Hidden Marriage in the Office - 27. Bölüm (Türkçe Novel)

 Neon ışıklarla süslenmiş gecede düşünceleri geçmişe kaydı ve üniversite yıllarına döndü.

O yıl üçüncü sınıftayken muhasebe dersini bitirip yurtlarına dönmek üzereydi ki aniden WeChat'ten bir arkadaşlık isteği almıştı.

Profil resminde bir kız vardı ve mesajı şöyleydi. “Sen Tu Xiaoning misin?”

Mesajı önemsemedi, kitaplarını bırakıp erkek arkadaşı Lu Sijing ile akşam koşusuna çıkmayı planlıyordu.

Ancak kısa süre sonra aynı kişi yeniden bir mesaj gönderdi.

“Ben tıp fakültesindenim. Sana bir şey söylemem lazım.”

Tu Xiaoning kaşlarını çatarak isteği kabul etti.

Kız arkadaş olarak eklenmişti ama hemen mesaj atmadı. Bu nedenle Tu Xiaoning dayanamayıp mesaj gönderdi: 【?】

Bir süre sonra karşı taraf nihayet cevap verdi.

【Ben Lu Sijing’in sınıf arkadaşıyım.】

Tu Xiaoning, Lu Sijing’in başına bir şey mi geldi diye endişelendi ve ne olduğunu sormaya hazırlanırken yeni bir mesaj geldi.

【Sana sadece şunu söylemek için ekledim: Onu seviyorum.】

Tu Xiaoning elindeki kitapları sıkıca kavrayarak donakaldı. Yanında sevgilisiyle flört eden Ling Weiyi'ye çarparak durmasına neden oldu.

“Neden birden durdun?” dedi Ling Weiyi burnunu ovuşturarak.

Tu Xiaoning ona bakıp kitaplarını eline tutuşturdu. “Ben arka sahaya gidiyorum. Kitaplarımı yurda götür.”

Ling Weiyi homurdanarak söylendi. “Yalnızca sen mi sevgilince buluşacaksın? Ben ve Qi Yu da buluşacağız!”

Ancak Tu Xiaoning geri dönüp bakmadan hızlı adımlarla uzaklaştı. Ling Weiyi öfkeyle ayağını yere vurdu. “Ben kitaplarla mı buluşacağım?” dedi, ardından Qi Yu’ya bakarak söylendi. “İki kitabım vardı, bununla üç oldu!”

Qi Yu gülerek onu kollarına aldı ve kitapları oda arkadaşına fırlattı. “Tamam, artık kitapları taşımadan buluşabiliriz.” Onun küçük yüzünü sıkıştırarak ekledi. “Tu Xiaoning ve Lu Sijing aynı bölümde değiller, yalnızca akşamları birlikte zaman geçirebiliyorlar. Biz ise yan sınıftayız, sürekli beraberiz. Anlayışlı ol biraz.”

Ling Weiyi burnundan soluyarak kabul etti.

Tu Xiaoning ise WeChat’ten gelen mesajlara bakarak yürümeye devam ediyordu:

【?】

【Sen Lu Sijing’e layık değilsin ama bunu fark etmiyorsun.】

Bu açıkça bir meydan okumaydı ve Tu Xiaoning bunu komik buldu.【Ben layık değilim de sen mi layıksın?】

【Sadece senden daha geç ortaya çıktım o kadar.】

【Şu anda onun kız arkadaşı kim farkında mısın?】

【Ee, ne olmuş? Sevgililik evlilik değil ki. Gelecekte kimin kiminle olacağı belli olmaz.】

Tu Xiaoning, Lu Sijing ile ilişkisinde daha önce de rakiplerle karşılaşmıştı ama böylesine açıkça meydan okuyan biriyle ilk kez karşılaşıyordu.

Cevap vermeyi bırakıp arka sahaya gitti. Kısa sürede karanlıkta koşan Lu Sijing’in rüzgâr gibi geçen siluetini gördü. Bu kez onun adımlarına eşlik etmek yerine doğrudan telefonunu çıkarıp aradı.

Lu Sijing nefes nefese telefonu açtı. “Dersten çıktın mı?”

“Gel buraya, saha girişinde bekliyorum.”

Bir süre sonra arkasından aceleci adım seslerini duydu.

“Ne oldu?” Spor tişörtü terle ıslanmış, sırtı neredeyse tamamen su içindeydi. Alnında biriken ter damlaları, soluk alıp verişiyle birlikte yavaşça yere damlıyordu.

Gözlerinde yumuşak bir ifade vardı. Onun suratsız ve mutsuz halini görünce elini kaldırıp saçlarını karıştırmak istedi. “Kim seni kızdırdı?”

Tu Xiaoning başını geri çekerek doğrudan telefonunu ona attı. “Kendin bak.”

Lu Sijing kaşlarını kaldırarak merakla telefonu açtı ve bir süre baktıktan sonra gülümsedi.

Onun bu tepkisi Tu Xiaoning’e aşırı sinir bozucu geldi. “Çok mu komik sence?”

Lu Sijing telefonu ona geri verdi. “Ben de ciddi bir şey oldu sandım. Meğer mesele bu muymuş?”

Tu Xiaoning onun bu kayıtsız tavrını hiç sevmezdi. “Tek diyeceğin bu mu yani? Demek senin için önemi yok?” Sesi bir anda yükseldi.

Lu Sijing, onun böyle aşırı tepki vermesini beklememişti. Çevreden geçen öğrenciler onlara bakmaya başlamıştı. Onu kolundan tutup biraz kenara çekti ve kaşlarını çatarak, “Ama ben insanların bana âşık olmasını engelleyemem ki.” dedi.

Tu Xiaoning, onun yüzünde en ufak bir değişiklik bile olmadığını görünce içindeki kızgınlık daha da büyüdü. “Demek bu durumdan memnunsun, öyle mi?”

Lu Sijing tişörtünü yukarı kaldırıp terini sildi, sonra biraz sıkılarak, “Peki, ne yapmamı istiyorsun? Sınıf arkadaşımla aramı mı bozayım? Her gün aynı sınıfta yüz yüze geliyoruz sonuçta.” dedi.

Tu Xiaoning’in sesi yavaşça soğudu. “Lu Sijing, sana sadece şunu soruyorum: Bu durumu çözebilir misin?”

Loş ışık altında Lu Sijing’in yüz ifadesi net görünmüyordu ama açıkça çok bezgin olduğu belliydi. “Xiaoning, saçmalama.”

Tu Xiaoning bir süre sessizce ona baktı. Bu bakış, yıllardır birlikte olduğu adamın bir yabancıya dönüştüğünü hissettiği anlardan biriydi. Sanki onun iki yıldır hiç değişmediğini, hep aynı kaldığını fark etmişti.

Aniden arkasını dönüp yürümeye başladı. Lu Sijing ise peşinden gelmedi.

Bu olay uzun bir soğuk savaşı başlattı. Lu Sijing hiç oralı olmadan günlerce onunla konuşmadı.

Bir gün derse giderken oda arkadaşı ona Lu Sijing’in ileride olduğunu söyledi. Başını kaldırıp baktığında başka biriyle gülerek sohbet ettiğini gördü. Yanında duran kişi ise o WeChat'ten yazan kızdan başkası değildi.

Aralarındaki mesafe çok yakındı ve etraftaki kimseyi umursamadan konuşuyorlardı. Sanki çevrelerindeki her şey fazlalıktı.

Oda arkadaşı bir şeyler söylüyordu ama Tu Xiaoning artık dinlemiyordu. Sadece o kısa mesafeyi aşmanın ne kadar zor olduğunu düşünüyordu. Sonbahar rüzgârı yüzüne vurup onu üşütürken aklında yalnızca tek bir kelime yankılanıyordu: Ayrılık.

O gün ilk kez bu ilişkiyi bitirmeyi düşünmüştü çünkü artık yorulduğunu hissediyordu.


**


Düşünceleri dağılıp gerçek dünyaya döndüğünde araba kendi sitelerinin girişine ulaşmıştı.

Yanındaki Ji Yuheng'in yan profili sokak lambalarının aydınlattığı yerde net şekilde seçiliyordu.

Bu adam kimlerin gençlik yıllarına iz bırakmıştı acaba? Öğrencilik döneminde kaç kişinin kalbini çalmış olabilirdi? Muhtemelen Lu Sijing'den aşağı kalmazdı.

Arabadan inerken Tu Xiaoning biraz mahcup bir ifadeyle konuştu. “Kusura bakma, seni iki defadır aynı yere götürüyorum. Yine mantı yedik.”

“Önemli değil, aslında ben de sevdim.” dedi Ji Yuheng sakin bir şekilde.

“Bir dahaki sefere mekanı sen seç.”

“Acelesi yok, okulunun yakınında daha birçok atıştırmalık dükkanı var. Yavaş yavaş hepsini deneyebiliriz.”

Tu Xiaoning kısa bir duraksamanın ardından gülümsedi. “Evet.” Kapıyı açıp indi. “Görüşürüz.”

“Görüşürüz.”

İkisi de sanki sözleşmiş gibi kapı girişindeki o tatsız olayı bir daha açmadı.

Tu Xiaoning artık tek isteğinin hemen uyuyup hiçbir şey düşünmemek olduğunu hissetti. Bugün yaşananların hepsi tıpkı geçmişteki bazı ilişkiler gibi yavaş yavaş unutulacaktı.

Eve döndüğünde annesi salonun ortasında gözleri kıpkırmızı bir halde bekliyordu.

“Baban böbrek taşı yüzünden yine ağrı çekiyor. Onu hastaneye gitmeye ikna edemiyorum.” dedi endişeyle.

Tu Xiaoning babasının koltuğa uzanmış hâlini görünce paniğe kapıldı. Babası karnını tutuyor, yüzünden terler akıyordu.

Çantasını hemen kenara fırlatıp babasının alnını yokladı. “Baba, ateşin çok yüksek.”

Babası kısık bir sesle, “Önemli değil, biraz yatarım geçer.” dedi.

Açıkça acı çekmesine rağmen hâlâ umursamaz görünüyordu. Tu Xiaoning kaşlarını çattı. “Olmaz, hastaneye gitmemiz lazım.”

Dönüp babasının araba anahtarını aldı ve annesine seslendi. “Ben arabayı hazırlamaya gidiyorum. Hemen babamı aşağı indir.”

Fakat aşağı indiğinde şaşkınlıkla donup kaldı. Babası arabayı yeşil alanın içine park etmişti ve arabanın arkasında başka bir araç vardı. Araç tamamen çıkış yolunu kapatıyordu.

Tu Xiaoning hemen fotoğraf çekip site grubuna gönderdi. Arabanın çekilmesini rica etti ama kimse cevap vermedi.

Çaresizce Didi uygulaması üzerinden taksi çağırdı. Fakat istek gönderildiği hâlde uzun süre kimse kabul etmedi.

Bu sırada annesi arayıp ağlamaklı bir sesle konuştu. “Xiaoning, baban bayıldı.”

Tu Xiaoning’in zihninde bir patlama oldu. Telefonu sımsıkı tutarak geri eve doğru koşmaya başladı.

Şimdi hemen bir araç bulması gerekiyordu.

Didi isteğini göndermişti ama hâlâ yanıt alamamıştı. Eve vardığında babasını solgun yüzüyle baygın bir hâlde koltukta yatarken buldu.

Annesi titreyen bir sesle “Araba ne oldu?” diye sordu.

“Komşunun arabası yolu kapatmış.” dedi Tu Xiaoning.

Annesi paniğe kapıldı, ellerini birbirine vurup kendi kendine mırıldandı. “Ne yapacağız, ne yapacağız?”

Tu Xiaoning derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalıştı. O sırada aklına Ji Yuheng geldi. Henüz çok uzaklaşmış olamazdı.

Hemen telefonunu açarak WeChat üzerinden ona mesaj göndermek yerine doğrudan sesli arama başlattı.

Ji Yuheng hemen açtı. Tu Xiaoning hızla konuştu. “Babam bayıldı, arabayı yerinden çıkaramıyorum. Buraya gelebilir misin?”

Gerçekten uzaklaşmamıştı çünkü çok kısa sürede geldi.

Annesi yol boyunca sessizce gözyaşlarını sildi. Arabanın içindeki hava kasvetliydi.

Tu Xiaoning’in kalbi de ritmik olarak iniş çıkışlar yapıyordu. Asansörsüz eski binada baygın hâlde babasını annesiyle birlikte taşımak gerçekten çok zor olmuştu. Neyse ki Ji Yuheng zamanında gelmişti ve babasını sırtına alıp hızla aşağı indirmişti.

İşte o an Tu Xiaoning, bir erkeğin varlığının ne kadar önemli olabileceğini fark etti.

Hastanenin acil bölümüne ulaştıklarında doktor muayene ettikten sonra babasının böbrek taşına bağlı olarak bayıldığını doğruladı.

Doktor durumu açıkladı. "Hastanın her iki böbreğinde de taş birikimi var. Şiddetli ağrı nedeniyle tansiyonu düşmüş ve bu da şoka yol açmış. Önce serumla iltihap giderilecek. Mikrocerrahi operasyonu bir an önce yapmanızı tavsiye ediyoruz."

"Yapalım, yapalım." diye aceleyle onayladı annesi.

"Bugün yatış işlemlerini ayarlayalım. Ameliyat öncesi bazı testler yapılması gerekiyor. Yakını olan biri gidip işlemleri halletsin." Doktor elindeki dosyayı onlara uzattı.

Tu Xiaoning daha elini kaldıramadan Ji Yuheng ondan önce davrandı.

"Yatış bölümüne geçin, işlemleri ben hallederim."

Tu Xiaoning bir şey söylemek için ağzını açtı ama annesinin hâlâ kızarıklığı geçmemiş gözlerine bakınca susup hastane görevlisinin ittiği sedyeyi takip etti. Bu durumda annesini yalnız bırakamazdı.

"Yıllardır ona yemeğine dikkat etmesini, sigara içip alkol almamasını söyledim ama dinlemedi. Bak işte şimdi, birkaç taş yüzünden neredeyse hayatını kaybediyordu." diye hıçkırıklarla sitem etti annesi.

Tu Xiaoning, babasının ter içinde yatan hâline sessizce bakarak annesine birkaç mendil uzattı.

Hastane odasına yerleştikten sonra babası serum alırken Tu Xiaoning, Ji Yuheng’e odanın yerini haber vermeyi unuttuğunu fark etti. Tam telefonunu eline almıştı ki kapı açıldı. Gelen Ji Yuheng'di.

Telefon hâlâ elindeydi. Onun odayı nasıl bulduğunu anlayamamıştı.

"Gerçekten zahmet verdik sana, Ji Yuheng." dedi annesi mahcup bir ifadeyle.

"Hiç sorun değil." dedi Ji Yuheng rahatça. Babasının durumunun iyiye gittiğini görünce o da derin bir nefes aldı ve ardından Tu Xiaoning'e baktı.


Tu Xiaoning de artık o önceki dağılmış hâlinden sıyrılmıştı.. Sanki söylemek istediği bir şey vardı ama duraksıyordu.

"Geç oldu, artık evine dön Ji Yuheng," dedi annesi nazikçe. "Hem daha nişanlı bile değilsiniz, geceyi burada geçirmene izin veremem." Sonra Tu Xiaoning'e dönerek ekledi. "Xiaoning, Yuheng'i dışarı kadar geçir."

Tu Xiaoning başını salladı ve Ji Yuheng'le birlikte dışarı çıktı. Şu an koridorda sadece ikisi vardı, sessizlik içinde yalnızca adımlarının sesi yankılanıyordu.

"Hastane masrafı ne kadar tuttu? Sana birazdan WeChat'ten yollarım." dedi aniden Tu Xiaoning.

"Yarın işe biraz geç gel." dedi Ji Yuheng beklenmedik bir şekilde.

Tu Xiaoning'in adımları hafifçe durakladı. O da adımlarını yavaşlattı ve yumuşak bir sesle devam etti. "Ayrıca Rao Jing'e de mesaj at. O sonuçta senin sorumlun."

Bugün yaşanan olayların yoğunluğu mu, yoksa gerçekten yorgunluğu mu etkili olmuştu bilinmez ama onun güçlü sesi Tu Xiaoning'in kalbindeki kırılgan noktaya dokundu.

Burnu sızladı, gözleri dolmaya başladı.

Adımları yavaşlarken aniden tamamen durdu.

Ji Yuheng de durarak ona baktı. Ne olduğunu soracak gibiydi ki Tu Xiaoning'in boğuk sesi duyuldu.

"Ji Yuheng, bana bu kadar iyi davranma. Yoksa sana nasıl karşılık vereceğimi bilemem."

Yorumlar