Hidden Marriage in the Office - 28. Bölüm (Türkçe Novel)

Tu Xiaoning başını eğmişken hafif ayak sesleri duyuldu. Ardından tıpkı ilk kez asansörde karşılaştıkları zamanki gibi temiz ayakkabıları görüş alanına girdi.
"Ben senden ne zaman karşılık vermeni istedim ki?" Onun alçak ve sakin sesi koridorda yankılanıp uzun süre kulaklarında çınladı.
Onun yüz ifadesini göremedi. Boğazındaki düğümle konuşmak üzereyken tekrar onun sesi duyuldu. "İyi çalışıp sözleşmeli sürecini tamamlaman benim için en büyük teşekkür olur."
Gözlerindeki bulanıklık yavaş yavaş dağıldı, kalbi de sakinleşti. Başını kaldırıp ona bakmak istediğinde Ji Yuheng çoktan arkasını dönmüştü.
"Yolu biliyorum, uğurlamana gerek yok."
Tu Xiaoning, onun uzaklaşan siluetine bakarken teşekkür etmeyi unuttuğunu fark etti. Ama dönüp baktığında çoktan gözden kaybolmuştu.
Bir an dalgın durduktan sonra geri dönmek üzere yürümeye başladı. Ancak birkaç adım attıktan sonra aniden geri döndü ve hızla asansöre doğru koştu. Nedenini bilmiyordu ama sanki görünmez bir el onu itiyor, kaçırmaktan korkuyordu.
Ama sonuç değişmedi. Asansöre vardığında kapılar çoktan kapanmıştı. Düğmeye bastı ama nafileydi, sadece onun aşağıya inişini izleyebildi.
Gözlerini ekrandaki değişen sayılara dikti ve yalnızca kendisinin duyabileceği bir sesle mırıldandı. "Ji Yuheng, teşekkür ederim."
Annesi yarınki işine odaklanmasını istediği için hastanede kalmasını istemedi.
"Sen ve Ji Yuheng artık aynı departmandasınız. Arada mesafe bırakmalısınız. Henüz evlenmeden ayrıcalık tanınıyormuş gibi görünmek onu zor durumda bırakır." dedi annesi.
Tu Xiaoning sessiz kaldı.
Annesi onun elini tutup hafifçe okşadı. "Xiaoning, annene güven. Gözlemlerim hiç yanılmadı. Yuheng'i gerçekten kaçırma."
Tu Xiaoning uyuyan babasına bakarak annesinin elini sıkıca kavradı. "Ben artık çocuk değilim. Duygularımın farkındayım."
Annesi daha fazla konuşmadı, sadece işe geç kalmaması için onu teşvik etti. Tu Xiaoning annesine karşı gelemeyip hastaneden ayrıldı.
DR binasına adım attığında buranın başka bir dünyaya açılan kapı gibi olduğunu fark etti. İçeri girer girmez Ji Yuheng ile aralarındaki ilişki otomatik olarak iş ilişkisine dönüyordu. Göz teması bile azalmıştı. Departman yine eski yoğun günlerine dönmüştü ve Tu Xiaoning artık buraya tamamen uyum sağladığını, hatta burada kalıcı olma arzusunun giderek güçlendiğini fark etti.
Ancak resmi olarak kadroya geçerse burada kalabilir ve onlarla omuz omuza çalışmaya devam edebilirdi.
Zhao Fangang'ın kötü krediye konu olan ipoteği kısa sürede açık artırma sürecine girdi. Şaşırtıcı bir şekilde, gerçekten bir alıcı çıkmıştı. Teklifler hızla yükselmiş ve sonunda yüksek bir fiyata satılmıştı. Bu fiyat, kötü kredinin ana borcunu bile kapatıyordu.
Tu Xiaoning olanları anlamadı ama Rao Jing’in bu durumun nadir olduğunu söylediğini duydu.
"Aslında değeri düşmüş bir ipotekti ve konumu da iyi değildi. Yine de biri satın almak için teklif verdi."
"Shen Bey gerçekten artırmaya katılıp fiyatı yükseltti mi?" diye sordu Tu Xiaoning. Bu durumda Ji Yuheng gerçekten alıcıyı bulmuş muydu?
"Kim bilir." dedi Rao Jing. O sırada Zhao Fangang telaşla departmana geri dönmüştü.
"Ji Bey nerede?" Gelir gelmez Ji Yuheng’in ofisine doğru baktı.
"Muhtemelen başarılarını kutlamak için Hukuk Bölümü'ndedir." diye iğneli bir şekilde yanıtladı Rao Jing.
Fanggang onunla ilgilenmedi, sadece kendi masası çevresinde dolaşıp duruyordu.
Rao Jing bu durumdan rahatsız oldu. “Dolanıp durmayı bırakabilir misin? Oturunca ölecek misin?”
Zhao Fanggang bir elini masa bölmesine dayayıp neşeli bir şekilde onu tersledi. “Evet, öleceğim. Eee ne olmuş?”
Rao Jing ona sert bir bakış atip sesini yükseltti. “Xiao Tu, pencereyi aç da atlasın!”
Tu Xiaoning başını eğip duymazdan geldi. Zhao Fanggang ise bir yandan bacağını sallayıp keyifli bir şekilde mırıldandı. “Xiao Tu şimdi benim yarı personelim sayılır.”
Rao Jing hemen eline geçirdiği zımba makinesini ona fırlattı. “Defol!”
İkili hâlâ çekişirken Ji Yuheng departmana girdi. Rao Jing tam Zhao Fanggang’a bir dosya fırlatmak üzereyken, Zhao Fanggang eğilince dosya doğrudan Ji Yuheng’e doğru uçtu.
Durumu gören Tu Xiaoning hemen kalkmak üzereyken Ji Yuheng çevik bir şekilde geri çekildi.
“Genel Müdür Ji.” Rao Jing saçlarını düzelterek düzgün bir tavır aldı ve Zhao Fanggang’a kızgın bir bakış attı.
Zhao Fanggang Ji Yuheng’in öfkelenmediğini görünce hemen yere düşen dosyayı toparladı.
“Mesai sırasında ciddiyetinizi koruyun.” dedi Ji Yuheng sakin ama otoriter bir tonla ve ardından ofisine yöneldi.
Zhao Fanggang dosyayı bıraktıktan sonra hemen peşine takıldı.
“Patron!” diye aniden seslendi, bu durum herkesi şaşırttı.
Ji Yuheng masanın önünde durup ona bakınca Zhao Fanggang boğazını temizleyip kelimeleri daha net söylemeye çalıştı. “Patron!”
Bu sefer sesi o kadar yüksekti ki sağır birisi bile duyabilirdi.
Ji Yuheng bir süre ona bakıp bilgisayarını açtı. “Bir şey mi var?”
Zhao Fanggang sırıtıp, “Yok, sadece size seslendim.” dedi.
Rao Jing dayanamayarak kahkaha attı.
Tu Xiaoning içeride ne olduğunu göremese de Ji Yuheng’in ciddiyetini koruyan sesini duydu. “Bir şey yoksa işine dön, sanayi bölgesindeki şirketler bir an önce yerleşmeli.”
“Tamam, patron.” Zhao Fanggang hızlıca ofisten çıkıp yerine döndü.
Zhao Fanggang’daki bu ani değişim Tu Xiaoning’i şaşırtmıştı. Rao Jing'in sesi hemen ardından duyuldu. “Gördün mü? Taraf değiştirdi. Daha ne kadar oldu ki?”
Onun dalgın hâlini gören Rao Jing, alaycı bir gülümsemeyle devam etti. “Şu anda Genel Müdür’ün ne kadar karizmatik ve müthiş olduğunu düşünüp genç kız hayallerine mi kapıldın?”
Tu Xiaoning hemen savunmaya geçti. “Hayır, öyle bir şey yok!”
Rao Jing daha da eğlenmişti. “Biliyorum, biliyorum. Zaten senin genç yakışıklı bir sevgilin var.”
Tu Xiaoning utanarak başını eğdi ve işine odaklanmaya çalıştı. Bir süre sonra hafifçe konuştu. “O eski sevgilimdi, ayrılalı üç yıldan fazla oldu.”
Bu sözler Rao Jing’i şaşırttı. Bir süre sessiz kaldıktan sonra yeniden konuştu. “Vay be, demek eski sevgilin hâlâ seni unutamamış. Ne şans! Ben o kadar erkek tanıdım ama hiçbiri böyle tutkulu olmadı.”
Tu Xiaoning konuyu daha fazla açmak istemedi. Babasını görmek için hastaneye gideceğini düşünerek elindeki işi hızlandırdı.
Rao Jing onun utanıp sıkıldığını sanarak daha fazla şaka yapmadı ve ciddileşti. “Artık hem iş hem de pazarlamayı öğrendin. Birkaç güne Genel Müdür’e seni bağımsız çalıştırmasını önereceğim.”
Tu Xiaoning parmakları klavyenin üzerinde duraksadı. “Bağımsız mı?”
“Ne sandın? Ömür boyu beni mi takip edeceksin?”
“Hayır ama ben...” Tu Xiaoning hâlâ kendisini yeterli görmüyordu.
“Bahane yok. İnsan her zaman gelişmek zorundadır. Seni ömür boyu ben eğitemem. Öğretmen kapıyı açar, ama yolu yürümek ögrenciye kalır.”
Bu sözler Tu Xiaoning’i bir anda duygulandırdı.
“Zhao’yu izleyerek onun pazarlama tekniklerini öğrendin. Onun parlak taraflarını kendine adapte et ve kendi müşterilerini kazan. Ancak o zaman kadroya geçebilirsin.”
Bu doğruydu ve Tu Xiaoning’in de hedefiydi. Bir süre dalgın duran Tu Xiaoning’e Rao Jing kalemiyle hafifçe vurdu.
“Sen içeridekiyle aynı yaşlardasın, değil mi? Ama yerle gök kadar farklısınız. O bu yaşta pazarlama departmanının genel müdürü oldu, peki ya sen?” diyerek Ji Yuheng’in ofisine baktı.
Tu Xiaoning hafifçe canının acıdığını hissetti. Ama bu dünyada sadece bir Ji Yuheng vardı.
“Haydi işine bak.” dedi Rao Jing alaycı bir sesle.
Tu Xiaoning tekrar raporları kaydetmeye döndü. Ama Rao Jing’in bağımsız çalışmasını önerecek olması, onun önceki haline göre ilerlediğinin bir göstergesi değil miydi?
Mesai bitiminde Tu Xiaoning doğrudan hastaneye gitti.
Babası birkaç gün önce sol böbreğinden mikro cerrahi operasyon geçirmişti. Doktor, aynı anda iki böbreği ameliyat etmenin riskli olduğunu söylemişti. Sağ böbrek ameliyatı için biraz daha zaman gerektiği belirtilmişti.
Ameliyat küçük olsa da anestezi etkisi tamamen geçtiğinde babası hâlâ ağrı hissediyordu.
Annesi tam gün izin almış ve sürekli yanında duruyordu. Tu Xiaoning ise mesai bitiminde annesinin yerini alıyordu.
Onun geldiğini gören annesi hemen eve gidip temizlenmek için ayrıldı. Babası da derin uykudaydı. Tu Xiaoning üzerini örttü ve refakatçi koltuğuna oturdu.
Son günlerde hastanede yeterince uyuyamadığı için kısa süre sonra başı düşmeye başladı.
Ji Yuheng geldiğinde Tu Xiaoning'in hafifçe uyukladığını gördü. Kapıyı sessizce kapattı ve onu rahatsız etmeden odada durdu.
Babası o sırada uyanmıştı. Muhtemelen susamıştı ve mırıldanarak su istedi.
Ji Yuheng telefonu cebine koydu, başucundaki su bardağını aldı ve biraz sıcak su ekleyip karıştırdı. Sıcaklığını parmağıyla kontrol ettikten sonra ılık olduğunu anlayınca dizlerini kırarak Xiaoning'in babasıyla aynı seviyeye geldi ve yavaşça pipeti ağzına yerleştirdi.
Babası biraz aceleyle içtiğinden boğulmuş gibi oldu ve suyu ağzından püskürttü. Sular doğrudan Ji Yuheng’in eline sıçramıştı.
Ancak Ji Yuheng'in ilk tepkisi elini silmek değil, babasını oturtarak nefes borusuna su kaçmasını önlemek oldu. Ardından yavaşça sırtını sıvazladı.
Babası öksürmeyi bıraktıktan sonra Ji Yuheng başucundaki peçetelerden aldı ve önce babasının boynunu ardından ağzının kenarlarını dikkatle ve yumuşak hareketlerle sildi.
Baba tamamen kendine geldiğinde her şeyin Ji Yuheng tarafından yapıldığını fark etti ve hemen konuşmak istedi ama yeniden öksürmeye başladı.
Ji Yuheng, onun sırtını nazikçe sıvazlamaya devam ederken aniden üzerlerinde bir çift gözün kendisini izlediğini hissetti. Başını kaldırdığında donup kalmış Xiaoning ve annesinin ona baktığını gördü. Kim bilir ne kadar zamandır bu şekilde bakıyorlardı.
“Merhaba, teyze.” diye kibarca konuştu.
Xu Hanım hemen kendine geldi ve hızla yanına yürüdü. “Evladım, niye bu işleri sen yapıyorsun?”
“Önemli değil.” Ji Yuheng birkaç adım geri çekilerek Xiaoning’in annesine yer açtı.
“Ellerin de üstün de kirlenmiş, çabuk temizle.” Annesi, birkaç peçete uzatırken Xiaoning’e ters bir bakış attı. “Sana bakıcılık yap dedik ama işi Ji Yuheng'e yıkmışsın!”
Xiaoning'in boğazına bir şey düğümlenmiş gibiydi. Annesinin ne zaman geldiğini bile bilmiyordu, sadece her şeyi baştan sona gördüğünü ve ayaklarının yerinden kımıldamadığını fark etmişti.
Ji Yuheng’in elini temizlerken ki sakin hali gözlerinin önünde canlandı. Aralarında gerçek bir bağ yoktu, tüm bunları yapması gerekmiyordu ama yapmıştı.
Annesi, Xiaoning’in hareketsizliğine kızarak hafifçe dürttü. “Hadi, Yuheng'i banyoya götür!”
Tufangning nihayet harekete geçti ama Ji Yuheng çoktan elini temizlemişti. “Gerek yok,” dedi sakin bir sesle.
“Yine de yıkasan iyi olur.” Xiaoning, babasının ağzından çıkan suyun Ji Yuheng’in eline bulaştığını görmüştü. Normal insanlar bundan rahatsız olurdu ama o olmamıştı.
Ji Yuheng, gömleğine sıçrayan lekelere göz ucuyla baktı ve sessizce banyoya yöneldi.
Banyo kapısı kapanır kapanmaz annesi, Xiaoning’i kolundan kendine çekti. “Xiaoning, dinle beni. Bu çocuğu gerçekten beğendim. Az önce babana yaptığı şeyle kesin kararımı verdim, bu çocuk benim damadım olacak!”
Xiaoning’in kafası bomboştu. İçinden "Ona olan borcum giderek artıyor, nasıl ödeyeceğim?" diye geçiriyordu.
“N-ne zamandır buradasın?” diye sordu.
“Epey oldu.”
“Ses çıkarmadın mı?”
Annesi ona ters bir bakış attı. “Sen de ses etmedin ya!”
“...”
Ji Yuheng kısa süre sonra banyodan çıktı.
Annesi, Xiaoning’i önüne itip sanki kızını pazarlıyormuş gibi konuştu. “Yemek yemedin değil mi? Hadi, Ning seni dışarı çıkarsın.”
Bu kez Xiaoning fazla itiraz etmedi ama tam kapıya yönelmişlerdi ki Ji Yuheng duraksayıp, “Gerek yok, annemi görmeye gitmem gerekiyor." dedi.
Xiaoning ancak o zaman hatırladı. Annesi de bu hastanede yatıyordu.
“Bu hastanede mi?” diye sordu annesi.
Ji Yuheng başını salladı.
“Öyleyse ben de ziyaret eedyim.” dedi Xu Hanım.
“Gerek yok, teyze. Amca daha yeni ameliyat oldu, sizin burada olmanız daha önemli.”
Annesi bu kez de Xiaoning’i iterek, “O zaman Ning sen git.” dedi.
Ji Yuheng bir an Xiaoning’e baktı. “Doktorla görüşeceğim, o burada kalsın.”
Xu Hanım başını salladı. “Peki, başka bir gün eşimle birlikte geliriz.”
“Tamam, güzelce dinlenin.”
Büyüklerin karşısında her zamanki gibi nazik ve saygılıydı. Gerçekten yetişkinlerin çok sevdiği bir gençti.
Onun gidişini izlerken annesi derin bir iç çekti. “Tam anlamıyla hayatını güvenle emanet edebileceğin biri.”
Annesi, Xiaoning’in son zamanlarda iyice belirginleşen göz altı morluklarını fark etti ve gece hastanede kalmasını istemedi.
“Ben iyiyim, sen rahat yatamıyorsun, evde iyi dinlen.” dedi Xiaoning, katlanabilir yatağı açarken.
Annesi, eşinin terini silerken, “Hangi rahatlık? Baban buradayken nasıl huzur bulayım?” dedi ve Xiaoning’in beceriksizce battaniye sermesine dayanamayarak ayağa kalktı.
“Kenara çekil.”
Xiaoning, annesinin battaniyeyi düzgünce sermesini izlerken onun sözleri kulaklarında yankılandı. “Sen ve Ji Yuheng epey zamandır birliktesiniz. O gerçekten dört dörtlük bir çocuk. Baban iyileşince ailesini ziyarete gideriz ve düğün meselesini konuşuruz.”
Tu Xiaoning’in başı zonklamaya başlamıştı. “Anne, resmen beni evden kovuyorsunuz!”
“Hayır, sadece Ji Yuheng gibi bir çocuğu kaçırmandan korkuyorum.” Annesi son derece ciddiydi. “Eskiden annesinin sağlığı konusunda endişeliydim ama az önce fikrim tamamen değişti. Bir erkekte en önemli şey nedir biliyor musun? Sorumluluk duygusu. Küçük detaylar insanın karakterini gösterir. Az önce babana karşı sergilediği tutum, eşine de böyle olacağının garantisi. Onunla evlendiğinde asla zor günler geçirmezsin.”
Tu Xiaoning sessiz kaldı. Ji Yuheng'in iyi biri olduğu kesindi ama onların ilişkisi sahteydi.
Annesi konuşmaya devam ederken Tu Xiaoning’in telefonu aniden çaldı. WeChat üzerinden gelen bir sesli aramaydı. Arayan Ji Yuheng’di.
Annesi aceleyle telefonu açmasını söyleyince yanlışlıkla hoparlöre basmıştı.
“Şimdi buraya gelebilir misin?”
Onun ender rastlanan aceleci ses tonu Tu Xiaoning’i istemsizce gerdi.
“Ne oldu?”
“Annemin durumu pek iyi değil.”
Tu Xiaoning donakaldı. Annesinin şaşkın bakışlarına aldırmadan hızla kapıya doğru yöneldi.
Hastane koridorunda koşa koşa Ji Yuheng’in annesinin odasına geldiğinde, onun kapının önünde beklediğini gördü. Yanında Wu Öğretmen ve eşi vardı. Wu Öğretmen gözlüğünü çıkarmış, mendiliyle gözyaşlarını siliyordu. Onu gören Wu Öğretmen titrek bir sesle, “Xiaoning geldin mi?” dedi.
Tu Xiaoning başını sallayarak yanlarına yaklaştı ve cama doğru bakınca içerideki doktor ve hemşireleri fark etti.
“Ne oldu?” diye sordu, nefes nefese.
Wu Öğretmen başını iki yana salladı. “Kanser lenflere sıçramış. Bugün baygınlık geçirdi ve çok acı çekiyor.” Gözyaşlarını tutamayıp tekrar sildi. “Dayanabilecek mi, bilmiyoruz.”
“İyi olacak.” diye çabucak teselli etti Tu Xiaoning.
Ancak Wu Öğretmen gözlerini kapatarak sessiz kaldı.
Tu Xiaoning’in bakışları Ji Yuheng’e kaydı. O, kaşları çatık, ciddi bir ifadeyle odanın içini izliyordu.
Tam ona bir şey söylemek üzereydi ki doktor kapıyı açıp çıktı.
“Durumu pek iyi değil. Yatış pozisyonunu değiştirmeden dinlenmesi gerek. Gruplar halinde içeri girmeniz daha iyi olur.”
Tu Xiaoning’in içini tarifsiz bir hüzün kapladı. Daha önce buraya geldiğinde durumu gayet iyiydi, nasıl bu hale gelmişti?
Wu öğretmen onları dikkatlice süzdü ve elleriyle hafifçe iterek, "Siz ikiniz önce girin. Az önce seni soruyordu, Xiaoning." dedi.
Bu sözleri duyunca, Tu Xiaoning’in kalbi sıkıştı. Ji Yuheng çoktan adımını atmıştı bile, o da hızla ardından yürüdü.
Ji'nin annesi o sırada oksijen tüpüne bağlıydı. Rengi solmuş, yüzünde acıyla büzülen bir ifade vardı. Gelen sesleri duymuş olmalı ki yavaşça gözlerini açtı.
Onu görünce, zayıf dudaklarında zorla bir tebessüm belirdi. "Xiaoning." diye seslendi.
Sesi o kadar hafifti ki bu bile Tu Xiaoning’in kalbini titretti. Bir adım öne atılarak onun soğuk ve zayıf elini sımsıkı tuttu. "Teyze, buradayım." dedi.
Ji'nin annesinin gözlerinde sevgi ve şefkat vardı. Elini kaldırıp Xiaoning’in yanağına dokunmak istiyor gibiydi ama gücü yetmiyordu. Ağır bir şekilde dudaklarını aralayıp yavaşça konuştu. "Sanırım oğlumun eşin olacağın zamanı göremeyeceğim."
Bu sözleri söylerken gözlerinde yaşlar parladı ve yüzüne zoraki bir tebessüm oturdu. Xiaoning’in boğazı düğümlendi. Başını sallayarak, "Olur mu öyle şey." diye fısıldadı.
Ji'nin annesi parmak uçlarıyla onun elinin arkasına dokundu, ardından yanındaki Ji Yuheng’e baktı. Gözlerinde derin bir bağlılık ve ayrılık acısı vardı. "Yuheng, ona iyi bak."
Annesinin bu isteği karşısında Ji Yuheng, sessizce elini annesinin avucuna koydu. "Anne," diye seslendi, sesi kısık ve titrekti.
Ji'nin annesi büyük çaba sarf ederek onların ellerini birbirinin üzerine koydu ve sanki bu anı hafızasına kazımak istercesine dikkatle baktı.
Tu Xiaoning gözyaşlarına artık hakim olamıyordu. Onun ailesi sağlıklı ve mutluydu. Hayatı boyunca hep anne babasının genç olduğunu düşünmüş, ölüm ve hastalığın çok uzak olduğunu varsaymıştı. Ancak şimdi Ji'nin annesiyle karşı karşıya kaldığında, ebeveynlerinin de yaşlandığını ve hastalıkların yavaş yavaş onlara yaklaşacağını fark etti.
Onların hikayesi Ji'nin annesi sayesinde başlamıştı, ama eğer bu güzel insanın hayatı böyle sona erecekse, Xiaoning buna razı olamazdı.
Aniden Ji’nin annesi tekrar konuştu. "Xiaoning, bana bir kez 'anne' diyebilir misin?"
Bu cümle Xiaoning'in göğsüne bıçak gibi saplandı. Gözyaşları arasında başını sallayarak, "Anne." dedi, sesi çatlamıştı.
Ji’nin annesi bu seslenişe hafifçe gülümsedi. "Ah." diyerek yanıtladı, sesi titriyordu.
Xiaoning onun soğuk elini sımsıkı tutarak sıcaklığını hissettirmeye çalıştı.
Ji'nin annesi, "Yuheng, Xiaoning’e iyi davran." dedi.
Xiaoning, Ji Yuheng’e bakmadan da onun başıyla onay verdiğini hissedebiliyordu.
Ji’nin annesi tatmin olmuş görünüyordu. Yorulmuş gözlerini kapatıp, "Wu teyzenizi içeri alın." dedi.
Onlar dışarı çıkar çıkmaz Wu öğretmen aceleyle içeri girdi.
Tu Xiaoning koridordan Wu öğretmenin yarı diz çökmüş vaziyette ağladığını gördü. Bu sahne, kardeşler arasındaki derin bağı açıkça gösteriyordu.
Gözleri giderek bulanıklaşan Xiaoning, Ji Yuheng’in arkasından yalnız ve dimdik duran siluetine baktı. Sanki bir heykel gibiydi, omuzlarında taşınmaz bir yük vardı ve gözleri sanki bir an sonra yok olacak en değerli şeye kilitlenmişti.
Tu Xiaoning onun tarifsiz acısını hissediyordu. Babası taş krizi geçirdiğinde o bile paniğe kapılmışken, Ji Yuheng çok daha derin bir acının içindeydi.
Annesi onun tek yakın akrabasıydı. Eğer annesini kaybederse, Xiaoning bu tür bir acının nasıl bir şey olduğunu hayal bile edemiyordu.
Ona yardım etmek istiyordu, tıpkı onun her seferinde kendisine yardım ettiği gibi. Ama Xiaoning'in elinden ne gelirdi ki? O kadar beceriksizdi ki…
Tam o sırada Ji’nin kaşları tekrar gerildi ve bir anda içeri yöneldi. Wu öğretmen ağlayarak dışarı koştu. "Doktor, doktor!" diye bağırıyordu.
Doktor ve hemşireler koşarak geldi. Hastane odası hızla kalabalıklaştı, aile üyeleri kapının dışında tutuluyordu. Tu Xiaoning’in bedeni giderek soğuyordu.
Ji’nin annesi tekrar bilincini kaybetmişti. Doktorlar acil müdahale yaparken, Ji Yuheng’in bakışları bomboştu. Xiaoning’in onu ilk defa böyle görüyordu.
O her zaman güçlü, karizmatik ve ışık saçan biriydi, şimdiyse ruhsuz bir kabuktan farksızdı.
Aklına onun kendisine yardım ettiği anlar ve Ji’nin annesinin biraz önceki sevgi dolu hali geldi. O an Xiaoning ani bir karar verdi.
Ne zaman Ji’nin yanına geçtiğini fark edemedi. Buz gibi elleriyle onun kolunu sıktı.
Bakışları buluştuğunda, Xiaoning titreyen ama kararlı bir sesle konuştu.
"Evlilik cüzdanımızı alalım."
« Önceki Bölüm Sonraki Bölüm »
Yorumlar
Yorum Gönder