Hidden Marriage in the Office - 26. Bölüm (Türkçe Novel)

Arabanın arkasında giderek küçülen ve sonunda bir noktaya dönüşüp kaybolan “DR” logosu gözden silinmişti.

“Az önceki olay için üzgünüm.” Tu Xiaoning’in sesi biraz kısıktı.

Yol kenarındaki ışıklar Ji Yuheng’in yüzüne vuruyor, gölgeler bir görünüp bir kayboluyordu. Onun ifadesini seçmek imkânsızdı.

Tu Xiaoning ekledi. “Teşekkür ederim, yine bana yardım ettin.”

Bu üçüncüye oluyordu. Artık bu borcu nasıl ödeyeceğini düşünmekten başı ağırıyordu.

“Nezaket gereği.”

Onun ne demek istediğini anladı ama yine de bir ast olarak açıklama yapma gereği duydu.

“Bir daha böyle şeylerin iş yerinin önünde yaşanmamasına dikkat edeceğim.” Düşündü ve düzeltti, “Gerçi artık böyle bir şey söz konusu değil. Onunla çoktan bitirdik.”

“Gerçekten mi? Yoksa sadece sen mi öyle sanıyorsun?” Ji Yuheng’in sesi bir dış gözlemcininki gibiydi.

Tu Xiaoning hızla kayıp giden yol kenarına baktı ve onu bu anın tek dinleyicisi olarak gördü.

“Birçok üniversite çiftinde olduğu gibi biz de çeşitli sebeplerden mezun olduktan kısa süre sonra ayrıldık. Başkaları ne düşünür bilmiyorum ama benim için eğer ayrıldıysak bir daha görüşmemeliyiz. Kopuk ilişkiler sadece insanları karmaşaya sürükler ve çözülmesi imkânsız bir döngü yaratır. Bunun yerine tamamen yolları ayırmak daha iyi.”

Ji Yuheng’in gözlerinde bir anlık şaşkınlık gördü ama belki de bu onun hayaliydi.

“İş konusunda böyle bir farkındalık göstermiyorsun.” Onun bu sözüyle konunun başka bir yere çekileceğini anladı.

Ve gerçekten de konu değişmişti.

“Rao Jing ve Zhao Fanggang ile çalıştın. Ne düşünüyorsun?”

Bu sırada Tu Xiaoning iş konuşmayı daha çok tercih ederdi. “Tarzları farklı. Her birinin öğrenilecek yönleri var.”

Ji Yuheng’in yorumları kısa ve derindi. “Zhao Fanggang uyanık biridir. Bazen biraz fazla gevezelik etse de pazarlamada bu tür insanlara ihtiyaç var. Rao Jing ise daha olgun ve sakin. Kendi avantajlarını çok iyi kullanıyor.”

“Peki ya sen?” diye sordu Tu Xiaoning.

Ji Yuheng hafifçe gülerek, “Belki de müşterileri kandırıyorumdur.” dedi.

Tu Xiaoning şaşkınlıkla sordu: “Gerçekten mi?”

“Hayat bir satranç tahtasıdır ve herkes bu oyunun bir parçasıdır.”

O an onun yüzüne bakarken bu adamın derinliğine bir türlü ulaşamadığını düşündü.

Derken telefonu çaldı. WeChat’ten gelen mesaj yine Ling Weiyi’dendi.

[Okuldaki mantıcıdayım. Geliyor musun?]

Tu Xiaoning bir süre düşündü ve Ji Yuheng’e döndü: “Şey... En yakın arkadaşım beni yemeğe çağırdı. Beni şurada indirebilir misin?”

“Nerede?”

“İleride olur.”

Ji Yuheng ona kısa bir bakış attı. “Ben yerin adını sordum.”

“Şey... bizim okul,” dedi Tu Xiaoning çekinerek.

Bunun üzerine Ji Yuheng doğrudan arabayı okula sürdü.

“Yol kenarında bırakabilirsin, ben kendim giderim.” dedi Tu Xiaoning emniyet kemerini çözerken.

Ancak Ji Yuheng arabayı durdurmadı, sadece sakin bir şekilde, “Ben de yemek yemedim.” dedi.

Bu şekilde, ikili beraber mantı dükkânına geldi. Ne de olsa Tu Xiaoning ona hâlâ iki öğün borçluydu.

Ji Yuheng’i ilk kez gören Ling Weiyi'nin heyecandan gözlerinden adeta yıldızlar fışkırıyordu.

“Tu Xiaoning, nasıl bir şans bu böyle? Böyle bir seviyeyi görücü usulüyle mi buldun? Resmen piyango vurmuş sana!” diye kulağına fısıldadı. Eğer Ji Yuheng karşılarında oturmasaydı, muhtemelen çığlık atacaktı.

Tu Xiaoning, Ji Yuheng’i yanında getirdiğine pişman olmuştu bile. Ling Weiyi’nin tepkisini tahmin etmişti. Gergin bir şekilde gülümseyerek bir an önce siparişin gelmesini diliyordu ki onun ağzını kapatsın.

“Demek ki bu yüzden daha önce gizleyip saklıyordun.” dedi Ling Weiyi gözlerini Ji Yuheng’e dikerek. İçinden hayranlıkla, 'İşte bu gerçekten okulun yıldızı olmuş. Eski okulumdakş tipler bunun yanında fos kalıyor.' diye geçirdi.

“Benim yanıma yemeğe bile getirdiğine göre çıkıyor musunuz?” diye alçak bir sesle sordu.

Tu Xiaoning aslında açıklama yapmayı düşünüyordu. Ancak Ling Weiyi’nin geveze ağzından annesine kadar laf taşınacağını bildiğinden vazgeçti ve ileride uygun bir fırsatta anlatmayı planladı.

Ling Weiyi sessizliğini onay kabul ederek Tu Xiaoning’in sırtına sertçe vurdu. Tu Xiaoning’in elindeki su bardağı yarıya kadar dökülmüştü.

“Be adam! Madem sevgilisiniz, baştan söyleseydin ya! Ben de az önce nazik konuşmaya çalışacağım diye resmen canım çıktı!”

Tu Xiaoning suyla boğulacak gibi oldu ve öksürmeye başladı. Ling Weiyi ise yaptığı gafın farkına vararak Ji Yuheng’i ürkütmemek için toparlanmaya çalıştı. “Kusura bakma, biz kaba insanlar bazen böyle içten konuşuyoruz.” dedi mahcup bir şekilde.

Ji Yuheng birkaç peçete uzattı ve gülümseyerek, “Sorun değil.” dedi. İş yerindeki ciddiyetinden sıyrılmış, dingin ve sıcak bir hava yayıyordu.

Ling Weiyi hemen kendini tanıttı. “Ben onun yakın arkadaşı Ling Weiyi’yim. Üniversitede dört yıl boyunca birbirimize destek olduk.”

“Merhaba, ben Ji Yuheng.” dedi Ji Yuheng, sesi huzur doluydu.

“Xiaoning, senin A Üniversitesi’nden olduğunu söyledi.” diye laf atmaya devam etti Ling Weiyi.

Tu Xiaoning zor bela öksürüğünü bastırmıştı ama artık keşke tamamen boğulsa daha iyi olurdu diye düşünüyordu. Ji Yuheng’in gözlerinde hafif bir gülümseme belirdi. “Başka ne söyledi?”

Ling Weiyi dostunu satmaktan çekinmedi. “İkinizin ortaokulda aynı okuldan olduğunu ve senin okulun en yakışıklısı olduğunu anlattı.”

Tu Xiaoning masaya sertçe vurdu. “Garson!”

Ling Weiyi ve Ji Yuheng ona şaşkınlıkla baktılar.

“Buyurun!”

“Mantılar hemen gelsin lütfen!”

“Tamam, beş dakikaya hazır.”

“Önce erişteleri getirin!”

“Tamam, birazdan getiriyoruz.”

Ling Weiyi ona yan gözle bakarak, “Çok mu açsın?” diye sordu.

Tu Xiaoning dişlerini sıkarak, “Çok—aç—ım!” dedi.

Ling Weiyi gözlerini devirdi ve konuşmaya devam etti. “Xiaoning, senden yarım yaş küçüğüm. O zaman artık ona enişte mi desem?”

Tu Xiaoning o an gerçekten onun ağzını kapatmayı hayal etti.

Ji Yuheng ise olayı bozmadı ve oldukça uyumlu bir şekilde, “Nasıl istersen.” dedi.

Ling Weiyi bu yanıttan memnundu. Ji Yuheng’in buz gibi bir tip olmadığını, gayet anlaşması kolay biri olduğunu düşündü.

“Geldi, geldi!” diye bağırdı dükkân sahibi sonunda mantıları ve erişteleri getirerek.

Tu Xiaoning rahat bir nefes aldı. Sonunda Ling Weiyi susacaktı. Mantıların kokusunu alarak gerçekten acıktığını fark etti. Tek kullanımlık çubukları açtı ve hemen bir tane almaya niyetlendi ama önce çubukları Ji Yuheng’e uzattı.

Ji Yuheng kaşlarını hafifçe kaldırdı. Tu Xiaoning bir sepet mantıyı ona doğru itip, “Sıcakken daha lezzetli.” dedi.

Bu sahne Ling Weiyi’nin gözünde âdeta romantik bir film sahnesi gibiydi ve üzerine resmen kıskançlık yağmış gibi hissetti.

Benim çubuğumu daha önce hiç açmamıştı, resmen erkeklere torpil geçiyor bu arkadaş.

Belki de gerçekten çok acıkmıştı, Tu Xiaoning o gün biraz fazla mantı yedi. Ling Weiyi onun iştahına şaşkınlıkla bakarak, Ji Yuheng fark etmeden yanına sokuldu. “Sevgilinin yanında biraz ağırbaşlı olamaz mısın?” diye fısıldadı.

“Zaten sen benim imajımı mahvettin, ağırbaşlılık kaç para ediyor ki artık?”

Ling Weiyi dudak bükerek bir mantı kaptı ama ağzına götürürken dilini yaktı. “Off! Resmen yandım!” diye bağırarak elindeki su bardağını kaptı ama o da sıcaktı. Elini yelpaze gibi sallamaya başladı.

“Ben su almaya gidiyorum.” dedi Ji Yuheng çubukları bırakarak. Sonra dışarı çıktı.

“Tam bir centilmen.” diye mırıldandı Ling Weiyi hayranlıkla.

“Konuşabiliyorsan demek ki yeterince yanmamışsın.” diye karşılık verdi Tu Xiaoning.

Ling Weiyi ona gözlerini devirdi ve bir şey hatırlamış gibi devam etti. “Bu arada, Lu Sijing’i engelledim. Çok takıntılı, baş edemiyorum artık.”

Tu Xiaoning’in çubukları havada kaldı. “Bugün şirketin önüne geldi.”

“Ne?” Ling Weiyi şaşırdı. “Sakın bana iş çıkışında eski sevgilinle okulun en yakışıklısının seni almaya geldiğini söyleme!”

Tu Xiaoning biraz duraksadıktan sonra başını salladı.

Ling Weiyi yüzünü kapadı. “Yeni aşk eski aşkla karşılaşmış. Bundan daha klişe ne olabilir?”

Tu Xiaoning başını eğerek, “Zaten ortam çok gergindi.” dedi.

Ling Weiyi iç çekti. “Peki bu Ji Yuheng meselesi ne? Bu sefer ciddi misin?”

Tu Xiaoning küçük tabağındaki sirkeyi karıştırarak başını öne eğdi. “Henüz net bir şey yok. Onunla aynı dünyadan değil gibiyiz.”

“Saçmalama.” dedi Ling Weiyi çubuklarını masaya vurarak. “Herkes böyle biriyle tanışmak için şans arıyor. Artık yaşın da geldi, düzgün bir ilişki yaşa, insanları boş yere oyalama.”

“Onu nasıl oyalamaya cesaret edebilirim ki?” diye karşılık verdi Tu Xiaoning çubuklarını ona doğru savurarak.

“Her şeyiyle mükemmel biri. Senin memnun olmadığın ne var? Böyle biri bir kez karşına çıkar. Onu kaçırırsan, diğer kadınlar anında kapar, eve bağlar ve baş tacı yapar. Bundan haberin var mı?”

“Biliyorum.” Bu konuda emindi çünkü Ji Yuheng’in ne kadar dikkat çekici olduğu ortadaydı.

Ling Weiyi onun sessizliğini görünce bir şey fark etti. Masaya vurarak, “Seni o Lu Sijing denen herif yaraladı değil mi? Üniversitede seninle çıkarken bile peşinden koşan kızlarla flört ediyordu. Bu yüzden hep huzursuzdun. O zamandan beri hep diyordun ya ‘Bir daha asla yakışıklı bir adamla birlikte olmam, çünkü onlar çok fazla ilgi çekiyor ve insanı güvensiz hissettiriyor’ diye.” dedi.

“Geçmişi kurcalamayı bırak artık.”

Ling Weiyi, onun yarasına daha fazla tuz basmadan konuyu değiştirerek ekledi. “Ama bu Ji Yuheng biraz fazla yakışıklı olsa da bana güvenilir biri gibi geliyor.”

Tu Xiaoning ona yan bakarak dudak büktü. “Sen falcı mısın? Daha bir kere görüp hemen karar verdin?”

Ling Weiyi omuz silkti. “Kadınların sezgileri işte.”

Tam o sırada Ji Yuheng elinde iki su şişesiyle birlikte geri geldi.

İkisi de hemen sustu. Ling Weiyi şişelerden birini alırken neşeyle gülümsedi. “Teşekkürler, enişte!”

“Rica ederim.” Ji Yuheng, diğer şişeyi açıp Tu Xiaoning’e uzattı.

Tu Xiaoning şaşırdı. “Sen içmeyecek misin?”

“Önce sen iç.”

Ling Weiyi, bu sahneyi izlerken bir kez daha dolaylı yoldan 'ilişki' mesajına maruz kaldığını hissetti.

“Ah be! Aynı suyu içiyorsunuz resmen, Tu Xiaoning, az önce bana masum numarası yapıyordun!”

Ling Weiyi daha da ileri giderek alaycı bir sesle ekledi. “Enişte, ona şişe kapağını açmana gerek yok. Üniversitede biz ona ‘Güçlü Ning’ derdik. Yurt dördüncü kattaydı ve o tek başına koca bir damacanayı yukarı taşıyabiliyordu. Efsane güçlüdür!”

Tu Xiaoning neredeyse ağzındaki suyu püskürtecekti.

Ji Yuheng ise görünüşe göre bu hikâyeden oldukça keyif almıştı. Bakışlarını Tu Xiaoning'e çevirerek sordu. “Gerçekten mi?”

“Evet! Üniversitede biz ona hep ‘Kral Ning’ derdik!” Ling Weiyi abartarak anlattı.

Tu Xiaoning daha fazla dayanamayarak sesini yükseltti: “Patron!”

“Evet!”

“Hesap lütfen!”

“Tamam, hemen getiriyorum!” Patron, yoğunluktan ter içinde kalmıştı ve aynı masadan iki kez uyarı almanın şaşkınlığını yaşıyordu.

Dönüş yolunda Ji Yuheng, Ling Weiyi’yi de bırakmak için kibar bir şekilde ona eşlik etti. Bu durum, Ling Weiyi’nin daha fazla hayran kalmasına neden oldu ve eve döndüğünde Tu Xiaoning’e sürekli mesaj atmaya başladı.

【Haydi evlen şu adamla artık!】

【Yat uyu sen!】 Tu Xiaoning, onun bu tavrını fazla abartılı buldu ve sadece bu mesajı yazarak telefonu çantasına fırlattı.

“Benim arkadaşım biraz deli doludur, dobra konuşur ama fazla şey anlatırsan hemen anneme yetiştirir, bu da başımı ağrıtır.” diye Ji Yuheng’e açıklama yaptı.

“Bence iyi biri. Böyle arkadaşlıklar kıymetli, biz üniversite arkadaşlarımızla sık sık buluşamıyoruz çünkü çoğu C şehrinde değil.” dedi Ji Yuheng, konuyu başka bir yöne çekerek.

Tu Xiaoning, Wu öğretmenin daha önce söylediklerini hatırladı. Ji Yuheng aslında A şehrinde kalıp çalışabilirdi ama annesi yüzünden C şehrine dönmüştü. Onun gibi bir yeteneğin olması gereken yer elbette ki elitlerin toplandığı A şehriydi.

Sokak lambalarının ışığı bazen yüzüne vuruyor, bazen karanlıkta kayboluyordu. Tu Xiaoning, yanındaki adamın kusursuzluğu karşısında eleştirecek bir şey bulamıyordu.

Ling Weiyi’nin sözleri birden zihninde yankılandı.

—“Onu kaçırırsan diğer kadınlar anında kapar, eve bağlar ve baş tacı yapar. Bundan haberin var mı?”

Başarılı bir kariyeri, aile büyüklerinin sevgisini kazanmış hali ve düzgün hayat görüşleriyle Ji Yuheng, gerçekten ideal bir evlilik adayı gibi görünüyordu.

Ancak bu düşünce zihnine gelir gelmez Tu Xiaoning irkildi. Deli olduğunu düşündü ve hemen pencereden dışarı bakarak bu saçma fikri kafasından kovdu.


Yorumlar