Hidden Marriage in the Office - 45. Bölüm (Türkçe Novel)

Vücut losyonu gerçekten fark yaratıyordu. Tu Xiaoning, Ji Yuheng'in cildinin bugün daha pürüzsüz olduğunu hissetti.
"Bugün neden bana kızmadın?" Tu Xiaoning konuyu değiştirerek sordu.
Ji Yuheng yatağa yaslanmış, kitap okuyordu. Kitabı ne zaman geri alıp odaya getirdiğini bilmiyordu. Bir sayfa çevirdi. "Yine iş konuşuyorsun."
Tu Xiaoning dudak büktü. “Bunu özel bir sohbet olarak düşünebiliriz, değil mi?”
Ji Yuheng ona bir bakış attı. "Siz sık sık özel sohbet mi ediyorsunuz?"
"Hayır, hayır." Hemen inkâr etti. Kesinlikle küçük grupları olduğunu öğrenmemeliydi.
Konu gruplara gelmişken, gerçekten de fazlaydılar. Beş kişilik "Lidersiz Grup", Tang Yuhui hariç dört kişinin olduğu dedikodu grubu ve kendisiyle Zhao Fanggang ve Rao Jing'in olduğu "DR'nin Bel Kemiği" grubu vardı.
Bir yerde insanlar varsa, orada entrika da olurdu.
Ji Yuheng kitabı yatağa bırakıp yatağa doğru eğildi ve Tu Xiaoning’in başucundaki telefonuna uzandı. "Öyleyse, ne hakkında konuştuğunuza bir bakalım."
Tu Xiaoning panikle ayağa fırladı ama çıplak olduğunu unutmuştu. “Biz neredeyse hiç konuşmuyoruz!”
O asla ihanet etmezdi! Sadakat önemliydi! O kocası olabilirdi ama sırlarını satmazdı!
Ji Yuheng ona bakarken gözlerinde hafif bir gülümseme belirdi. “Neden bu kadar gerginsin?”
Tu Xiaoning o an bir hata yaptığını fark etti ve hızla yorganı üzerine çekti. Sonra da sanki hiçbir şey olmamış gibi davranarak "Hayır, hiç de gergin değilim." dedi.
Ji Yuheng hâlâ telefonuna doğru eğilmiş durumdaydı. Neredeyse alacaktı ki, Tu Xiaoning bir an sadakatin mi daha önemli olduğunu düşünüp tereddüt etti.
Ve tam o an, hızla ona doğru eğilip dudaklarına yapıştı.
Ji Yuheng onun ani öpücüğüyle bir an donakaldı, ama kısa sürede dudaklarının sıcaklığı yükseldi. Eliyle Tu Xiaoning’in ensesini kavrayıp kendine çekti. Öpücük giderek derinleşti, Tu Xiaoning tamamen onun kollarına hapsolmuştu. Gözleri tavana odaklandı, başı döndü.
Son bir kez başucundaki telefona bakarken içinden geçirdi: Arkadaşlarım! Devrim ruhu adına, kendi küçük fedakârlığımı büyük amacımız uğruna yapıyorum! Umarım bu kahramanca hareketim tarihe geçer ve adım sonsuza kadar yaşar!
Sonuç pek de iç açıcı olmadı. Yatakta bitkin bir halde yatıyordu, Ji Yuheng ise sırtı ışığa dönük şekilde, üzerindeki izleri temizliyordu. Acaba bu konuda bu kadar iyi olmasının sebebi, geçmişte çok fazla deneyimi olması mıydı?
"Direkt uyuyacak mısın, yoksa tekrar duş almak ister misin?" Bir süre sonra sordu. Sesi o kadar sakindi ki, az önce olanlar hiç yaşanmamış gibi geliyordu.
"Direkt uyuyacağım. Tu Xiaoning kılını bile kıpırdatmaya üşeniyordu. Enerjisi tamamen tükenmişti.
O da kitabı okumayıp başucuna bıraktı ve aniden konuştu. "Eğer eleştirmekle sorun çözülebilseydi, herkes lider olurdu."
Tu Xiaoning, onun az önceki sorusuna cevap verdiğini anladı. "Bugünkü olay tüm şirkete yayıldı. Aslında bizzat müdahale etmene gerek yoktu."
"Departman için yaptım."
O sırada Ji Yuheng, Tu Xiaoning’in açıkta kalan omzunu örtmek için yorganı üzerine çekti.
"Bugün başka biri olsaydı da yine aynısını yapardım."
Bu sözleri duyunca, Tu Xiaoning hafifçe ‘hmm’ diye mırıldandı. Demek ki onun karısı olmasının bir ayrıcalığı yoktu.
“Biliyorum, şu anki durumumuzu pek sevmiyorsun. Ama iş iş, özel hayat ise özel hayat. Bunları ayırmayı öğrenmelisin. Ayrıca beni gereğinden fazla yüceltmene gerek yok. Sonuçta her pozisyonun bir sorumluluğu vardır. Ben de bulunduğum konumun gereğini yapıyorum. Sadece bilmen gereken şey şu: İş dünyasında kimse sana sebepsiz iyilik yapmaz. Başkalarından medet ummak yerine kendine güvenmelisin.”
Tu Xiaoning arkasını dönmüştü, onun hangi yüz ifadesiyle bu sözleri söylediğini göremiyordu ama büyük ihtimalle yine o katı ve ciddi iş yüzünü takınmıştı.
Aslında Zhao Fanggang’ın söylediği doğruydu. Ji Yuheng herkese eşit davranıyordu. Daha önce Zhao Fanggang’ın sorunlarını çözmüştü, Rao Jing’in bankacılık düzenlemeleriyle ilgili sıkıntılarını gidermişti, bugün de onay departmanı ile arasındaki ilişkiyi toparlamıştı. Görünüşte yardımcı oluyor gibiydi ama aslında her şey departmanın iyiliği içindi. Aynı zamanda kendi pozisyonunu sağlamlaştırmak için de bir adımdı. Şimdi herkes ona farklı bir gözle bakıyordu. Açıkça görülüyordu ki amacına yavaş yavaş ulaşıyordu.
Tıpkı evlilikleri gibi… O, bu teklifi düşünmeden yapmıştı; Ji Yuheng ise annesinin arzusunu yerine getirmek için bunu kabul etmişti. Güçlü ve baskın biriyle evlenmek yerine, ailesi basit, düşünceleri saf olan biriyle evlenmek ona daha mantıklı gelmişti. Böylece huzurlu ve sakin bir hayat sürebilir, her şeyi daha kolay kontrol altında tutabilirdi.
Yorganı biraz daha çekti ve sesi farkında olmadan biraz alçaldı. “Anladım, bundan sonra ikisini ayıracağım.”
Ji Yuheng ışığı kapatıp yanına uzandı. İkisi de bir daha konuşmadı.
Perdenin aralığından görünen sınırlı gökyüzüne bakarken, Tu Xiaoning bu evliliğin gerçekten yorucu olduğunu düşündü.
Üçüncü çeyrek, departmanlarının birinciliğiyle mükemmel bir şekilde sona erdi. Ji Yuheng'in DR'deki ünü giderek büyüyor, Genişleme Birimi ise kısa sürede büyük başarılara imza atıyordu. Önceki dönemlerine kıyasla daha da parlaktı.
Bankada herkesin konuştuğu konu, yıl sonunda C Şehri’nin yeni bölgesinde açılacak şube idi. Büyük ihtimalle, bu şube Genişleme Birimi’nin şubeden ayrılıp bağımsız bir departman haline gelmesiyle kurulacaktı. Ve Ji Yuheng, bu yeni şubenin müdürü olacaktı. Ünvanı değişmese de, departmanın ölçeği büyüyecek ve ekibi genişleyecekti. O zaman, yeni bölge tamamen onun kontrolüne girecek, yetkisi artacak ve konumu eskisinden çok farklı olacaktı. Aynı zamanda, bu onun kariyerindeki en büyük başarılardan biri olacaktı.
Genişleme Birimi yeniden yapılandırıldıktan sonra henüz toplu bir ekip fotoğrafı çekilmemişti. Banka, bu birinciliği fırsat bilerek bir ekip fotoğrafı çekmeye karar verdi.
Fotoğraf çekimi sırasında, Tu Xiaoning en kenarda durarak kendince anlayışlı bir davranış sergiledi. Ancak çekilen fotoğrafa bakan herkes bir tuhaflık hissetti.
“Sanırım duruş sıramız biraz garip oldu?” Rao Jing dayanamayıp konuştu.
Ji Yuheng de fotoğrafa bir göz attı.
Fotoğrafçı ona döndü ve fikrini sordu. “Ji Bey, siz ne dersiniz?”
Ji Yuheng, “Boy sırasına göre yeniden çekelim.” dedi.
Fotoğrafçı, “Peki, o zaman herkes yeniden dizilsin.” diyerek ekibe talimat verdi.
Etrafına dikkatlice baktıktan sonra birini işaret etti. “Şu genç hanım oldukça uzun, ortaya geçsin.”
Tu Xiaoning bir an duraksadı, kendini işaret edip “Ben mi?” diye sordu.
Fotoğrafçı başını salladı.
Tu Xiaoning biraz hareketlendi ama neyin ‘orta’ olduğunu tam anlayamadı. Fotoğrafçı, Tang Yuhui’yi işaret ederek, “Hanımefendi, biraz kenara kayar mısınız? O, sizin yerinize geçecek.” dedi.
Tang Yuhui, Ji Yuheng’in hemen yanında duruyordu. Duyduğu anda hoşnutsuz bir şekilde karşı çıktı. “Neden? Boy sırasına göre dizilmiyor muyuz?”
Fotoğrafçı açıkladı. “Ji Bey departman yöneticisi, haliyle ortada durmalı. O yüzden boy sırasını ortadan dışa doğru düzenliyoruz.”
Tang Yuhui’nin yüzü asıldı, Tu Xiaoning’e baştan aşağı bakarak, “O benden uzun mu?” diye sordu.
Fotoğrafçı, “Evet, sizden daha uzun.” diye yanıtladı.
Tang Yuhui, diğerlerine dönüp onay almak ister gibi baktı. Zhao Fanggang ve Xu Fengsheng aynı anda başlarını sallayarak, “Evet, gerçekten senden uzun.” dediler.
Tang Yuhui suratını asarak istemeyerek yana çekildi. Rao Jing, onun hayal kırıklığını görünce içten içe eğlendi ve saçlarını savurup topuklarını yere vurdu. “Biz kısa boyluların böyle dertleri olmuyor işte.”
Böylece, Tu Xiaoning kendini aniden Ji Yuheng’in yanında buldu. İş ortamında onunla bu kadar yakın durduğu ilk andı ve nedense içinde bir mahcubiyet hissetti.
Fotoğrafçı objektifini kaldırdı. “Tamam, herkes gülümsesin!”
Ama Tu Xiaoning bütün vücudunun kaskatı kesildiğini hissetti.
Fotoğrafçı, kamerasını indirip tekrar ona baktı ve gülümseyerek, “Genç hanım, daha doğal gülümseyin. Ji Bey gibi yakışıklı biri yanınızda duruyor, sevinçten havalara uçmalısınız.” dedi.
Ji Yuheng’in sağında duran Zhao Fanggang da şakayla ekledi. “Kesin patron çok yakışıklı olduğu için Küçük Tu gergindir.”
Tu Xiaoning’in yüzü istemsizce kızardı. Ji Yuheng göz ucuyla ona bakarak, “Rahat ol.” dedi.
Tu Xiaoning neden kızardığını kendisi de bilmiyordu. Hemen kendini toparlayıp duruşunu düzeltti.
“Tamam, şimdi biraz daha içten bir gülümseme.” Fotoğrafçı tekrar objektifini kaldırdı.
Tu Xiaoning hafifçe gülümsedi.
“Klick!” An ölümsüzleştirildi.
***
Böylece Ulusal Gün tatili geldi çattı. Tu Xiaoning, Ji Yuheng’in Bali uçak biletlerini hangi ara aldığını bilmiyordu. Havaalanına geldiğinde hâlâ sersem haldeydi. Aceleyle hazırlandığı için, bikini ve plaj elbisesini Ling Weiyi’den ödünç almıştı.
Uçuşları sabah erken olduğu için evden kahvaltı yapmadan çıktılar. Henüz biniş kartlarını alamadıkları için, Tu Xiaoning bir köşeye oturup sandviçini yemeye başladı. Ji Yuheng ise tuvalete gitmişti.
Yanında bir yabancı yaşlı kadın oturuyordu. Kadın önce ona gülümsedi, sonra nazikçe selam verdi. Basit İngilizce selamlaşmaları biliyordu, o yüzden kibarca karşılık verdi. Ama ardından kadın sandviçinin nereden alındığını sordu.
“My… my home. (Benim... benim evim)” Aslında “Evden getirdim.” demek istemişti ama kelimeler boğazında düğümlendi.
Yaşlı kadın pek anlamadı. Tu Xiaoning el hareketleriyle anlatmaya çalıştı ama kadın gülümseyerek başını sallayıp “Sorry. (Üzgünüm)” dedi.
Tam telefonundan çeviri yapmayı düşünürken Ji Yuheng geri döndü. Onu görünce sanki bir kurtarıcıyı bulmuş gibi hemen çekip yaşlı kadının yanına götürdü.
“He is my husband. He can speak English!” (O benim kocam. O ingilizce biliyor.) Sonra Ji Yuheng’in kolunu sallayarak ekledi. “O kahvaltı yapmamış, sandviçin nereden geldiğini sordu ama benim İngilizcem… sen anladın işte.” Dilini çıkararak güldü.
Ji Yuheng yaşlı kadına dönerek onunla akıcı ve kusursuz bir İngilizceyle konuşmaya başladı. Bir süre sohbet ettikten sonra çantasından kendi sandviçini çıkarıp kadına uzattı.
Yaşlı kadın biraz tereddüt etti ama Ji Yuheng’in söylediklerinden sonra hafifçe gülümsedi, Tu Xiaoning’e bir bakış attı ve teşekkür ederek kabul etti. “Thank you.”
Ji Yuheng yerine oturduğunda Tu Xiaoning merakla ona yaklaştı. “Ne konuştunuz?”
“Kanadalıymış, tek başına Çin’e seyahat ediyormuş. Senin sandviçi görünce acıkmış ama havaalanında nerede satıldığını bilmiyormuş. Ona evden getirdiğimizi söyledim, almak isterse aşağıdaki restoranlara bakmasını önerdim ama yürümekte zorlanıyormuş.”
Tu Xiaoning başını salladı. “Sonra sen de sandviçini ona verdin?”
Ji Yuheng onayladı. “O bana satın almak istediğini söyledi, ben de gerek olmadığını söyledim. Ardından ‘Peki sen ne yiyeceksin?’ diye sordu.”
Tu Xiaoning de merakla sordu. “Evet, sen ne yiyeceksin?”
Ji Yuheng hafifçe gülümsedikten sonra arkasından uzanıp kolunu Tu Xiaoning’in omzuna attı ve elindeki sandviçi aldı. “Ona ‘Karımla bir taneyi paylaşırım.’ dedim.” Bir ısırık aldı.
Tu Xiaoning’in sandviçi elinden alınmıştı ama kızmadı. Etrafına bakındı ve yakınlarda bir market gördü. “Ben yarısını yedim zaten. Sana biraz bir şeyler alayım mı?” diye sordu. Bunu söylerken kendisi bile şaşırmıştı. Ne zamandan beri eşini düşünen nazik bir eş gibi konuşuyordu?
Ji Yuheng sandviçi çabucak bitirdi. “Gerek yok, zaten sabahları fazla yemem.” dedi.
Tu Xiaoning ona bir peçete uzattı. Ji Yuheng peçeteyi alıp ağzını sildiği sırada yaşlı kadın yanlarına gelerek teşekkür amaçlı birkaç çikolata verdi.
Ji Yuheng tereddüt etmeden kabul etti ve çikolataların hepsini Tu Xiaoning’in avucuna bıraktı.
Yaşlı kadın onunla biraz daha sohbet etti. Sonra saatine bakarak ayağa kalktı. Belli ki biniş kartını almak için gitmesi gerekiyordu. Gitmeden önce Tu Xiaoning’e bakarak Ji Yuheng’e bir şey söyledi, ardından onlara el sallayarak vedalaştı.
“Bye bye.” Tu Xiaoning de elini salladı.
Kadının uzaklaşmasını izlerken içini bir düşünce kapladı. “Yabancılar gerçekten daha özgür. Bu yaşta tek başına yurtdışına seyahat ediyor. En az yetmiş yaşında vardır, çocukları merak etmiyor mu acaba?”
Ji Yuheng omzunu silkti. “Farklı ülkelerde farklı yaşam tarzları var. Çin’deki yaşlılar da meydanlarda dans ederek eğleniyor.”
Tu Xiaoning başını salladı. “Doğru. Ama yine de onun gibi olmayı kıskanıyorum. Hayatın tadını çıkarmak, dertlerden uzak kalmak ve sadece istediğini yapmak… gerçekten güzel.”
Ji Yuheng ona dikkatlice baktı. “Bunu istiyorsun ama Çin’de ‘yaşlıların bir dayanağı olmalı’ diye bir anlayış var.”
Tu Xiaoning bu sözleri tekrar etti. “Yaşlıların bir dayanağı olmalı.” Sonra ona döndü ve ekledi. “Kime dayanacağız?”
Tam o sırada anons yapıldı. Ji Yuheng saate bakarak, “Check-in yapabiliriz.” dedi.
Böylece konu kapanmış oldu. Tu Xiaoning onun peşinden kalktı ve iki valizi sürükleyerek ilerleyen Ji Yuheng’in arkasından baktı. Şu an ‘yaşlılıkta kime güveneceğiz’ konusunu konuşmak için biraz erken değil miydi?
Check-in yaptıktan sonra güvenlikten geçtiler ve duty-free mağazalarını gezmeye başladılar. Ji Yuheng sigaralara bakarken, Tu Xiaoning Ling Weiyi için kozmetik almaya gitti. Satış danışmanı ona ne aradığını sorunca telefondan Ling Weiyi’nin gönderdiği uzun listeyi okudu.
Satış danışmanı ürünleri tek tek bulduktan sonra sordu. “Bunlar sizin için mi, yoksa başkası için mi?”
“Başkası için.”
“Anladım. Zaten fondöten rengi sizin teninize pek uygun değil.”
Tu Xiaoning şaşırdı. “Öyle mi?”
“Evet.” Satış danışmanı ona dikkatlice baktı. “Sanırım güneş kremi kullanmıyorsunuz pek. Cildinizde hafif lekeler oluşmuş.”
Bir ayna uzattı.
Tu Xiaoning aynaya baktığında gerçekten de yüzünde belli belirsiz birkaç leke fark etti. Kendi kendine mırıldandı. “Daha önce yoktu.”
“Kadınların yaşı ilerledikçe ciltlerindeki kolajen azalır. Kötü bir şey söylemek istemem ama alınmayın, artık on yedi ya da on sekiz yaşında değilsiniz. Eğer cilt bakımı yapmazsanız, zamanla daha da kötüleşir. Farkı şimdiden görebiliyorsunuz.” Onu baştan aşağı süzdü. “Evli değilsiniz, değil mi?”
Tu Xiaoning bir an tereddüt etti. “Evliyim.”
Tam o sırada, Ji Yuheng yanlarına geldi ve alışveriş sepetine göz attı.
Tu Xiaoning hemen açıkladı. “Hepsi Ling Weiyi için.”
“Peki ya sen, kendine bir şey almadın mı?”
“Ben... biraz daha bakacağım.”
O esnada telefonu çaldı, arayan banka müdürüydü. Hemen dışarı çıkıp konuşmaya gitti.
“Eşiniz mi?” diye sordu satış danışmanı, Ji Yuheng’in ayrılmasının ardından.
Tu Xiaoning başını salladı.
“Bakın, kaba olmak için söylemiyorum ama evlendikten sonra bakımınıza daha da dikkat etmelisiniz. Üstelik eşiniz bu kadar yakışıklıysa, dış görünümünüze önem vermeniz gerekmez mi? Sonuçta kadınlar kendileri için güzelleşir derler ama kocanız da sizi güzel görmeyi sevmez mi? Hem onun yanında kendinizi daha özgüvenli hissedersiniz.”
Tu Xiaoning satış danışmanının dediklerini tam anlayamasa da göz ucuyla Ji Yuheng’e baktı. Bugün gayet sıradan giyinmişti: spor ayakkabı, eşofman altı ve beyaz v yaka bir tişört. Başkası giyse oldukça sıradan duracak bir kombin, onun üzerinde bambaşka bir hava veriyordu. Yoldan geçen genç kızlar sık sık ona bakıyor, hatta bazıları uzaktan gizlice fotoğraf çekiyordu.
“Hanımefendi? Hanımefendi?” Satış danışmanı onu kendine getirdi.
Tu Xiaoning raflara göz gezdirerek, “Sizce bana en uygun olanlar hangileri?” diye sordu.
Dönüş yolunda bu havalimanına tekrar gelmeyecekleri için satın aldıkları ürünleri duty-free mağazasında bırakmadılar. Ancak kasaya gelince olan oldu. Tu Xiaoning, alırken çok rahat hissetmişti ama ödeme anı geldiğinde kendini çok kötü hissetti. Üstelik sadece kendi alışverişi değil, Ling Weiyi’nin siparişleri de eklenince kredi kartının 10 bin yuanlık limiti yetmedi.
Tam Ji Yuheng’den yardım istemeye hazırlanıyordu ki, onun çoktan yanında olduğunu fark etti. Hiç tereddüt etmeden kasaya kartını uzattı. Ödeme yapılınca ekranda toplam 12 bin yuan göründü. Bunun 6 bini onun alışverişiydi… Tu Xiaoning içinden göğsünü tutup ağlamak istedi. İki aylık maaşı gitmişti!
Havalimanında yürürken mahcup bir şekilde, “Önümüzdeki ay maaşımı alınca sana parayı geri ödeyeceğim.” dedi. Satış danışmanının önerilerine hemen kanıp alışveriş yapmış olmasına biraz pişmandı. Pazarlama işinde çalışmasına rağmen, bu kadar kolay etkilenmemeliydi.
Tam yanlış kapıya yöneliyordu ki, Ji Yuheng birden onu bileğinden tuttu. Tu Xiaoning neredeyse onun kollarına düşüyordu. O zaman yanlış yöne gittiğini fark etti.
Ji Yuheng ona hatırlattı. “Biz karı kocayız.”
“Biliyorum.” Ama onun parasını böyle rahat harcamak, yine de rahatsız hissettiriyordu.
Uçağa biniş anonsu yapıldı. Sıraya girdiklerinde Ji Yuheng pasaportunu onun başına hafifçe vurdu. “Pasaportun nerede?”
Tu Xiaoning sırt çantasını karıştırmaya başladı ama bir türlü bulamadı.
“Az önce güvenlik kontrolünden geçerken buradaydı. Yoksa duty-free mağazasında mı unuttum?” Aniden hatırladı. Kasada biniş kartını gösterirken pasaportunu da oraya bırakmış olmalıydı. Kendi kendine söylendi. “Kendimi bile kaybedebilirim.”
“Hemen gidip alayım!” diyerek mağazaya koşmaya yeltendi.
Ama Ji Yuheng ondan önce davrandı. Uzun bacaklarını hızla hareket ettirerek dönüp gitmişti bile.
Tu Xiaoning onun aceleyle uzaklaşan siluetine bakarken içi sıkıldı.
Daha neyin “yaşlandığında güvenebileceğin biri” olmasını konuşuyordu ki? Şu anda tek yaptığı, ona yük olmaktı…
« Önceki Bölüm Sonraki Bölüm »
Yorumlar
Yorum Gönder