Hidden Marriage in the Office - 30. Bölüm (Türkçe Novel)

Tu Xiaoning kendini resmen "satılmış" gibi hissetti.
Annesi onu gerçekten bizzat evden uğurlamış, hatta eşyalarını bile toplamıştı. Üstelik kendisine söylemeye zahmet etmeye bile gerek duymadan, doğrudan Ji Yuheng'le konuşmuştu.
"Xiaoning çok kolay mutlu olur, arada sırada ona bir et yemeği ver yeter."
Arabada otururken Xiaoning, direksiyonu sakince tutan Ji Yuheng’e bakıyordu. Bundan yalnızca birkaç saat önce onlar sadece eski okul arkadaşları ve iş yerinde üst-alt ilişkisi olan kişilerdiler. Şimdiyse karı koca olmuşlardı.
Eskiden hep arkadaşı Ling Weiyi ile ani evlilik yapan insanları eleştirirdi. "Evlilik asla sadece evlenmek için yapılmamalı, mutlaka aşkla olmalı." derdi. Ama gel gör ki bir gün kendisi de söylediklerini tamamen çiğnemişti.
Artık genç bir kız değildi, aşk romanları okuyup pembe diziler izleyerek hayal kurduğu o saf zamanlar geride kalmıştı. Hayatın sert gerçekleriyle birkaç yıl mücadele ettikten sonra duygusallığını kaybetmişti. "Kadın büyür, zamanı geldiğinde evlenir." mantığını benimsemişti.
Nihayet ailesinin de beğendiği biriyle karşılaşmıştı. Ji Yuheng iyi bir adamdı ve kendisini küçümsemiyordu. O hâlde neden gereksiz naz yapsındı ki?
Nasıl olsa zamanla uyum sağlar, bir şekilde hayatlarını sürdürebilirlerdi, değil mi?
Büyümek demek muhtemelen bir gün, zamanında nefret ettiğin insan türüne dönüşmektir.
***
Ji Yuheng’in evine vardıklarında, buranın da eski bir site olduğunu fark etti. Ancak kendi evlerine kıyasla daha iyiydi çünkü en azından burada özel bir otopark vardı.
Tu Xiaoning’in eşyaları oldukça fazlaydı. Ji Yuheng iki kez gidip gelmek zorunda kaldı. Onun evi altıncı kattaydı, Xiaoning’in evi ise ikinci kattaydı, bu yüzden merdiven çıkmak epey yorucuydu.
Tu Xiaoning, büyük bir düzenleme kutusunu taşıyarak Ji Yuheng’in evinin kapısında nefes nefese kalmış bir halde duruyordu. Ji Yuheng yukarı çıkınca neredeyse tükenmek üzere olan Tu Xiaoning’i gördü.
"Üniversitedeyken bir damacana su taşıyabiliyordun, değil mi?" diye sorarken kapıyı açmaya koyuldu.
"Artık çalışıyorum, spor yapmıyorum. Ama öğrenciyken sekiz yüz metrede hep birinci olurdum." dedi Tu Xiaoning, onun kapıyı açışına bakarak. Eski bir apartman olmasına rağmen kapıda parmak izi kilidi kullanılması hayli modern görünüyordu.
"Öyle mi?" dedi Ji Yuheng başını hafifçe çevirerek. Koridor lambası bozuk olduğu için Tu Xiaoning onun yüz ifadesini göremedi. "O hâlde ileride düzenlenecek spor etkinliklerinde bizim departmanın uzun mesafeli koşularında seni görevlendiririz."
Tu Xiaoning dudak büktü. "Müdür Bey." diye seslendi.
Ji Yuheng bu hitaba pek sıcak bakmamış gibi görünüyordu, bir an duraksadı.
"Şimdi seninle akrabalık kurmak için geç mi kaldım?" Tu Xiaoning kutunun ağırlığından eli kopacak gibi hissederek sordu.
"Olmaz."
Tu Xiaoning karanlıkta ona göz devirdi. Ardından Ji Yuheng, "Tu Xiaoning, hadi üç madde üzerinde anlaşalım." dedi.
"Ne?"
"Özel hayatımızda bana Ji Bey demeyeceksin, iş konuşulmayacak, artık üst-alt ilişkisi olmayacak."
"Tamam." dedi Tu Xiaoning. Bu adam iş ve özel hayatı net ayırıyordu. Onun yapabileceğini kendisi neden yapamasındı ki?
Onu itmeye yeltenirken Ji Yuheng hafifçe güldü. "Eğer bu kurallara uymazsan maaşını teslim edeceksin."
"Peki."
Ancak Ji Yuheng hâlâ hareket etmeyince Tu Xiaoning artık dayanamayacak duruma geldi. "Okul arkadaşım Ji, lütfen kıymetli ayaklarınızı çekin, elim kopacak!"
Bu söz üzerine Ji Yuheng nihayet ilerleyip ışığı açtı ve Xiaoning evin içini görebildi.
Ev tamamen ahşap mobilyalarla döşenmişti, tam anlamıyla kültürlü bir ailenin evi izlenimi veriyordu. Büyüklük açısından kendi evlerinden pek farkı yoktu.
Tu Xiaoning kutuyu sonunda yere bırakabildi. Ellerini salladı, parmakları uyuşmuştu.
Ji Yuheng ona annesinin eski tarz, biraz demode bir çift kadın terliği getirdi.
"Şimdilik bunu giy. Müsait olduğumda markete giderim."
Tu Xiaoning terlikleri giyerken, "Markete niye gidesin ki? Bunlar gayet giyilebilir. Para harcama boş yere." dedi.
Birkaç adım attıktan sonra arkasına bakınca Ji Yuheng’in hâlâ eşyaları taşımakta olduğunu gördü.
Annesi Xu Hanım’a hayranlık duymadan edemedi. Bunca eşyayı nasıl bu kadar kısa sürede toplamayı başarmıştı?
Evin düzenine bir kez daha göz gezdirdi. Kendi evleriyle aynıydı: iki oda, bir salon, bir banyo. Ama burada fazladan bir çalışma odası vardı.
Kapının kapanma sesini duyunca birden bir şey hatırladı. Arkasını dönerek, "Evlerimiz birbirine tamamen ters istikamette ama ortaokuldayken nasıl aynı yoldan geçebildik?" diye sordu.
Geçen sefer ona neden kendisini kurtardığını sorduğunda Ji Yuheng "Yolumun üzerindeydi." demişti.
Ji Yuheng ayakkabılığa yaslanarak ayakkabılarını çıkarırken, "Teyzemin evi o taraftaydı." dedi sakin bir sesle.
Tu Xiaoning düşündü. Evet, Wu Öğretmen'in evi gerçekten kendi evleriyle aynı güzergâhtaydı.
"Eşyalarını odaya mı yerleştireyim?" diye sordu Ji Yuheng.
"Olur."
Sonra Tu Xiaoning kendi eşyalarının Ji Yuheng’in odasına taşındığını gördü.
Kalbi hızla çarpmaya başladı. Bu uzun geceyi nasıl atlatacağını düşünüyordu.
"Önce sen banyo yap. Bizim ev eski tip elektrikli su ısıtıcısı kullanıyor; bir defa sadece bir kişiye yeter, sıradaki kişinin suyun tekrar ısınmasını beklemesi gerekiyor." dedi Ji Yuheng odadan çıkarken.
"Tamam."
Tu Xiaoning pijama aramak için odaya girdi ve dışarı çıktığında onun sigara içmek için çoktan balkona çıktığını gördü.
Banyoya girer girmez kapıyı kilitledi ve soğuk suyla yüzünü yıkamaya başladı.
"Evlilik ccüzdanınıbir anlık kararla aldık ama sonrası tam bir utanç arenası." diye düşündü. "Bu gece nasıl uyuyacağım?"
Aynada saçları darmadağın hâlde kendine bakarken başı dönüyordu. Diğer her şeyi kafasında çözmüştü ama bu konuya hâlâ zihinsel olarak hazır değildi.
Duşu yavaş almak istemişti ama Ji Yuheng’in dediği gibi su kısa sürede soğumaya başladı. Aceleyle duş jelini alıp vücuduna sürdü. Gözlerine ilk çarpan marka Head & Shoulders’tı ve nane kokuluydu. Duş jeli de aynen mentollüydü.
İstemsizce titredi. Diğer şişelere baktığında da hepsinin nane aromalı olduğunu fark etti. Bu adam gerçekten nane delisi olmalıydı.
Banyodan çıktığında Ji Yuheng sigarasını bitirmiş, salonda oturuyordu.
Tu Xiaoning’in sevimli inek desenli pijamalarına bakarak belli belirsiz gülümsedi.
"Tam sana göre."
Tu Xiaoning, duş başlığını kullanmaya alışık olmadığı için saçının bir kısmı ıslanmıştı. Havluyla saçlarını kurularken, "Nane kokusunu çok mu seviyorsun?" diye sordu.
"Severim." diye yanıtladı Ji Yuheng. "Serin mi geldi?"
Tü Xiaoning itiraf etti. "Biraz." Ama hemen ardından ekledi, "Alışırım sanırım."
Ji Yuheng konuşmadı, sadece yavaş adımlarla ona doğru yürüdü.
Tu Xiaoning’in eli dondu. Onun yaklaşmasıyla birlikte Ji Yuheng’in üzerindeki tütün kokusunu net bir şekilde aldı. Bu koku tüm tüylerini diken diken etmişti, kalbi ise boğazına kadar yükselmişti.
Acaba bu kadar doğrudan mı ilerleyecekti? Ji Yuheng'in muhteşem görünüşü aslında haksızlık sayılmazdı, belki bir kazanç bile olabilirdi. Ama yine de Tu Xiaoning’in biraz zamana ihtiyacı vardı.
Tam dengesi bozulmak üzereyken Ji Yuheng durdu. Onunla arasında iki adımlık mesafe vardı. Ne çok yakın ne de çok uzaktı, en azından güvenli bir mesafe sayılırdı.
Sesi her zamanki gibi derin ve sakindi. "Sol elini uzat."
Tu Xiaoning şaşkınlıkla donakalmıştı. Ne yaptığını anlamadan elini uzattı.
Ancak eli Ji Yuheng'in avucuna düştüğünde onun bir yüzük taktığını fark etti.
Parmaklarının sıcaklığıyla yüzüğün soğukluğu tezat oluşturuyordu. Yüzük yavaşça onun sol elinin yüzük parmağına takıldı ve hafif bir serinlik hissettirdi.
Sonunda o, elini avcuna aldı ve oturma odasının ışığı altında dikkatle incelemeye başladı.
Tu Xiaoning’in avuç içi bir anda alev almış gibi ısındı. Bu sıcaklık onun mu yoksa Jiyuheng’in mi olduğunu ayırt edemiyordu. Hızla elini çekti ve parmağındaki yüzüğe baktı. Ortasındaki küçük elmas parlak bir ışıkla parlıyordu.
“Biraz büyük gibi görünüyor.” diye mırıldandı, gözlerini kaçırarak.
Jiyuheng hafifçe başını salladı. “Bir dahaki sefere pırlanta yüzük seçmeye giderken üzerine bir ip dolayabiliriz.”
Bu, Tu Xiaoning’in daha önce duyduğu bir şeydi. Annesi gençken parmağına ip dolanmış bir yüzük kullanmıştı. Daha sonra kilo alınca yüzüğü takamamış ve bir kuyumcuya gidip ipi çıkarmıştı. O zaman annesi şöyle demişti.
“İleride evlendiğinde yüzüğü bir beden büyük al. Büyük olursa sorun değil, ip dolayarak küçültürsün. Ama küçük olursa büyütmesi zor olur.”
O zaman Tu Xiaoning neden böyle olduğunu sormuş, annesi ona kaşlarını kaldırarak, “Hamile kalıp ellerin şişerse yüzüğü çıkarmana gerek kalmaz." demişti.
Bu diyalog dün gibi aklındaydı. Bugün ise birinin eşi olmuştu ama bu yeni role henüz adapte olamamıştı.
Odadaki sessizlik rahatsız ediciydi. Tu Xiaoning tereddütle saçlarını kurularken adımlarının ağırlaştığını hissetti. Bir şeyler söylemeli mi diye düşünürken Jiyuheng ondan önce konuştu.
“Erken yat.”
Bu sözler bir ima mıydı? Tu Xiaoning’in kulakları yanmaya başlamıştı.
Soğukkanlı ve net bir adam olan Jiyuheng, özel ilişkilerinde de aynı iş bitirici tavrıyla mı hareket ediyordu?
Ancak hemen fark etti ki bir şeyler ters gidiyordu. Çünkü Jiyuheng ona yaklaşmak yerine annesine ait olan ana yatak odasına yönelmişti. Kapıyı açıp ışığı yaktıktan sonra ona dönüp konuştu.
“Saç kurutma makinesi banyo dolabının ikinci çekmecesinde.”
“Tamam.”
“Saçını kurutmadan uyuma, yoksa hasta olursun.”
“Tamam.”
“Her sabah koşuya çıkıyorum. Seni rahatsız etmemeye çalışırım.”
“Tamam.”
Sonra sessizce kapıyı kapattı.
Tu Xiaoning bir süre olduğu yerde donakaldı. Jiyuheng’in onunla aynı odada kalmaya niyeti olmadığını fark ettiğinde beyni zonkladı.
Bir anda kendi kafasında fazla kuruntu yapmış olduğunu hissetti. Yani asıl tuhaf olan kendisi miydi?
Yine de başka bir düşünce zihnini meşgul etti: Yoksa Jiyuheng de mi hazır değildi? Yoksa onu mu beğenmiyordu? Beğenmiyor olamazdı, beğenmeseydi onunla evlenmezdi.
Bu düşüncelerle kendi kendini sorgularken sonunda Jiyuheng’in odasındaki yatağa uzandı. Yatak kendi yatağından daha sertti ama uyumak için yeterince rahattı.
Bir an büyük oyuncak ayısını getirmediğini hatırladı. O olsaydı bu yabancı ortamda ona eşlik edebilirdi.
Odada etrafa bakındığında gözüne cam bir vitrin ilişti. Ancak bu bir kitaplık değildi. İçinde farklı boyutlarda ödüller ve fotoğraflar vardı.
Merakla kalkıp vitrine yaklaştı ve dikkatle inceledi. “Gerçekten tam bir dâhi.” diye içinden geçirdi.
Vitrin altı raflıydı ve ödüller ile fotoğraflar düzenli bir şekilde kategorilere ayrılmıştı. İlk raf ilkokul, ikinci raf ortaokul, üçüncü raf lise, dördüncü raf üniversite, beşinci raf ulusal ödüller, altıncı raf ise iş yaşamına aitti. Her raf tamamen doluydu.
Fotoğraflara bakarken Jiyuheng’in küçüklükten beri yakışıklı olduğunu düşündü. İlkokul mezuniyet fotoğrafında bile hemen dikkat çekiyordu. Ortaokul dönemini zaten bizzat görmüştü. Lise ve üniversite yıllarında ise aurası tamamen farklıydı.
Aniden dikkatini bir fotoğraf çekti. Yurt dışında çekilmiş gibiydi. Jiyuheng birkaç yabancıyla birlikte duruyordu. Üzerinde resmi bir takım elbise vardı, boynunda bir iş kartı asılıydı ve arkasında yüksek bir bina görünüyordu. Fotoğrafın sağ alt köşesinde ise İngilizce “Wall Street” yazıyordu.
Tu Xiaoning şok oldu. Ne kadar başarısız bir öğrenci olursa olsun bu iki kelimeyi tanıyordu. Wall Street!
Anlaşılan Jiyuheng DR şirketine gelir gelmez doğrudan pazarlama departmanı genel müdürü olmayı başarmıştı çünkü Amerika’da Wall Street’te bulunmuştu. Şimdi ise muhtemelen orada öğrendiklerini burada uyguluyordu.
Sessizce yatağına geri döndü. Aniden ikisinin arasında galaksiler kadar mesafe olduğunu hissetti.
Muhtemelen Ji Yuheng’in evlilik kararında annesinin etkisi büyüktü. Ama hala Ji Yuheng’in annesinin neden onu sevdiğini anlayamıyordu.
Güzellik açısından olağanüstü değildi. Eğitim durumu desen aralarında büyük bir fark vardı. İş açısından da kalıcı bir statüsü yoktu. Aile durumu sıradan bir memur ailesiydi. Her yönden ortalamaydı. Acaba Ji Yuheng’in annesi ömrünün sınırlı olduğunu düşündüğü için mi kendisiyle tanıştığında hemen uygun bulmuştu?
Telefonunun ön kamerasını açarak yüzüne baktı. Hafif yuvarlak yüzü oldukça sevimli görünüyordu.
Eskiden falcılar ona ne demişti? “Alnın dolgun, çenen yuvarlak ve dolgun. Zenginlik getirir, kayınvalidenin gözüne çabuk girersin.”
Elini kaldırıp yüzüğe tekrar baktı. Tasarımı oldukça basitti. Ortasında küçük bir elmas dışında tamamen sade bir halkaydı. Gösterişsiz ama hoştu.
Tam bu sırada dışarıdan sesler geldi. Ji Yuheng’in banyoya girdiğini fark etti.
Tu Xiaoning onun yatağında yatarken hala her şey bir rüyaymış gibi hissediyordu.
Kendini toparlamaya ihtiyacı olduğunu düşünerek nikâh cüzdanlarının fotoğrafını çekip Ling Weiyi’ye gönderdi. Kısa bir süre sonra telefon patlayacak gibi çalmaya başladı.
“Ah ah ah ah ah ah ah ah ah!” (sonsuz kez)
“Tu Xiaoning, babanı gururlandır!”
[Yüksek C Vitaminli Limon]: “Ne yapayım?”
Qi Jia 0v1: “Onu ele geçir! Üstüne çök! Ezip geç!”
[Yüksek C Vitaminli Limon]: “...”
« Önceki Bölüm Sonraki Bölüm »
Yorumlar
Yorum Gönder