Hidden Marriage in the Office - 44. Bölüm (Türkçe Novel)

Ji Yuheng, bir hamleyle adını duyurmuştu.

Öğle yemeğinde yine herkesin konuştuğu tek konu oydu.

“Hangi pazarlama departmanı arka plandaki onay ekibiyle sürekli kavga etmiyor ki? Ama o bizzat astını getirip özür diledi. Başkan Ji gerçekten de gururunu bir kenara koymuş.”

“Görünüşte özür diledi ama aslında astıyla onay departmanı arasındaki krizi de çözdü. A Üniversitesi mezunu olmanın farkı işte, hem IQ’su hem EQ’su yüksek.”

“Ama sonuçta Tu Xiaoning sadece sözleşmeli bir çalışan. Koskoca pazarlama departmanı başkanının bizzat ilgilenmesine değer miydi? Kaldı ki hangi müşteri temsilcisi onay ekibinden azar işitmemiş ki?”

“Sen de hiçbir şey bilmiyorsun! Daha önce de Ji Yuheng’in çalışanlarını koruduğu konuşuluyordu. Göreve gelir gelmez departmandaki sorunları temizledi, eski çalıştığı banka denetleme birimiyle olan ilişkisini kullanarak cezalardan kurtuldu. Bugünkü gibi departman içi küçük meseleleri çözmek onun için çocuk oyuncağı.”

“Vay be! Birinci genişleme departmanında hâlâ açık pozisyon var mı? Böyle bir yönetici için elimden geleni yaparım!”

“Herkes aynı kaderi paylaşmıyor işte!”

O gün, Tu Xiaoning yemeğinin tadını bile alamadı.

Zhao Fanggang ona teselli etti. “Küçük hanım, bir iş süreci yüzünden böyle çökecek misin?”

Tu Xiaoning kısık sesle mırıldandı, “Departmanın yükünü hafifletmem gerekirken tam tersine onlara engel oldum, ayrıca iş sürecini de aksattım.”

Xu Fengsheng gülümseyerek, “Hangi müşteri temsilcisi bu süreçten geçmedi ki? Ayrıca patron seni suçlamadı bile, değil mi?”

Tu Xiaoning çatalıyla tabağında oynamaya devam etti. Aslında, Ji Yuheng’in onu suçlamaması daha da kötü hissetmesine neden oluyordu.

Zhao Fanggang bacak bacak üstüne attı. “Ama gerçekten de patronun hamlesi çok zekiceydi. Önceden davranarak durumu kontrol altına aldı. Yoksa ileride Zhang Hanım’ın önüne düşen her işinde daha büyük sıkıntılar yaşardın.”

Xu Fengsheng hafifçe başını salladı. “En başından beri bankacılık sektöründe pazarlama departmanı ve onay departmanı hem karşı karşıya hem de birbirine bağımlı bir ilişkiye sahip olmuştur.”

Zhao Fanggang başını sallayarak daha basit bir şekilde açıkladı.

“Yani, birbirlerinden hiç hoşlanmazlar, her gün birbirlerini binlerce kez eleştirmek isterler ama sonuçta birbirlerine muhtaç oldukları için kopamazlar. Tam anlamıyla bir aşk-nefret ilişkisi.”

Sonra çubuklarını yemeğine daldırıp iç çekti.

“Pazarlama işi zor, gökyüzüne çıkmaktan bile zor! Altımızda müşteriler, üstümüzde banka denetimi var. Üstüne üstlük şu kurum, bu kurum sürekli gelip işimize burnunu sokuyor. Bitmek bilmeyen kontroller, kesilen primler, edilen özürler... Bir de onay ekibinin küçük kaprislerini incitmeden idare etmemiz gerekiyor. Her gün iki arada bir derede hayatta kalma savaşı veriyoruz. Hiçbir tarafa yaranamıyoruz. Eğer yazım yeteneğim olsaydı, pazarlama işinin kan ve gözyaşı dolu tarihini anlatan bir kitap yazardım. Adı da 'Sonsuz Dertler Şarkısı' olurdu.”

Zhao Fanggang’ın sözleri Tu Xiaoning’i de derinden etkiledi. Neredeyse oturup ağlayacaktı.

“Bu yüzden, bizim yerimize baskıyı göğüsleyebilen bir yönetici olması büyük bir avantaj. Küçük Tu, patron herkese eşit davranıyor, seni de bizden farklı görmüyor.”

Zhao Fanggang sitemini bitirip konuya döndü.

Tu Xiaoning’in içi karmakarışıktı, ne hissedeceğini bilemiyordu.


***


O gün mesai bitiminden sonra Tu Xiaoning, önce yakındaki süpermarkete uğradı. Isıtılıp hemen yenilebilecek kahvaltılıklar aldı. Sonra kişisel bakım reyonuna geçip şampuan stokladı. Kendi kullandığı markayı ararken bir anlığına vücut losyonlarını gördü ama pek umursamadı. Ancak birkaç adım attıktan sonra duraksadı, alışveriş arabasını geri çekip raflara tekrar baktı. Seçeneklerin çokluğu karşısında kararsız kaldı.

Tam o sırada bir satış danışmanı yanına geldi.

“Hanımefendi, vücut losyonu mu arıyorsunuz?” dedi ve ona bir şişe uzattı. “Bu yeni çıkan bir ürün, kokusu çok hoş. Cilde uygulandığında da yumuşak ve nemlendirici etkisi var. Müşterilerimiz çok beğendi.”

Tu Xiaoning ürüne göz attı. Kadınlar için üretilmişti. Bunun üzerine sordu:

“Erkekler için olanı var mı? Ya da unisex bir seçenek?”

Satış danışmanı onu süzdü. “Erkek arkadaşınıza mı alıyorsunuz? Yoksa babanıza mı?”

Tu Xiaoning hâlâ raflara bakıyordu. Dalgın bir şekilde, “Kocama.” diye yanıt verdi.

Satış danışmanı şaşkın bir ifadeyle, “Bu kadar genç yaşta evlendiniz mi?” diye sordu.

O an, Tu Xiaoning yanlış kelime kullandığını fark etti. Ancak satış danışmanı çoktan başka bir şişe uzatmıştı. “Bu genç erkekler için ideal.” Sonra tester’ı açıp koklatmak istedi.

Tu Xiaoning hemen başını iki yana salladı. “Bu çok yoğun kokuyor, muhtemelen sevmez. Nane kokulu olan var mı?”

Satış danışmanı şaşkınlıkla, “Nane kokulu vücut losyonu soğuk hissettirmez mi?” diye sordu, ardından hafifçe gülümsedi. “Eşiniz nane kokusunu mu seviyor?”

Tu Xiaoning başını salladı. “Kokusuz da olabilir.”

Satış danışmanı başka bir losyon seçip tester’ını açtı. “Bunu deneyin.”

Tu Xiaoning biraz sürdü, kokusuzdu ve nemlendirme etkisi de iyiydi. “Tamam, bunu alıyorum.”

“Kaç tane olsun?”

“İndirim var mı?”

“İki al bir öde.”

“Öyleyse iki tane alayım.”

Satış danışmanı iki şişeyi alışveriş arabasına koyduktan sonra sordu.

“Az önce baktığınız kadın vücut losyonunu da alacak mısınız?”

Tu Xiaoning içinden, 'Gerçekten para kazanmayı iyi biliyorlar, vücut losyonunun bile kadın-erkek diye ayrılması da ne saçma!' diye düşündü. Sonra elini sallayarak, “Gerek yok, ben kocamla aynı ürünü kullanırım.” dedi.

Satış danışmanı daha fazla ısrar etmedi.

Arabayla alışveriş yapmanın rahatlığı bir başkaydı. Süpermarketten çıkınca, ağır poşetlerle otobüse binmek zorunda kalmıyordu.

Her zamanki gibi, eve döndüğünde bakıcı tam çıkmak üzereydi. Gitmeden önce; kayınvalidesinin bugün iyi hissettiğini, iki kâse çorba içtiğini ve erken uyuduğunu söyledi.

Tu Xiaoning bakıcıyı uğurladıktan sonra, dikkatlice ana yatak odasına gidip kayınvalidesini kontrol etti. Sonra kapıyı sessizce kapatıp, elindeki poşetleri yerleştirmeye başladı.

Banyodaki dolap hemen doldu. Başka yer bulması gerekiyordu. Geçenlerde Ji Yuheng’in bir şey ararken çalışma odasındaki birkaç dolabı boşalttığını görmüştü. Oraya gidip baktığında gerçekten de yeterli alan vardı.

Eşyaları yerleştirdikten sonra derin bir nefes aldı ve çalışma odasını daha önce hiç dikkatlice incelemediğini fark etti.

Tu Xiaoning’in eli maun çalışma masasının üzerinde dolandı. Hafif serin ama dokusu oldukça kaliteliydi. Masanın tam ortasında bir bilgisayar duruyordu. Sol tarafında ise özenle sıralanmış kitaplar vardı. Çoğu finans ile ilgiliydi, bazıları ise başlıklarından bile anlayamadığı İngilizce kitaplardan oluşuyordu.

Bilgisayarın hemen önüne yerleştirilmiş “Sun Tzu’nun Savaş Sanatı” ise belli ki son zamanlarda sıkça okunduğundan dolayı oradaydı.

Tu Xiaoning kitabı eline alıp, 'Bu kadar ilginç olan neymiş bir bakayım.' diye düşündü. Ancak kitabı kaldırır kaldırmaz altında saklı olan bir fotoğraf gözüne çarptı.

Merakla eğilip baktığında bir anda donup kaldı.

Fotoğrafta kendisi ve Ji Yuheng vardı. Bu, birkaç ay önce sınıf başkanının düğününe gittiklerinde çekilmiş bir kareydi. O gün, yeni evli çiftle fotoğraf çekilirken o da Ji Yuheng’in yanında kalmıştı.

Karede kendisi garip bir mahcubiyetle bakıyordu; o ise sakindi, kendinden emin ve olağanüstü yakışıklıydı.

Bu fotoğraf onda ne arıyor? Neden kitabın altında saklı?

Kafasında peşi sıra beliren sorularla fotoğrafı tekrar tekrar incelerken çalışma odasının kapısı tıklatıldı.

Bir anda irkilerek başını kaldırdı ve onun çoktan dönmüş olduğunu gördü.

“Sen ne ara geldin? Neden hiç ses çıkarmadan yürüyorsun?" diye sordu göğsünü tutarak.

"Çok fazla dalmışsın." dedi Ji Yuheng, gözleri elindeki fotoğrafa kaydı.

Tu Xiaoning saklamadan fotoğrafı havaya kaldırarak sordu.

“Bu fotoğraf… neden sende?”

“Sende yok mu?” Ji Yuheng kravatını gevşetirken sordu.

Tu Xiaoning bir an afalladı, sonra yavaşça, “Hayır, bende yok.” dedi.

Ji Yuheng’in yakası açılmıştı. Zarif köprücük kemikleri gözler önündeydi. “O zaman muhtemelen damat arkadaşlarına dağıtmış. Gelin tarafının verip vermedğini bilmiyorum.”

“Oh…” Tu Xiaoning bir an duraksadı, sonra tekrar fotoğrafa baktı. “Bunları bastırmışlar mı?”

“Bütün misafirlerin fotoğraflarını bastırdılar.”

Tu Xiaoning fotoğrafı tekrar masaya bıraktı. “Peki sen neden bunu buraya koydun?”

“Rastgele bir kitabın arasına sıkıştırıp ayraç olarak kullandım.”

Tu Xiaoning diyecek bir şey bulamadı. Onun ana yatak odasına gidip kayınvalidesini kontrol ettiğini görünce, fotoğrafı tekrar “Sun Tzu’nun Savaş Sanatı” kitabının arasına sıkıştırdı.

Kalbi garip bir şekilde hızlanmıştı. Göğsüne birkaç kez vurup kendi kendine söylendi: Ne saçmalıyorsun? Şu an bunun sırası mı?

Tam o sırada Ji Yuheng’in salondan gelen sesi duyuldu.

“Markete mi gittin?”

Tu Xiaoning hala poşetleri yerleştirmediğini o an hatırladı.

“Ah, evet.” Çalışma odasından çıkarken cevapladı.

“Arabayla mı gittin?” Onun orada olduğunu umursamadan gömleğinin düğmelerini açıyordu ve bir an sonra kaslı göğsü ortaya çıktı.

Tu Xiaoning bakışlarını kaçırdı. “Evet.”

“Nasıl hissettin?”

“Gayet iyiydi.”

Yan gözle baktığında onun çoktan bir tişört giymiş olduğunu fark etti, o zaman rahatça yüzüne bakabildi.

“Şey… bugün için teşekkür ederim.” Bir an duraksadı ama yine de söylemeye karar verdi.

Ji Yuheng kemerini çözerken ona döndü. “İş meselesi mi?”

Tu Xiaoning hafifçe başını salladı.

“Ne için teşekkür ediyorsun?”

“Benim yerime özür dilediğin için… Krizi çözdüğün için… Sözleşme okumayı öğrettiğin için…” Sesi gittikçe kısıldı, onun duyup duymadığını bile bilemedi.

Ji Yuheng hafifçe gülümsedi. “Bana hangi sıfatla teşekkür ediyorsun?”

Tu Xiaoning hemen, “Çalışan, çalışan olarak!” dedi.

“Fakat şu an mesai saatleri dışında değil miyiz?”

O sırada Ji Yuheng kemerini hızla çıkardı ve salondaki koltuğa fırlattı.

Keskin hatlara sahip siyah kumaş pantolonu gevşemişti. Bel bölgesi hafifçe açılmış, teni belli belirsiz görünüyordu.

Tu Xiaoning gözlerini kaçırmayı başaramadı.

“Öyleyse… yarın iş yerinde teşekkür etsem olur mu?” diye kekelercesine sordu.

Ji Yuheng, “Ama sen çoktan söyledin.” diyerek ona doğru ilerledi.

Tu Xiaoning daha geri çekilemeden bir anda kendini onun göğsüne çekilmiş buldu.

Ellerinin altındaki ince tişörtten sert kasları hissediliyordu. Bir yanma hissiyle elini hızla çekmeye çalıştı ama Ji Yuheng onu durdurdu.

“Ben…” Tu Xiaoning bir an dili tutulmuş gibi oldu.

Onun gözleri keskin ve yoğundu.

“Nasıl teşekkür edeceksin?” diye sordu.

“Ben… zaten teşekkür ettim.” Tu Xiaoning utangaç bir şekilde bakışlarını kaçırdı. Sesi neredeyse duyulmayacak kadar kısılmıştı.

"Ne zaman?"

Tu Xiaoning dudaklarını ısırdı, kalbi hızla çarpıyordu. "Şey... az önce..."

"Hm?" Muhtemelen sesini net duyamadığı için eğilip yaklaştı. Yakışıklı yüzü hemen yanı başındaydı, bu da onun nefesini düzensizleştirdi.

Hâlâ elini onun göğsüne dayamıştı ve yüzünün alev gibi yandığını hissediyordu. Gözlerini indirerek fısıldadı. "Ben zaten kendimi sana verdim."

Bu benim en büyük samimiyetim sayılmaz mı?

Ona dikkatle baktı, sanki zihninin içini görmek ister gibiydi. Kulağının dibinde sıcak nefesi hissediliyordu. "O halde bir kez daha ver."

Sonrasında dudakları birleşti ve dünya sanki baş döndürücü bir karanlığa gömüldü.

Ne zaman banyoya geçtiklerini bilmiyordu. Duş başlığından su hızla akarken, birbirlerinin düzensiz nefesleri havaya karışıyordu.

"Adımı söyle." Ji Yuheng'in sesi kulağının hemen yanından geliyordu.

Tu Xiaoning’in gözleri buğuluydu, su damlalarının mı yoksa yükselen buharın mı etkisiyle olduğunu bilmiyordu.

Su damlaları banyo camına vuruyor, camın üzerinde süzülerek iz bırakıyordu. Tu Xiaoning cama yaslandığında biraz üşüdü. Kafası bomboştu, tek istediği şey sıcaklığa sığınmaktı. Kısık sesle adını fısıldadı. "Yuheng..."

"Başka?"

"Kocacığım..."

Sıcak suyun yavaş yavaş soğumaya başladığını hissedince, Tu Xiaoning'in zihni bir an boşaldı.

Ji Yuheng duş musluğunu kapatıp büyük bir havluyla onu sararken o da ona yaslandı. Bir yandan da "Bugün vücut losyonu aldım." diye mırıldandı.

"Hm." Onun pek ilgisini çekmiş gibi görünmüyordu. Havluyla onun saçlarını kurularken, bunu bir evcil hayvanı kurular gibi yapıyordu.

"Her gün iki kez duş alıyorsun, cildin çok kuruyacak. Biraz vücut losyonu sürersen daha iyi olur."

Ji Yuheng’in hareketleri durdu. "Benim için mi aldın?"

"Evet." Tu Xiaoning başını salladı. Başka kime alacaktı ki?

Onun gözlerinde az önce kaybolan ateşin yeniden yandığını gördü. Tam bir şey söyleyecekken yine dudakları mühürlendi.

Gözlerini yeniden kapatırken içinden geçirdi: 'Bittim ben. Böyle şeyler bir kez olunca, arkası da geliyor. Sonuçta ikimiz evliyiz, yasal ve meşru bir ilişkimiz var. Böyle yakışıklı bir adam varken ona dokunmamak da saçmalık olurdu. Ama bu kadar bağımlılık yapması da normal mi?'



Yorumlar