Hidden Marriage in the Office - 20. Bölüm (Türkçe Novel)

 20. Bölüm 

Ji Yuheng yavaş ve sakin bir şekilde cevap verdi. “Neden hatırlamayayım?”

Tu Xiaoning birkaç gün önceki konuşmalarını hatırladı.

— “Sana iki kez istemeden saygısızlık ettim. Bunu borcumu ödüyormuşum gibi kabul et. Bu yemeği ben ısmarlamış olayım."

— “İki kez mi?”

— “Evet.”

— “Emin misin?”

Meğerse Ji Yuheng o zaman bile bunu ima etmişti.

Tu Xiaoning başını kaldırıp onun derin bakışlarıyla karşılaştı. Ji Yuheng alaycı bir sesle ekledi. “Görünüşe göre bana olan borçların biraz fazla, arkadaş Tu.”

Tu Xiaoning uzun süre sessiz kaldı ve sonunda yalnızca, “Senin hafızan gerçekten mükemmelmiş.” diyebildi.

Ji Yuheng hafifçe gülümseyerek yürümeye devam etti. Tu Xiaoning de peşinden ağır adımlarla ilerledi.

Bir şeyler sormak istedi ama suçlu gibi hissettiği için vazgeçti. O karanlık ve rüzgârlı geceyi bile hatırlıyor muydu gerçekten? Hem de gözlük taktığı, yüzünün henüz oturmadığı ortaokul zamanını.

İkisi mutfağa ulaştığında bir camın arkasından hizmetli yanlarına geldi ve yemek seçmeleri için yönlendirdi. Ancak Tu Xiaoning’in dikkati çoktan dağılmıştı. Ji Yuheng’in keskin yüz hatlarına bakarken onun hakkında daha fazla fikir sahibi olmanın zor olduğunu düşündü.

Bu, Tu Xiaoning’in en kısa sürede bitmesini istediği bir yemek daveti olacaktı. Çünkü her şey fazlasıyla garipti.

Annesi sürekli Ji Yuheng’e sorular soruyordu.

“Ji, üniversitede hangi bölümü okudun?”,

“Boş zamanlarında neler yaparsın?”,

“Bankacılık sınavını geçmek zor mu?”

Nüfus kayıt bilgilerini istemekten beter sorulardı bunlar.

Buna karşılık Wu öğretmen ve eşi daha ölçülüydü. Ara sıra Tu Xiaoning’e “İş yoğun mu?”, “Bankada çalışmak zor mu?” gibi sorular soruyorlardı.

Yemek bitiminde masadaki yemeklerin çoğuna dokunulmamıştı, sohbet ön plandaydı.

Tu Xiaoning de pek bir şey yememişti. Tatlılar getirildiğinde, farkında olmadan bir dilim hurma tatlısına elini uzattı. Ancak annesi masanın altından tekme atarak onu uyardı. Annesi, kendi kızını Ji Yuheng ile kıyasladığında ister istemez cesaretini kaybediyordu.

Tu Xiaoning hemen çubuklarını alıp tatlıyı öyle aldı.

Wu öğretmen çayını içerken gülümseyerek Tu Xiaoning’e baktı. “Daha önce fotoğrafına baktığımda gerçekten hoş bir kız olduğunu düşünmüştüm. Kim bilebilirdi ki bu küçük sohbet sayesinde iki genç arasında bir bağ doğacak.”

Tu Xiaoning bu sözlerde bir gariplik hissetti. Annesi de su içerken hafifçe duraksadı, sonra gülümseyerek peçeteyle dudaklarını sildi. “Tabii ki her şey onların kararına bağlı.”

Wu öğretmen gözlüklerini düzeltti ve biraz şaşkınlıkla konuştu. “Ama Yuheng’in annesi onların zaten birlikte olduğunu söyledi.”

Tu Xiaoning’in anne ve babası bir anlık şok geçirdi.

Tu Xiaoning hurma tatlısı boğazına takılmış gibi hissetti. Çay içmek istedi ama bardağı boştu. Hemen karşısında oturan onun için Ji Yuheng bardağını doldurdu.

Bu sahne anne ve babasının gözünde tam anlamıyla bir çift görüntüsü oluşturdu.

Annesi hemen kızını çekip sessizce sordu. “Siz, siz birlikte misiniz?”

Tu Xiaoning durumun kötüleştiğini hissetti. Ji Yuheng’in annesinin bu konudan bahsedebileceğini tamamen unutmuştu. Şimdi inkâr etse Ji Yuheng’in annesini incitebilirdi, ama inkâr etmezse kendini daha da kötü bir durumda bulacaktı. Gerçekten çıkmaza girmişti.

“Ben, ben...” Ne söyleyeceğini bilemedi.

Wu öğretmen, onun sadece utandığını düşünerek biraz mahcup bir şekilde konuştu. “Aslında iki tarafın ailelerinin ilk görüşmesi daha resmi olmalıydı ama ablamın sağlığı...” Hafifçe iç çekti. “Ama Xiaoning çok tatlı ve düşünceli bir çocuk. İlk ziyaretinde büyük bir çiçek buketi ve meyve sepeti getirdi. Ablam ilk buluşmada onu masrafa soktuğunu düşünüp üzüldü.”

Tu Xiaoning’in anne ve babası şaşkınlıkla kızlarına baktılar.

Tu Xiaoning ise yerin dibine girmek istiyordu. Yardım istercesine Ji Yuheng’e baktı ama Ji Yuheng gayet sakin görünüyordu. Tam konuşacakken Wu öğretmen sözü tekrar aldı.

“Yuheng’in babası, o ilkokuldayken alkollü bir sürücünün çarptığı kazada vefat etti. Annesiyle yalnız kaldılar. Ancak Yuheng hep çok başarılıydı, sınıf birincisiydi. Birkaç yıl önce ablamın sağlık durumu kötüleşti ve Yuheng, ona bakabilmek için A Şehri'ndeki iş teklifini geri çevirdi. Ancak daha sonra ablama meme kanseri teşhisi kondu.”

Odada uzun süre sessizlik hâkim oldu. Herkesin ifadesi ağırlaştı.

Tu Xiaoning ise soğuk bir rüzgâr yemiş gibi sessizdi.

Wu öğretmen hafifçe duygulanmış gibiydi ama çabucak toparlandı. “Bugün bu konuyu açmamam gerekiyordu. Eşim de söylemememi istedi ama bir anne olarak düşünüyorum, kızınız da yirmi küsur yıldır el üstünde büyütüldü. Bu tür görüşmeler evliliğe yönelik oluyor. Tabii ki karşı tarafın durumunu bilmek lazım. Maddi durumumuz belki zayıf olabilir ama çocuğumuz gerçekten birinci sınıf biridir.”

Wu öğretmen gözleriyle Tu Xiaoning’i süzerek devam etti. “Açıkçası, Xiaoning ablamı ziyaret ettiğinde o çok duygulandı, ben de öyle.”

Tu Xiaoning’in annesi bu sözleri duyunca konuşmayı devraldı. “Wu öğretmen, madem bu kadar açık konuştunuz ben de içimi dökeyim. İnsan hayatında üç büyük mesele vardır: eğitim, meslek seçimi ve evlilik. Çocuklarımız belli bir yaşa gelince evlilik meselesi ister istemez bizi düşündürüyor. Bizim Xiaoning’imiz öyle yetenekli biri değil. Asla üstün özellikleri olmadı. Adıyla müsemma, başından beri hep biraz şaşkın biridir. Okulda pek başarılı değildi, iş hayatında da eh işte... Bankaya girmesi bile bizim eşimle hatır gönül işi yapmamız sayesinde oldu. Ondan büyük paralar kazanmasını beklemiyoruz. Tek derdimiz, işi biraz sabit olsun ki ileride karşı tarafa söylerken kulağa hoş gelsin. Ama işte hâlâ kadrolu değil, sözleşmeli personel."

Annesi ona dönüp baktı. “Herkes der ki çocuk yetiştirip büyütmek yaşlılıkta destek olur. Ama ben hiç ondan bize bakmasını istemedim. Yarım ömrümüz onun için uğraşmakla geçti; başka bir beklentimiz yok, sadece iyi bir eş bulup mutlu olmasını istiyoruz.”

Bu, Tu Xiaoning'in annesinin dışarıda ilk kez bu kadar açık konuştuğunu duyduğu andı ve gözleri istemsizce sulandı.

“Bir çocuğun ailesi elbette önemlidir ama karakteri daha önemlidir.” Annesinin bakışları Ji Yuheng'e yöneldi. “Xiao Ji, teyzen biraz açık sözlüdür. Gelecekte aile olup olmayacağımızdan bağımsız olarak, bugün sana bir şey söylemek istiyorum.”

“Buyurun, lütfen söyleyin.” Ji Yuheng alçakgönüllü ve nazikti.

“Gençleri yoksul diye küçümsememeliyiz. Bahse girerim sen büyük bir potansiyel taşıyorsun.”

Bu sözlerle birlikte, Tu Xiaoning ile babası şaşkınlık içinde annesine baktılar.

Xu Hanım bu sözleri söylerken beklenmedik bir otorite sergiliyordu.

Yemek bittikten sonra her iki taraf da gülümseyerek ayrıldı. Görünüşe göre aralarında bir tür anlaşma sağlanmıştı.

Tu Xiaoning her şeyin tamamen sona erdiğini hissederek derin bir iç çekti.

“Hiçbir şeyin farkında değilmiş gibi davranıyordun, değil mi? Sürekli neden seni eve bırakıyor sanıyorsun?” Wu öğretmenle kocası fark etmeden annesi gizlice Xiaoning'in kolunu çimdikledi.

Tu Xiaoning acıyla inleyerek, “Biraz daha beklemeyi düşünüyordum.” dedi dişini sıkarak.

“Beklemek mi? Daha neyi bekliyorsun? Beklersen damadımız kaçar!” Annesi ona dik dik baktı.

“Damat” kelimesini duyunca Tu Xiaoning’in yüzü hemen kızardı. Hızla etrafına bakındı ve Ji Yuheng'in hâlâ kasada ödeme yaptığını görünce rahat bir nefes aldı. “Anne, biraz daha sessiz olabilir misin?”

“Yemeği yedik, konuştuk da. Bu kadar iyi bir çocuğu saklayacak değilim ya!” Annesi elini uzatıp Xiaoning’in başını itti. “Biraz akıllı ol, Ji Yuheng gibi biri ailevi nedenler olmasa sana kalır mıydı?”

Bu söz Tu Xiaoning'in hoşuna gitmemişti. Tam itiraz edecek iken Wu Öğretmen ve eşi yanlarına geldi.

“Biz artık gidiyoruz, Xiaoning. Fırsat bulunca Yuheng ile birlikte bize de gelin.” Wu Öğretmen hâlâ nazikçe gülümsüyordu.

Tu Xiaoning yapmacık bir gülümsemeyle başını salladı. O sırada Ji Yuheng de yavaşça yanlarına geldi.

Annesi babasını kolundan tutup çekerek Xiaoning’e, “Bizim babanla biraz işimiz var, siz önden gidin.” dedi.

Tu Xiaoning tam “Ne işiniz var?” diye soracakken annesi ona keskin bir bakış atınca geri adım attı.

Artık işin içinden çıkamıyordu, resmen kendi başına bela açmıştı.

Ji Yuheng’e tekrar baktı. Uzun boylu, yakışıklı ve göz kamaştırıcıydı. “Eh.” diye düşündü Xiaoning, “En azından yakışıklı bir erkek arkadaş buldum, hiç fena değil.”

Doğal olarak yine Ji Yuheng onu eve bırakıyordu. Aksi hâlde annesinin niyetini boşa çıkarmış olacaktı.

“Özür dilerim, seni bu işe bulaştırdım.” dedi yolda Ji Yuheng.

Tu Xiaoning artık durumu kabullenmişti. “Zaten sana borçluydum, böyle de iyi oldu. Annem artık beni görücü usulü randevulara gitmeye zorlamaz. Ayrıca annemin seni sevmesi büyük bir olay, sen bir ilksin.”

“Bu benim için bir onur.”

Tu Xiaoning bu cevap karşısında yine şaşkına döndü.

Bir süre dışarıyı izledikten sonra düşüncelerine hâkim olamayıp konuştu. “Aslında unutmamıştım.”

“Ne?”

“Ortaokul üçüncü sınıfta beni kurtardığın geceyi... Unutmadım.”

Ji Yuheng sadece direksiyonu tutmaya devam etti.

“O zaman neden beni kurtardın?” diye merakla sordu Xiaoning.

“Yolumun üstündeydi.”

Xiaoning “kahramanlık hikâyeleri” beklemediği için bu cevaba şaşırmadı. “O zaman teşekkür edemedim, umarım şimdi teşekkür etmek için çok geç değildir.” Ona dönerek ciddi bir şekilde, “Teşekkür ederim, Ji Yuheng.” dedi.

“Sadece teşekkür etmen yeterli mi?”

Tu Xiaoning bir an afalladı. Başka ne olacaktı ki?

Ji Yuheng yine de bu geç gelen teşekkürü kabul etti. “Rica ederim.”

“Bana iki kere yardım ettin. Eğer yalanını örtmeye yardım etmem bir borcumu kapatıyorsa, diğer borcumu nasıl ödeyeceğim?” Tu Xiaoning biraz mahcup olmuştu.

Ji Yuheng sakince, “Bir kere yardım ederek ikisini de kapatabilirsin ama üçte iş değişir. Üçüncüde karşılık isterim.” dedi.

Xiaoning onun güneş gözlüğü taktığını fark etmemişti, bu yüzden yüz ifadesini göremedi. İçinden söylenerek, “Ne kadar büyük gönüllüymüş gibi konuşuyor. Ortaokuldan beri teşekkürümü hâlâ hatırlıyor işte.” diye düşündü.

Böylece ikisi resmî olarak sevgili oluverdiler. Xiaoning, Ji Yuheng'in annesi iyileştiğinde basit bir bahane ile ondan ayrılmayı planlıyordu. 'Zaten yakışıklı olduğu için suç hep onda olacak.' diye düşündü.


***


Yemekteyken eski iş arkadaşlarından biri, yeni yapılan finans denetim binasının tamamlandığını ve taşınmanın yakında gerçekleşeceğini söyledi.

'İyi.' diye düşündü Xiaoning, 'Artık Ji Yuheng ile aynı yerde karşılaşıp yabancı gibi davranmak zorunda kalmayacağım.'

O öğleden sonra mesai başlamadan önce Rao Jing ona haber verdi.

“Yarım saat sonra sekizinci katta toplantı var.” dedi.

“Toplantı mı?” diye şaşırdı Xiaoning.

“Büyük müdür, bizim bölümün geleceğini açıklayacak.”

Xiaoning’in kalbi sıkıştı. “Rao abla, peki bizim durumumuz ne olacak?”

Rao Jing başını salladı. “Bilmiyorum, kaderimize razı olacağız artık.”

Tu Xiaoning sessizleşti. Genel müdür ayrıldığından beri bölümün başka birimle birleşeceği söylentisi yayılmıştı ama kimse onların bölümünü kabul etmek istemiyordu.

Sonucun ne olacağını kestirmek zordu. Tu Xiaoning, Rao Jing ve diğer iş arkadaşlarıyla birlikte erkenden toplantı odasına geçti.

Büyük müdür tam zamanında geldi. Yanında üç şube müdürü ve insan kaynakları müdürü de vardı.

Onların ardından tanıdık bir silüet belirdi.

Adımları sağlam ve güven doluydu, duruşu oldukça etkileyiciydi.

Xiaoning gözlerini kocaman açtı ve adamın müdürün yanına oturduğunu görünce donup kaldı.

Beyni tamamen boşalmıştı, kulakları uğulduyordu. Büyük müdürün konuşmasından tek anladığı son cümle oldu.

“Şimdi, genişleme biriminin yeni genel müdürüne hoş geldin diyelim. Ji Yuheng, Müdür Ji.”

Yorumlar