Hidden Marriage in the Office - 21. Bölüm (Türkçe Novel)

Büyük müdür konuştu, yeni müdür konuşmasını yaptı, ardından şube müdürleri ve insan kaynakları özet geçtiler.

Toplantı boyunca Tu Xiaoning'in kulakları uğuldayıp durdu, her şey puslu gibiydi.

Sonunda Tu Xiaoning de herkesle beraber adeta bir makine gibi alkışlamaya başladı.

“Ji Yuheng, şimdi Genişleme Birimi'nin sorumluluğunu sana devrediyorum.” Mikrofonu kapatan büyük müdür, bakışlarını ona yöneltti.

“Zamanla size tatmin edici bir cevap sunacağımdan eminim.” dedi, az ama öz konuşarak.

Büyük müdür, umut dolu bir bakışla omzuna dokundu ve yanındakilerle birlikte toplantı salonundan ayrıldı.

Şimdi devasa toplantı odasında yalnızca Genişleme Birimi kalmıştı.

Karşısında oturan kişi artık onun doğrudan amiri olan yeni müdürüydü. Daha önce bu odada yine yüz yüze geldiklerinde, o sadece denetim bölümünün bir temsilcisiydi. Ama şimdi kısa sürede konumu tamamen değişmişti.

Tüm ekip sessizlik içinde diken üstünde oturuyordu.

Karşılarında oturan adam, toplantı masasının etrafındakileri tek tek süzerken elindeki kalemle masaya düzenli aralıklarla vurarak ritmik bir ses çıkartıyordu.

Birden ses kesildi ve kalemi not defterinin üzerine bıraktı.

Onun net ama nazik sesi duyuldu. “İlk kez bir araya geliyoruz. Gelin birbirimizi tanıyalım.” Sandalyesini hafifçe geriye çekip daha rahat bir oturuşa geçti. “Benim adım Ji Yuheng. 'Ji' anı temsil eder, 'Yuh' yükselen güneşi, 'Heng' ise sürekliliği. Daha önce finansal denetim kurumu bünyesinde görev yapıyordum. Belki DR binasında geçtiğimiz aylarda birbirimizi görmüşüzdür. Ama bugünden itibaren omuz omuza çalışacağız.”

Söz hakkını çalışanlara bıraktı.

Bazı erkek çalışanlar birbirine bakarak sessizce oturdular. Eski müdürlerinden çok daha genç olan bu kişiyi belli ki pek ciddiye almıyorlardı.

Sessizliği ilk bozan Rao Jing oldu. “Ben Rao Jing. Mezun olduktan sonra DR'ye girdim ve sekiz yıldır firma müşteri yöneticisi olarak çalışıyorum. Aynı zamanda Genişleme Birimi'nin takım lideriyim.”

Ji Yuheng sabırla dinledi. Rao Jing, yüzünde tanıdık bir gülümsemeyle devam etti. “Ji müdür, sanırım beni hatırlıyorsunuzdur?”

Onun ifadesi sakin ve tepkisizdi ama bu bir tür onay gibiydi.

Rao Jing’in gülümsemesi biraz daha derinleşirken diğer erkek çalışanlar da peş peşe kendilerini tanıttılar 

Son olarak sıra Tu Xiaoning'e geldi.

Başını eğen Tu Xiaoning onun bakışlarını hissedebiliyordu. “Adım Tu Xiaoning. Müşteri yönetimi asistanıyım. Yakın zamanda gişe yöneticiliğinden buraya atandım ve şu anda Rao abladan işi öğrenmeye çalışıyorum.”

Sözleri biter bitmez Ji Yuheng’in derin ve sakin sesi duyuldu. “Tu Xiaoning dışında burada bulunan herkes beş yıl ve üzeri deneyime sahip firma müşteri yöneticileri. Hem iş deneyimi hem de çalışma süresi bakımından sizler benim kıdemlim sayılırsınız. Buraya yeni katıldım, bundan sonra sizlerin desteğine ihtiyacım olacak.”

Rao Jing hemen araya girdi. “Asıl siz bizi destekleyeceksiniz, Müdür Ji.”

Erkek çalışanlar ise yalnızca “Estağfurullah” diyerek geçiştirdiler.

Tu Xiaoning, erkek çalışanların yüzündeki kayıtsız ifadeyi fark etti. Rao Jing'in daha önce söylediği gibi, hepsi işin inceliklerini bilen kişilerdi ve bu genç yöneticiye karşı açık bir hoşnutsuzlukları vardı.

Gergin bir hava oluştu. Ji Yuheng saati kontrol etti ve not defterini kapatarak konuştu. “Bugün tanışma günü. İş konuşmayalım. Eğer uygunsanız akşam birlikte bir yemek yiyelim.”

Ancak kimse olumlu yanıt vermedi.

Kısa bir sessizlikten sonra erkek çalışanlar ya fazla işlerinin olduğunu ya da ailevi nedenlerle katılamayacaklarını söylediler.

Rao Jing de bir müşteriyle randevusu olduğunu belirterek nazikçe reddetti.

Tu Xiaoning bile meslektaşlarının bu soğuk tavrını hissederken Ji Yuheng sakinliğini koruyarak hafifçe gülümsedi. "O halde başka bir zaman gideriz.” dedi ve ayağa kalkarak kalemi ve defterini eline aldı. “Birazdan hepinizle WeChat üzerinden iletişim kuracağım ve sizi bölümün iş grubuna davet edeceğim. Lütfen gelişmeleri takip edin.”

Tu Xiaoning, onun uzaklaşan siluetine baktı. Giderken de gelirkenki gibi dingin görünüyordu ama yeni ekibi tarafından kabul edilmediği açıktı.

O uzaklaşır uzaklaşmaz erkek çalışanlar masaya vurup alaycı gülüşlere boğuldular.

“Banka adam mı bulamıyor? Daha bıyığı terlememiş birini müdür yapmışlar!”

Bir diğeri kalemini masaya fırlattı. “Denetim biriminden gelmişmiş. Güler misin ağlar mısın? Onlar ancak belge incelemeyi bilir, başka ne işe yararlar ki? Şimdi buraya gelip bizimle teorik bilgilerle iş yapmaya mı kalkacak? Böyle giderse yarın Merkez Bankası'ndan birini, ertesi gün Finansal Ofis’ten birini getirip müdür yapmazlar mı?”

“DR çalışan alımında yüksek standartlara sahipmiş derler ama bakıyorum yönetici alımı tam tersi. Bu adam denetim biriminde efendilik taslamaya alışmış, şimdi de gelip burada liderlik yapmaya kalkıyor. Hiç mi düşünmüyor bu işi kaldırabilir mi diye?”

Başka biri de alaycı bir şekilde ekledi. “Zhou Kai meselesi bizim suçumuz değil. Ama getirip böyle bir çaylağı başımıza dikmek de bankanın bize hakareti değil mi?”

Söz buraya gelince hepsi birden Rao Jing’e döndü ve alayla gülerek konuştular. “Rao Jing, hani bu yakışıklıyı gözüne kestirmiştin ya, bak işte ayağına geldi! Sakın kaçırma bu fırsatı.”

“Evet ya, bu müdür bey başka bir yeteneği olmasa da yüzüyle ekmek yer vallahi. Belki bir patron eşi tam da böyle bir tipe bayılır, satış işini şak diye bitirir.”

Erkek çalışanlar kahkahalarla gülerken, sözleri giderek sınırı aşmaya başladı. Tu Xiaoning kaşlarını çattı.

Rao Jing ise şaşırtıcı şekilde hiç kızmadı.

Ayağa kalkıp not defterini eline aldı. “Size söylüyorum, ekşi üzüm masalına hiç gerek yok.” Ji Yuheng’in az önce oturduğu yere işaret etti. “Aranızdan biri bile bu koltuğa oturacak kalifikasyona sahip olsaydı zaten burada oturuyor olurdu.”

Bir erkek çalışan gözlerini kısarak soğukça homurdandı. “Ne demek istiyorsun?”

“Hiçbir şey demek istemiyorum. Ben de burada sizinle oturuyorum sonuçta.” Rao Jing gülümseyerek buruşmuş eteğini düzeltti. “Ama şunu unutmayın, şikayet etmek işe yaramaz. Herkes evine gidip annesine dert yansın.”

Topuklu ayakkabılarının sesi yankılanırken Tu Xiaoning de defterini alıp peşinden gitti.

Arkalarında hâlâ sinirli iş arkadaşlarının homurdanmaları duyuluyordu.

Tu Xiaoning, Rao Jing'in ardından amaçsızca yürüyordu. Birkaç kez bir şey söylemek istedi ama vazgeçti.

Sonunda Rao Jing söze başladı. “Xiao Tu, ne düşünüyorsun?”

“Hm?” Tu Xiaoning dalgın bir şekilde irkilip kendine geldi.

Rao Jing dönüp onun dalgın haline bakarak küçümseyen bir ifadeyle konuştu. “Seninle konuşuyorum.”

Tu Xiaoning not defterini sıkıca kavrayarak kalemini sıktı. “Rao abla, sen ne düşünüyorsun?”

“Şimdi bir de soruları geri çevirmeyi mi öğrendin?” Rao Jing onu baştan aşağı süzdü ve yürümeye devam etti. “DR asla boş yere birini işe almaz.”

Bu kısa cümle Tu Xiaoning’in kafasını karıştırmıştı. “Rao abla, sen de onun müdür olması için fazla genç olduğunu mu düşünüyorsun?” diye sordu.

“Genç olmak bir şeydir, yetenek sahibi olmak başka bir şey. Bu yaşta böyle bir pozisyona gelmek ya sağlam bir bağlantıya dayanır ya da derin bir stratejiye. Hangisi olursa olsun, basit biri olmadığı kesin.”

Rao Jing’in sözleri, Tu Xiaoning’i şaşırtmıştı. Bu yorum, onun zihnindeki Ji Yuheng imajıyla örtüşmüyordu. Tereddütle sordu 

“Yani demek istediğin..?”

Rao Jing’in topuklu ayakkabılarının sesi koridorda yankılanıyordu. “O kesinlikle sıradan biri değil.”

Bu sözler Tu Xiaoning’in yüreğinde tuhaf bir gerilim yarattı.

DR’ın işe alım prosedürleri son derece sıkı ve karmaşıktı. Onlar birinci seviye şube olduklarından, iş departmanı genel müdürü gibi bir pozisyon kısa sürede belirlenemezdi. Şube yöneticilerinin onayı bile bir iki ay sürerdi. O zaman aslında çok önceden mi atanmıştı?

İkili asansörün önüne geldiklerinde, Rao Jing iniş düğmesine bastı ve bir iç çekti. “Ne yazık.”

Tu Xiaoning anlam veremedi.

“Yakışıklı biri yönetici olunca cazibesini kaybediyor.” dedi Rao Jing yavaşça. Sonra Tu Xiaoning’e baktı. “Unutma, insanlar arasında her zaman mesafeyi ve gizem hissini korumalısın. Bu tür ‘tanrıvari’ erkekler bir kez doğrudan üstlerin olunca hayaller tamamen yıkılır. Çünkü artık her gün birlikte çalışır ve tüm günlük sıkıcı işlerle büyü bozuluverir.”

Rao Jing’in böyle bir şey söylemesi Tu Xiaoning’i şaşırtmıştı. Onun, erkeklerle ilişkileri ustaca kullanabilen biri olduğunu düşünmüştü.

“Ne düşündüğünü bilmediğimi sanma.” dedi Rao Jing, kollarını göğsünde bağlayarak Tu Xiaoning’i süzdü. Tu Xiaoning hemen bakışlarını kaçırdı. Bu kadar açık verdiğini düşünmüyordu.

Rao Jing soğuk bir şekilde güldü. “İş dünyasında güzel kadınlar hiç eksik olmaz. Kendini iyi kullanmayı bilen kadınlar bile birkaç kategoriye ayrılır. Ben ofis aşkı yaşamayı sevmem. Erkekler üzerinden terfi etmek kolay bir yol olabilir ama ne kadar sürdürebilirsin ki? Daha önce Jiang müdürle ilgili dedikodular havada uçuşuyordu. Eğer gerçekten aramızda bir şey olsaydı, o gittiğinde ben de gitmek zorunda kalırdım. Ama gördüğün gibi hâlâ buradayım ve gayet iyiyim. İşte bu benim özgüvenim.”

Parmağını Tu Xiaoning’in alnına hafifçe dokundurarak devam etti. “Bu yüzden, küçük kız, ancak kendi elinde sıkı tuttuğun şeyler gerçekten sana aittir. Anladın mı?”

O sırada asansör geldi. Rao Jing uzun saçlarını havalı bir şekilde savurarak içeri girdi.

Tu Xiaoning’in gözünde onun imajı birdenbire daha da büyümüştü.

“Asansöre binecek misin?” diye sordu Rao Jing ona sertçe bakarak.

“Evet, evet.”

“Ne kadar dalgınsın.”

Akşam Tu Xiaoning banyodan çıktıktan sonra kendini yeni departman grubuna eklenmiş buldu.

Ji Yuheng’e özelden bir mesaj atmayı düşündü ama vazgeçti. Sonuçta sadece bir nedenle sahte sevgili rolü yapmışlardı, gerçekten bir ilişkileri yoktu. Şimdi aralarında üst-alt ilişkisi de olduğu için bu durum daha da garip olacaktı. En kısa sürede bu bağdan tamamen kurtulmanın bir yolunu bulmalıydı.

Grup sohbetinde Ji Yuheng’in gönderdiği mesajı gördü

[Yarın sabah saat 8:30'da departmanımızın ilk toplantısını yapacağız.]

Herkes sırayla “Alındı” mesajını gönderdi. Tu Xiaoning de aynı şekilde cevap verdi ve yatağına uzandı.

Gökyüzü uçsuz bucaksızdı, Tu Xiaoning ise tam bir aptaldı. Kendi kendini mahvetmişti.

Ertesi sabah Ji Yuheng, toplantı odasında düzgün bir şekilde oturmuş bekliyordu. Fakat tam saat 8:30’da gelen yalnızca Rao Jing ve Tu Xiaoning olmuştu.

Tu Xiaoning gizlice Ji Yuheng’in saatine baktığını fark etti. Yüz ifadesi her zamanki gibi sakindi.

On dakika kadar sonra erkek iş arkadaşları ağır adımlarla içeri girdi. Ellerinde defterler vardı ve yavaşça yürüyerek yerlerine oturdular.

Ji Yuheng sessizce onların oturmasını izledi. Her biri defterlerini açtı, kalemlerini çıkardı ve toplantıya hazır görünmek için uğraştı.

O an Ji Yuheng dudaklarını hafifçe büktü ve aniden defterini kapattı.

"Toplantı sona ermiştir." dedi ve ayağa kalkıp odadan çıktı.

Herkes şaşkınlık içinde kaldı. Rao Jing tek kelime etmeden kalkıp arkasından yürüdü.

Tu Xiaoning de onun peşine düştü. Arkalarında erkek iş arkadaşlarının homurdanmaları duyuluyordu.

“Ne bu havalar ya? Bakalım daha ne kadar böyle kasılacak.”

Ji Yuheng o gün genel müdür odasına geçip sadece Rao Jing’den müşteri listesini istedi. Başka hiçbir şey yapmadı.

Tu Xiaoning ise her zamanki gibi işine odaklanarak gününü tamamladı.

Akşam, tıpkı önceki geceki gibi, iş grubuna yine bir mesaj geldi.

[Yarın sabah saat 8:30’da departmanımızın ilk toplantısını yapacağız.]

Yine herkes aynı şekilde “Alındı” mesajları gönderdi.

Tu Xiaoning kaşlarını çatıp, 'Yarın da farklı olmayacak gibi görünüyor.' diye içinden geçirdi.

Tahmin ettiği gibi erkek iş arkadaşları yine geç geldi ve bu sefer niyetlerini tamamen belli ediyorlardı. Ji Yuheng’in otoritesine meydan okuma amacı taşıyan bu davranışları açıktı.

Fakat Ji Yuheng her zamanki sakin tavrıyla sadece "Toplantı sona ermiştir.” dedi ve toparlanmaya başladı.

Tam herkes kalkıp gitmeye hazırlanırken bir anda ekledi.

“Yarın itibarıyla ben yarım saat erken burada olacağım. Sizin toplantı saatiniz yine 8:30.”

Erkek iş arkadaşları alaycı bir tavırla burun kıvırarak odadan çıktılar.

Tu Xiaoning odadan çıkarken Ji Yuheng’e göz ucuyla baktı ve anında onun bakışıyla karşılaştı. Kendini yakalanmış gibi hissedip hızla uzaklaştı.

Departmanda atmosfer son derece boğucu bir hâl almıştı. Böyle devam ederse Ji Yuheng’in varlığı daha da etkisizleşebilir miydi?

Üçüncü toplantıda Ji Yuheng bu kez yerinde oturmak yerine, toplantı odasının büyük cam penceresinin önünde duruyordu. Bir eli cebindeydi, diğer elinde ise bir dosya tutuyordu. Elindeki dosyayı düzenli bir ritimle bacağına vuruyordu.

Güneş camdan içeri süzülerek tüm bedenini altın renginde bir ışıkla kaplamıştı. Silüeti dimdik ve keskin hatlıydı. Her ne kadar tanıdık biri olsa da bu an Tu Xiaoning’e tamamen yabancı gibi görünüyordu.

Erkek iş arkadaşları yine gecikerek geldiler. Yüzlerinde pişkin bir ifadeyle “Üzgünüz müdür Ji.” diyerek yerlerine oturdular.

Ji Yuheng sesleri duyduktan sonra yavaşça döndü ve ağır adımlarla onlara doğru yürüdü.

Sabah ışığıyla sarmalanmıştı, sanki güneş onun için doğmuş gibiydi. Tu Xiaoning bu ışık karşısında onun yüz ifadesini seçemedi, yalnızca o soğuk sesini duydu.

“Şu an saat kaç?”

Herkes afallamıştı.

Ji Yuheng adım adım yaklaşırken güneş ışığı yavaşça arkasında kayboldu. Tu Xiaoning onun yüzündeki ciddi ifadeyi sonunda net bir şekilde görebildi.

Kimse cevap vermedi.

Rao Jing, ekibin lideri olarak boğazını temizleyip yanıtladı. “Saat 8:50.”

“DR’ın mesai saati kaçta başlıyor?”

Rao Jing tereddüt etmeden cevapladı. “8:30.”

Ji Yuheng onların masasının önünde durarak gözlerini erkek iş arkadaşlarına dikti. “Zamanında işe gelmek bu kadar zor mu?”

Hiçbirinden ses çıkmadı.

"Yapamıyorsanız, çıkıp gidebilirsiniz."

Onlar da bakışlarını onun keskin gözleriyle buluşturdu.

Sonunda biri dayanamayıp konuştu.

"Jin Yuheng, bizim evler merkeze uzak. Sabah 8.30’da işe başlamak, bir de o saatte toplantıya yetişmeye çalışmak... Asansör sırası beklemek bile zaman alıyor. Hem eskiden..."

"Her yönetici değiştiğinde kurallar da değişir. Burası artık benim departmanım ve kurallar da bana ait." Sözünü kesip lafı doğrudan bağladı. Sözleri net ve kararlıydı, öyle bir ağırlığı vardı ki kızmadan bile otorite kurabiliyordu.

Erkek iş arkadaşları yüzlerinde hoşnutsuz ifadelerle sessizlik içinde öfkeyle nefes aldılar.

Tu Xiaoning, tekrar onun soğuk uyarısını duydu.

"Üçüncü bir şansınız olmayacak. Eğer yarın bu toplantı yine gerçekleşmezse, buraya bir daha gelmeyin."

Biri sonunda patladı.

"Siz kimsiniz ki bunu söylüyorsunuz?"

Jin Yuheng, soğukkanlılıkla ona yukarıdan baktı, kaşları hafifçe kalktı. Bu duruş, karşısındaki kişiyi anında sindiriyordu.

"Güzel soru." Elindeki dosyayı masasının lider koltuğuna vurdu. Ses yüksek değildi ama içeride yankılanarak herkesin yüreğine ağır bir darbe gibi indi.

"Sen bu koltuğa oturduğunda, bana bu soruyu tekrar sorma hakkın olur."

Uzun bir sessizlik çöktü toplantı odasına. Biri homurdanıp ayağa kalktı, sinirle dışarı çıktı. Onun ardından bir diğeri de hızlıca odadan ayrıldı.

Toplantı odasında sadece üç kişi kalmıştı. Erkek iş arkadaşlarından biri Jin Yuheng’e gizlice bakarken yakalandı. Göz göze gelince hemen başını eğdi, konuşmaya cesaret edemedi.

Ji Yuheng'in soğuk sesi duyuldu.

"Başka memnuniyetsiz olan varsa, şimdi çıkabilir."

Kimse hareket etmedi. Herkes nefesini tutmuştu.

Bir süre sessizlik sürdü. Ji Yuheng oturdukları masaya doğru eğilerek ciddi bir şekilde konuştu.

"Size şans verdim. Bundan sonra burada benim sözüm geçer."

Sonra lider koltuğuna doğru döndü ve sertçe emir verdi.

"Toplantıya devam ediyoruz."

Tekrar elindeki dosyaları açıp incelemeye başladı.

Tu Xiaoning yalnızca onun odaklanmış yüzüne baktı. Kaşları hafif çatılmış, önündeki sayfalar dolusu verileri dikkatle inceliyordu.

"Departmanın genel durumuna dair genel bir fikir edindim. Şu anda elimizde 132 mevcut müşteri var. Bunların %60’ı küçük işletmeler, %40’ı orta ve büyük ölçekli işletmeler ve %10’u devlet kuruluşları. Bu müşterilerin sağladığı toplam mevduat 3 milyar yuan."

Söz buraya geldiğinde bakışlarını çalışanlarına çevirdi.

"Benim hedefim, gelecek yılın ilk çeyreğinde bu rakamı %70 artırmak."

Rao jing ve diğer erkek çalışan ani bir şekilde başlarını kaldırdı.

Tu Xiaoning bu rakamların detaylarına pek hâkim değildi ama onların şaşkın ifadelerine bakılırsa söylenen gerçekten büyük bir hedef olmalıydı.

"Toplantıdan sonra elinizdeki müşterilerin faiz maliyetlerini, toplam getirilerini, riskli olan ve sorunlu müşteri dosyalarını detaylı bir şekilde raporlayın. Önümüzdeki hafta itibarıyla sizinle müşterileri tek tek ziyaret edeceğim."

Bakışları Rao jing’e çevrildi.

"Rao jing, seninle başlayacağız."

"Emredersiniz, Ji Bey."

"Zhao Fanggang." Ji Yuheng dosyanın sayfasını çevirdi.

Erkek çalışan hemen toparlandı.

"Buyrun Ji Bey"

"Elindeki müşteri portföyünde 10 müşteri var. Bunların 6’sı devlet kuruluşu, 4’ü özel sektör." Parmağıyla masaya hafifçe vurdu, yüz ifadesi belirsizdi.

"Mesleki hedefin nedir?"

Zhao Fanggang şaşkınlıkla baktı. Bu soruyu hiç beklemiyordu. Jin Yuheng’in anlamlı bakışları altında dikkatle konuştu.

"Benim hedefim, müşteri temsilcisi pozisyonunda daha büyük başarılara imza atmak."

"Bu 10 müşteriyle mi?" Jin Yuheng onu bir anda köşeye sıkıştırdı.

Zhao Fanggang'ın dili tutulmuştu.

"Mevduat miktarın yüksek çünkü devlet kurumlarıyla çalışıyorsun. Ancak politikalar sürekli değişiyor, devlet kurumları seni yalnızca belirli bir süre destekler. Ülke özel sektörü teşvik ediyor ve bankalar bu dönüşüme ayak uyduruyor. Bu durumda sadece 4 özel sektör müşterisiyle yetinmek seni tatmin ediyor mu? Üstelik bir tanesi sorunlu müşteri." Sözleri acımasızdı.

Zhao Fanggang boğazını temizleyerek yanıt verdi.

"Çok çalışacağım, Ji Bey."

Ji Yuheng sayfayı çevirdi.

"‘Çok çalışacağım’ kendine söylediğin bir şeydir. Ben yalnızca sonuçlara bakarım. Bundan sonra her ay yeni bir özel sektör müşterisi ekleyeceksin. Bu kural derhal geçerli olacak."

Zhao Fanggang şaşkınlıkla duraksadı. Ji Yuheng ona bakarak ekledi.

"Bir ayda yalnızca bir müşteri. Çok mu zor?"

"Hayır, hayır, kesinlikle değil." Hemen ellerini sallayarak yanıtladı.

Toplantı odasına tekrar sessizlik çöktü. Yalnızca sayfaların hışırtısı duyuluyordu.

Eskiden bu tür toplantılar sık yapılırdı. Ancak eski genel müdür Jiang, Tu Xiaoning’i genellikle görmezden gelirdi. Bu kez de aynı şeyin olacağını düşündü. Ancak Ji Yuheng bir anda onun adını söyledi.

"Tu Xiaoning."

Bütün vücudu gerildi. Kulaklarına inanamayarak onun bakışlarıyla karşılaştı.

"Ne zamandır buradasın?" Sesi soğuktu ve ona fazla düşünme fırsatı vermiyordu.

"Üç aydır." İlk kez konuştuğu için biraz çekingen bir hâlde yanıtladı.

"Şu an hangi işleri biliyorsun?"

"Kurumsal müşteri kabulü, derecelendirme, kredi, banka kabul poliçesi, yurt içi akreditif ve iskonto süreçleri."

"Bunlar iş mi?"

Tu Xiaoning donakaldı. Onun ciddi bakışları altında nefesi daraldı.

Sorusu işle ilgiliyken kendisi yalnızca süreçlerden bahsetmişti. Jin Yuheng’in bakışları adeta onu köşeye sıkıştırıyordu. Gergin bir şekilde kalemini sıkıca tutup tekrar konuşmaya hazırlanırken o fırsat vermedi.

"Müşteri temsilcisi asistanı, önce müşteri temsilcisi sonra asistandır. Sana iki ay daha veriyorum. Tüm işleri öğrenip rapor yazmayı başar. Benim departmanım iş yapan insanlarla ilerler, sadece evrak işleriyle ilgilenen kişilerle değil. Bu süreçleri sıradan bir üniversite mezunu bile yapabilir. Müşteri temsilcisi olmanın gereklerini yerine getiremezsen, doğrudan banko bölümüne geri dönersin." Sözleri hızlı ve keskin bir şekilde akıyordu, düşündürücüydü.

Karşısındaki adamın giderek daha da yabancılaşması sersemlemesine sebep oldu.

Rao Jing masanın altından ayağıyla ona dokundu. Tu Xiaoning hemen kendine geldi.

"Evet, Ji Bey."

"Her pazartesi sabah 8.30’da departman toplantısı yapılacak. Bugünden itibaren tüm çalışanlar 'Günlük Çalışma Raporu' hazırlayacak. Gün boyunca ne yaptığınızı ve ertesi gün ne yapmayı planladığınızı bilmek istiyorum. Rao Jing raporları toplayacak ve her gün mesai bitiminde iç ağdaki e-posta adresime gönderecek. Şablonu hazırladım, birazdan çalışma grubuna paylaşacağım." Son talimatları verdikten sonra dosyayı kapattı.

"Toplantı sona erdi. Rao Jing, sen kal."

Bu, Tu Xiaoning’in işe başladığından beri katıldığı en ağır toplantıydı.

Kendini hem bedenen hem zihnen tükenmiş hissediyordu. Rao Jing’in Ji Yuheng’in yanına yürüdüğünü gördü ve önemli bir konu konuşulacağını düşündü.

Toplantı odasından çıkarken refleksle kapıyı kapatmak istedi.

Ji Yuheng sanki onun hareketlerini önceden sezinlemiş gibi konuştu:

“Kapıyı kapatma.”

Tu Xiaoning hafifçe "Tamam." diye mırıldandı ve mahcup bir şekilde oradan ayrıldı.

Masanın başına geçince yaptığı şeyin saçmalığını fark etti. Neden "Tamam" demişti ki? Bu, kapıyı gerçekten kapatmak istediğini kabul etmek anlamına geliyordu.

Tu Xiaoning'in masası tam olarak toplantı odasının yanında olduğu için açık kapıdan Ji Yuheng’in konuşmalarını net bir şekilde duyabiliyordu.

“Sen bu departmanın sorumlususun. Performansın diğerlerinden daha iyi olabilir ama biz bir ekibiz. Senin varlığın sadece kendi işine odaklanıp çıraklarını eğitmekle sınırlı olamaz. Büyük resme odaklanmazsan, bu sorumlu unvanı sadece bir isimden ibaret kalır. Departman bir bütündür ve gelişimin temeli birliktir. Bunu, benim kadar senin de iş tecrübenden biliyor olman gerek.”

Rao Jing zeki biriydi. Ancak Genişleme Birimi, uzun süredir bölünmüş bir yapıdaydı. Önceki müdür Jiang, departman genel performansına odaklanır, kişisel anlaşmazlıklara göz yumardı. Ancak yeni müdür Ji Yuheng, bu düzeni değiştirmek ve olumsuz alışkanlıkları düzeltmek niyetindeydi. Bu durum Rao Jing’e hem sürpriz olmuş hem de yeni bir beklenti doğurmuştu.

“Anladım, Ji Bey.” Rao Jing saygıyla yanıt verdi.

“Ekibin bir düzeni olmalı. Benim departmanımda küçük gruplara ya da bireysel hareketlere yer yok.”

Rao Jing başını salladı. “Örnek olacağım.”

Konuşma sona erdiğinde, Ji Yuheng toplantı odasından çıkıp ağır ve kararlı adımlarla ilerledi. Yürüyüşü adeta rüzgar estiriyordu. Tu Xiaoning’in masasının yanından geçerken birkaç sayfa kağıt havalanıp yere düştü.

Tu Xiaoning eğilip kağıtları toplarken Rao Jing'in ayakkabıları gözüne çarptı. Rao Jing, elindeki not defteriyle başına hafifçe vurduktan sonra burun kıvırarak yanından geçti. Tu Xiaoning acıyla başını kaldırdığında, Ji Yuheng’in ofisine doğru ilerlediğini gördü. O an fark etti ki daha önce bu adamla gerçekten tanışmış sayılmazdı.

Toplantı sırasında ayrılan iki kişi DR’den istifa etmişti. Söylenene göre başka bir bankaya geçiş yapmışlardı. Böylece departmanda yalnızca üç çalışan kalmıştı. Hem personel sayısı azalmış hem de müşteri ve mevduat kaybı yaşanmıştı. Bu durum departmanın Zhou Kai olayından sonraki halinden bile daha kötüydü. Şirket içinde herkes bu genç müdürün nasıl başarısız olacağını görmek için sabırsızlanıyordu.

Ancak Ji Yuheng dış dünyanın dedikodularına aldırış etmiyor gibiydi. Planlarına uygun olarak tüm mevcut müşterileri tek tek ziyaret edip durumlarını anlamaya başlamıştı. Çoğu müşteri, bu kadar genç bir müdürle karşılaşmaktan şaşkındı.

Zhao Fangang ise istifa etmeyip müşteri ziyaretlerine başlamıştı. Üzerinde bulunan kötü krediler nedeniyle hemen ayrılamayacak durumda olduğundan, işleri yoluna koymadan gitmeyi düşünemiyordu.

Tu Xiaoning de Rao Jing ile birlikte iş süreçlerini öğrenmeye başlamıştı. Her gün azar işitmesine rağmen artık tamamen bilgisiz biri olmadığını hissediyordu.

Bir gün eğitim sırasında biri kucağında büyük bir çiçek buketiyle kapıyı çaldı.

“Merhaba, burası Genişleme Birimi mi?”

İlk masada oturan Zhao Fangang başını kaldırıp baktı. “Çiçek teslimatı mı?” diyerek refleksle Rao Jing'in masasını işaret etti. “Rao Jing orada.”

Teslimatçı başını salladı. “Hayır, ben Tu Xiaoning’i arıyorum.”

Rao Jing hemen alaycı bir bakış attı. Tu Xiaoning'in elindeki kalem yere düştü.

Bu sırada Ji Yuheng dışarı çıkmak üzereydi. Kapıda kocaman bir gül buketi görünce kaşlarını hafifçe çattı.

“Tu Xiaoning kim?” Teslimatçı yüksek sesle tekrar sordu.

Tu Xiaoning utanç içinde hızla koştu.

“Benim.”

Teslimatçı çiçeği ona verip ayrıldı.

Tu Xiaoning arkasından seslendi. “Kim gönderdi?”

“Online sipariş, biz de bilmiyoruz.”

Tu Xiaoning elindeki kıpkırmızı güllere baktı. Göz alıcı güzellikleri biraz da rahatsız ediciydi. Mecburen buketi alıp ofise geri döndü.

Dönüşte neredeyse Ji Yuheng ile çarpışıyordu. Adam ona bir bakış atınca Tu Xiaoning hemen çiçeği indirdi.

“Ben…” Açıklamak istese de Jiyu Heng çoktan yanından geçip gitmişti.

Tu Xiaoning olduğu yerde donup kaldı. Sonra elinde çiçekle masasına döndü.

“Vay be, fena değil! Bu kadar büyük bir gül buketi ucuz değildir.” Rao Jing alaycı bir şekilde kaşlarını kaldırarak konuştu.

Tu Xiaoning mahcubiyetle kıvranıyordu. Buketi masasına koyunca çalışacak yer bile kalmamıştı.

Zhao Fangang arkasını dönerek merakla sordu.“Küçük Tu, sevgilin mi var yoksa?”

“Hayır!” Tu Xiaoning hızla reddetti.

Rao Jing ona yan gözle baktı. “Biri peşindeyse çok seçici davranma. Gençlik bir yere kadar. Sonunda benim gibi, seçe seçe bir şey bulamayıp geriye kalanlarla yetinmek zorunda kalırsın.”

Tu Xiaoning başı ağrımış gibi çiçeği boş bir masaya koyup çalışmaya devam etti.

O gece biraz fazla mesai yaptı. Çıkarken ofiste yalnızca kendisi kalmıştı. Tam ışıkları kapatacakken Ji Yuheng içeri girdi.

Bütün ofis bomboştu, sadece ikisi vardı. Ji Yuheng departmana geldiğinden beri ilk kez yalnız kalmışlardı.

Hava sessiz ve gergindi. Tu Xiaoning konuşarak durumu hafifletmeye çalıştı: “Ji Bey, ben çıkıyorum.”

Ji Yuheng kısa bir “Hm” sesi çıkararak “Birlikte çıkalım.” dedikten sonra ofisine gidip ceketini ve evrak çantasını aldı.

“Hadi gidelim.” Kapıya yöneldi. Tu Xiaoning'in arkasından gelmediğini fark etince dönüp baktı.

Tu Xiaoning ışıkları kapatıp peşine takıldı.

Bir süre arka arkaya yürüdüler. Tu Xiaoning aniden fark etti. Neden onu beklemişti ki?

Çıkış saatini geçtiği için olsa gerek, asansör boştu. Ji Yuheng önden girip -2 katın düğmesine bastı. Tu Xiaoning de diğer departmandan gelen mesai arkadaşlarının asansöre yetişmesiyle birlikte en arkaya sıkıştı.

Herkes kibarca “Ji Bey” diyerek selam verdi. Tu Xiaoning birinin mutlaka birinci katta ineceğini düşünerek düğmeye basmaktan vazgeçti ama yanılmıştı. 

Herkesin arabası vardı ve, ya -1 ya da -2. katta indiler. Mecburen Tu Xiaoning de -2'ye indikten sonra tekrar yukarı çıkması gerekecekti.

“Dışarıda yağmur yağıyor.” diye aniden uyardı Ji Yuheng, tüm mesai arkadaşları indikten sonra.

Tu Xiaoning yanında şemsiye olmadığını fark etti ama onunla arabaya binmek de istemiyordu. Artık sıradan okul arkadaşları değildiler sonuçta.

“Haydi gidelim.” dedi ve birkaç adım attıktan sonra dönüp ona tekrar baktı.

Bu günlerde onun emri altında çalışmaya alıştığından mıdır nedir, bakışlarında sanki onu harekete geçiren bir büyü vardı. Kendine geldiğinde çoktan onun arabasına oturmuştu bile.

Emniyet kemerini çekerken camdan dışarıya endişeli bir şekilde göz attı.

Acaba kimse onları görmüş müydü?

“Rahatsızlık verdim Ji Bey.” dedi, motor çalıştıktan sonra.

Sanki yine bakışlarıyla süzülmüş gibi hissederken araç yavaşça ilerlemeye başladı.

Dışarıda gerçekten yağmur yağıyordu. Silecekleri çalıştırdı. Mesai çıkışı olduğundan yollar tıklım tıklım doluydu ve yoğun trafik vardı.

“Çiçekleri almamışsın." dedi, sileceklerin ritmik sesi arasında. Ses tonu iş ortamındaki ciddiyetinden uzaktı.

Onun kendisini suçladığını sanarak hemen açıklamaya başladı. “Kim gönderdi bilmiyorum, gerçekten bu konudan haberim yok. Bundan sonra daha dikkatli olacağım, Ji Bey.”

Önlerinde trafik sıkışmıştı. Parmaklarıyla direksiyona ritmik olarak vuruyordu.

Bu birkaç gün içerisinde onun bu hareketi sıkça yaptığını fark etmişti. Sanırım bu onun bir alışkanlığıydı.

Arkalarındaki araç ani bir şekilde öne geçmeye çalıştı, bulduğu boşluktan hızla sıkışarak önlerine girdi.

Durumu görünce Xiaoning endişelendi ve sert bir ses tonuyla, “Böyle saygısızlığa izin vermemek gerek.” diye söylendi.

Ancak Ji Yuheng duruma aldırış etmeden sakinliğini korudu. Dikiz aynasından hâlâ sinirli görünen Tu Xiaoning’i görünce geriye yaslanıp kravatını hafifçe gevşetti.

“Mesai saatinden sonra Ji Bey demene gerek yok.” dedi beklenmedik bir şekilde.

Bu sözler Xiaoning’i hazırlıksız yakalamıştı, ne diyeceğini bilemedi.

Sonrasında tekrar konuşmaya başladı: “Birinci Genişleme Departmanı zaten uzun süredir sorunlu bir durumdaydı. Denetim Kurulu'nun denetlemesi durduk yere ortaya çıkmadı. Rao Jing'in yaptığı fon geri dönüşümlerini bile önemli bir şey saymıyorlar. Zhou Kai olayının da bu süreci hızlandıran bir etken olduğunu söyleyebilirim. DR Bankası'nın Jiang Feng’i doğrudan kovmamasının nedeni ise ona son bir yüz kızartma fırsatı vermekti.”

Onun bu söyledikleri, Tu Xiaoning’e gerçek dışı gibi geldi.

“Demek istediğin, Jiang Bey başından beri sorunlu muydu?” diye sonunda sordu.

“Evet. Aslında ben daha birkaç ay önce DR Bankası’nın merkez şubesindeki mülakata katılmıştım. Başvurduğum pozisyon, şubenizin Birinci Genişleme Departmanı Müdürü’ydü. Zhou Kai meselesi olsun ya da olmasın, Jiang Feng gitsin ya da gitmesin, ben o göreve planlandığı gibi atanacaktım.”

Bu açıklamayı duyunca Tu Xiaoning, bankada Jiang Feng’in kademesinin düşürülmesinin tamamen Ji Yuheng’e yer açmak için olduğunu fark etti. Zhou Kai olayı sadece uygun bir bahane olmuştu.

Bankanın bu karmaşık ortamında kendisinin ne kadar saf kaldığını düşündü.

“Peki, Denetim Kurulu'ndan bankacılığa geçmenin nedeni neydi?” Sessizliğin ardından dayanamayarak sordu.

“Para için.” dedi Ji Yuheng dürüstçe.

Bu net cevap karşısında Xiaoning diyecek bir şey bulamadı. Ancak onun bir sonraki cümlesiyle tamamen nutku tutuldu.

“Annemin tedavisi büyük bir maliyet gerektiriyor. Denetim Kurulu'ndaki maaşımla bu masrafları uzun süre karşılayamam. Sadece bankanın iş departmanında sürekli kazanç yaratarak yüksek maaş alabilir ve bu hayat kurtarıcı tedavi masraflarını karşılayabilirim.”

Bu sözler Tu Xiaoning’in içini sızlattı. Gözleri onun yüzüne kaydı.

“Annenin durumu nasıl peki?” Bir süre sessizlikten sonra cesaretini toplayarak sordu.

“Değişen bir şey yok. Geçen gün tekrar seni ne zaman göreceğini sordu.”

Tu Xiaoning hafifçe bir “hmm” sesi çıkardı. Annesinin solgun yüzü zihninde belirdi.

“Hastaneye mi gideceksin?” diye merakla sordu.

“Evet.”

“O zaman birlikte gidelim.”

İkili hastane odasına girdiklerinde Ji Yuheng bir anda durdu.

Tu Xiaoning neredeyse ona çarpacaktı. Elini kapı kolunda tutan Ji Yuheng, ona dönüp baktı.

“Annem benim iş değiştirdiğimi bilmiyor, o yüzden...”

Tu Xiaoning hemen başını sallayarak anladığını belirtti. “Merak etme, hiçbir şey söylemem.”

“Yuheng, sen misin?” Sesleri duyan annesi içeriden seslendi.

Ji Yuheng kapıyı açıp içeri girdi, Tu Xiaoning de hemen arkasından yürüdü.

“Ah, Xiaoning de gelmiş.”

Onun çökmüş yüzü bir anda yumuşadı.

Kalkmak ister gibi olunca Tu Xiaoning hemen yanına gidip yardım etti. Yuheng'in annesi onun elini sıkıca kavradı.

“Yuheng söyledi, bankada çalışıyormuşsun. İşin bu kadar yoğunken zahmet ettin, teşekkür ederim.”

Tu Xiaoning onu yerine oturtarak, “Olur mu öyle şey, teyzeciğim." dedi. Göz ucuyla Ji Yuheng’e bakıp ekledi, “Zaten sizi uzun zamandır görmeye gelmemiştim.”

Yuheng'in annesi onun elini bırakmadan yatağın kenarına oturmasını istedi. “Yine de işin daha önemli.”

Yuheng'in annesinin eli biraz soğuktu. Elindeki ince damarlar ve sık sık iğne yapılan noktaların izleri dikkat çekiyordu. Bunu görünce Xiaoning’in kalbi kırıldı.

“Son aile buluşmasına bizzat gelememiştim, çok özür dilerim. Ailene özür dilediğimi ilet.” dedi Ji'nin annesi nazik bir tavırla. Hastalığın onu yormasına rağmen hâlâ oldukça zarifti. Ji Yuheng’in görünümüne bakarak, gençliğinde çok güzel biri olduğu tahmin edilebilirdi.

“Önemli değil, teyzeciğim. Ailem Wu öğretmenle zaten eski dostlar. Şu an sizin sağlığınız daha önemli.” dedi Tu Xiaoning gülümseyerek.

O sırada bir hemşire içeri girip seruma ilaç ekledi.

“Buz torbaları bitti, yenilerini almanız gerekiyor. Soğuk kompres tedavisi devam etmeli.” dedi Ji Yuheng’e dönerek.

Tu Xiaoning hemen “Ben alayım.” demek üzereydi ama Ji Yuheng çoktan adım atmıştı. “Hemen gelirim.” dedi ve dışarı çıktı.

Tu Xiaoning başıyla onaylayarak Yuheng'in annesiyle birlikte odada kaldı.

Yuheng'in annesi dikkatlice onu süzüyordu. Bakışları Tu Xiaoning’in yüzünü kızarttı. Havayı dağıtmak için dolaptan bir elma aldı.

“Teyzeciğim, size bir elma soyayım.”

Yuheng'in annesi istemeyecek gibi oldu ama onun elinde bıçağı görünce duraksayıp vazgeçti.

Tu Xiaoning saçları önüne düşmüş bir şekilde dikkatlice elmayı soymaya başladı. Yüzünün yarısı gizlenmiş olsa da odaklanmış ifadesi net bir şekilde görülüyordu. Soyma hareketleri oldukça ustacaydı, elmanın kabuğu kesintisiz ve dümdüz bir şekilde dökülüyordu.

Yuheng'in annesi şaşırmıştı. “Elma soymakta epey ustalaşmışsın galiba?”

“Üniversitede, yurt arkadaşlarımız sürekli soyacakları kaybederdi. Ben de bıçakla soymayı öğrenmek zorunda kaldım. Zamanla alıştılar ve bütün meyveleri bana soydurur oldular.” dedi Tu Xiaoning gülümseyerek.

Elmaları dilimleyip tabağa koyduktan sonra Ji'nin annesine uzattı.

Yuheng'in annesi hafifçe gülümseyip başını salladı. "Sen ye."

Tu Xiaoning, elma çok sert olduğu için istemediğini düşünerek ayağa kalktı ve biraz sıcak su dökerek hafifçe gülümsedi. "Böylece biraz ıslandıktan sonra daha yumuşak olur, üstelik çok soğuk da olmaz."

Yuheng'in annesi gözleri ona doğru parladı, elini Xiaoning’in elinin üstüne koydu ve aniden sordu. "Yuheng genelde çok içine kapanık mı?"

Xiaoning sahte bir gülümsemeyle yanıt verdi. "Hiç de değil."

"Çocukluğundan beri içine kapanıktır, hislerini hep içinde saklar ve kızlarla nasıl iletişim kuracağını pek bilmez. Eğer sana kötü davranırsa, bana söyle."

"Hayır, bana karşı çok iyi davranıyor." Xiaoning, yalan söylemenin artık doğal bir refleks haline geldiğini fark etti.

Kızlarla iletişim kurmayı bilmez mi? O ki ortaokuldan beri sayısız kızı kendine hayran bırakan biriydi.

"Yuheng'in babası erken vefat etti. O küçük yaşlardan itibaren hep olgun ve sorumluluk sahibiydi, hiç beni üzmezdi. Şimdi mezun olup çalışmaya başladı ama sağlığım yüzünden onun sırtına yük oldum." Yuheng'in annesi bu noktada pişmanlık dolu bir ifadeyle konuştu.

"Teyzeciğim, böyle düşünmeyin. Çocukların ebeveynlerine bakması zaten bir görevdir. Hepimiz daha iyi çalışıp ailemizi mutlu ve sağlıklı görmek için çaba sarf ederiz."

Yuheng'in annesi iç çekti. "Ama benim bedenim artık ne kadar dayanabilir bilmiyorum."

Bu sefer Xiaoning onun elini sıkıca tuttu. "Günümüzde tıp çok ilerledi. Doktorlara güvenmemiz gerekiyor."

Yuheng'in annesinin bakışları tekrar ona yöneldi, gözleri daha da sıcak bir ifadeye büründü. "Acaba Yuheng'in evlendiğini görebilecek miyim?"

Xiaoning’in yüzü aniden kıpkırmızı kesildi, Yuheng'in annesinin elini tutarken ne cevap vereceğini bilemedi.

Neyse ki Yuheng tam zamanında geri döndü. Odaya girince, onların kenetlenmiş ellerini gördü.

Xiaoning, onun elindeki buz paketini almak için ayağa kalktı. "Geldin mi?"

"Hmm."

Daha buz paketine dokunur dokunmaz, Yuheng paketi tekrar geri çekti. "Çok soğuk." dedi.

Xiaoning’in parmak uçları hâlâ soğukken Yuheng, annesinin yanına giderek buz tedavisine başladı. Bu sırada Xiaoning, Yuheng'in annesinin ayaklarının damarlarında da iğne izleri olduğunu fark etti. Uzun süreli ilaç enjeksiyonları nedeniyle damarlar sertleşmiş gibi görünüyordu. Bu sahne kalbini yeniden kırdı.

O sırada yan yatakta sessizce uzanan hasta seslendi. "Wu öğretmen, oğlun ne kadar da vefalı."

Xiaoning, Wu öğretmen’in geldiğini sanarak kapıya baktı. Sonra Yuheng'in annesinin de Wu soyadını taşıdığını hatırladı. Yani o da Wu öğretmen miydi?

Nitekim Yuheng'in annesi başını sallayarak hastaya baktı. "Onun bu kadar vefalı olmasını istemem. Hep hayatını erteliyor."

"Anne." Yuheng bu söze yanıt vermeyerek onu hafifçe uyardı.

"Benim oğlum ise işten çıkınca bile ortalıkta görünmez." Yan yataktaki hasta acı bir gülümsemeyle Xiaoning’i incelemeye başladı. Önceden oturduğu için tam görmemişti ama şimdi onun yüzüne dikkatlice bakınca içten içe imrendi. "Senin gelinin ne kadar da düşünceli. Az önce sana elma bile dilimledi. Benim gelinim öyle mi? Hiç umursamaz."

Yuheng’in bakışları Xiaoning'e döndü. Xiaoning’in yüzü o kadar kızardı ki neredeyse buz paketini kapıp yüzüne bastıracaktı.

Yuheng'in annesi, Xiaoning'in utandığını fark edince hemen açıklama yaptı. "Henüz evlenmediler."

Yan yataktaki hasta ise onların uyumlu görüntüsüne bakarak gülmeye devam etti. "Gençler böyle olur, yakında evlenirsiniz."


Dönüş Yolunda


Xiaoning ve Yuheng, hastaneye giderken olduğundan daha sessizdi.

Yuheng'in annesini tekrar gördükten sonra Xiaoning'in göğsüne tarifsiz bir ağırlık oturmuştu. Artık ayrılık meselesini doğrudan dile getiremezdi. Ama bu durum daha ne kadar sürecekti? Yuheng'in annesi iyileşmezse, gerçekten nikâh masasına kadar bu oyunu sürdürmek zorunda mı kalacaklardı?

"Bu kemoterapi bittiğinde." dedi Yuheng aniden.

Xiaoning ona şüpheyle baktı. Ne demek istiyordu? Yine neden lafını tamamlamadan konuşuyordu?

Yuheng tekrarladı. "Bu kemoterapi bittiğinde aileme her şeyi açıklayacağım."

Xiaoning’in içinde tuhaf bir mahcubiyet yükseldi. Acaba niyetlerini bu kadar açık mı belli etmişti?

Kendi duygularını saklamak için umursamaz bir tavırla konuştu. "Oh, sorun değil. Uygun bir fırsat bulmak lazım. Çok hızlı ayrılırsak şüphe çekeriz." Hele bir de Xu Hanım meselesi vardı. Onu kandırmak hiç kolay değildi.

Biraz tereddüt ettikten sonra devam etti. "Ama sence de biraz garip değil mi? Hem aynı departmanda çalışıyoruz hem de özel hayatımızda bu oyunu sürdürüyoruz, bu..." Aslında "yorucu" demek istemişti ama sonunda ağzından çıkan kelime "tuhaf" oldu.

"Hayat zaten başlı başına bir film gibidir." dedi Yuheng sakince. "Özelde oynuyorsak işte de oynayabiliriz. Bir eksik bir fazla ne fark eder ki? Zaten gayet güzel oynuyorsun."

Xiaoning, onun DR’deyken sık sık birbirlerini tanımıyormuş gibi davranmalarına gönderme yaptığını fark etti. Ancak o zaman Yuheng hâlâ Finansal Denetim Kurumu'ndaydı, şimdiki durum tamamen farklıydı. Banka zaten dedikodularla doluydu. Eğer biri, onun patronunu baştan çıkarmaya çalışıp kariyer basamaklarını hızlıca tırmanmak istediğini düşünürse, kendini nasıl savunacaktı?

"Endişelenme." dedi Yuheng. "Korktuğun şey olmayacak."

Xiaoning, onun bu kadar kendinden emin konuşmasına anlam veremedi ve sordu. "Ben ne konuda endişeleniyormuşum ki?"

Yuheng yan gözle ona baktı. "Benden faydalanmaya çalıştığını düşünmelerinden korkuyorsun."

Xiaoning neredeyse boğulacaktı. Bu adam düşüncelerini mi okuyordu? İçten içe paniklese de sakin görünmeye çalıştı. "Ben öyle bir şey düşünmedim."

Yuheng direksiyonu çevirdi. "O zaman, benim seni kayırdığımı sanmalarından mı korkuyorsun?"

Baş dönmesi yaşıyordu. Keşke arabayı hemen durdursa da inseydi.

Boynu giderek ısındı, tam itiraz edecekken araba durdu. Evine varmışlardı.

Yuheng sürücü koltuğunda yaslanarak onu izledi. "Her iki durum için de DR'de böyle söylentiler asla çıkmayacak."

Tu Xiaoning onun ciddi ifadesine baktığında haklı olduğunu düşündü. Pozisyonları ve yetenekleri arasındaki fark o kadar büyüktü ki kimse onları birlikte düşünmezdi bile. Zaten geçmişte de aynı dünyadan değillerdi, gelecekte hiç olmayacaklardı. Boşuna endişeleniyordu.

Sessizlik kısa sürdü. Xiaoning soğukkanlı davranmaya devam etti. "Madem Ji Bey umursamıyor, ben de umursamam."

Sonuçta aralarında gerçekten bir şey yoktu. Oyun sona erdiğinde herkes kendi yoluna gidecekti. Patron kim olursa olsun ne fark ederdi?

Yuheng’in dudaklarına hafif, uyarıcı bir gülümseme yayıldı. "Ama peşin peşin söyleyeyim, lider olduğumda pek iyi huylu birisi olmam."

Tu Xiaoning içten içe alayla homurdandı.

'Bunu söylemene gerek var mı? Son birkaç gündür gözlerim de var, hislerim de. Ayrıca özel hayatta da senin o kadar kolay geçinilebilir biri olduğunu düşünmedim.'

Yine de sadece “Tamam, Ji Bey.” diyerek konuyu kapattı.

Ji Yuheng hatırlattı.

“Mesai sonrası bana ‘Ji Bey’ deme.”

Tu Xiaoning gözlerini devirmek istedi. 

O sırada telefonu çaldı. Annesi arıyordu. Eve gelmişken neden arıyordu ki? Arabadan inip telefonu açtı. Xu Hanım'ın sesi hoparlöre bile gerek kalmadan yüksek çıktı.

"Ji Yuheng'i de yukarı getir, birlikte yemek yiyelim.”

Tu Xiaoning şaşkınlıkla pencereye baktığında, annesi bir eliyle telefonu tutarken diğer eliyle ona işaret ediyordu.

Bir an kalbi sıkışacak gibi oldu. Demek ki annesi gerçekten her gün camdan onu mesai çıkışında gözetliyordu!

“Hadi ama oyalanma, çabuk ol!” diye telefonda acele ettirdi annesi.

Çaresizce geri döndü ve eğilip Ji Yuheng’in araba camına hafifçe vurdu.

Ji Yuheng tam gaz pedalına basmak üzereyken onun geri geldiğini görünce camı indirdi. Tu Xiaoning boğazını temizleyip konuştu.

“Şey... Annem seni de yukarı davet ediyor yemeğe.”

Sessizlikle karşılaştı. Onun bu daveti reddedeceğini sanarak rahatladı ancak Ji Yuheng çevreye bir göz attıktan sonra şaşkınlıkla ona döndü.

“Bu sitenin içinde park edebileceğim yer var mı?”


Yorumlar