Hidden Marriage in the Office - 22. Bölüm (Türkçe Novel)

Tu Xiaoning’in ailesinin yaşadığı eski site, yeni konut projeleri gibi düzenli park alanlarına sahip değildi. Bu yüzden araç sahipleri her gün yol kenarında park yeri kapma yarışına girerdi. Kim erken gelirse yeri o kapardı.

Ancak Tu’nun babası iş bilir biri olduğu için yeşil alanları bile birkaç park yerine dönüştürmüştü. Sitede artan araç sayısı yüzünden park sorunu iyice büyümüşken site yönetimi buna göz yummuştu. Babasının açtığı bu yolu gören komşular da aynı şekilde park etmeye başlamış, durum kısmen rahatlamıştı.

Tu Xiaoning etrafa bakındığında sitede boş yer olmadığını gördü. Babasının daha önce düzenlediği yeşil alanda bir boşluk fark edince Ji Yuheng’e oraya park etmesini söyledi.

Ancak Ji Yuheng tek elini camdan dışarı çıkararak uyardı.

“Burası yeşil alan.”

Arkadan gelen araçlardan korkan Tu Xiaoning aceleyle, “Sorun değil, babam hep buraya park eder.” dedi.

Ji Yuheng ise bu öneriye pek katılmadı, uzaktaki alanlara bakarak, “İleride başka bir yere bakayım.” dedi ve arabayı sürdü.

Tam o uzaklaştığında biri gelip yeşil alana arabasını park etti.

Tu Xiaoning gözlerini devirdi. “Dedim ya park edebilirsin. Neden ille de uzağa gitmek zorundasın?”

Bir süre sonra Ji Yuheng geri döndü.

“İleride boş yer var mıydı?” diye sordu Tu Xiaoning.

“Yoktu.”

“Peki nereye park ettin?”

“Sitelerin dışına.”

Tu Xiaoning nihayet Ji Yuheng’in kendisinde hiç olmayan bir yanını bulduğunu düşündü: Fazla kuralcı olması. Kendisiyse her zaman bir yolunu bulurdu.

Ama Ji Yuheng onun ne düşündüğünü anlamış gibi ekledi.

“Çimenleri ezip geçmek pek doğru değil.”

Yol kenarındaki sarı ışık onun yüzüne vururken hâlâ ciddi görünüyordu.

“Oldukça şefkatlisin.” dedi Tu Xiaoning alaycı bir tonda.

Ji Yuheng sakince yanıtladı.

“Alternatif varken yanlış yola sapmamak en iyisidir.”

Bu sözlerin park yeriyle ne ilgisi olduğunu anlamaya çalışırken Ji Yuheng ekledi.

“Ayrıca birkaç adım yürümek sorun değil.”

Onu ikna edemeyeceğini anlayan Tu Xiaoning apartmana yöneldi. Birden aklına bir şey gelince sordu.

“Annen de öğretmen mi?”

Daha önce hastanede birinin ona öğretmen diye hitap ettiğini duymuştu.

“Evet, üniversitede ileri matematik hocası.”

Tu Xiaoning içinden derin bir iç çekti. 'Bu aile tam bir harika. Adamın çocukluktan itibaren hep başarılı olması şaşırtıcı değil.'

Ama kendi ailesini hatırlayıp içinden sövdü. 'Keşke babam ya da annem biraz daha zeki olsaydı da ben de sürekli derslerde sürünmeseydim.'


***


Tu’nun annesi Ji Yuheng’i ağırlamaktan keyif alıyordu. Ona sürekli oturmasını ve çay içmesini teklif etti. Hatta mutfağa nadiren giren babası bile bugün yemek yapıyordu.

Ji Yuheng, Tu Xiaoning’in evine ilk defa gelmişti. Tu’nun annesiyle konuşurken evi dikkatle inceledi. Belli ki evin yaşı vardı, dekorasyon ve mobilyalar oldukça eskiydi. Alan da geniş değildi. Ama düzen ve atmosfer evin sıcak bir aile yuvası olduğunu açıkça gösteriyordu. Elindeki su bardağından yayılan sıcaklık bile bu huzuru yansıtıyordu.

Tu’nun annesi onun bakışlarını fark edince anlattı.

“Bu evi Xiaoning anaokuluna giderken babasıyla aldık. Alt katta bir de garaj var. O zamanlar ev fiyatları böyle uçuk değildi.”

Ji Yuheng gülümsedi.

“O dönem fiyatlar şimdikinden çok farklıydı. Günümüzde ev fiyatları biraz aşırı yükseldi.”

Tam o sırada gözleri duvardaki bir kemana takıldı.

Tu’nun annesi daha sorulmadan açıklamaya başladı: "Bizim Tu Xiaoning daha küçükten beri yarım yamalak iş yapan biriydi. Anaokulunda keman öğrenmeye başladı ama ilkokula geçince zorluğundan şikayet edip yarıda bıraktı. Sonra Macau’nun geri alındığı dönem, çevremdeki arkadaşlarının ve komşu çocuklarının hepsi milli bayrak altında Qizi Zhi Ge çalarken ben izleyici koltuğunda gururlanmak yerine içimden öfkeyle kıvranıyordum." Annesi geçmişteki olayları hatırlamış gibi görünüyordu ve sinirle Tu Xiaoning'e sert bir bakış attı. "O zaman devam edebilseydi, şimdi birim etkinliklerinde ya da yılsonu kutlamalarında yeteneğini sergileyip liderlerin gözüne girebilirdi. Ama ne oldu? Ama şimdi hiçbir yeteneği yok, hiç de azimli değil!"

Ji Yuheng, Tu Xiaoning'e bir bakış atınca Tu hemen öksürdü. "Xu Hanım, bu kadar yeter."

Sonunda hiç itibarı kalmamıştı. Üstelik karşısındaki kişi artık onun doğrudan amiri olduğuna göre, ileride ekmek parası kazanabilmek için onun güvenine ihtiyacı vardı..

Annesi ise onun erkek arkadaşının önünde utanıp sıkıldığını sanarak konuştu. "Her neyse, Ji Yuheng zaten bizden biri. Eskiden derin kalın sanıyordum, şimdi utanmayı mı öğrendin?"

Tu Xiaoning daha fazla konuşmamaya karar verdi, aksi hâlde Xu Hanım tarafından rezil edilmesi an meselesiydi. Dönüp odasına gitmek üzereyken "Dur bir dakika, Ji Yuheng'e odanı gezdir." diye annesinin sesi yeniden duyuldu.

İstemeyerek de olsa Ji Yuheng’i alıp odasına götürdü.

Ji Yuheng içeri girer girmez ilk gözüne çarpan şey, daha önce ona hediye ettiği kocaman pelüş ayı oldu. Yatağının başucunda sevimli bir şekilde duruyordu.

"Çok büyük olduğu için koyacak başka bir yer bulamadım." diye açıkladı Tu Xiaoning.

Ji Yuheng sessizce yürüyerek kitap rafına doğru ilerledi. Uzak mesafeden baktığında rafın klasik eserlerle ve ders kitaplarıyla dolu olduğunu sanmıştı. Ancak yakından inceleyince durumun pek de öyle olmadığını fark etti. Göz alabildiğine romantik romanlarla doluydu.

Hızlıca birkaçına göz attı: Ünlü Yıldız Beni Sevdi, O Çocuk Geldi, Sadece Pes Mi Edersin?, Zorba CEO Beni İstiyor, Beni Sevmekten Korktun mu?

Kaşlarını istemsizce çattı.

Tu Xiaoning hızla koşarak önüne geçti. “Bunlar eski kitaplar, aslında satmayı düşünüyordum ama bir türlü vakit bulamadım.”

Tek derdi Ji Yuheng’in görüş açısını kapatmaktı, ama aceleyle düşünmeden hareket ettiği için bu sefer ikisinin arasındaki mesafe fazlasıyla azalmıştı.Ji Yuheng’in hafif gevşettiği gömlek yakasının altından belirgin köprücük kemikleri ve çıkıntılı Adem elması görünüyordu. Tuhaf bir şekilde çekici bir hava yayıyordu.

Tu Xiaoning saçından gelen mentollü şampuan kokusunu aldı; bu koku, onun kişisel kokusuyla birleşmiş, hem erkeksi hem baştan çıkarıcı bir hâle gelmişti.

Ji Yuheng başını eğdiğinde Tu Xiaoning’in uzun ve sık kirpiklerini, bembeyaz boynunu gördü. Burnuna onun kendine has kokusu dolarken yakın mesafede fark etti ki beli ince, bacakları ve boyu da hayli uzundu.

"Yemek hazır!" Annesinin dışarıdan gelen sesi ikisinin arasında oluşan bu gergin havayı dağıttı.

Tü Xiaoning, hafifçe geri çekilerek aralarındaki mesafeyi açtı. O ise sakin bir şekilde ona bakıyor ve sanki önce onun yürümesini bekliyordu.

"Yemek zamanı." dedi Tu Xiaoning, başını eğerek hızla odadan çıktı. Ancak kulaklarının garip bir şekilde yanmaya başladığını hissetti.

Ji Yuheng de hemen ardından çıktı ve sofraya oturduklarında doğal bir şekilde onun yanına oturdu.

"İşlerin yoğun olmalı ama yine de sürekli Xiaoning’i eve bırakıyorsun." dedi babası, son yemeği de masaya koyarken.

"Olması gerekn bu amca." dedi Ji Yuheng, ayağa kalkıp ona yardım etmeye çalışarak.

"Hiç zahmet etme, otur, otur." diyerek babası onu yerine oturttu.

Xiaoning'in annesi ise yemekleri Ji Yuheng’in önüne çekip içten bir şekilde davet etti. "Hadi bakalım, ye, ye."

Ji Yuheng çubuklarıyla ilk olarak bir balık parçası aldı.

Xu Hanım, memnuniyetle Tu Xiaoning’e bakarak konuştu. "Ben demedim mi? Akıllı insanlar balık sever. Sen de et yemekten başka bir şey bilmezsin."

Tu Xiaoning içinden ofladı. Et yemesi bile suç olmuştu!

"Balık kılçığıyla uğraşmayı sevmiyorum." diye savundu kendini.

Ji Yuheng hafifçe gülümsedi ve biraz önce aldığı kılçıksız balık etini Tu Xiaoning’in tabağına koydu. "Bu kılçıksız."

Tu Xiaoning bir an durakladı. Onun nadiren sergilediği bu nazik bakışla karşılaşınca reddedemedi ve başını eğip sessizce yemeğine devam etti.

Anne ve Babası birbirlerine anlamlı bakışlar attılar. Xiaoning'in annesinin yüzüne de tatlı bir gülümseme yayıldı. Yemek boyunca neredeyse hiçbir şey yemedi, gözleri sürekli Ji Yuheng’in üzerindeydi. Tam anlamıyla "damadı beğenen kayınvalide" haliyle ona bakıyordu.

"Hâlâ Xiaoning’in çalıştığım birimde denetim yapıyor musunuz?" Sessizlik fazla uzayınca Xu Hanım sohbet başlattı.

Ji Yuheng kısa bir duraklamadan sonra konuştu: "Amca, teyze, ben yakın zamanda iş değiştirdim."

Tam o sırada Tu Xiaoning balık çorbası dolduruyordu ve eli titreyince çorbayı masaya döktü.

Xu Hanım, kızına memnuniyetsizlikle bakarak peçeteyi aldı ve masayı silmeye başladı. "Ne kadar dikkatsizsin." Ardından yeniden Ji Yuheng’e döndü: "Ne iş yapıyorsun şimdi?"

Tü Xiaoning başından kara bir bulutun geçtiğini hissetti. Bu konu asla kapanmayacak mıydı?

Tam masanın altında Ji Yuheng’e hafifçe tekme atarak onu uyarmak üzereyken, o çoktan konuşmaya başlamıştı. "Şimdi ben de DR’de çalışıyorum."

Tu Xiaoning artık onu hafifçe değil öldüresiye tekmelemek istiyordu.

Masa bir anda sessizliğe gömüldü. Tek duyulan şey, Tu Xiaoning'in çorba içerken kaşığının kâseye çarpan sesiydi.

Xu Hanım durumu sindirip bir "Ah" çekti. Yine dayanamayıp sordu. "Hangi departmanda?"

Ji Yuheng, "Birinci Geliştirme Departmanı." dedi.

Anne ve Babası yine birbirlerine baktılar. Babası gözlüklerini düzelterek dostane bir gülümseme ile konuştu. "Aynı departmanda müşteri yöneticisi olmak güzel bir şey."

Ji Yuheng sakin bir ifadeyle hafifçe düzeltti. "Ben genel müdür olarak görev yapıyorum."

Tu Xiaoning şiddetle öksürmeye başladı.

"Ne oldu?" diye annesi ona çıkıştı.

Tu Xiaoning acı çeken bir yüz ifadesiyle boğazını işaret etti. "Boğazıma balık kılçığı takıldı."

Bu rezaletten kurtulmak için gece yarısı hastaneye balık kılçığı aldırmaya gitmek zorunda kalmışlardı. Acil serviste beklerken fark ettiler ki balık kılçığı için gelenlerin çoğu küçük çocuklardı.

Nihayet sıra ona geldiğinde doktor balık kılçığının çok derinde olduğunu söyleyip endoskopi yapılmasını önerdi.

"Ödeme yaptıktan sonra endoskopi odasında sıraya geçin." diyerek doktor onlara bir fiş uzattı. Yan gözle Tu Xiaoning’in yanında duran üç kişiye bakıp içinden 'Bu yaşta kılçığa takılmak yetmezmiş gibi, yanında anne, baba ve eş üçlüsüyle hastaneye gelen bir kişi...' diye geçirdi.

Yaşlı Tu elini uzatmak üzereyken, Ji Yuheng çoktan almıştı, "Siz sıraya girin, ben ödemeyi yaparım."

Tu Xiaoning hâlâ öksürüyordu, yüzü kızarmıştı.

Xu Hanım onu hızla endoskopi odasına götürdü ve yürürken de mırıldanmayı ihmal etmedi.  "Sen küçükken de beni hiç rahat ettirmezdin  Balık çorbası içerken bile boğazına kılçık takılıyor. Kendine hiç bakamıyorsun, evlenince ne yapacaksın."

"Zaten balık yemeyi sevmiyorum demiştim." Tu Xiaoning homurdandı, ama konuşurken yine midesi bulanır gibi oldu.

"Tamam, kız zaten kötü durumda. Böyle söylenmeye devam etme." Babası annesini durdururken üçü endoskopi odasına ulaştı.

Beklenmedik bir şekilde, akşam endoskopi yaptırmaya gelenler de az değildi, hem yetişkinler hem çocuklar vardı.

"Her hasta için sadece bir refakatçi kalabilir, diğerleri dışarı çıksın." Bekleme odasındaki hemşire kaşlarını çatarak konuştu.

Ji Yuheng tam o sırada ödeme işlemlerini bitirip gelmişti. Bunu duyunca, "Ben kalayım." dedi.

Xiaong'un babası, kızının rahatsız haline bakarken biraz üzülse de, karısı tarafından dışarı çekildi.

"O zaman Ji Yuheng, ona göz kulak ol."

Ji Yuheng başını salladı ve Tu Xiaoning'in yanında durdu.

"Hâlâ rahatsız mısın?"

Tu Xiaoning konuşmaya cesaret edemiyordu, sadece başını salladı.

"Artık hareket etme." Ji Yuheng de onunla konuşmayı bıraktı.

Xiaong'un babası endoskopi odasının dışında ileri geri yürüyor, sürekli içeri bakıyordu.

"Sadece bir balık kılçığı, kızına ne yapabilir ki." Xu Hanım nispeten daha sakindi.

"O zaman neden geldin?" Nadiren karısına karşılık verirdi.

Bayan Xu hastane koltuklarına vurup oturdu, "Ben mi? Kızımın gelecekteki kocasının kızım için nasıl endişelendiğini görmek için geldim."

Yaşlı Tu kaşlarını çattı, ne demek istediğini anlamadı ama yanına oturdu.

"Bak, kayıt yaptırdı, ödeme yaptı, şimdi de içeride yanında. Bu da gösteriyor ki o senin kızına gerçekten önem veriyor."

"Erkek arkadaş dediğin böyle olmalı zaten, değil mi? Aksi takdirde ilişki falan olmaz."

Bayan Xu tekrar omzuna vurdu, "Bak, daha önce baktırdığım fala inanmadın ama şimdi hepsi doğru çıktı, değil mi."

Yaşlı Tu anlamayınca Bayan Xu tekrar söyledi. "Kurtarıcı, Ji Yuheng bizim kızımızın kurtarıcısı."

Yaşlı Tu aldırış etmedi, ayağa kalkmak istedi ama Bayan Xu tarafından tekrar oturtuldu. "Şimdi Ji Yuheng kızımızın departmanına genel müdür olarak geçti, bu ne anlama geliyor biliyor musun?"

"Ne?" Yaşlı Tu sembolik olarak sordu.

"Kadrolu olmak. Kızımızın DR'de kadrolu olması umudu var artık!"

Bu sefer Yaşlı Tu sessiz kaldı.

Tu Xiaoning daha önce endoskopi yaptırmamıştı, yaptıktan sonra endoskopinin burundan boğaza yavaşça sokulan uzun bir tüp olduğunu öğrendi, anestezi uygulanmış olsa da rahatsız hissetti, ama neyse ki balık kılçığı sonunda çıkarıldı.

Endoskopi burun boşluğundan girdiği için yüzündeki beş duyuyu harekete geçirdi, gözyaşları doğal bir refleks olarak gözlerinde birikti, bittiğinde sadece gözlerini silmek ve burnunu iyice temizlemek istedi, ama hastane peçete sağlamıyordu ve kılçığı çıkardıktan sonra hemen bir sonraki hastayı çağırmaya başladılar.

Tu Xiaoning bu şekilde gözyaşlarıyla dolu bir yüzle tekrar Ji Yuheng'in önünde belirdi.

Sıradaki hasta bir çocuktu, hemşire adını çağırır çağırmaz içeri koştu, neredeyse Tu Xiaoning'e çarpıyordu.

Kapının önünde duran Ji Yuheng, tam zamanında uzun kolunu uzatarak onu çekti ve çocuktan kaçınmasını sağladı.

Tu Xiaoning şaşkın bir haldeydi. Ağzı, burnu ve gözleri hâlâ rahatsızdı, peçete ihtiyacından başka hiçbir şeye dikkatini veremedi.

Başını kaldırınca Ji Yuheng’in derin bakışlarıyla karşılaştı. Hangi ara olduğunu anlamadan eli yanağına gelmişti, tüy gibi hafifçe gözyaşlarını siliyordu.

Kulağında yankılanan sesi yumuşak ve sıcaktı. "Çok acıdı mı?"


***


Ertesi gün işe geldiğinde Tu Xiaoning, dün gece yaşananların bir hayal olduğuna inanmaya başlamıştı.

Hatırladığı tek şey, o anda elektrik çarpmış gibi hızla geri çekildiği ve "Acımadı" dedikten sonra suç işlemiş gibi panikle endoskopi odasından kaçıp gittiğiydi.

Ama asıl "dokunulan" kişi kendisi olduğu hâlde, garip bir şekilde sanki Ji Yuheng'i rahatsız etmiş gibi hissetmişti. Neden?

Kafasını sallayıp hemen işe odaklanmaya çalıştı. O sırada Ji Yuheng dışarıdan telefonla konuşarak içeri girdi.

Yüzünde yine o soğuk ifade vardı. Adeta rüzgârla yürüyordu. Dışarıdaki haliyle iş yerindeki hali tamamen farklıydı. Sanki dün gece hiçbir şey olmamış gibi davrandı ve Tu Xiaoning’e en ufak bir bakış bile atmadı. Yüzünde sadece "iş" yazıyordu.

Tu Xiaoning aslında ona hayranlık duymadan edemiyordu. Eğer oyunculuk yeteneğinden bahsedecek olursak, Ji Yuheng tam anlamıyla ödüllük bir oyuncuydu.

Telefonu kapatır kapatmaz Zhao Fangang'ı çağırdı.

Zhao Fangang yüzünde endişeli bir ifadeyle ofise girdi. "Ji Bey."

"Elindeki o sorunlu kredi şu an hangi aşamada?"

"Artık ipotekli malların satışına hazırlanmamız gerek."

"Peki ya kefil? O zaman üçüncü taraf bir şirketin garantisi eklenmemiş miydi?"

Bu, Zhao Fangang’ın başını ağrıtan konuydu. "Kefil bu işe bulaşmak istemiyor. Ya ölü taklidi yapıyor ya da beni oyalıyor."

Ji Yuheng belgeleri incelerken başını kaldırdı. "Ölü taklidi mi? Böyle yaparak borçlunun yerine ödeme yapmaktan kurtulacağını mı sanıyor?"

"Muhtemelen önce ipoteğin satılmasını bekleyip ona göre hareket etmeyi planlıyor."

Ji Yuheng dikkatle onu süzdü. "Şehir dışındaki ticari ofis binasını sence kim satın alır? Bir kez satılamazsa ipotek değerinde daha fazla düşüş olur. Üç milyonluk kötü kredi, risk fonun bu durumu karşılamaya yetecek mi?"

Zhao Fangang umutsuzca omuz silkti. "Artık kaderimize bakacağız, belki bir alıcı çıkar."

"Ben ‘belki’ kelimesini duymaktan hoşlanmam. Bu kelimeyi bana bir daha söyleme." dedi Ji Yuheng sert bir ifadeyle. Ardından Rao Jing'i çağırdı.

"Ji Bey."

"Bu akşam hükümetin yatırım tanıtım ofisinden dört kişiyi yemeğe davet ediyorum. Saat altıda, yeri sen ayarla. İçlerinden iki kişi yurtdışında eğitim görmüş."

"Anlaşıldı."

"Bölümdeki herkes katılacak."

Bu sözler Rao Jing ve Zhao Fangang’ı oldukça şaşırttı. Çünkü eski müdür Jiang, özellikle hükümet yetkilileriyle yapılan yemeklere bölümü nadiren dahil ederdi.

"Anlaşıldı, Ji Bey." Rao Jing onayladı ve Zhao Fangang ile birlikte odadan çıktı.

"Ne demek şimdi bu?" Zhao Fangang sessizce dudaklarını kıpırdatarak sordu.

Rao Jing başını salladı. Bu genç ve yeni liderin düşüncelerini artık çözemez olmuştu. Yalnızca Tu Xiaoning’in masasına yaklaşıp hafifçe masasına vurdu.

"Akşam yemeğine birlikte gideceğiz."

Tu Xiaoning önceki deneyimini hatırlayıp biraz korkarak sordu. "Yine içki mi içeceğiz?"

"Kim bilir." Rao Jing düşünmeye bile üşendi, Ji Yuheng’in aklında ne olduğunu anlamaya çalışmak istemiyordu.

Tu Xiaoning başını eğdi, içki içmekten kaçamayacağını düşünüyordu. Daha önce sınıf başkanının düğününe katıldığında masadaki erkeklerden yalnızca Ji Yuheng içki içmemişti. O zaman alkol alerjisi olduğunu söylemişti.

Rao Jing, eskiden departmanın yemek organizasyonlarını yaptığı restorana telefon açtı ve rezervasyon bilgilerini Ji Yuheng’e mesaj olarak gönderdi. Ancak uzun süre cevap alamadı.

Onun meşgul olduğunu ve mesajı görmediğini düşünerek telefonu bir kenara bıraktı. Aklından, "Aşırı eğitimli ya da değil, sonuçta herkes günde üç öğün yemek zorunda." diye geçirdi.

Üçü de çalışırken dün çiçek getiren kişi tekrar gelip kapıyı tıklattı.

"Tu Xiaoning, çiçeğiniz var."

Bu sefer büyük bir demet beyaz gül getirmişti.

"Oooh~" Rao Jing parmaklarıyla kalemi çevirerek Tu Xiaoning'e anlamlı bakışlar attı.

Tu Xiaoning delirmek üzereydi. Bu çiçekleri kim gönderiyordu? Çiçekleri hemen alıp boş bir yere koydu.

Rao Jing yanına gelip çiçekleri kokladı. "Fena değil küçük Tu, sevgilini benimle ne zaman tanıştıracaksın?"

"Sevgilim yok, Rao abla." Tu Xiaoning kesin bir dille reddetti.

Rao Jing ona alaycı bir bakış attı. "Hadi canım, iki gündür çiçek geliyor. Tahminimce yarın da gelir. Adam bayağı ısrarcıymış."

Tu Xiaoning nasıl açıklayacağını bilemedi. Çiçeklerin içinde herhangi bir kart ya da ipucu bulmaya çalıştı ama bulamadı.

Bu sırada Ji Yuheng elinde dizüstü bilgisayar, kulağında telefonla ofisinden çıktı.

Rao Jing hemen seslendi: "Ji Bey."

Telefon henüz bağlanmamıştı. Ji Yuheng durarak Rao Jing'in konuşmasını bekledi ve gözü boş masadaki iki gül buketine kaydı.

Tu Xiaoning hemen başını eğip çalışmaya koyuldu. Ji Yuheng’in kendisini işine odaklanmamış gibi görmesini istemiyordu.

"Akşam yemeği için yeri ayarladım, size mesaj attım." dedi Rao Jing.

"Gördüm."

Rao Jing tam yerine oturacakken Ji Yuheng, "İptal et, ben yeni bir yer ayarlayacağım." dedi.

Herkes şaşırdı. Tu Xiaoning de anlam verememişti. Sonuçta sadece bir yemekti, yer konusunda bu kadar seçici olması ilginçti.

Ancak Rao Jing nedenini sorgulamadı ve saygıyla, "Tamam, Ji Bey." dedi.

Ji Yuheng'in telefonu açılmamıştı, cebine geri koyup kapıya doğru birkaç adım attıktan sonra durdu.

"Departmanımız genellikle yemekte nasıl organize oluyor?"

Üç kişi sessizce birbirlerine baktı. Bu sıradan sorunun neden sorulduğunu anlayamamışlardı.

"Kendi kartlarımızı dolduruyoruz, herkes kendi yemeğini yiyor." dedi Zhao Fangang kısa bir süre sonra.

Ji Yuheng’in bakışları Rao Jing’e döndü. "Rao Jing, bundan sonra departman bütçesinden herkesin yemek kartına aylık 500 yuan yükleyin. Eğer yemekhanede sorun çıkarsa kişi başı 1000 yuan doldurun ki hata yapmasınlar."

Üçü de dondu kaldı.

"Sizi her gün birlikte yemek yemeye zorlamıyorum, ama ben yemekhanede olduğumda en azından üçünüzle birlikte oturmak istiyorum. Ofis kültürü önemli ama yemekhanedeki detaylar genellikle birimin dinamiğini gösterir. Bunu unutmayın."

"Anlaşıldı."

"Anlaşıldı."

"Anlaşıldı."

Ji Yuheng yürüyüp uzaklaştı.

Üçü biraz şaşın halde birbirlerine baktılar.

Zhao Fangang kapıya doğru eğilip Ji Yuheng’in gittiğini doğruladıktan sonra masanın üzerine oturdu. "Bu Ji Bey gerçekten ilginç biri, kurallara göre hareket etmiyor."

Rao Jing düşünceli görünüyordu ama, "Yöneticinin niyetini tahmin etmeye kalkma." dedi.

Zhao Fangang sesini alçaltarak, "Departman bütçesi hep pazarlama için harcanırdı. Eski müdür Jiang bunu bizim için kullanmayı hiç düşünmezdi. Geri ödeme onayı almak haftalar sürerdi. Faturaların süresi geçer, çöpe giderdi. Daha önce müşteri yemeklerinde ne kadar cebimden ödeme yaptım biliyor musun?"

Zhao Fangang’ın yakınmasını duyan Rao Jing gülümsedi. "Belki de bu yeni müdürümüz bunu hedefliyordur."

"Neyi hedefliyordur?"

"İnsan kalbini."

Tu Xiaoning sessizce dinlerken başı hafifçe zonklamaya başladı.

Akşamki yemeğe Ji Yuheng önden gitmişti. Tu Xiaoning ve Rao Jing, Zhao Fangang'ın arabasıyla yola çıktılar.

Ji Yuheng'in gönderdiği konuma göre dolambaçlı yollardan geçip uzak ve tenha bir yere geldiler. Etrafta sadece otoparklar ve ticari ofis binaları vardı.

Üçü arabadan indi, başlarını kaldırıp baktılar ama ne bir restoran ne de otel tabelası görebildiler.

"Bu nasıl iş? Burada yemek yenilecek bir yer var mı ki?" Zhao Fangang sigara yakarak güldü. "Doğru düzgün restoranı bırakıp buraya mı geldik? Fazlasıyla lüks olacağını sanmıştım ama burası tam kuş uçmaz kervan geçmez bir yer."

Rao Jing de yere geldiklerinden şüphelendi. Tekrar mesajı kontrol etti ama gerçekten burasıydı.

"2 numaralı bina, A bloğu." diyerek okudu ve etrafına bakındı. "İşte orada." diye uzaktaki bir noktayı işaret etti.

Tu Xiaoning oraya baktı ve gerçekten de "2 numara A bloğu" yazısını gördü.

Zhao Fangang sigarasını hızlıca birkaç kez içine çektikten sonra yere atıp ayağıyla ezdi. "Gidip bu mağarada neyle karşılaşacağız görelim."

Üçü sırayla binaya girdiler.

Bina oldukça eskiydi. Duvarlarda birçok küçük ilan vardı. Koridorlar eski bisikletlerle ve elektrikli motosikletlerle doluydu.

Asansör de oldukça tuhaf görünüyordu. Düğmeye bastıklarında yukarı katta olan asansörün eski mekanik sürtünme sesi bile duyuluyordu.

Bu manzara Tu Xiaoning’e sanki bir yemek toplantısına değil, bir dizideki gizli pazarlığa katılacakmış gibi hissettirdi.

Zhao Fangang alayla güldü. "Yoksa bir mafya babasının yemekhanesinde mi yiyeceğiz?"

Rao Jing çantasından pudrasını çıkarıp makyajını tazeledi. Yine o göz alıcı parlak rujunu sürdü.

"İster yemekhane olsun, isterse tuzak dolu bir ziyafet olsun, gitmek zorundayız."

Asansör nihayet yavaş yavaş aşağı geldi. Kapı açıldığında dört bir yanı reklamlarla kaplıydı.

Üçü içeri girdiklerinde orta yaşlı bir kadın elinde küçük tüylü bir köpek tutarak onlarla birlikte bindi.

Zhao Fangang, rahatsızlıkla geri çekilerek Rao Jing’e sordu. “Kaçıncı kat?”

“32.”

En üstteki katın düğmesine bastı ama tepki alamadı. Daha sert basınca ışık yandı.

“Bu asansörün güvenliğinden şüphe ediyorum.” diye homurdandı.

Köpeğini tutan kadın ona bir bakış attı. Rao Jing dirseğiyle ona dokunup daha fazla konuşmamasını işaret etti.

Zhao Fangang suratsız bir şekilde sustu. 

Asansör hafifçe sallanarak yavaş yavaş yukarı çıkarken küçük köpek ise asansörde huzursuzca dolanıyordu. Derken aniden Zhao Fangang’ın ayağının dibinde durup bacağına sarılmaya başladı.

Zhao Fangang köpeklerden hoşlanmazdı. Köpeğin ne yaptığını görünce gözleri fal taşı gibi açıldı.

“Ne oluyor lan?!”

Tu Xiaoning ve Rao Jing de gördüklerine inanamayarak donup kaldılar. Köpek sahibi köpeğin tasmasını var gücüyle çekti ama asansör dar olduğu için küçük küpek yine de saldırmaya çalışıyordu.

Sonunda Zhao Fangang’ın pantolonunda ıslak bir leke oluştu. Kadın sürekli özür diledi, ancak asansörden inene kadar bu komedi sahnesi bitmedi.

Rao Jing neredeyse asansörde yere yığılacak kadar gülüyordu. Tu Xiaoning de kendini tutamadı. Sadece Zhao Fangang’ın yüzü mosmor olmuştu, asansöre vurmak ister gibiydi.

32. kata vardıklarında Rao Jing hala karnını tutarak gülüyordu.

“Gül gül, neye gülüyorsun?” Zhao Fangang ona ters ters baktı.

“Bir şey yok.” dedi Rao Jing gözlerini silerek, “Sadece bacağına üzüldüm, küçük kral seni taciz etti.” Sonra kahkahayla ekledi. “Meğer senin bacağın senden daha çekiciymiş!”

İkisi hala şakalaşırken Tu Xiaoning ise çevresine bakarak buranın gerçekten özel bir şirket yemekhanesi olup olmadığını merak etmeye başladı.

Tam o sırada WeChat mesajı geldi. Sanki zamanlaması bilerek ayarlanmış gibiydi. Ji Yuheng gruba mesaj gönderdi. "En üst kata çıkınca sol tarafta üzeri reklamlarla kaplı kapıyı açın."

Üçü talimatı izledi. Kapının ardında merdiven ya da boşluk olacağını sanıyorlardı ama küçük bir asansörle karşılaştılar. Bu asansör en fazla dört kişi alabilecek kadar dardı. Sadece ikinci kat düğmesi aktifti.

Mecburen doğrudan üst kata çıktılar. Zhao Fangang hala az önceki olaydan şikayet ediyordu ama asansör kapısı açıldığında bir anda sesi kesildi. Burası lüks bir açık hava restoranıydı.

Batı tarzı giyinmiş garsonlar sırayla dizilip önlerinde eğildiler ve içeriyi işaret ettiler.

Restoranın tamamı Batı tarzında dekore edilmişti, huzurlu ve şıktı. Uzun cam pencereler, C şehrinin nehrine bakıyordu. Güneş batarken gökyüzü turuncuya boyanmış, dalgalı suyun üzerinde yansıyordu. Arada geçen yük gemileri manzarayı tamamlıyordu.

Uzaktan ise tüm C şehri görünüyordu.

Burası sadece güzel bir manzaraya sahip değildi, adeta cennetten bir köşeydi.

“Buyurun lütfen.” Garson onları içeriye yönlendirdi.

Üçü gözlerindeki şaşkınlığı geride bırakıp garsonu takip ettiler.

Onları camdan bir odaya götürdüler. Avrupa tarzında dekore edilmiş bu oda, tüyden avizeler ve masa üzerindeki aromatik mumlarla adeta bir peri masalını andırıyordu.

Ji Yuheng, kollarını kavuşturmuş şekilde büyük pencerenin önünde duruyordu. Görünüşe göre uzun zamandır bekliyordu.

Sesleri duyunca arkasını döndü. Gün batımının yumuşak ışığı üzerine düşmüş, tüm varlığı sanki bu sıcak renkle uyum sağlamış gibiydi. Arka planda ise C şehri ve geniş nehir manzarası vardı. Bu görüntü, ona bir imparatorun dünyaya hükmettiği havasını veriyordu.

“Hala burayı kötü mü buluyorsunuz?” Gözleri sanki karşısındakilerin düşüncelerini okuyacak kadar delici bir ifadeyle soruyu yöneltti.

Zhao Fangang hemen başını salladı: “Hayır, kesinlikle değil. Hiç de kötü değil.” Sonra pantolonuna bakarak mutsuz bir şekilde ekledi. “Ama önce lavaboya gitmem lazım.”

“ Buraya ilk defa görüyorum, ben de etrafa bakayım.” dedi Rao Jing, ortamı süzerek.

Tu Xiaoning, ikisinin yalnız kalmasının garip olacağını düşünerek, “Ben de geliyorum.” dedi ve onlarla birlikte dışarı çıktı.

“İnanamıyorum ya, ben bu şehrin yerlisiyim ama böyle bir yer olduğunu bilmiyordum.” dedi Zhao Fangang uzaklaştıklarında.

Rao Jing yorum yapmadan ilerideki gökyüzü bahçesini fark etti ve “Ben oraya bakacağım.” dedi.

Zhao Fangang pantolonunu temizlemeye odaklanmıştı, bu yüzden Rao Jing'e aldırmadan tuvalete yöneldi. Tu Xiaoning de onunla birlikte bahçeye doğru yürüdü.

Erken sonbaharın hafif rüzgarı saçlarını dağıtıyordu. Rao Jing nehir manzarasına bakarak bir sigara yaktı.

“Gerçekten çok güzel.” dedi Tu Xiaoning gün batımına hayran kalarak.

“Bence korkutucu.” diye karşılık verdi Rao Jing, dumanını üfleyerek.


Tu Xiaoning yanlış duyduğunu sandı ama Rao Jing devam etti. “Bugün bana mekan seçmem için iki önemli bilgi verdi. Birincisi, misafirlerimiz hükümetin yatırım davet ekibi; İkincisi, dördünden ikisi yurt dışından dönmüş kişiler.”

Tu Xiaoning bu bilginin sıradan olduğunu düşündü. “Bundan ne çıkarmamız gerekiyor ki?”

Rao Jing ona dönerek sordu. “Normal bir insan biriyle yemek yiyeceğinde ne der?”

Tu Xiaoning biraz düşündü. “Doğrudan ‘Yemek yiyelim’ der.”

“Peki o neden bu kadar fazla detay verdi? Direkt olarak ‘Bu akşam birileriyle yemek yiyeceğiz’ diyebilirdi.”

Tu Xiaoning iyice anlamakta zorlandı.

Rao Jing bir nefes daha çekip konuştu. “Başta fark etmemiştim ama şimdi düşününce, bu aslında bir mesajdı.”

Tu Xiaoning’in kafası karışmıştı. Rao Jing abartıyor gibi geliyordu ama yine de dikkatle dinledi.

“Yatırım davet ekibindekiler kamu görevlisi olduğu için gösterişli bir yemek daveti uygun değil. Yurt dışından gelenler varsa herkes Çin mutfağını tercih etmeyebilir. Bu durumda buranın hem konumu hem gizliliği hem de tarzı çok uygun.”

“Peki ya yurt dışından olmayan diğer iki kişi? Onlar Çin mutfağındqn yiyebilirdi, değil mi?”

“Hayır.” diye itiraz etti Rao Jing. “Batı tarzı restoran seçildiğine göre, dörtlü grubun en etkili ismi kesinlikle yurt dışından dönen kişi ve bu kişi Batı mutfağı ile şarap seviyor.”

Tu Xiaoning bu açıklama karşısında adeta aydınlanmıştı. Basit bir yemek davetinin bu kadar detaya ve inceliğe sahip olabileceğini hiç düşünmemişti.

Rao Jing sigarasını söndürdü, yüzünde hafif bir gülümseme vardı.“Sekiz yıldır müşteri temsilciliği yapıyorum ama hala eksiklerim var. Ji Yuheng daha otuz yaşında bile değil ama bu kadar ince ayrıntıları düşünebiliyor. Görünüşte bana mekan seçtiriyor gibi görünüyor ama aslında beni test ediyordu.”

“Ne konuda test ediyor?”

Xiaoning, Rao Jing'in derinleşen bakışlarıyla karşılaştı.

"Onun rakibi olabilir miyim?"



Yorumlar