Hidden Marriage in the Office - 40. Bölüm (Türkçe Novel)

 O gece, Tu Xiaoning vücudunun nasıl tamamen tükenebileceğini öğrendi.

Ji Yuheng’in yatakta tam bir işkence ustası olduğunu anlamıştı. Ne kadar karşı koymaya çalışsa da, onun gücüne ve sabrına dayanmak mümkün değildi.

Kolları arasında sıkışıp kalmıştı. Tu Xiaoning’in saçları hâlâ nemliydi, bu yüzden intikam almak ister gibi başını kasıtlı olarak onun vücuduna sürttü. Sonuçta, az önce birlikte yıkanmak konusunda ısrar eden oydu.

Ji Yuheng belini kavrayarak onu daha da sıkı sardı. "Yine mi istiyorsun?"

Tu Xiaoning anında pes etti ve uslu durdu.

İkisi de yan yana sarılmış halde uzanırken, Ji Yuheng’in nefesi ensesini hafifçe gıdıklıyordu. Birden bir şey hatırlayan Tu Xiaoning, dirseğiyle ona hafifçe vurdu.

Ji Yuheng hafifçe kıpırdandı, ama ardından kolunu tekrar onun etrafına sardı.

"Az önce… herhangi bir korunma önlemi almadın değil mi?" diye sordu Tu Xiaoning.

Ji Yuheng bir şey söylemedi. Sessizliği dayanılmaz hale gelince, Tu Xiaoning sabırsızca başını çevirip ona baktı. Gözleri kapalıydı, sanki çoktan uykuya dalmış gibiydi.

"Hey." diye seslendi.

Ji Yuheng sonunda konuştu ama söylediği tek şey bir uyarıydı. "Adım 'hey' değil."

Tu Xiaoning dişlerini sıkarak ismini söyledi: "Ji Yuheng."

Ji Yuheng gözlerini açtı ve ona dikkatle baktı. "Bence bana hitap etme şeklini değiştirsen iyi olur." Sonra bedenini tekrar ona yasladı. "Ji Hanım."

Tu Xiaoning kaçmaya çalıştı ama başaramadı. O bir süre daha fırsatçılığına devam etmesinden sonra, sonunda nefes almayı başarabildi.

"Sana bir şey soruyorum, Ji..." Onun bakışlarının tekrar üzerine kaydığını görünce sesi aniden kesildi ve ardından düşük bir sesle devam etti, "Yuheng."

Onun eli hâlâ belinde geziniyordu, bu da Tu Xiaoning’i hem gıdıklıyor hem de tedirgin ediyordu. Çaresizce pes edip tekrar seslendi. "Yuheng..."

Ji Yuheng ancak o zaman onu bıraktı. Tu Xiaoning’in bir şeyler söylemek ister gibi duraksadığını fark edince, onu tekrar kollarının arasına aldı ve hafifçe fısıldadı. "İçine boşalmadım."

Tu Xiaoning bir an afalladıktan sonra yüzü hızla kızardı.

İş yerindeki konumları düşünüldüğünde, şu an bir çocukları olursa bunun çok garip bir durum yaratacağını fark etti. Ayrıca henüz tam anlamıyla kadroya da alınmamıştı ve bu kadar erken çocuk sahibi olmak istemiyordu. Sonuçta bu bir insan hayatıydı, evlilikleri gibi aceleye getirilemezdi.

Aklı bin bir düşünceyle dolarken yavaş yavaş uyku bastırdı. Tam dalmak üzereyken, onun sesini duyar gibi oldu.

"Ning Ning."

"Mm?" Uyku ile uyanıklık arasında mırıldandı, bunun gerçek mi yoksa rüya mı olduğunu anlayamadı.

Onun sert çıplak göğsü sırtına yapışmıştı, başı boynuna gömülüydü.

"Bir daha boşanma lafını o kadar kolay ağzına alma."

Daha fazla sorgulamak istemedi. Kendini çok yorgun hissediyordu ve sadece burnunun ucundan hafif bir "Mmm" sesi çıkardıktan sonra derin bir uykuya daldı.

Bu uyku uzun ve derindi. Çalar saatle uyandığında başına baltayla vuruluyormuş gibi hissetti, vücudu da sanki paramparça olmuştu.

Zorlukla yataktan doğruldu ve Ji Yuheng’in olmadığını fark etti. Elini uzatıp onun yattığı yere dokundu ama çoktan soğumuştu. Bu saatte hâlâ sabah koşusuna gitmiş olamazdı, değil mi? O gerçekten insan mıydı?

Bir süre daha yatakta oyalanıp sonra banyoya gitti. Yürümek hâlâ canını acıtıyordu.

Kayınvalidesinin bakıcısı çoktan gelmişti. Tu Xiaoning’i görünce gülümseyerek selam verdi, ardından sessizce Ji Yuheng’in annesinin yanına döndü.

"Öğretmen Wu, gelininiz sanki sudan yeni çıkmış bir nilüfer gibi güzel. Hele o yüzü yok mu, tam bir uğur kaynağı!"

Ji annesi, salonda dolaşıp duran Tu Xiaoning’e göz gezdirdi ama sadece hafifçe gülümsedi, hiçbir şey söylemedi.

Bugünkü kahvaltı soya sütü ve kızarmış hamur çubuklarından oluşuyordu. Tu Xiaoning hâlâ bunu düşünürken, Ji'nin annesinin bakıcının koluna girip odasından çıktığını gördü.

"Anne, neden yataktan kalktın?" Onu desteklemek için yaklaştı ama Ji'nin annesi başını iki yana salladı.

"Yatakta yatmaktan sıkıldım, biraz yürümek istedim." Ji annesi böyle söylerken gözleri yemek masasına kaydı. "Bu, Yuheng'in bugün sabah koşusuna çıktığında yakındaki bir okulun önünden aldığı şeyler. Buranın soya sütü ve kızarmış hamur çubukları çok meşhurdur. Okuldayken en sevdiği şey buydu. O zamanlar her sabah erken kalkıp onun için sıraya girerdim. Yıllar geçti, bakalım hâlâ aynı lezzette mi? Hadi sen de tat."

Tu Xiaoning masadaki kahvaltıya baktı. Acaba o da gerçekten sabqh koşusuna gitmiş miydi? Dün gece ikisi de sabaha kadar uyanıktı, yani o sadece birkaç saat mi uyuyabilmişti?

Ji'nin annesinin bakışları altında bir ısırık aldı. Hamur çubuğu çıtır çıtırdı ve çok lezzetliydi.

"Gerçekten harika." Sonra kayınvalidesine dönüp sordu. "Yuheng yedi mi?"

"Aceleyle çıktı, yanında götürdü, yolda yiyeceğini söyledi. Bankacılık denetleme kurumunda çalışırken dsha önce de yoğun olurdu ama hiç bu kadar meşgul görünmezdi. Şimdi ise gün doğmadan kalkıyor, sürekli bir yerlere yetişiyor, birçok iş yemeğine katılıyor." Annesi kendi kendine söylenmeye başladı.

Tu Xiaoning bir şey söylemedi. Onun banka değiştirdiğini kayınvalidesinden ne kadar daha saklamayı planladığını bilmiyordu.

—"Kocana biraz daha anlayışlı davran kızım, tek başına bu kadar yükü taşımak kolay değil."

Sıcak soya sütüne bakarken annesinin sesi kulağında yankılandı. Bir anda, bir eş olarak kendisinin gerçekten çok yetersiz olduğunu fark etti.


***


Tu Xiaoning’in bağlamaya çalıştığı mevduat henüz kesinleşmemişken, Tang Yuhui sabah erkenden Rao Jing’den kendisi için 10 milyon dolar tutarında saf mevduatı onaylamasını istemişti.

Bürodaki herkes yaptığı işi bırakıp ona bakarken, Tang Yuhui ise sakince, “Daha önce iş birliği yaptığım bir ithalat-ihracat şirketi. Günlük büyük miktarda para akışları var. Ben de finans direktörleriyle iletişime geçtim, DR’ye hesap açtırıp bir kısmını buraya yönlendirdim.” dedi.

Tu Xiaoning hemen döviz kurunu kontrol etti ve ne diyeceğini bilemedi.

Xu Fengsheng dayanamayarak sordu. “Hangi ithalat-ihracat şirketi?”

Tang Yuhui şirketin adını söylediğinde ofis bir anda sessizleşti. Bir süre sonra Rao Jing, “O zaman bana şirket hesabını ve çalışan numaranı gönder.” dedi.

Tam o sırada Tu Xiaoning’in telefonu aniden titredi. Açtığında, kendisinin küçük bir gruba eklendiğini gördü. Grupta sadece Zhao Fanggang, Rao Jing ve kendisi vardı. Grup yöneticisi Zhao Fanggang’dı.

【Çelik Dev】:Bu Tang Yuhui gerçekten sağlam biri. 'Shunjue' gibi bir borsa şirketinden tek bir telefonla 10 milyon dolar taşıttı. Lanet olsun! Ben daha önce eski Genel Müdür Jiang ve Zhou Kai ile aylarca uğraştım, şirketin kapısından içeri bile girememiştim.

【Sessiz Ol】:Sen babandan onun arka planını araştırmasını istememiş miydin? Öğrenebildin mi?

【Çelik Dev】 :Tek bildiğim, babasının rütbesi kesinlikle C Şehri’ndeki bir bölge başkanının altında olmadığı.

【Sessiz Ol 】:...

【Çelik Dev】 :Yüksek C Vitaminli Limon.

【Yüksek C Vitaminli Limon】: Zhao abi?

【Çelik Dev】 :Sen daha neyin mevduatını bağlamaya çalışıyorsun? Tüm gün telefon açsan bile, onun tek bir hesabına yetişemezsin.

Bir süre sonra…

【Yüksek C Vitaminli Limon】 Şu an biz küçük bir grup oluşturmuş olmuyor muyuz?

Neredeyse aynı anda…

【Çelik Dev】:Hayır.

【Sana Sessizlik】:Hayır【

【Yüksek C Vitaminli Limon】:Oh.

【Çelik Dev】:Bu, departman kıdemlilerinin tamamen normal bir duygu paylaşımı.

【Yüksek C Vitaminli Limon】:Oh.

Grup sessizleşince Tu Xiaoning telefonunu bir kenara koyup işine devam etti. Çok geçmeden WeChat’ten bir bildirim geldi—Çelik Dev grup adını “DR’nin Bel Kemiği” olarak değiştirdi.

Dayanamayıp güldü. Tam o sırada Ji Yuheng departmana girdi. Telaşla telefonunu kaldırıp yerine koydu ama o çoktan fark etmişti, masasına hafifçe vurdu.

“Biraz gelir misin?”

Artık resmen karı koca oldukları halde iş yerinde tamamen profesyonel davranıyor, normal bir üst-alt ilişkisinin rolünü oynuyorlardı.

Ji Yuheng hâlâ her zamanki gibi ciddiydi. Dün geceden sonra bile iş konusunda ona karşı en ufak bir değişiklik göstermemişti.

“İthalat akreditifi hazırlamış mıydın?” diye sordu, yerine otururken.

Tu Xiaoning başını iki yana salladı. “Henüz yapmadım.”

Ji Yuheng, masanın üzerindeki kalın dosya yığınını ona doğru itti. “Bu şirket sadece ithalat yapan bir üretim firması. Yakın zamanda tam kapsamlı bir ithalat akreditifine ihtiyaçları olacak. Henüz bir müşteri temsilcisiyle anlaşmadılar. Sen ilgilen. Zaten şu an adına kayıtlı bir mevduat yok. Bu işin mevduatını da doğrudan senin hesabına geçireceğiz. Uluslararası iş süreçlerini öğrenmen için de iyi bir fırsat olur.”

Tu Xiaoning bir an duygulandı. Demek bir gecelik birliktelik buna değerdi.

Öne eğilip dosyaları aldı. “Teşekkür ederim, Ji Bey.”

Ji Yuheng bakışlarını tekrar bilgisayara çevirdi. “Şu an daha yolun başındasın. Pazarlama ve iş geliştirmeden en az birinde öne çıkmalısın. Pazarlamada çok iyi değilsen, en azından iş süreçlerini tamamen kavramaya odaklan.”

Tu Xiaoning, onun dolaylı olarak daha önce dosyasına aldığı sabıkalı şirket ve başarısız mevduat toplama girişiminden bahsettiğini anladı. İster istemez morali bozuldu.

“Anladım.” Dosyayı kucaklayarak odadan çıktı.

Acaba Ji Yuheng onu çok mu yetersiz buluyordu?

Ofisteki diğer çalışanların meşguliyetine göz gezdirdi. İçinde tarifsiz bir sıkıntı oluştu. Peki, kendisi ne zaman gerçekten tek başına bir işi sırtlayabilecek seviyeye gelecekti?

Öğle yemeğinde Ji Yuheng, kendi seviyesindeki birkaç yöneticiyle aynı masada oturuyordu. Zhao Fangang ve diğerleri durumu anlayıp o masaya yanaşmadılar. Ama kim bilebilirdi ki Tang Yuhui tepsisini alıp doğrudan onun yanına oturacaktı?

Bu olay, yemekhanede küçük çaplı bir sansasyona neden oldu. Herkes fısıldaşmaya başladı.

"Duyduğuma göre, bu yeni yükselen güzellik, Müdür Ji’nin bizzat okuldan alt dönemiymiş. Ayrıca A Üniversitesi'nin gözde öğrencilerinden biriymiş."

"Gerçekten mi? Harika bir çift olurlar."

"Üstelik Tang Yuhui’nin ailesi de oldukça güçlüymüş. Tam bir bağlantı insanı. Daha gelir gelmez, sadece bir telefonla bölümlerine 10 milyon dolar mevduat kazandırmış. Nasıl ama?"

"Çok etkileyici! Müdür Ji onunla birlikte olursa en az on yıl daha az çalışmak zorunda kalır. Artık istediği kadar iş bağlantısı sağlar. Bankadaki terfileri de roket hızında olur. Ama bizim bankada eşlerin birlikte çalışması yasak değil mi?"

"Olsun. Diyelim ki gerçekten evlendiler, Tang Yuhui’nin bağlantılarıyla DR'den ayrılsa bile işsiz kalır mı sanıyorsun?"

"E haklısın."

Yan masadaki bu sohbet, onların oturduğu masaya da ulaştı. Xu Fengsheng hafif bir gülümsemeyle omuz silkti. "Bankadaki haberler ne kadar hızlı yayılıyor, değil mi?"

Tu Xiaoning, tabağındaki etleri karıştırırken sadece yağlı parçalar olduğunu fark etti. Et yemeden yapamayan biri olarak anında iştahı kaçtı.

Rao Jing de tabağındaki yemeklere bakarak homurdandı. "Bankacılık denetimindekiler gidince yemekler de iyice kötüleşti."

Zhao Fangang her zamanki muzipliğiyle konuştu: "İsterseniz, patron eski meslektaşlarıyla konuşup bizim işleri bir daha denetime soksun?"

Rao Jing, Zhao Fangang’ın ayağına bastı. "Olur, ama bu sefer sadece senin hesaplarını denetlesinler!"

Tu Xiaoning çatalını bıraktı. "Öğleden sonra size kahve ısmarlayayım mı?" Uzun süredir departmanda çalışıyordu ama henüz kimseye ikramda bulunmamıştı, bu yüzden biraz mahcuptu.

"Harika olur!" Zhao Fangang, hiç çekinmeden ilk onaylayan oldu. Ayağı hâlâ ağrıyordu ama bu onu durdurmadı.

Xu Fengsheng ise, "Bırak ben ısmarlayayım. Bir kadına ısmarlatılır mı hiç?" diye itiraz etti.

Tu Xiaoning gülümsedi. "Sorun değil, bir dahaki sefere sen alırsın." Ardından, her zaman kibar olan Xu Fengsheng’e bakıp dayanamayıp sordu. "Fengsheng abi, isminin anlamını sorabilir miyim?"

Xu Fengsheng bu soruyla sıkça karşılaşıyor olmalıydı, şaşırmadı. "Annem beni doğururken çok zorlanmış, neredeyse hayatını kaybediyormuş. Neyse ki ikimiz de hayatta kalmışız. Babam da bu yüzden bana 'Fengsheng' adını vermiş. Böylece annemin beni dünyaya getirmek için ne kadar zorluk çektiğini asla unutmamam gerektiğini söylüyor."

Bu hikâyeyi duyan herkes sessizleşti. Bir süre sonra Zhao Fangang, havayı yumuşatmak için şaka yaptı. Çubuklarının ters ucuyla Tu Xiaoning’in tepsisine hafifçe vurdu.

"Peki neden bana 'Zhao abi' derken, ona 'Fengsheng abi' diyorsun? Ben neden 'Fangang abi' olamıyorum?"

Tu Xiaoning bir an duraksadı. Aslında, tamamen kulağa nasıl hoş geldiğine bağlıydı.

Onlar konuşurken, Ji Yuheng öğle yemeğini bitirip kalktı. Bakışlar ona çevrildi. Tang Yuhui de hemen peşinden gitti. Birbirine yakışan mükemmel bir çift gibi görünüyorlardı. O an etraflarındaki herkes yalnızca birer figürandı.

"Normal bir insan, büyük ihtimalle Tang Yuhui gibi birini seçerdi."

Zhao Fangang, ikisine bakarak anlamlı bir şekilde içini çekti.

Xu Fengsheng de bu dedikoduya katıldı. "Acaba Ji Bey, nasıl kadınlardan hoşlanıyor?"

Rao Jing çubuklarını sallayarak lafa girdi. “Sonuçta, ben değilim.” Sonra Tu Xiaoning’e baktı. “Sen de değilsin.” Ardından Tang Yuhui’nin arkasına göz gezdirdi. “O da olmayabilir.”

Adamlar gülmeye başladı, özellikle Zhao Fangang abartılı bir şekilde kahkaha attı. “Tabii ki Xiao Tu olmaz. O daha bir çocuk!” Ancak Tu Xiaoning’in alınabileceğini fark edince hemen ekledi: “Xiao Tu, sakın yanlış anlama. Seni küçümsediğim yok. Demek istediğim, bizim patron gibi birini her kadın taşıyamaz. Güçlü birinin karşısında güçlü biri olmalı. Sen onun tarzı değilsin.”

Tu Xiaoning gülümsemeye çalıştı ama adamın açıklama yapması, hiç yapmamasından daha kötüydü.

Öğleden sonra Tu Xiaoning herkese Starbucks’tan kahve ısmarladı. Tang Yuhui almadı, Zhao Fangang da fırsatı kaçırmayıp onun payını kaptı. Sonra Tu Xiaoning’e sordu. “Xiao Tu, patrona ne sipariş ettin?”

“Flat White.” Tu Xiaoning aslında kahve siparişleri konusunda pek bilgili değildi. Daha önce kendisi Flat White içip beğenmişti, o yüzden düşünmeden aynısını ona da sipariş etti.

Tang Yuhui aniden konuştu. “O içmez.”

Çalışma arkadaşlarına kahve uzatan eli havada asılı kaldı. Tang Yuhui yerinden kalktı ve açıkladı. “Benim kıdemli abim yalnızca americano içer. Diğer kahvelere elini bile sürmez.”

Tu Xiaoning “Öyle mi?” diye mırıldandı. Ne kadar çok şey bildiğini düşündü ve kahveyi onun odasına götürmekten vazgeçti. O halde kendisi içebilirdi.

Tam o sırada Ji Yuheng dışarıdan içeri girdi. Zhao Fangang, onun keyfinin yerinde olduğunu görünce seslendi. “Patron, Xiao Tu bugün herkese kahve ısmarladı. Bir tane ister misiniz?”

Ji Yuheng ona doğru baktı. Hangi kahve olduğunu bile sormadan, “Olur.” dedi.

Zhao Fangang kaşlarını kaldırarak Tu Xiaoning’e işaret etti. Mecburen elindeki kahveyi ona uzattı.

Ji Yuheng kahveyi alırken parmakları kısa bir an onun parmaklarına dokundu. Tu Xiaoning’in elleri ısınmaya başladı. Bunun kahvenin sıcaklığından mı, yoksa ondan mı kaynaklandığını bilemedi.

Tang Yuhui tekrar yerinden kalktı. “O Flat White.” diye belirtti.

Ama çok geçti. Ji Yuheng çoktan bir yudum almıştı. “Öyle mi?” dedi. Bir yudum daha içti, ardından hafifçe gülümseyerek, “Güzelmiş.” dedi.


Yorumlar