırım.”
Ji Yuheng başını salladı. “Evet, hâlâ çömezsin.”
“Peki, ne zaman gerçekten ‘büyümüş’ sayılırım?”
Ji Yuheng ona baktı. “İnsanlarla konuşurken farklı maskeler takmayı öğrendiğinde.”
Sonra hafifçe gülümseyerek parmağıyla önce Xiaoning’in şakağına dokundurdu, sonra da parmağını hafifçe aralanmış dudaklarına kaydırdı. Xiaoning’in gözleri bulanıklaştı. Tam o anda Ji Yuheng başını eğip onu öptü.
Şoför dikiz aynasından bu sahneyi görüp hafifçe gülümsedi.
Ama Ji Yuheng Xiaoning’in şapkasını kaldırarak şoförün görüşünü kapattı ve onu daha da derin bir öpücüğe boğdu.
***
Öğleden sonra, Uluwatu Tapınağı’na gittiler. Burası “Aşıklar Kayalığı” olarak da biliniyordu ve gerçekten de turistlerle doluydu. Çoğu kişi çift olarak gelmişti.
Kadınların içeri girerken fazla açık kıyafetler giymesi yasaktı, bu yüzden Xiaoning girişten bir şal alıp şortunun üzerine sardı.
Buraya gelmeden önce Xiaoning özellikle buranın hikâyesini araştırmıştı.
“Efsaneye göre, birbirini seven genç bir çift aileleri tarafından engellenmiş ve burada denize atlayarak aşklarına son vermiş.” Hikâyeyi okurken iç çekti. “Kaçsaydınız ya? Ne diye intihar ediyorsunuz? Genç yaşta hayatına son vermeye değer mi?”
Ji Yuheng kalabalık içinde onun omzunu kavrayarak, “Önce anne babaya itaat gelir.” dedi ve gözlerini ona dikti. “Peki, sen olsaydın kaçar mıydın?”
Xiaoning onun neden konuyu kendisine getirdiğini anlayamadı ve itiraz etti. “Ben annemle babamın sözünü çok dinlerim, tamam mı?”
Ji Yuheng ona bakmaya devam etti. “Evlilik konusunda da mı?”
Bu ani soru Xiaoning’in bir an duraksamasına neden oldu. Sonunda, “Evlilik ciddi bir mesele. Tabii ki onların onayını almam gerekir. Hem sen de biliyorsun, annemle babam seni çok seviyor.” dedi.
Ji Yuheng hafifçe başını salladı. “Evet, beni çok seviyorlar.”
Xiaoning ona tekrar baktığında, çoktan gözlerini önündeki manzaraya çevirdiğini gördü.
Kalabalık, uçurumun kenarındaki taş korkuluklarda toplanmıştı.
“Bu insanlar neden hep oraya yığılmış?” Xiaoning merakla sordu.
“Gün batımını izlemek için.”
“Öyle mi?” Xiaoning’in ilgisini çekti. Daha önce hiç gün batımını izlememişti.
Ji Yuheng saatine baktı. “İzlemek ister misin?”
Xiaoning ayaklarının ucunda yükselerek kalabalığa doğru baktı. “Neden olmasın? Madem buradayız, biz de çekelim bir hatıra fotoğrafı.”
Ji Yuheng onun elinden tutarak öne doğru ilerledi. “Güneşin batması için biraz daha beklememiz gerekecek.”
“Bekleriz.”
İkisi uçurumun kenarındaki taş korkuluğa vardığında, en iyi manzara noktaları çoktan kapılmıştı. Neyse ki, fotoğraf çektirip ayrılan yaşlı bir Japon çift sayesinde iki kişilik bir yer boşaldı. Tu Xiaoning hemen Ji Yuheng’i çekerek oraya geçmeye çalıştı, ancak diğer bekleyenler de aynı fırsatı kolluyordu. Yabancı bir çift neredeyse aynı anda içeri girdi ve kimin önce geldiği belli olmadı.
Ji Yuheng oldukça nazikti, karşı tarafla birkaç kelime sohbet ettikten sonra iki tarafın da birer yer alması konusunda anlaşmaya vardılar.
Yabancı çift çok mutlu oldu, teşekkür ettikten sonra birbirlerine sarıldılar ve tam onların önünde taş duvara yaslanarak öpüşmeye başladılar.
Tu Xiaoning yabancıların bu kadar tutkulu olduğunu görünce biraz mahcup bir şekilde gözlerini denize çevirdi.
Uçsuz bucaksız deniz hâlâ masmaviydi. Uzaklardan yakına doğru koyu maviden açık maviye dönüşen rengi, doğanın çizdiği bir sınır gibi görünüyordu.
Denizden esen rüzgâr oldukça güçlüydü ama yumuşaktı; yüzüne vurduğunda üşütmüyor, aksine ferah bir his veriyordu. Uzaktan nokta gibi görünen bir balıkçı teknesi yavaşça yaklaşıyordu. Güneş ise sanki tam gözlerinin önündeydi, ellerini uzatacakları mesafedeydi sanki.
Tu Xiaoning’in içi de deniz kadar sakindi artık. Başını çevirip baktığında Ji Yuheng’in arkasında durup telefonuyla ilgilendiğini gördü.
Etrafları tamamen sevgi dolu çiftlerle doluydu. Tu Xiaoning çenesini eline dayayıp taş korkuluğa yaslandı. İçinde bir anda bir serzeniş belirdi. Madem izlemek istemiyordu, en baştan söyleseydi ya! Zaten onu zorla getirecek değildi. Bu yeri bulmak için o kadar uğraşmıştı ama o düzgünce bakmıyordu bile.
Ne kadar beklediklerini bilmiyordu, ancak nihayet denizin üzerindeki güneşin rengi değişmeye başladı. Turuncu-sarı ışık, ince bir tül gibi denizin üzerine serildi. Dalgalanan deniz, önceki dinginliğini yitirerek katman katman kırılan cam parçaları gibi parlayan bir ışık saçtı. Güneş nihayet yavaşça batıya doğru alçaldı ve gökyüzü ateş rengine boyandı. O anda deniz ve gökyüzü tek bir renk hâline geldi. Görüntü o kadar güzeldi ki insanı büyülüyordu.
Tu Xiaoning gözlerinin önündeki manzara karşısında şaşkına döndü. Hemen birkaç fotoğraf çekti ve farkında olmadan Ji Yuheng’i çekiştirdi.
"Bak!"
Ji Yuheng telefonundan başını kaldırarak yavaşça yaklaştı ve ona arkadan sarıldı.
"Hmm?"
"Çok güzel, değil mi?" Tu Xiaoning batmakta olan güneşi işaret etti. Sanki çok yakındaydı ama bir o kadar da ulaşılmazdı.
"Hıhı." Ji Yuheng sadece hafifçe mırıldandı.
Tu Xiaoning onun cevabını pek samimi bulmadı. Etrafına tekrar göz gezdirdi. Bütün çiftler bakanları imrendirecek kadar birbirine yakın ve samimi görünüyorlardı. Demek ki böyle romantik anlar gerçekten âşık olanlarla anlam kazanıyordu. Yoksa kendileri gibi zoraki izleyince hiçbir anlamı olmuyordu.
Tekrar gün batımına baktı. Manzara hâlâ güzeldi ama artık ona eskisi kadar etkileyici gelmiyordu. "Artık geç oldu, istersen gidelim." dedi ve yavaşça onun kollarından sıyrıldı.
Ancak daha adımını atamadan Ji Yuheng onu tekrar geri çekti. "Güneş daha batmadı, şimdiden gitmek mi istiyorsun?" Gözlerinde hafif bir gülümseme vardı.
Batan güneşin ışığı ona vurduğunda yüzü adeta oyulmuş bir sanat eseri gibi göz alıcı gözüküyordu.
Tu Xiaoning bir an için dalıp gitse de hemen kendini toparladı. "Sonuçta bu sadece bir gün batımı, çok da özel bir şey değil."
Ji Yuheng hafifçe onun başına vurdu, ardından omuzlarından tutup tekrar taş sütuna yasladı. "Bir işe başladığında onu tamamlamalısın. Madem buraya kadar geldik, bu güzel yeri boşa harcamayalım."
Tu Xiaoning onun kolları arasında kaldığı için hareket edemedi. Şu anki duruşları, çevrelerindeki çiftlerden farksızdı. Dışarıdan bakıldığında tam bir aşık çifti gibi görünüyorlardı.
Ama Tu Xiaoning biliyordu ki durum bundan çok uzaktı. Ji Yuheng’in her konuda kendine özgü kuralları vardı. Gün batımını izlerken bile "başladığın işi bitir" ilkesini öne sürebiliyordu. Oysa az önce dikkati dağılmış olan kendisiydi! Şimdi ise sanki yeterince ciddiye almayan kişi oymuş gibi davranıyordu.
Güneş batmaya devam ettikçe rengi de solmaya başladı. Sanki parlak ışıklarını saklayıp daha yumuşak bir hâl alıyordu. Gitgide küçülüyordu, Tu Xiaoning’e göre tıpkı ısırılmış bir yuvarlak kurabiye gibiydi. Bir ısırık, bir ısırık daha... derken neredeyse tamamen yok oluyordu.
Tamam, belki çok da yaratıcı biri değildi. Güzel benzetmeler yapmakta iyi sayılmazdı. Ama şu anki manzarayı anlatabilecek süslü kelimeler bulamıyordu.
Birden güçlü bir rüzgâr esti, saçları dağınık bir şekilde savruldu ve arkasındaki Ji Yuheng’in yüzüne çarptı.
Acıyıp acımadığını sormak için döndü ama tam o anda Ji Yuheng’in sıcak dudakları aniden onun dudaklarına kapandı.
Önceki öpücüklerinden farklı olarak bu kez aceleci değil, yumuşak ve sabırlıydı. Sanki bir lezzeti dikkatlice tadıyormuş gibiydi.
Bu kadar dar bir alanda, ikisi de birbirine sokulmak zorundaydı. Tu Xiaoning, Ji Yuheng’in uzun ve gür kirpiklerini yakından görebiliyordu. Ellerini nereye koyacağını bilemedi ve sonunda onun boynuna yerleştirdi. Dudakları ve dilleri birbirine karıştı, nefesleri giderek hızlandı. Ji Yuheng daha da yaklaştı, Tu Xiaoning ise onun kollarında geriye yaslanarak taş sütuna dayandı. Taş soğuk ve sertti ama zamanla vücut sıcaklıkları birbirine karıştı.
Bu öpücüğün içinde gözlerini kapattı.
Güneş ufukta kaybolurken gökyüzü karardı ve kalbinin derinliklerinden gelen bir iç çekiş duydu.
O an neden iç geçirdiğini düşündüğünde fark etti ki, muhtemelen çok öpüşmenin evli çiftlerin ilişkisini güçlendirdiğini düşündüğü içindi.
Otele döndüklerinde, Ji Yuheng kapıyı kapatır kapatmaz onu tekrar kollarına aldı. Tu Xiaoning kapıya yaslandı, tüm vücudu ter içindeydi.
Ji Yuheng bu konuda kesinlikle tartışmasız bir uygulayıcıydı. Tu Xiaoning, aralarındaki ilişkinin sadece yasallık çerçevesinde olduğuna daha da ikna olmuştu. Ancak bir konuda memnun değildi—Ji Yuheng’in önlem almaktan pek hoşlanmıyordu.
İşleri bittikten sonra "Yine mi kullanmadın?" diye dayanamayıp sordu.
Ji Yuheng yatağın başında oturup lambayı biraz daha açtı. Tu Xiaoning’in kızarmış yüzüne bakarak boğazını temizledi. "Sabah otelin verdikleri bitmişti."
Tu Xiaoning hemen endişeyle doğruldu. "Peki ya—?"
Ji Yuheng hemen onu rahatlattı. "Olmaz."
"Bu kadar emin misin?" Tu Xiaoning, onun risksiz iş yapmayan biri olduğunu biliyordu ama bu mesele başka şeylerle kıyaslanamazdı.
Ji Yuheng hafifçe güldü. "Nereye boşaldığımı bilmiyor muyum sence?"
Onun bu umursamaz tavrını görünce Tu Xiaoning kaşlarını çattı, ardından kaşla göz arasında bornozunu üzerine geçirip banyoya yöneldi.
"Nereye gidiyorsun?"
"Tekrar yıkanacağım."
Duştan çıktığında, Ji Yuheng’in balkonda sigara içtiğini gördü.
Havluyla saçlarını kurularken yanına gitti. Ji Yuheng sesi duyunca döndü ve gözleri çıplak bacaklarına kaydı.
Uzaktan dalga sesleri duyuluyordu. O gece deniz yine her zamanki gibi sakindi.
Ortamdaki sessizliği fark eden Tu Xiaoning, konu açmak için laf olsun diye konuşmaya başladı.
“Beni WeChat’te neden ‘Küçük Şaşkın Ning’ olarak kaydettin?”
Ji Yuheng’in parmaklarındaki sigara yarıya kadar yanmıştı ama o henüz bir nefes bile almamıştı. Küller neredeyse her an düşecek gibiydi.
« Önceki Bölüm Sonraki Bölüm »
Yorumlar
Yorum Gönder