Hidden Marriage in the Office - 39. Bölüm (Türkçe Novel)

Dudakları birleştiğinde, onun vücut sıcaklığı aniden içini sardı. Açgözlü, doymak bilmez bir şekilde onun dudaklarını istila etti. Hiçbir zaman yüzeysel bir öpücük olmazdı, her zaman fethetmek için gelirdi.

Tu Xiaoning öfkeyle çırpındı, onu itmeye çalıştı ama o daha da yaklaştı. Sonunda, öfkeyle onu sertçe ısırdı.

Eski yaraların üzerine yeni bir baski eklenince dudakları tekrar kanadı. Ağzında metalik bir tat hissetti ama onun bırakmaya hiç niyeti yoktu.

Tu Xiaoning, başını hızla geri çekmek isterken yatağın başucundaki ahşap panele çarpacağını fark etti, ama son anda eli başının arkasına geldi ve onu korudu.

Elleriyle onu itmeye çalıştı, ama hiç hareket etmedi. Bunun üzerine gözyaşlarını artık tutamadı ve tüm kırgınlıkları yanaklarından aktı.

Sıcak gözyaşları, birbirine yapışan dudaklarına damladı—acı ve hüzün doluydu.

Sonunda durdu.

Tu Xiaoning’in omuzları titriyordu. Yan döndü, ondan kaçıyormuş gibi yüzünü sakladı, bu dağılmış hâlini ona görmesini istemiyordu.

Omuzlarının inip kalktığını gören Ji Yuheng, elini uzatıp ona dokunmak istedi ama Tu Xiaoning hemen geri çekildi. O tekrar dokundu, o yine kaçtı.

Bu sefer kibarlığı bir kenara bıraktı. Onu doğrudan çevirerek yüzüne baktı. Yaşlarla dolu gözlerini inatla elinin tersiyle silmeye çalışıyordu.

Yuheng onun gözlerine derin bir ifadeyle bakarak, parmaklarıyla yanağındaki yaşları silmek istedi. Ama o, inatçı bir şekilde başını çevirerek dokunmasına izin vermedi.

Bakışları karardı, parmaklarıyla çenesini hafifçe sıkarak onu kendine döndürdü. O hâlâ mücadele ederken konuştu.

"Sen sadece benim o müşteriyi onaylamadığımı hatırlıyorsun, ama sana daha önce ne dediğimi unuttun."

Tu Xiaoning kaçmaya çalıştı, ama o tekrar geri çekti.

"O şirketin sahibi—gerçek kontrol sahibi—daha önce hapse girmiş. Bunu biliyor muydun?"

Bir anda dondu. "Ne?"

"Bana ilk kez belgeleri gösterdiğinde, sadece şirketin adını arattım ve geçmiş yıllardan birçok haber çıktı. Sana 'daha fazla araştır' dediğimde, sana bir şans veriyordum. Bir şirketi gerçekten tanımak için sadece üç temel sorguya güvenebilir misin? Geçmişte sabıkası olan kişiler, bu üç sorguda görünmez. Şimdi anladın mı?"

O an, boğazında bir düğüm oluştu. Tek kelime bile edemedi.

Ji Yuheng devam etti.

"Mevduat toplamak, her müşteri temsilcisinin en temel becerisidir. Eğer müşterilere telefon açıp para istemeyi bile onur meselesi yapıyorsan, gelecekte bağımsız bir yönetici olarak nasıl var olacaksın? Bu bir ticaret. Olursa olur, olmazsa olmaz. Ama önemli olan, bu süreçte kendini geliştirip geliştiremediğin."

Tu Xiaoning’in dudakları kurumuştu. O ise sadece elini uzatıp yanağındaki kalan gözyaşlarını sildi.

"Tang Yuhui benim alt dönemimden, evet. Ama sadece o kadar. Eğer gerçekten onunla bir şeyler olsaydı, çoktan olurdu. O gün toplantıdan sonra ona açıkça 'Özel hayatında ne dersen de, ama iş saatlerinde bana kıdemli abi diyemezsin.' dedim"

Onun gözlerine bakarak ekledi.

"Evliliğin ne anlama geldiğini çok iyi biliyorum. Bir eş olarak, sana ve bu aileye karşı sorumluluğumu yerine getireceğim."

Tu Xiaoning, gözyaşlarının arasından cildine dokunan parmaklarının hafifçe soğuduğunu hissetti. Bu, ona bir anlık bir berraklık kazandırdı. Sonra düşündü ve fark etti ki, gerçekten de Tang Yuhui’nin iş saatlerinde ona "Ji Bey" dışında bir şey söylediğini hiç duymamıştı.

Gözleri hafifçe titredi. Demek ki her şeyi yanlış anlamıştı? Alt dudağını ısırdı, düşüncesizce davrandığı için kendini mahcup hissetti ama yine de ondan özür dilemeye yüzü tutmadı.

Onun dalgın bir şekilde kendisine baktığını gören Ji Yuheng, alnına düşen dağınık saçlarını nazikçe geriye itti ve ses tonunu yumuşattı. “Hâlâ kızgın mısın?”

Dudağı hala kanıyordu, ama o sadece onun gözyaşlarını silmekle meşguldü. İçini bir suçluluk duygusu kapladı. İstemsizce elini kaldırıp dudaklarına hafifçe dokundu.

Dudakları sıcaktı, ama üzerindeki o kırmızılık ıslaktı. Bu çelişkili his, parmak uçlarından başlayarak derisinin altına işledi ve vücudunun derinliklerine kadar yayıldı. Kalbi, kontrol edemediği bir şekilde titredi.

Ji Yuheng’in bakışları yüzünde sabitlenmişti. Onun kısık sesle sorduğunu duydu. “Acıyor mu?”

Dudakları hafifçe kıpırdadı, elini tuttu ve yavaşça sıktı. 

Sarı ışık altında yüzü ona dönüktü. Işık arkasında kaldığı için yüzü tam olarak seçilemiyordu, ama sesi net ve hoş bir şekilde yankılandı.

Derin bir nefes verdi. “Tu Xiaoning, artık beklemek istemiyorum.”

Tu Xiaoning ona baktı, bir an için ne demek istediğini anlayamadı. “Neyi beklemek istemiyorsun?”

"Daha önce de söylemiştim. Bir kere yardım ederek ikisini de kapatabilirsin ama üçte iş değişir. Üçüncüde karşılık isterim."

Onun şaşkın bakışlarıyla karşılaşınca, yavaşça eğildi ve daha da yaklaştı.

Tu Xiaoning, onun giderek yaklaşan varlığını hissettikçe içini bir tedirginlik kapladı. Ama yine de kendini tutamayıp sormaya devam etti. Sesi neredeyse bir fısıltı kadar zayıftı. “Ne karşılığı?”

Onun koyu siyah gözleri artık çok yakındı. Göz bebeklerinin içinde sadece kendi yansıması vardı.

“Sence ne olabilir?” Sıcak nefesi yanağından boynuna kadar yayıldı. Tu Xiaoning daha tepki veremeden, o çoktan onu tutkuyla öpmeye başlamıştı

Kalbi hızla atarken nefesi anında birkaç ritim kaçırdı. İçgüdüsel olarak elleriyle onu itmek istedi ama o anda kulağının dibinde yumuşak bir fısıltı duyuldu. Göz göze geldiklerinde onun bakışlarında uçsuz bucaksız bir yıldız denizi gibi parıltılar vardı.

“Bugün içki içmedim. Tamamen ayığım.”

Sesi adeta büyülüydü, zihninin en derin köşelerine sızarak mantığını eritiyordu. Biraz önce ağlamaktan sulu sulu olan parlak gözleriyle onun yakışıklı yüzüne baktı.

Göğsüne dayadığı elleri yavaşça gevşedi. Şu an tek bildiği, karı koca olduklarıydı.

Yüzü kıpkırmızı kesildi. Kısık ve titrek bir sesle fısıldadı. "Lambayı kapat."

Yuheng'in gözlerinde hafif bir dalgalanma oldu. Elini kaldırıp lambayı kapattı ve ardından üzerine eğildi.

Karanlıkta, bedenleri birbirine sıkıca dolandı. Sıcaklık dalga dalga yayılırken Tu Xiaoning kendini alevlerin içinde yanıyormuş gibi hissediyordu. Sanki bedeni parçalara ayrılıp onun içinde eriyip kaybolacak gibiydi. Birkaç kez direnmeye çalıştı ama sonunda tüm gücünü kaybederek onun kollarına yığıldı.

Uzun saçları Ji Yuheng'in boynuna döküldü. O ise omzuna hafif hafif öpücükler konduruyordu. Tu Xiaoning sıcak ve terden dolayı kıpırdanınca Ji Yuheng yumuşak bir sesle sordu. “Duş almak ister misin?”

Tu Xiaoning, onun bu kadar nazik olmasına alışık değildi. Ama artık sadece lafta değil gerçek anlamda da karı koca olmuşlardı. Beraberliklerinin dinamiği de yavaş yavaş değişmeliydi.

Birden, ne kadar kolay ikna olduğunu düşündü. Sadece bir açıklama ile hiç tereddüt etmeden ona teslim olmuştu. İlk deneyimi olduğu için acı hissetmesi normaldi. Başlangıçta gerçekten de zorlansa da Ji Yuheng'in alçak sesi ve yatıştırıcı fısıltıları dikkatini dağıtmıştı. Ve sonra... sonra her şey olup bitmişti. 

Bu gece ile birlikte, kızlığını geride bırakmıştı. Hem duygusal bir yoğunluk hissediyordu hem de hafif bir hüzün.

“Evet, duş almak istiyorum.” Kısa bir tereddütten sonra kararını verdi.

Ji Yuheng hafifçe kollarını gevşetince onun kucağından sıyrıldı. Yerde dağınık halde duran kıyafetler, az önce ne kadar tutkulu olduklarını gösteriyordu. Örtüyü üzerine çekerek yerdeki pijamalarına ulaşmaya çalıştı.

Sırtı tamamen açıkta kalmıştı. Ji Yuheng, parmaklarını pürüzsüz sırtında gezdirince istemsizce titredi. O tekrar yaklaşmadan aceleyle kıyafetlerini giyip yataktan çıktı. Aceleden yanlış tişörtü giydiğini fark etmemişti bile.

Lambayı açtığında, onun tişörtünü giymiş olduğunu gördü.

O sırada, bir şeyler arıyormuş gibi yatağın ucunda duraksadı.

Ji Yuheng, ışığı engellemeye çalışır gibi kolunu gözlerinin üzerine kapatmıştı ama onun uzun süredir hareket etmediğini fark edince elini indirdi ve onun yatağa dalgın dalgın baktığını gördü.

“Ne arıyorsun?” Hafifçe doğrulup oturdu. Kaslı üst bedeni gözler önüne serildi, çekici ve baştan çıkarıcıydı.

Ama Tu Xiaoning hâlâ bakmaya devam ediyordu. Yorganı kaldırıp onun tarafına da baktı. Ji Yuheng onun elini tutup durdurdu ve tekrar sordu. “Neyi arıyorsun?”

Onun hafifçe açılan ince dudaklarına baktı ve sonunda sadece, “Hiçbir şey.” dedi.

Sonra pijama altını bile giymeyi unutmuş halde odadan çıkıp banyoya yöneldi.

Geniş tişörtün içinde iç çamaşırından başka hiçbir şey yoktu. Aceleyle salondan geçip banyoya girdi ve kapıyı kapattı.

Klozete oturdu. İçinde tarif edilemez bir huzursuzluk vardı.

Dudaklarını ısırdı. Neden kanamamıştı? Oysa ilk defa cinsellik yaşamıştı, neden hiç iz yoktu? Yoksa ortaokuldayken bisikletle yanlışlıkla duvara çarpıp eve döndüğünde iç çamaşırında gördüğü kan lekeleri oraya zarar verdiği için mi olmuştu? (Ç.N: Yok artık 27 yaşındaki kadının düşündüğü saçmalığa bak. Yanlış mı görüyorum dedim ama bildiğin yazar böyle malca bir şey yazmış.)

Üniversitedeyken bir sevgilisi olduğunu biliyordu, acaba onunla üniversitede birliktelik yaşadığını düşünür müydü? Ama bunu ona özel olarak açıklamak istemiyordu, artık devir eski zamanlardaki gibi değildi. Bu durumu vurgulamak garip olurdu, ama ilk birlikteliği olduğunu da bilmesini istiyordu.

Düşündükçe kafası daha da karıştı, bacakları da acıyordu. Duş almadan önce özel bölgesini bir peçeteye silip çöp kutusuna attı. Tam duşakabine girmek üzereyken, çöpe attığı mendilin üzerindeki parlak kırmızı lekeyi fark etti...

Kalbi hızla çarpmaya başladı. Yaklaşıp daha yakından baktı, peçetede gerçekten de kan vardı. Koyu değildi, hatta biraz parlaktı ve çöp kutusunda korkutucu bir şekilde duruyordu.

Ji Yuheng, uzun süre geçmesine rağmen su sesi duymadığını fark edince kalktı, dolaptan bir eşofman altı alıp giydi ve üst bedeni çıplak bir şekilde banyoya doğru ilerledi.

Karısının son derece dikkatle çöp kutusuna baktığını gördü. O kadar dalmıştı ki onun geldiğini bile fark etmemişti. İyice yaklaşınca birden adımlarını durdurdu.

Tu Xiaoning başını eğmiş, neden televizyonda gösterdikleri gibi olmadığını düşünürken başını kaldırdığında Ji Yuheng’in yanında durduğunu gördü.

"Sen, ne zaman geldin?"

"Yıkanıp yıkanmadığına bakmaya geldim." Ji Yuheng, onu çöp kutusundan uzaklaştırdı.

"Be… ben daha yıkanmadım."

ÜzzerineJi Yuheng'in kıyafetlerini geçirmişti. Bol tişört vücudunu gevşekçe sarıyordu ama yine de kıvrımlı hatları belli oluyordu. İnce uzun bacakları yarı açıkta kalmıştı, bu da tarif edilmez bir çekicilik katıyordu.

"Biliyorum." dedi Ji Yuheng, ama gitmeye niyeti yok gibiydi.

"Sen buradayken nasıl yıkanayım?" Tu Xiaoning, onun hâlâ üstüne bir şey giymediğini fark ettiğinde bakışlarını doğrudan vücuduna çevirmekte zorlandı. Tam onu çıkması için uyarmaya hazırlanıyordu ki, uzun kolları aniden onu sarıp kendine çekti.

Onun vücudunu baştan aşağı tarayan bakışlarıyla, "Öyleyse birlikte yıkanalım." dedi.

Tu Xiaoning onu itmeye çalıştı. "Sen… sen ne yapıyorsun!" Ama onun gücüne karşı koyması mümkün değildi.

Ji Yuheng uzun adımlarla onu duşa sürükledi, musluğu açtı ve şelale gibi akan su tepelerinden aşağı boşalmaya başladı. Sıcak su, Tu Xiaoning’in üzerine giymiş olduğu tişörtü anında ıslattı, ince kumaş vücuduna yapıştı.

"Üzerimdekiler sırılsıklam oldu!" diye homurdandı ona bakarken.

"Zaten benim tişörtüm, senin değil."

"Olsun, yine de ıslanmasını istemiyorum!"

"Öyleyse sen ıslan."

"Sen… mmh…"

Sözlerini tamamlayamadan dudakları onun sıcak dudaklarıyla kapandı. Artık tek bir kelime bile edemiyordu. Sıcak su hızla akarken, küçük banyoyu yoğun bir buhar sardı. Nemli hava, sıcak nefesler ve tutkulu bir çekim… Dar alanda birbirlerine daha da yakınlaştılar. Camla hızla buğulandı, gölgeleri birbirine karıştı.

Tu Xiaoning içinden derin bir nefes verdi. Artık tamamen emin olmuştu, onun cinsel yönelimi kesinlikle çok 'normaldi'. Üstelik sadece normal olmakla kalmıyor, dayanıklılığı da fazlasıyla yüksekti.


Yorumlar