Hidden Marriage in the Office - 154. Bölüm (Türkçe Novel)

  Bölüm 154 – Yan Hikâye: Zhao Fanggang (7)

Zhao Fanggang hâlâ her gün geç saatlere kadar iş yemeklerine katılıyordu. Gecenin bir vakti eve döndüğünde sarhoş bir halde kendini kanepeye bırakıyor, bazen o hâlde uyuyakalıyordu.

Gecenin bir yarısı, yarı uykulu yarı uyanık hâlde mırıldanmaya başladı. “Karıcığım...”

Cevap gelmeyince tekrar seslendi. “Karıcığım...”

Yine ses yoktu. Bu sefer gözlerini açtı. “Tingting?”

Etrafına baktı. Dağınık ve boş bir ev... Ren Tingting’in izine dair hiçbir şey kalmamıştı. Zaten uzun zaman önce ayrılmışlardı.

İçtiği alkolün etkisi ansızın bastırınca midesi bulanmaya başladı ve banyoya gidip kustu. Midesi boş kaldığı için bir anda açlık hissetti.

Mutfakta kendine erişte yapmaya karar verdi. Dolap hâlâ onun aldığı hazır noodle’larla doluydu. Eskiden acıktığında, o her defasında uykulu gözlerle kalkıp ona erişte yapardı.

Rastgele bir paket aldı, ocakla uğraşmayıp sıcak suyla demleyip yemeye çalıştı. Ama tadı bir türlü hoşuna gitmedi. Sonra yumurta kızartmaya kalktı ama ya ateşi ayarlayamıyor ya çok pişiyor ya da yakıyordu. Hiçbiri yenilecek gibi değildi.

Bir süre o başarısız yumurtalara ve erişteye baktı. Sonra aniden çubuğu bıraktı ve üzerine bir ceket alıp evden çıktı.

Arabaya atlayıp onun eski evine gitti. Eski günlerdeki gibi, yine sarhoş taklidi yaparak kapısını çaldı. Ama kapıyı açan orta yaşlı bir adam oldu.

“Sen kimsin?” dedi adam.

“Sen kimsin?” diye aynı şekilde sordu Zhao Fanggang.

“Ben buranın sahibiyim!”

Zhao Fanggang bir an duraksadıktan sonra, “Burası Ren Tingting’in değil miydi?” diye sordu.

“Evi bana sattı.”

O zaman anladı. Demek ki onunla olan tüm bağlarını gerçekten koparmak istiyordu.

Başka çaresi kalmayınca DR’ye, onun çalıştığı yere gitti. Bu kez onu bekleyemeden karşısına Tu Xiaoning çıktı.

Tu Xiaoning onu görünce neden geldiğini hemen anladı ve doğrudan konuya girdi. “Boşuna bekleme, Tingting’in ailesi ona yeni biriyle tanıştırdı bile.”

Zhao Fanggang’ın kalbi sıkıştı. “Ne?”

Tu Xiaoning başını salladı. “Bir süredir görüşüyorlar. Geçen hafta, adamın sevgilisi olmayı kabul etti.”

“Ne iş yapıyor?” diye sordu.

“Bankada müşteri temsilcisiymiş. Ailesiyle iyi anlaşıyorlar. Annesi babası da onu çok sevmiş.”

Zhao Fanggang sigarasını yaktı, sadece “Öyle mi...” dedi.

Tu Xiaoning bir şey daha söylemek istedi, “Xiao Zhao abi...”

Ama Zhao Fanggang, “İyiyim.” dedi. Bir süre bekledikten sonra arabasına doğru döndü.

Tu Xiaoning’in amacı onu teselli etmek değildi. Hatta oldukça doğrudan bir şekilde konuştu.
“Xiao Zhao abi, eğer hâlâ toparlanamadıysan lütfen Tingting’i bir daha incitme. O gerçekten çok iyi, çok saf bir kız. Kalbini sana tamamen açmıştı. Artık onun güzel bir hayat yaşamasına izin ver.”

Zhao Fanggang arabasının kapısını açarken bir an durakladı. Sonunda sadece, “Biliyorum.” diyebildi.

Sonraları Zhao Fanggang da biriyle çıkmaya başladı. Bu sevgilisi bir üniversitede güzel sanatlar hocasıydı.

Kız çok güzeldi, giyimine dikkat ederdi. Önceki sevgililerine benziyordu. Annesi fotoğrafını görünce sadece “Artık senin işine karışmam.” dedi.

Bir süre sonra, kız ona “Hiç ev aldın mı?” diye sordu.

“İki evim var.” dedi Zhao Fanggang.

Bunu duyunca kızın gözleri parladı. Sonra da heyecanla, “Beni de götürüp gösterebilir misin?” dedi.

Onu evlerinden birine götürdü. O ev, düğün evi olarak tutulmuştu ama neredeyse hiç uğramamıştı. Şimdi baktığında, evin neredeyse tamamen dekore edildiğini fark etti.

Duvar kâğıtları yapıştırılmış, mobilyalar yavaş yavaş yerleştirilmişti. Yerdeki solmak üzere olan birkaç sarmaşık çiçeği hâlâ duruyordu. Onları Tingting almıştı...

Çok fazla kalmadı. Sonra kız arkadaşını kendi yaşadığı daireye götürdü. Kız etrafa bakındıktan sonra boynuna sarıldı.

“Bu evde hep tek başına mı yaşadın?”

“Hı hı.”

“O zaman... bu gece gitmesem olur mu?”

Zhao Fanggang onun elini yavaşça indirdi, sadece, “Seni eve bırakayım.” dedi.

İlişkileri sıradandı: kız anlayışlı ve sessizdi, onu pek yormuyordu. Hatta, böyle devam eder gider, zamanı gelince evlenirim bile diyordu içinden.

Ama ne zaman düğün evindeki o sarmaşıklar aklına gelse, mesaisi erken bitince gidip onlara su veriyor, güneşe çıkarıyordu.

Kız arkadaşı onun bu sık ziyaretlerini fark edince, onun yeni evdeki sarmaşıklara çok değer verdiğini düşündü. Bir gün, “İstersen anahtarı bana ver, senin yerine ben ilgilenirim onlarla.” dedi.

Zhao Fanggang önce kabul etmedi. Ama bir gün kendisi yine iş yemeğindeyken fırtına çıktı. Eve geldiğinde, güneşe çıkardığı sarmaşıkların neredeyse mahvolduğunu gördü. Bir de üstüne iş seyahati çıkınca kız arkadaşının ısrarına dayanamayıp anahtarı verdi.

Ancak seyahatten dönüp eve girince donup kaldı. O açık yeşil duvar kâğıtları, ne zaman değiştirildiği belli olmadan sökülmüş, yerine yenileri yapıştırılmıştı.

Odaya geçtiğinde, orada da her şey değişmişti.

Doğrudan üniversiteye, kız arkadaşının okuluna sürdü arabayı. Dersinin bitmesini bekledi.

Kız onun kendisini almaya geldiğini düşünerek sevinçle koşup sarılmak istedi ama o hafifçe geriye çekildi...

“Duvar kâğıdını neden değiştirdin?” diye sordu.

O da dürüstçe yanıtladı. “Çünkü o duvar kâğıdının rengini sevmedim, o yüzden değiştirdim.”

“Kim sana değiştirme izni verdi?” diye tekrar sordu.

Kadın kafası karışmış halde yüzüne baktı.

“Kim sana değiştirme izni verdi?” diye bir kez daha sordu, bu kez sesi daha sertti.

Kadın biraz alınmıştı. “Niye bu kadar sert konuşuyorsun ki? Sadece bir duvar kâğıdı! Beğenmedim ve değiştirdim. Rengi çok soluktu, hiç havalı durmuyordu.”

Zhao Fanggang’ın yüzü gitgide daha da karardı.

Kadın hâlâ konuşuyordu. “Şimdi değiştirmezsek ileride oraya taşındığımızda yine değiştirecektik. Hem—”

“Senin oraya taşınacağını kim dedi?” diye sözünü kesti.

Kadın gözlerini kocaman açarak ona baktı. Bir an düşündü, sonra patladı. “Ne demek bu Zhao Fanggang?!”

Zhao Fanggang bir süre sessiz kaldıktan sonra konuştu.

“Bitti.” dedi. “Ayrılalım.”

Kadın kısa bir an duraksadı, sonra öfkeyle bağırdı. “Sen ciddi misin? Bir duvar kâğıdı yüzünden mi ayrılmak istiyorsun?!”

“Evet.” dedi adam. “Ben de sorunluyum belki. Ama seni daha fazla oyalamak istemiyorum. Ayrılalım.”

Onun bu ciddiyeti, kadının bunun bir şaka olmadığını anlamasını sağladı. “Gerçekten bir duvar kâğıdı yüzünden mi bitti ilişkimiz?”

Zhao Fanggang sakin bir şekilde dürüstçe konuştu. “O ev, aslında onunla yaşayacağımız evdi. İçindeki her şey onun seçtiği şeylerdi. Benim hâlâ kalbimde o var. O yüzden... üzgünüm.”

Kadın o anda her şeyi anladı. Acı acı güldü, sonra bir tokat patlattı. “Pislik!”

Aslında Zhao Fanggang o tokattan kaçabilirdi ama kaçmadı. Çünkü o gerçekten bir pislikti.

Kadın arkasını dönüp sinirle yürüdü ama sonra geri döndü, topuğuyla ayağına bastı ve bir daha söyledi. “Gerizekâlı!”

Zhao Fanggang canı yansa da, arkasından sadece bir kez daha özür diledi. “Üzgünüm.”

Hafta sonu geldiğinde, Zhao Fanggang tüm yapı marketleri dolaştı ama eskisiyle birebir aynı duvar kâğıdını bulamadı.

Evde yalnız başına, birkaç saksı yeşil bitkinin yanında sigarasını içerek oturuyordu. Belki de bu durum, onunla Ren Tingting arasındaki ilişki gibiydi... Bittiyse bitmiştir, geri dönemezdi.

Ama onunla tekrar karşılaşmasının, kızın babası Müdür Ren’in cenazesinde olacağını asla tahmin edemezdi.

Babası iş seyahatinde, otoyolda şoförün uyuyakalması sonucu önündeki aşırı yüklü kamyona çarpıp anında hayatını kaybetmişti.

Zhao Fanggang, Ji Yuheng ile birlikte başsağlığına gitmişti. Onu; yüzü bembeyaz, yas kıyafetiyle cenazede gördü. Yanına gidip konuşmak istedi, ama o anda yanında başka bir adam vardı. Kadın ona yaslanarak ağlıyordu.

Zhao Fanggang hemen bakışlarını kaçırdı. Müdür Ren’in fotoğrafının önüne geldi. Herkes üç kez eğilirken o diz çöküp üç kere başını yere koydu.

Ayağa kalktıktan sonra, adetten olduğu gibi, yas tutanlara taziyeye gitmesi gerekiyordu. Ama Ji Yuheng’e dönüp “Patron, sen gir istersen. Ben dışarıda beklerim.” dedi.

Ji Yuheng ona bir bakış atıp başını salladı.

Zhao Fanggang dışarı çıktı ve beklerken birkaç sigara daha içti.

Bir an dönüp içeriye, Müdür Ren’in fotoğrafına baktı ve “Ya ihtiyar... En sonki satranç partimizi bitirememiştik... Nasıl böylece gidersin?” dedi.

Acı acı gülümseyip fısıldadı: “Işıklar içinde uyu...”


***


Yeniden karşılaşmaları bir müşteri yemeğinde oldu. Müşteri iş yaptığı tüm bankaları davet etmişti.

Zhao Fanggang yardımcısıyla birlikte katılmıştı. Odaya girdiğinde gözleri Ren Tingting’i buldu ama bildiği kadarıyla bu şirketin DR Bankası'ndan kredi limiti yoktu.

“Geldiğinize göre, tanıştırayım.” dedi müşteri, heyecanla tanıtımlara başladı.

“Bu, Y Bankası Şube Müdürü Zhao Fanggang, Zhao Bey.”

“Bu da C Bankası’ndan müşteri yöneticisi Tan Bey. Bu da kız arkadaşı, aynı zamanda DR’den müşteri yöneticisi Ren Hanım.”

Zhao Fanggang o an onun yeni erkek arkadaşını net bir şekilde gördü. Genç, enerjik bir adamdı. Yan yana da oldukça uyumlu görünüyorlardı.

“Zhao Bey, merhaba, memnun oldum. Ben C Bankası’ndan Tan.” Genç adam nazikçe kartını uzattı.

Zhao Fanggang kartı alıp gülümsedi. “Memnun oldum.”

Sonra Tan, kadını yanına çağırdı. Kadın başta kıpırdamadı, ama Tan elini uzatıp onu hafifçe çekti.

Sanki onu hiç tanımıyormuş gibi, gerçekten ilk kez karşılaşıyorlarmış gibi kibarca selamladı: “Merhaba, Zhao Bey.”

Zhao Fanggang ona baktı ama kadın gözlerini bile kaldırmadı. O da aynı şekilde yanıtladı. “Merhaba.”

Y Bankası’ndan gelen herkes Ren Tingting’i tanıyordu. Zhao Fanggang’ın yardımcısı, gizlice alnındaki terleri siliyordu.

'Aman Allahım... Bu nasıl bir ortam? Yeni sevgili, eski sevgili... Bu yemek nasıl geçecek şimdi?'

Bir terslik olmaması için gizlice dualar ediyordu.

Altında çalışanlar bunu dert ederken, Zhao Fanggang ise gayet sakin, sanki hiçbir şey olmamış gibi yemek yiyor, içiyor, sohbet ediyordu.

Y Bankası, o şirketin en büyük kredi sağlayıcısıydı ve Zhao Fanggang’ın pozisyonu da yüksekti. Bu yüzden müşteri özellikle onunla ilgileniyor, sık sık kadeh kaldırıyordu. Diğer bankalar doğal olarak arka planda kalmıştı.

Tan ise çok enerjik, öne çıkmayı seven biriydi. Sürekli bir fırsat bulup sohbete katılmak ya da kadeh kaldırmak istiyordu.

İçkiler ilerleyip atmosfer ısınırken, şirket sahibi gözlerini Ren Tingting’e çevirdi.

“Tan, ne şanslısın. Böyle güzel bir kız arkadaşın var, üstelik aynı sektörde çalışıyor. Gelecekte birlikte cepheye çıkarsınız artık.”

Tan yüzünde kocaman bir gülümsemeyle karşılık verdi. “Aslında o sizin adınızı duyunca bu akşam illa benimle gelip sizi şahsen görmek istedi. Hatta...” Başını Ren Tingting’e çevirip anlamlı bir şekilde işaret etti, “Gelmeden önce, mutlaka birkaç kadeh içkiyle sizi selamlayacağını söyledi.”

Zhao Fanggang’ın yardımcısı tam Tan’ın yanında oturuyordu. Karşıda oturan Zhao Fanggang’a bakmaktan kendini alamadı. Yüz ifadesi önceki gibiydi ama dudaklarındaki tebessüm gitgide siliniyordu.

Yardımcısı, daha önce ağzını sildiğini bile umursamadan, elindeki ıslak mendille terini sildi. 

Sağ göz kapağı seğirmeye başlamıştı. İçinden sadece şunu geçiriyordu.

Bittik... Bittik biz...

Ren Tingting erkek arkadaşının isteğine rağmen önündeki kadehi almadı ve yalnızca, “Affedersiniz, midem birden bire rahatsızlandı. Lavaboya gitmem gerekiyor.” dedi.

Ayağa kalkıp çıkmak üzereyken Müdür Fang hatırlattı.

“Müdür Ren, bu odada özel tuvalet var.”

Ren Tingting’in adımları durdu. Masada bir an sessizlik hâkim oldu.

Aniden Zhao Fanggang’ın yardımcısi araya girip, “Ah, o tuvalete az önce ben girdim de, hepsi otomatik ama sanırım biraz arızalı, pek iyi çalışmıyor. Müdür Ren için uygun olmayabilir.” dedi.

Müdür Feng bunu duyunca “Öyle mi, o zaman dışarı çıkmak gerekecek.” diyerek garsona döndü ve, “Hanımefendiye yolu gösterir misin?” diye rica etti.

Ren Tingting nazikçe, “Gerek yok, Feng Bey. Buraları biliyorum.” dedi ve çıkıp gitti.

Müdür Feng gözlerini karşıya çevirdi.

“Xiao Tan, kız arkadaşına bir baksan mı? Rengi pek iyi görünmüyor.”

Xiao Tan gülümsemeye devam ederek bir sorun olmadığını söyledi. Ama Ren Tingting uzun süre dönmeyince bir süre sonra, “Ben bir kız arkadaşıma bakayım. Siz yemeğe devam edin.” diyerek kalktı ve onun peşinden çıktı.

İkisi de uzun süre geri dönmeyince Zhao Fanggang telefon görüşmesi bahanesiyle koridora çıktı ve bir köşede durduklarını gördü.

Xiao Tan’ın sesi duyuldu.

“Ren Tingting, bana numara yapma. Kendini hâlâ Ren Başkan’ın kızı mı sanıyorsun? Hâlâ el üstünde tutulan o küçük prenses misin? Seni yemeğe getiriyorum, baştan sona surat asıyorsun. Kime trip atıyorsun, ha?”

Ren Tingting başını öne eğmişti, uzun saçları yüzünü gizliyordu. Sesi çok hafifti.

“Alkol sevmiyorum.”

(Çevirmen Notu: Saçmalığa bak sırf yazmak için yazmış. Oyle güçlü bi adamın kızı birden ezik bir sünepe mi oldu yani...)

“Sevmiyor musun?” Xiao Tan kaşlarını çattı.

“Bu sektöre girerken hocan sana anlatmadı mı? Banka müşteri temsilcisi olmak demek, sık sık dışarı çıkıp sosyalleşmek demektir. Bu Müdür Feng benim önemli müşterim. Yıl sonunda bana mevduat ayırmasını bekliyorum. Şirketlerinin yıllık hesap hacmi çok büyük ve hepsi Y Bankası’nda. Sence bugün buraya neden herkes geldi? Pay kapmak için tabii ki! Yoksa ben kafayı mı yedim de buraya gelip Y Bankası müdürüne yalakalık yapıyorum? O yüzden bana o prenses tavırlarını bırak. Sakın bu işi mahvetme. Nerede durduğunu bil, anladın mı?”

Zhao Fanggang orada öylece durdu. Onun başını öne eğmiş, azar işitmesini izlerken olduğu yere mıhlanmış gibiydi…

Önce masaya geri döndü. Kısa süre sonra ikisi de geri geldi.

Xiao Tan yeniden Ren Tingting’i içki içmeye ikna etmeye çalışınca bu kez Ren Tingting kadehi eline alıp ayağa kalktı.

Önce Müdür Feng'e kadeh kaldırdı, ardından Müdür’ün yanındaki Zhao Fanggang’a doğru yöneldi. Yanına geldiğinde başı hâlâ öne eğikti.

“Müdür Zhao, size kadeh kaldırıyorum.”

Bunu dedikten sonra içmek üzereyken Zhao Fanggang eliyle onu durdurdu.

“İçme artık.” dedi.

Ama o inatla içmek istiyince Zhao Fanggang tekrarladı. “İçme dedim.”

Ren Tingting’in eli titremeye başlamıştı. Sanki bunu yapmak zorundaymış gibi, kadehi ağzına götürmeye devam ediyordu.

Zhao Fanggang kadehi elinden kaptı ve masaya sertçe koydu.

“Sana içme dedim!”

Oradaki herkes bir an şaşkına döndü. Yalnızca kendi yardımcısı sessizdi.

Xiao Tan kendine gelip,

“Müdür, Müdür Zhao ?” diye mırıldandı.

Zhao Fanggang ona sert bir bakış attı.

“Kes sesini!”

Xiao Tan afalladı.

“Siz...siz?”

Zhao Fanggang Ren Tingting’i arkasına aldı ve Xiao Tan’a yüksek sesle sordu.

“Sen erkek misin? Sen kendine erkek mi diyorsun lan?”

Xiao Tan bu çıkış karşısında neye uğradığını şaşırdı. Herkesin ona baktığını fark edince yüzü kızardı, bozuldu. Zhao Fanggang’ı işaret ederek bağırdı.

“Sen... Ne yapıyorsun? Kız arkadaşımı bırak!”

Zhao Fanggang onu artık ciddiye bile almayarak yanındaki çalışana seslendi.

“Xiao Guo!”

“Buyrun!”

“Bu akşamki yemeğin ev sahibi Y Bankası. Benim yerime Müdür Feng ve diğer konuklarla ilgilen.”

“Tamam!”

Ardından Müdür Feng'e döndü.

“Feng Bey, kusura bakmayın, halletmem gereken bir şey var. Beni mazur görün lütfen.”

Dediği gibi Ren Tingting’i kolundan tutup dışarı çıkardı.

“Hey! Kimi götürüyorsun sen!” Xiao Tan yerinden fırlamak isterken Xiao Guo hızlıca onu bastırıp yerine oturttu.

“Tan Bey, yemeğe devam edelim!”

“Hayır, ama! O..  o...”

Zhao Fanggang Ren Tingting’i restorandan çekerek dışarı çıkarırken Ren Tingting sürekli, “Bırak beni!” diyordu.

Ama o bırakmadı. Ren Tingting direndi. “Bırakmazsan bağıracağım!”

Otoparka gelene kadar Zhao Fanggang durmadı.

“Bağır hadi! Geri dönüp içki mi içmek istiyorsun yani?”

Ren Tingting sustu. Bir süre sonra dudaklarını ısırarak, “İçki içip içmemem seni ne ilgilendirir? Az önce herkesin önünde beni böyle çekip götürmen, içki içmekten daha mı iyi sence? Peki ya ben bu saatten sonra nasıl insan içine çıkacağım?” dedi.

Zhao Fanggang ellerini beline koydu, sesi oldukça yüksekti.

“Sen aklını mı kaçırdın? O içkileri içsen, o odadan onurunla çıkabilecek miydin sanıyorsun? O herifle ne işin var? Ren Tingting, bu dünyada başka erkek mi kalmadı?”

Ren Tingting ona baktı, gözleri dolmuştu.

“Kiminle olacağım konusunda sana hesap mı vereceğim?”

Zhao Fanggang iyice sinirlendi.

“Lan bari benden daha iyisini bulsaydın! Benden bile kötü bir herifle ne işin var?!”

“Sen!” Ren Tingting artık onunla konuşmak istemiyordu, sadece oradan uzaklaşmak istedi. Ama daha adım atamadan kolundan tutuldu.

“Bırak beni!”

Zhao Fanggang onu kendine doğru çekip sımsıkı sarıldı.

“Sen beni sinirlendirmek istiyorsun değil mi? Beni delirtmek istiyorsun! Eskiden ne kadar pislik olsam da, seni dışarı yemeğe göndermeye bile kıyamazdım. O herif kim ki sana içki içirtiyor, bir de parmağını sallıyor! Onun elini oracıkta kırmadıysam, sırf senin hatrın içindi!”

Ren Tingting hâlâ çırpınıyordu. O kıpırdadıkça, Zhao Fanggang onu daha da sıkı tuttu. İçten içe kahroluyordu.

“Böyle bir aşağılamayı sana yaşatmaya ne hakkı var? Ha? Ne hakkı var?”

Ren Tingting artık dayanamadı ve gözyaşları şakır şakır dökülüp onun gömleğini ıslatmaya başladı.

Sonra ona vurmaya başladı onu. Bir yumruk, bir yumruk daha...

Çok incinmişti. Çok ama çok.

Nefes nefese ağlarken hıçkırarak sordu.

“Niye bu kadar geç geldin? Neden bu kadar geç geldin?”

Zhao Fanggang’ın kalbi parçalanacak gibiydi, onu sımsıkı göğsüne bastırdı.

“Benim hatam, hepsi benim hatam, ben bir pisliğim, ben suçluyum. Özür dilerim, özür dilerim...”

Bir sonraki saniye, Ren Tingting hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı, hem de çok içten ağladı.

Bu, babasının vefatından sonra kendini ilk kez bu kadar serbest bıraktığı andı.

Zhao Fanggang’ın da gözleri kızarmıştı. Ona sımsıkı sarıldı, bu sefer artık bir daha asla bırakmak istemiyordu.


Yorumlar