Hidden Marriage in the Office - 155. Bölüm (Türkçe Novel) (Final)

Bölüm 155 – Yan Hikâye: Zhao Fanggang (8)
Ren Tingting ne kadar uzun ağladıysa, Zhao Fanggang da o kadar uzun teselli etti.
Sanki hayatı boyunca söylemesi gereken tüm “özür dilerim”leri onun gözyaşları arasında tüketmişti.
O an içinden sessizce yemin etti.
Bundan sonra bir daha asla bu iki kelimeyi söylemek zorunda kalacağı bir duruma düşmeyecekti.
Aslında o Xiao Tan denen adamın ailesi epeyce güçlüydü.
Ren Tingting ile ilk tanıştıkları andan itibaren onu hararetle takip etmeye başlamıştı. Akıllıydı, nasıl davranması gerektiğini iyi biliyordu.
Zaman zaman onun ailesinin önünde kendini gösteriyordu. İki ay boyunca istikrarlı bir şekilde peşinden koştuktan sonra sonunda Ren Tingting onunla denemeye karar verdi.
Adam ona hep iyi davranmıştı. Onu işten alır, küçük sürprizler hazırlar, hediyeler verirdi. Birlikte sinemaya giderlerdi.
Aslında normal bir çiftin yapacağı şeylerdi ama Ren Tingting hep bir şeylerin eksik olduğunu hissediyordu.
Sonra babası ani bir trafik kazasıyla vefat etti.
Adamın tavırları da yavaş yavaş değişmeye başladı, artık eskisi kadar nazik ve düşünceli değildi.
Ren Tingting o zaman gerçeği anladı.
İnsan gidince çay soğurmuş.
Gerçekler yüzüne tokat gibi çarpmıştı.
Meğer onun tüm ilgisi sadece “Müdür Ren’in kızı” olmasıymış.
Babasının gidişiyle birlikte, kendisinin artık hiçbir önemi kalmadığını fark etmişti.
Daha önceki tüm o kibarlıklar ve övgüler, yalnızca babasının yüzü suyu hürmetineymiş.
Ayrılmak istediğini söyledi, ama adam, “Şimdi ayrılırsak millet bana ve aileme ne der? ‘Çıkarcı adamlar, kızın zor zamanında sırt çevirdiler’ mi diyecekler?” demişti.
Babasının vefatından sonra onun bu kadar açık sözlü konuşabileceğini hiç tahmin etmemişti.
Ne kadar güzel rol yapmıştı oysa, anne ve babasını da kandırmıştı.
Ama Ren Tingting geri adım atmadı. Israrla ayrılmak istediğini söyledi.
Adam sonunda razı oldu ama ondan son bir ricası vardı: Bir davete birlikte katılmaları.
Oraya gittikten sonra hemen ayrılacaklarını söylemişti.
Bu yüzden o akşam o masada onun yanındaydı.
Kim bilebilirdi ki, Zhao Fanggang’la karşılaşacağını...
O an, karşısında oturan Zhao Fanggang’a gözleri dolu dolu baktı. Başını eğdi, birkaç kez gözyaşlarını zor tuttu.
Gözleri ağlamaktan şişmişti ve Zhao Fanggang’ın arabasındaki tüm peçeteleri neredeyse bitirmişti.
Zhao Fanggang ona acıyarak uzandı, yüzünü okşamak istedi.
“Senin evine gittim ama çoktan satmışsın. Bir daha beni görmek istemediğini sandım.”
Ren Tingting elini geri çekti, onun dokunmasına izin vermedi.
Zhao Fanggang elini indirdi, “DR’ye de gittim ama sen sanki özellikle benden kaçıyordun, hiç ortalarda yoktun. Sonra Tu Xiaoning bana yeni bir erkek arkadaşın olduğunu söyledi.” Derin bir iç çekti.
“Ren Tingting, senin kalbin gerçekten taş gibi. Öylece çekip gittin, ne bir mesaj ne bir açıklama... Beni hem WeChat’ten hem telefonumdan engelledin, arkanda sadece o yeni evdeki birkaç saksı bitkiyi bıraktın.”
Ren Tingting kırmızı gözlerle ona baktı, sesi kısılmıştı.
“Senin de sevgilin yok muydu?"
"Ayrıldık.” dedi Zhao Fanggang hemen, sonra kaşlarını kaldırdı.
“Demek ki biliyordun? Yani beni hep takip ettin, öyle mi?”
Ren Tingting susmayı tercih etti.
Zhao Fanggang bu sessizlikten umut doğduğunu sandı. Onu kucaklayıp çenesini onun alnına yasladı.
“Karıcığım, ben hata yaptım, gerçekten çok büyük hata yaptım. Bana bir şans daha ver olur mu? Bir daha seni üzmeyeceğim, bir daha seni evde yalnız, endişe içinde bırakmayacağım.”
Ona sımsıkı sarıldı.
“Karıcığım, senin yaptığın makarnayı özledim. Sen gidince hiçbir şeyin tadı kalmadı.”
O kadar zavallı bir hali vardı ki, Ren Tingting onu itmeye bile kıyamadı.
Zhao Fanggang pişkince elini tutarak, “İstersen yine bana vur? Keyfin yerine gelene kadar vur.”
Ama Ren Tingting onu vurmadı, sadece elleriyle yüzünü kapattı.
“Hep aynısın. Tam ben seni unuturken yine karşıma çıkıyorsun. Hep böyle yapıyorsun.”
Ağlamaktan saçları dağılmıştı ama kendini toparlamaya çalışıyordu.
“Üç yıl önce Xiao Tu ablaya ve diğerlerine uymadığımızı söyleyen sendin. Ben senin tipin değilmişim.”
Zhao Fanggang afalladı.
O zaman ofiste ağzından çıkan sözlerin onun kulağına gittiğini hiç düşünmemişti.
Açıklamak istedi ama söyleyecek bir şey bulamıyordu.
O zamanlar nereden bilebilirdi ki, bir gün bu küçük kız onun en büyük derdi olacaktı?
Bunu bilse, o zaman ona nasıl kalbini kıracak bir şey söyleyebilirdi ki?
Geçmişte yaptığı bunca saçmalığı hatırladıkça kendi kendine tokat atası geliyordu.
“Üç yıl önce havaalanında, sen uzaktan bana gülerek el salladın, ismimi bağırdın... Böylece ansızın hayatıma girdin.”
“Benimle oyun salonuna gittin, bana basket atmayı öğrettin, pelüş oyuncaklar kazandın... Senin bunları sadece amirinin görevlendirmesiyle yaptığını bile bile, ben seni delicesine sevdim.”
“Toplum hizmeti görevinden nefret ederdim ama yine de DR’ye gittim, bir yapışkan gibi peşinden ayrılmadım. Ama sen bana hiç dönüp bakmadın bile. Beni hep başından savdın, türlü bahanelerle benden kaçtın.”
Bu, Ren Tingting’in içindeki derin acıyı ilk kez onun yüzüne söylediği andı.
Zhao Fanggang nihayet anladı.
Farkında olmadan onu defalarca kırmıştı.
“Sonra cesaretimi toplayıp sana açıldım ama senin umursamaz tavrın... Gözünde hiç değerim yok gibiydi. O an belki de bana komik bir çocuk gözüyle bakıyordun.”
“Tingting...”
Zhao Fanggang artık kendi söylediklerini bile duymaya tahammül edemiyordu.
Ama o inatla devam etti.
“Yine de o zamanlar çok aptaldım. Belki ben yeterince olgun değilimdir diye düşündüm. Daha büyük, daha akıllı biri olursam... Belki bir gün sen de beni fark edersin, belki sen de beni seversin...”
Zhao Fanggang’ın boğazında bir yumru vardı, ne ileri ne geri gidebiliyordu.
“Sen o zaman bana bankacılığa girme demiştin ama ben yine de inatla girdim. Safça düşündüm ki, aynı sektörde olursak belki seni daha iyi anlarım, senin günlük hayatına biraz daha yakın olurum. En azından tekrar seninle temas kurabileceğim bir şansım olur diye düşündüm. Sadece sana biraz daha yakın olmak istedim.” Gözleri yaşlarla dolmuştu, elini kaldırıp tekrar sildi. “DR’yi seçtim, sen artık orada olmasan da, dedim ki bu da sorun değil. Zaten DR çalışanlarının ilişkilerine izin verilmiyor, ya bir gün belki bir ihtimal birlikte oluruz diye düşündüm. Çok mu aptalca? Sürekli gerçek dışı şeyler hayal ettim. Ama her hayalin içinde sen vardın.”
Zhao Fanggang onun yüzünü avuçlarına aldı. “Tingting, ne olur artık konuşma, tamam mı? Lütfen sus.”
Ama o başını sallayıp devam etti. Bu sanki içinde yıllardır kimsenin bilmediği bir sırrı açığa vurmak gibiydi.
“Sen gelip bana açıldığında, o gece sevinçten sabaha kadar uyuyamadım biliyor musun? Kaybedip geri kazandığım o mutluluk hissine kendimi öyle bir kaptırdım ki, gözüm başka hiçbir şey görmedi. Tatlı bir rüyanın içindeydim. Senin aslında sadece kendini seven biri olduğunu unuttum. Beni istemenin sebebi, artık eskisi gibi peşinden koşan o kız olmamam, değişmiş olmamdı. Senin hoşuna giden o düşüş hissiydi, aslında beni sevmedin; sadece yeniden hayran olunma hissini sevdin. Bu senin egondu.” Acı acı güldü. “Yani aslında biz birlikteyken bile beni hiç gerçekten umursamadın. Tek derdin kendi keyfindi. Ben mutsuzsam ya geçiştirirdin ya da ilgilenmezdin. Senin o soğuk ilgisizliğinin, diğerlerinden ne farkı vardı ki?”
Başını kaldırıp doğrudan onun gözlerine baktı. “Peki bu sefer ne? Yine önce ağzıma biraz şeker çalıp sonra aynı şeyi tekrarlayıp beni incitecek misin? Ama Zhao Fanggang, ben artık üç yıl önceki Ren Tingting değilim. Senin bir gururun varsa, benim de...”
Sözünü bitiremeden Zhao Fanggang öne eğilip onu sertçe öptü.
O itmeye çalıştıkça o öpüşü derinleştirdi, gözyaşlarının dudaklarına akmasına aldırmadan devam etti. Tingting yorgun düşüp direnmeyi bırakınca, Zhao onu göğsüne bastırarak ancak o zaman geri çekildi.
“Şimdi sıra bende.” dedi, sesi kısıktı. “Evet, doğru. Eskiden çok umursamazdım. Kimseyi ciddiye almazdım. Sen o zamanlar daha üniversitedeydin, toplumla tam anlamıyla tanışmamış, küçük bir kız çocuğuydun benim gözümde. Seni öğrencim olarak almam da tamamen patronun zorlamasıydı. Altı yaş küçüktün benden, hatta Tu Xiaoning’den bile küçüktün. O yüzden seni bilinçaltımda hep çocuk olarak görüyordum. O zamanlar bana olan duygularını, sadece bir çocuğun hocasına duyduğu bağlılık sanmıştım.”
Geçmiş bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçti. Ren Tingting’in gözyaşları dur durak bilmiyordu.
Zhao Fanggang bir mendil aldı ve onun yüzünü sildi.
“Üç yıl önce seni reddettim, incittim. Üç yıl sonra da gururumdan yine seni kırdım. Sen hep benim için değişmeye çalıştın, hep geri çekildin ama ben ne yaptım? Her seferinde daha da ileri gittim, kıymet bilmedim.” Mendil bitince eliyle sildi gözyaşlarını. “Babanın vefatını öğrendiğimde, tüm gece senin evinin önünde bekledim. Senin ne kadar acı çektiğini biliyordum ama... hangi yüzle sana yaklaşacaktım? Seni teselli etmeye bile hakkım yoktu. Cenazede, başka birinin kollarında ağlarken gördüm seni. O an düşündüm, o omuz aslında benim olmalıydı. Ama ben kendi ellerimle o hakkı kaybettim.”
Gözleri de kızarmıştı artık.
“Sen gittikten sonra o yeni eve sık sık gittim. İçerideki her şey senin seçimin. Orada oturup saatlerce kalıyordum. Sigara bile acı geliyordu artık. Pişmanım. Gurur dediğin nedir ki? Ben nasıl bu kadar iyi bir eşi kaybettim...”
Ren Tingting’in elini tutup göğsüne bastırdı. Gözlerinin içine baktı.
“Bugün bu olayın üstüne gitmeyebilirdim ama karşıma çıktıysa, artık seni kolay kolay bırakmam. Tingting, hadi eve dönelim, olur mu?”
“Eve dönelim” sözüyle Ren Tingting’in gözyaşları tekrar boşaldı.
Eskiden kadınların su gibi olduğunu söylerlerdi, Zhao Fanggang buna inanmazdı. Ama şimdi inanıyordu. Panikle gözyaşlarını silmeye çalıştı. O sustukça o daha da sabırsızlandı.
“Olmadı ben seninle eve döneyim, fark etmez.”
“Kim seninle eve dönmek istiyor ki?” Uzun süren sessizlikten sonra Ren Tingting burnunu çekerek cevap verdi.
Zhao Fanggang’ın içi sevinçle doldu.
“O zaman başka yere gidelim, o da olur.”
“Kim seni istiyor?”
Zhao onun boynuna sokulup mırıldandı.
“Sen istiyorsun. Sen beni istiyorsun.” Kaybettiği hazinesine kavuşmuş gibi onu sıkıca sardı. "Karıcığım, sen de beni bırakamıyorsun, değil mi? Hâlâ beni seviyorsun. Söz veriyorum, bütün kötü huylarımı bırakacağım. Bir daha seni asla üzmeyeceğim. Lütfen bana bir şans daha ver, sadece bir kerecik daha.”
Sesi neredeyse yalvarır gibiydi. Ren Tingting başını onun omzuna yasladı, dişlerini boynuna geçirdi ve hıçkırarak söylendi.
“Gerçekten senden nefret ediyorum. Kendimden de... Her defasında aynı şey oluyor, kendime hâkim olamıyorum.”
Gerçekten sert ısırmıştı. Zhao Fanggang canı acısa da aldırmadı, hatta başını biraz daha yaklaştırdı.
“Evet, ben dünyanın en kötü adamıyım. Neremi ısırmak istersen ısır, yeter ki sen mutlu ol.”
Ren Tingting onu itti. “Sen tam bir manyaksın.”
Zhao gözlerini ondan ayırmadı. “Yani... beni affettin mi?”
Ren Tingting cevap vermedi.
O da acındırarak elini tutup kendi yüzüne çekti.
“Vur beni, hak ediyorum.” Birkaç kez kendi suratına elini vurdurdu. Bu işe yaramıştı. Ren Tingting elini çekti ve nihayet, yavaşça konuştu.
“Zhao Fanggang, bu son şansın.”
Zhao Fanggang hemen yemin etti.
“Söz veriyorum, bir daha asla!” dedi ve onun cevabını beklemeden tekrar yüzünü ellerinin arasına alıp defalarca öptü.
“İçki içtin, kokuyorsun.” Ren Tingting burun kıvırsa da artık onu itmiyordu.
“Karımı öpüyorum, ne olmuş yani? Zaten uzun zaman oldu.” Sonra birden durdu.
“Şu herif... o seni öptü mü?”
“...”
Onun sessizliğini kabul sayan Zhao Fanggang küfretti, arabadan inmek üzere kapıyı açtı.
Ren Tingting onu yakaladı. “Nereye?”
“O herifi dövmeye!”
“Deli misin sen? Öyle bir şey olmadı.”
Zhao ona döndü.
“Gerçekten mi?”
“Gerçekten.”
“O zaman... sana hiç dokundu mu?”
Ren Tingting ona vurdu. “Bıktım senden Zhao Fanggang! Hayır, hayır, hiçbiri olmadı!”
Zhao Fanggang ancak o zaman rahatladı. Onu tekrar kollarına aldı, başını alnına dayayıp öptü.
“Sen benim küçük kızımsın. Kimsenin sana dokunmasına izin vermem.”
Ren Tingting başını onun göğsüne yaslamış, kalp atışlarını dinliyordu.
Üç yıl önceki ilk karşılaşmalarıyla birlikte kalbi su gibi dökülmüş, bir daha da onun yanından geri dönememişti.
İç çekti: Ren Tingting, sen de ne kadar zavallısın. Dünya üzerinde milyonlarca erkek var, ama sen illa gidip Zhao Fanggang denen herife takılıp kaldın.
“Peki ya sen?” Bir süre sonra aniden sordu.
Zhao Fanggang afalladı. “Ben ne?”
“Senin o kız arkadaşınla...” Ren Tingting cümlesini yarıda kesti.
“Senin yüzünden oldu o! Beni öylece bırakıp gittin, dönüp arkanı bile bakmadın. Sonra da bir başkasıyla yakınlaştığını gördüm. Artık beni istemiyorsun sandım. Ben de başkasıyla olsam ne fark ederdi?”
Ren Tingting başını kaldırdı. “Yani gerçekten birlikte mi oldunuz?”
Zhao Fanggang hemen paniğe kapıldı. “Hayır hayır! Sadece elini tuttum. Sonra ben ayrıldım zaten. İçimde sen varken başka birini oyalar gibi yapamazdım, bu ona da haksızlık olurdu.”
Bir an duraksayıp ekledi. “Gerçekten, eli dışında hiçbir yerine dokunmadım, karıcığım.”
“Peki ya bugünkü yemek davetine sen gelmeseydin ya da ben gelmeseydim, karşılaşmamış olsaydık... O zaman ne yapacaktın? Ömür boyu yalnız mı kalacaktın?”
Zhao Fanggang onun elini tutup dudaklarına götürdü, öptü.
“İmkânsız. Bugün karşılaşmasaydık da o herifi C Şehri’nde bir şekilde köşeye sıkıştırırdım. Burası öyle büyük bir yer değil, hele ki bankacılık sektöründe. Ben Zhao Fanggang kaç yıldır bu camianın içindeyim, birine çelme takmak istersem takarım.”
Ren Tingting gözlerini devirdi. “İntikam mı alacaktın yani?”
Onu kollarına aldı. “Kadınımı almaya kalkarsa ne yapayım?”
Ren Tingting onu itti. “Sana bir şey söyleyeyim, diyelim ben ikna oldum, peki ya annemi ne yapacaksın? Zaten senin dilbaz ve yaşça benden büyük olduğunu düşünüyor. Başta ben diretmesem asla onay vermezdi. Ayrıldığımızda sana karşı iyice soğudu.”
Zhao Fanggang güldü. “Sen hâlâ onu mu düşünüyorsun? Ben kadınların gözdesiyim.”
Ren Tingting kaşlarını çattı. “Ciddiyim!”
“Biliyorum, merak etme. Anneni ikna etmek benim işim.” Zhao Fanggang kendinden emin bir şekilde yanıtladı.
Ren Tingting hâlâ endişeliydi. Zhao ise ona yanaşıp yanağından öptü. “Benim evime gidelim mi?”
Ren Tingting onu ısırdı. “Ne gitmesi? Eve dönmem gerek. Annem arar yoksa.”
Zhao Fanggang mızmızlanıp kulağına fısıldadı.
“Baksana, neredeyse keşişe döndüm. Vücudumda otlar bile bitecek artık. Güzeller güzelim, bana azıcık sevgi çok mu?”
Ren Tingting suratını astı. “Sen keşişliğine devam et, bu beni ilgilendirmez.”
Zhao Fanggang onun elini yakalayıp bir yerlere götürdü. “Ama sen de istemiyor musun karıcığım?”
Ren Tingting’in yüzü kıpkırmızı oldu. Hemen ardından yumruk ve tekmelerle saldırdı.
“Senin gibi yaşlı bir adamın hiç utanması yok!”
Zhao Fanggang ise gülerek arabayı çalıştırdı. “Göreceksin, yaşlı adamlar daha çekici olurmuş.”
Sonunda Ren Tingting, Zhao Fanggang tarafından küçük dairesine sürüklendi.
Zhao gerçekten kendini çok bastırmıştı. Bir canavara dönüşmüştü adeta. Ren Tingting evine dönmek zorunda olmasa, o yataktan kalkacak hâli kalmazdı.
“Gitme, olur mu?” Giyinirken Zhao Fanggang arkasından ona sarıldı.
“Yoksa annem kara listeye alır beni!” Ren Tingting’in bedeni hâlâ ağrıyordu, her yerinde onun izleri vardı.
Zhao Fanggang, onun kalçasını sıktı. “Bir de benim WeChat’imi geri ekle.”
Yanıt vermeyince poposuna hafifçe vurdu. “Duydun mu?”
Ren Tingting onun elini itti. “Duydum.” Ardından onu tekmeledi. “Kalk da beni eve götür. Annem şimdi arar durur.”
“Annen hâlâ bu kadar sıkı mı denetliyor seni?”
Ren Tingting’in hareketleri yavaşladı. Sesi biraz kısıldı.
“Babam gittikten sonra duygusal olarak dengesizleşti. Şimdi sadece ben varım onun için.”
Zhao Fanggang’ın içi burkuldu. Omzuna ve boynuna yavaşça öpücük kondurdu.
“O zaman onu da yanımıza alırız. Evde yalnız kalmasın.”
Ren Tingting kaşlarını çattı. “Kim seninle evleniyor?”
Onu arkasından sımsıkı sarıldı. “Zaten çoktan benimsin. Başkasıyla mı evleneceksin?”
“Odun!”
“Odunsam ne olmuş! Hem odunum hem sağlamım.” diyerek ona yine sokuldu.
Ren Tingting hem gülüyor hem de kızıyordu.
“Acele et!”
“Ne için? Bir tur daha mı?”
“Saçmalama!”
Ama yine altına çekildi. “Hey!”
O ise elini yatağa yaslayıp onu öpmeye devam etti.
“Tamam, hızlı olacağım.”
Ren Tingting onu itemedi. Sonunda şikayetle mırıldandı.
“Sen tam bir baş belâsısın...”
Zhao Fanggang gerçekten değişmişti. Eski hovarda hâllerinden eser kalmamıştı.
Kararını gösterircesine eve döner dönmez neredeyse diz çöküp anne babasına yalvardı.
“Baba, anne! Siz de istemez misiniz oğlunuz mutlu olsun? Şimdi tek umut sizde. Lütfen yardım edin!”
Babası onu neredeyse tekmeleyecekti.
“Senin gibi bir oğlum olduğu için utanıyorum. Nişan noktasına kadar gelmiştiniz, sonra ayrıldınız. Kız da büro müdürünün kızıydı! O dönem yüzüm yere eğilmişti. Herkes arkamdan dedikodu yaptı. ‘Zhao’nun oğlu kariyer yapmış olabilir ama hâlâ çapkınlık peşinde’ dediler. Zhao ailesi düzgün bir gelin alamaz mı dediler!”
Eline geçse bir şey fırlatacaktı.
“Ben yıllarca bu sektörde dürüstçe çalıştım, herkes bana saygı duyardı. Sen hem beni hem de ailemizin itibarını yerle bir ettin! Annen olmasa seni çoktan döverdim!”
Her zaman babasına kafa tutan Zhao Fanggang bu sefer pes etmişti.
"Baba, ne desen haklısın. Ama bu sefer söz, sizi utandırmayacağım. Kesinlikle Tingting ile evleneceğim."
Annesi de masaya vurdu.
“Zaten biliyordum böyle olacağını! Tingting çok iyi bir çocuk. En başta şımarık zannetmiştim ama hiç de öyle değilmiş. Küçük olmasına rağmen terbiyeli, anlayışlı ve hep senin yanında oldu. Ama senin yüzünden kalbi kırıldı."
Zhao Fanggang, anne babasından yediği fırça sonrası neredeyse kendine tokat atacak hale geldi. “Biliyorum, ben de pişmanım! Ama işte, onu tekrar geri kazanmak için canımı dişime taktım. Bu sefer gerçekten ciddiyim, baba, anne, siz benim en büyük destekçim olmalısınız!”
Babası hâlâ sinirliydi, “Destekçi mi? Doğduğundan beri ettiğin bütün haltları benle annen temizlemedik mi?”
Zhao Fanggang fırsatı kaçırmadı, “Ee, bir kere daha temizleseniz ne fark eder ki? Bir daha yardım edin işte!”
Babası doğrudan bir tekme savurdu, “Senin gibi haylaz evlat!”
Zhao Fanggang kımıldamadı bile, hem acıyla inledi hem de yağ çekmeye devam etti, “Baba, bu sefer bana yardım edersen, arabamı istediğin gibi kullanabilirsin. Bir de koleksiyon yaptığım o içkilerle purolar... Hani çok seviyordun ya? Hepsi senin!”
Babası bunları duyunca elini kaldırıp yine vurmaya yeltendi. “Şimdi sırası mı bu ayak oyunlarının? Kes şunu!”
Zhao Fanggang başını koruyarak bağırdı. “Gerçekten! Bu sefer yemin ederim! Hepsini veriyorum! Yeminle söylüyorum, eğer yalan söylüyorsam insan değilim!”
Babası bir tokat da sırtına indirdi. “Sen insan değilsen ben neyim?!”
Zhao Fanggang dayağı yemeye devam ederken yaltaklanmayı sürdürdü. “Sen elektriksin, sen ışıksın, sen benim tek ilahımsın baba!”
“Defol git başımdan!”
Zhao Fanggang bu sefer yeni bir tekmeden önce kıvrakça kaçtı, “Baba! Puro! İçki! Araba! Lütfen bir düşün ya baba!”
Babası sonunda yoruldu, soluk soluğa kalmıştı. “Cidden misin?”
“Yemin ederim! Gökyüzü şahidim olsun!”
Birkaç saniye düşündükten sonra babası pes etti. “Peki, anlaştık.”
Zhao Fanggang hemen gülümsedi, omzuna dokunup, “Adamsın baba, kardeşimsin!”
Ama bu sözün ardından bir tokat daha geldi. “Ben senin babanım lan, kafan iyice uçmuş senin!”
Kafasını tutarak, tam bir ezik modunda konuştu. “Evet evet, sadece babam değil, bir de rol modelimsin.”
Ama içinden 'Bu adam nasıl bu kadar saf olabilir, hâlâ her dediğime inanıyor...' diye geçiriyordu.
Sonunda Zhao Fanggang elinde hediyelerle, annesi ve babasıyla birlikte bizzat Ren Tingting’in evine gidip annesinden özür diledi.
Ren Tingting bir kere kafaya taktı mı iş bitmişti, zaten Zhao Fanggang’dan başkasını gözü görmüyordu. Annesi de son çare pes etti ve “Son bir şans daha” dedi.
Zhao Fanggang o an dünyalar onun olmuş gibi hissetti. Eğer aileler orada olmasa, muhtemelen Ren Tingting’i sarılıp öpecekti.
Elini sımsıkı tuttu, öyle bir tutuştu ki sanki bir daha hiç bırakmak istemiyordu.
Zhao Fanggang sözlerini eyleme döktü: barlar, karaokeler artık geçmişte kaldı; işi dışında neredeyse hiçbir yere gitmedi. Dostları ve iş arkadaşları onun bu hâline şaştı, “Resmen uslandı.” dediler. O ise sadece “Karımı erken görmek için eve dönmem lazım.” dedi.
Kısa süre sonra sektörde söylentiler yayılmaya başladı. Y Bankası’nın en gelecek vadeden yöneticisi Zhao, karısının sözünden çıkmayan bir adam olmuştu. Eskiden parayı har vurup harman savuran adam, şimdi bir şey almadan önce mutlaka sevgilisine soruyordu.
Gerçekten de “dağın dağla, adamın adamla imtihanı” gibiydi.
Hatta bir gün, Tu Xiaoning bile dayanamadı ve Ren Tingting’e sordu. “Sen Zhao’ya hiç harçlık vermiyor musun?”
Ren Tingting hemen itiraz etti. “Nasıl olur? Bütün kartlarını bana vermeyi kendi istedi. Ben asla harcamalarını kısmam.”
Tu Xiaoning başını salladı, sonra hafifçe kulağına fısıldar gibi, “Ama erkek milleti... Parayı biraz kontrol etmek gerek.” dedi.
Ren Tingting birden ilgiyle sordu. “Sizde de parayı sen mi yönetiyorsun?”
Tu Xiaoning gülümsedi. “O kadar değil. Yatırım, hisse falan gibi paraları o yönetir ama bütçe ve tasarruf işleri bende.”
“Peki küçük paralar?”
Tu Xiaoning bir yudum su içti. “Genelde her ay iki bin yuan nakit veririm harçlık olarak. Bir de limiti elli bin olan bir kredi kartı. Malum, erkeklerin dışarda iş yemekleri falan oluyor. Mahcup olmasın.”
Ren Tingting şaşkındı. “C-cep harçlığı sadece iki bin mi?”
Tu Xiaoning başını salladı. “Evet ya, gayet yeterli. Zaten kendine çok harcayan biri değil.”
Ren Tingting sessizce bunu aklının bir köşesine not etti.
Ve kısa süre sonra Zhao Fanggang’ın da harçlığı iki bin yuan’a düştü.
Bir gün dayanamayarak dert yandı. “Patron, sen evde Tu Xiaoning’e söylesene, Tingting’i yanlış yönlendirmesin. Ayda iki bin harçlık da neyin nesi?”
Aldığı tek yanıt, o tanıdık ölüm bakışıydı. Hemen ağzını kapattı. “İki bin harçlık fazlasıyla yeterli! Vallahi model eş! Tingting örnek almalı!”
Sonunda evine dönüp Ren Tingting’e, “Sen Tu Xiaoning’i fazla dinleme, onun aklında binbir tilki dolanıyor. Bozmasın seni.”
Ren Tingting ise “Genel Müdür Ji'nin bile bir şikâyeti yok, senin niye var? Yoksa suçluluk mu hissediyorsun?” diye cevap verdi.
Zhao Fanggang yine kendi ağzına vurdu. “Hayır hayır, ne yaparsan yap her şey doğru.”
İçinden Tu Xiaoning’e sövüyordu. 'Bu kız, eskiden patronuma bilgi uçururdu, şimdi karıma tilkilik öğretiyor... Belli ki benden alacaklıymış...'
Ren Tingting birden televizyon izlerken ona bir tekme attı, gözlerini dikti. “Ne duruyorsun hâlâ burada?”
Hemen ayağa fırlayıp hızlıca mutfağa, bulaşıkları yıkamaya koştu. Bir süre sonra seslendi. “Hayatım, ne meyve istersin bu akşam?”
“Dut olsun.”
“Tamamdır.” Bir anda, evde dut olmadığı aklına geldi. “Bulaşıkları yıkayıp hemen alırım!”
Ren Tingting televizyondan gözünü ayırmadan hafifçe “hı” dedi. Tam bir ev hanımı havasındaydı.
Zhao Fanggang, gözleri sevgiyle dolu bir şekilde ona bakarken içinden geçirdi: Acaba şu an patronum Ji Yuheng de mutfakta Tu Xiaoning’in elinde oyuncak mı?
Ama o sırada Ji Yuheng mutfakta değildi.
O tam da salonun rahat koltuğuna yayılmış, büyük bir keyifle Tu Xiaoning’in yeni öğrendiği masajı tadıyordu.
Tu Xiaoning bir o tarafını bir bu tarafını ovuyor, sonra şirin şirin soruyordu. “Kocacım, rahatlıyor musun?”
Ji Yuheng gözlerini kapamış, neredeyse uyuyordu. “Hımm... elin biraz daha sert bastırabilir.”
“Peki efendim.”
Bugün kızları Tu Xiaoning’in ailesindeydi. İkisi de uzun zaman sonra baş başa vakit geçiriyorlardı. Tu Xiaoning ise bu fırsatı dört gözle beklemişti—ona meyve yediriyor, bir yandan da masaj yapıyordu.
Birdenbire hapşırdı, ardından üst üste iki kez hapşırdı.
Ji Yuheng gözlerini açtı ve başını kaldırıp ona baktı. “Üşüttün mü?”
Tu Xiaoning burnunu ovaladı. “Hayır.”
“Peki neden art arda üç kez hapşırdın?”
Tu Xiaoning omuz silkti ve boynunu ovmaya devam etti. “Bilmiyorum, belki biri beni çekiştiriyordur?”
Ji Yuheng elini uzatıp onu kendine çekti. “Kim seni çekiştirmeye cesaret edebilir?”
Tu Xiaoning parmağıyla onun göğsünü dürttü. “Belki de o biri Müdür Ji’dir, kim bilir?”
Ji Yuheng onu kucakladı. “Beni karalamak cezasız kalmaz.”
Tu Xiaoning çenesini yukarı kaldırdı, en ufak bir korku belirtisi yoktu. “Hadi görelim bakalım.”
Ji Yuheng eğilip onu aceleci ve azarlayıcı bir şekilde öptü. Gerçekten cezanın ne demek olduğunu gösterdi.
Sonunda Tu Xiaoning neredeyse ağlayarak af diledi. “Kocacığım, tamam, hata ettim...”
***
İlkbaharın başında Zhao Fangang ve Ren Tingting evlendi.
Tu Xiaoning gülümseyerek, “Ne güzel! Sezon başında bu kadar uğurlu bir başlangıçtan sonra evlenmeniz tam isabet. Şansınız açık olur.” dedi. Sonra Zhao Fangang’ın omzuna vurdu. “Bundan sonra bana yenge demen gerekmez mi?”
Zhao Fangang homurdandı. “Yok artık, o kadar da değil.”
“Bak şimdi; karın bana abla diyor, sen de kocama ‘Patron’ diyorsun. Hesapladığında bana ‘yenge’ demen gerek.” Ardından gözdağı verdi. “Hadi söyle, yoksa Ji Yuheng’in birazdan sahneye çıkıp nikâh şahidiniz olmasına izin vermem.”
Zhao Fangang gözlerini devirdi. “Abartma Tu Xiaoning! Büyük Patron burada diye sana bir şey diyemeyeceğimi sanma!”
Tu Xiaoning umursamazca omuz silkti. “Dene bakalım.”
İkisi kapının önünde laf dalaşına girmişti ki biri seslendi. “Xiao Zhao, Xiao Tu!”
İkisi sese doğru dönünce gelenin Rao Jing olduğunu gördüler. Yanında Bay Gu vardı—bir kolunda oğulları, diğer kolunda ise küçük kızları vardı.
Tu Xiaoning bir anlık şaşkınlıktan sonra “Hocam!” diyerek koşup ona sarıldı.
Rao Jing aslında Tu Xiaoning'in düğününe gelmeyi planlamıştı fakat oğlu aniden ateşlenince uzun yolculuk yapması mümkün olmamıştı. Sonrasında Rao Jing tekrar hamile kalınca ülkeye dönüş işi tekrar ertelenmişti. O günden bu yana sadece WeChat’ten haberleşebiliyorlardı. Bu durum ikisi için de büyük bir üzüntü kaynağıydı. Neyse ki, Zhao Fangang’ın düğününü kaçırmamıştı.
Öğretmen ve öğrenci yıllar sonra tekrar karşılaşınca gözleri hemen dolmuştu. Bir süre sarıldıktan sonra birbirlerine iyice baktılar.
Rao Jing iç çekti. “Artık gerçekten Müdür Tu olmuşsun.”
Tu Xiaoning, onun yanında yine o eski küçük kız gibiydi. “Ne diyorsun!” dedi mahcupça. Sonra bakışları onun arkasındaki Bay Gu’ya kayınca hemen selam verdi.
Rao Jing yıllar geçse de hâlâ aynı tonda söyleniyordu. “Sana o şekilde seslenme demedim mi? Ne kadar da kulağa kötü geliyor!”
Tu Xiaoning çoktan çocuklarla ilgilenmeye başlamıştı. Gu Yan, oğluna “Teyzeye selam ver.” deyince o da uslu uslu “Teyze.” dedi.
Tu Xiaoning başını okşadı. “Ne kadar uslusun sen böyle.” Sonra Gu Yan’ın kucağındaki küçük kıza baktı. “Ne kadar tatlı.”
Küçük kız henüz çok küçüktü ve yabancı görünce çekiniyordu. Babasının boynuna sarılıp başını omzuna gömmüş, kimseye bakmaya cesaret edemiyordu.
“Adı ne?” diye sordu Tu Xiaoning.
“Oğlanın adı Gu Xuan, kızınki Gu Hua.” dedi Rao Jing.
Tu Xiaoning başını sallayarak onayladı. “Bunlar tam entelektüel aile çocuklarının isimleri.”
Rao Jing de onun kızını merak etti. “Senin kızını da görelim bakalım. Şu Ji Yuheng’in güçlü genleri nasıl geçmişmiş, bir bakayım.”
Tam o anda küçük Ji Leyu babasıyla birlikte geldi. Tatlı büfesinden bolca şey toplamıştı—sol elinde küçük kek, sağ elinde kurabiye, ağzında lolipop. Babası da ona karışmıyor, mutlu olmasına izin veriyordu.
Tu Xiaoning onu çağırdı. “Ji Leyu, gel annene.”
Minik kız hemen koştu. Ardından Ji Yuheng geldi ve Rao Jing’i görünce başıyla selamladı.
“Patron.” dedi Rao Jing.
Ji Yuheng kızının yanında durdu, bakışlarını onun arkasındaki Gu Yan ve çocuklara çevirdi. “Geldiniz demek?”
Rao Jing başını salladı. “Evet. Sizin düğünü kaçırdım ama Xiao Zhao’nunkini kaçırmak olmazdı.”
Sonra Ji Leyu’ya bakmak için çömeldi, yanaklarına dokunmadan edemedi. “Çok güzel bir kız. Gerçekten babasına benziyor.”
Tu Xiaoning kızının başını okşadı. “Lele, hadi selam ver.”
Küçük kız lolipopu ağzından çıkarıp tatlı tatlı seslendi: “Abla~”
Rao Jing bu hitaba mest oldu. “Ben artık yaşlı bir teyzeyim, nerem abla?” Sonra Tu Xiaoning’e döndü. “Kızın tam bir harika.”
Tu Xiaoning alçakgönüllü davrandı. “Babası gibi. Duygusal zekâsı yüksek.”
Rao Jing kızın yüzünü okşadı. “Harika... Bu yaşta böyle tatlı dilliyse, büyüyünce kim bilir ne olur.”
O sırada Zhao Fangang yaklaştı ve homurdanarak konuştu. “Çocuklarınız var diye beni unuttunuz mu? Düğün benim sonuçta!”
Rao Jing ona göz kırptı, hâlâ eskisi gibi onunla şakalaşıyordu. “Bay Zhao, sonunda sen de evliliğin mezarına adım attın ha?”
Zhao Fangang enerji doluydu, bunu inkâr etmedi. “Evet, gerçek aşkımı buldum.”
Rao Jing, arkasındaki Ren Tingting’e baktı. “Demek sonunda Prenses Ren seni dize getirdi. O zamanlar ne naz yapıyordun ama.”
“Yüzüme yüzüme tokat gibi oldu! Bilseydim karım olacağını, üç yıl önce evlenirdim.”
Tam bunları konuşurlarken bir ses daha geldi. “Fangang! Patron!”
Herkes dönüp baktı—Xu Fengsheng eşi ve çocuğuyla birlikte gelmişti.
Böylece eski Birinci Geliştirme Departmanı bir kez daha bir araya geldi, hem de herkes ailesiyle birlikteydi.
Yıllar sonra tekrar buluşan bu eski dostlar, konuşacak ne çok şey bulmuşlardı...
Misafirler gelmeye başlarken fotoğrafçı da yerini almıştı.
“Bir grup fotoğrafı ister misiniz?” diye sordu, objektifini ayarlarken.
Zhao Fanggang başını salladı. “Fotoğraf çekelim!” Sonra Ren Tingting’i yanına çekti. “Departmanımız tekrar bir araya gelmişken tabii ki fotoğraf çekeceğiz.”
O sırada Ji Yuheng’i ortaya davet etti. “Patron, siz eşinizle birlikte ortaya geçin.”
Tu Xiaoning hemen itiraz etti. “Olur mu öyle şey, bugünseizin gününüz!”
“Şu an düğün için değil, departman adına fotoğraf çekiyoruz.” dedi Zhao Fanggang ve herkese durması gereken yeri gösterdi. “Aynı eskisi gibi, o zaman çektiğimiz grup fotoğrafındaki pozisyona göre dizilelim. Eşler ve çocuklar yanlara geçsin.”
Herkes yerini aldı. Tıpkı eskiden olduğu gibiydi, sadece artık herkesin yanında ailesi ve çocukları vardı.
Ji Yuheng kucağında kızıyla Tu Xiaoning’in yanında duruyordu. Tu Xiaoning ona yan gözle baktı, sahne sanki dünmüş gibiydi. O zamanlar da evliydiler ama onun yanında dururken bile çok gergin ve rahatsız hissediyordu. Şimdi bir bakmış, kızları bile kocaman olmuştu.
“Anne, düzgün poz ver! Sürekli babama bakıyorsun.” dedi Ji Leyu aniden. Annesinin dikkatinin dağınıklığını fark edip küçük parmağıyla annesinin yanağına dokunarak onu uyardı.
Ji Yuheng de onun bakışlarını fark etmişti. Başını çevirip uyardı, “Kameraya bak, bana değil.”
Tıpkı Bali’de çektirdikleri o fotoğrafta söylediği gibi...
Tu Xiaoning gülümserken gözleri parladı. “Peki.” diyerek kameraya döndü.
“Ben ‘1-2-3’ dediğimde herkes gülümsesin!” dedi fotoğrafçı. “1—2—3!”
— Klik.
An ölümsüzleştirildi.
Yine Gelişim Departmanıydı ama şimdi herkesin bir ailesi ve geleceği vardı.
Aralarındaki bu bağ artık basit bir iş arkadaşlığı değildi.
“Fotoğrafı bana da atmayı unutmayın ha!” diye bağırdı Rao Jing.
Zhao Fanggang da, “Tamam tamam, senin atlamayız abla.” diye yanıtladı.
Bir köşede sessizce bu güzel anı izleyen Ren Tingting, aniden göğsünü tuttu. Her ne kadar küçük bir hareket olsa da, bu anı Tu Xiaoning fark etti.
“Ne oldu Tingting? Yoruldun mu?” diye sordu.
“Birden biraz rahatsız hissettim kendimi, öğle yemeğini tam sindiremedim herhalde.” dedi Tingting.
Tu Xiaoning onu baştan aşağı süzdü. “Senin... o şey düzenli mi?”
“Bazen düzenli, bazen değil.” derken, bir şey hatırlamış gibi duraksadı.
Bu kadar da tesadüf olur mu? O gün evde prezervatif kalmamıştı, dışarıda da yağmur yağıyordu. O da takvime bakıp güvenli günlerde olduğunu düşünerek dışarı dışarı çıkıp almaya üşenmişti. Sonrasında Zhao Fanggang ona ilaç alayım mı diye sormuştu, ama o da çok yorgundu. “Gerek yok.” demişti. Yoksa gerçekten olmuş muydu?
“Ne fısıldaşıyorsunuz siz öyle? Tu Xiaoning, sen gene karıma bir şeyler mi öğretiyorsun?” dedi Zhao Fanggang, Rao Jing ile Xu Fengsheng’i düğün salonuna yönlendirdikten sonra yanlarına yaklaşıp sordu.
Tu Xiaoning ona göz devirdi. “Ben senin adına küçük bir sürprizi fark ettim.”
Zhao Fanggang şaşkındı. “Ne sürprizi?”
Tu Xiaoning gizemli bir şekilde gülümsedi. “Tingting sana kendisi söylesin.” Ardından gülümseyerek kocasının ve kızının yanına gitti.
Zhao Fanggang onun arkasından baktı, sonra da Ren Tingting’e döndü. “Siz ikiniz şifreli şifreli ne konuşuyorsunuz ya? Artık Tu Xiaoning’i söylediklerinden hiçbir şey anlamıyorum!”
Ren Tingting bir şey demedi, sadece elini kaldırıp ona vurdu.
Zhao Fanggang afalladı. “Ne oldu şimdi?”
Ren Tingting onu suçladı. “Hepsi senin yüzünden!”
“Ben ne yaptım ki?”
Ren Tingting onu kendine çekip kulağına fısıldadı. “Gecikti... Galiba hamileyim.”
Zhao Fanggang dona kaldı, sonra da yüzünde koca bir sırıtış belirdi.
Ren Tingting hemen elini onun ağzına kapattı. “Böyle sırıtırsan herkes anlayacak!”
Zhao Fanggang onun elini indirdi. “Mutluyum ama!”
Ren Tingting dudak büktü. “Ama ben evlenir evlenmez çocuk istemediğimi söylemiştim!”
“Artık olmuş, hepsi benim suçum değil ya?”
Ren Tingting tekrar vurdu. “Tabii ki senin suçun! Hem de tamamen!”
Zhao Fanggang onu kucakladı. “Peki peki, tamam suç benim, sen yeter ki yorulma. Eve gidelim, sen beni istediğin kadar döv.” Sonra da alnına bir öpücük kondurup söz verdi. “Karıcığım, iyi bir koca ve iyi bir baba olacağım. Baksana herkesin çocuğu var, bir tek benim bir şeyim yok, kıskandım valla!”
Ren Tingting biraz şaşkınlaştı. “Çocuk bir şey mi yani?”
“Hayır hayır, yanlış söyledim!”
“Ne saçmalıyorsun, kim şey değilmiş!”
Zhao Fanggang neredeyse kendine tokat atacaktı. “Ben! Ben şey değilim, tamam mı!”
“Hıh.”
Zhao Fanggang dudaklarına bir öpücük kondurarak onu yatıştırdı. “Karıcığım, bu evlilik hediyesi için sana teşekkür ederim.”
Ren Tingting kolay kolay pes etmedi. “Sana söyleyeyim, çocuğu sen büyüteceksin.”
“Tamam tamam, ben bakarım.”
“Ben işimi bırakmam.”
Zhao Fanggang onun ellerini sımsıkı tuttu. “Asla bırakmana izin vermem. Sen güçlü kadın olmaya devam et, ben senin arkanda olacağım.”
Ren Tingting onun bu ciddi haline gülmeden edemedi. “Az gevezelik et, arkamda da durma öyle, ne yap et müdür ol.”
Zhao Fanggang onun küçük burnunu sıktı. “Tamam, karıcığım isterse müdür olurum. Hem biz büyük patronla karısını bile geçeceğiz, sektörün en tatlı çifti biz olacağız!”
Ren Tingting’in içi kıpır kıpır oldu. Başını kaldırıp ondan bir öpücük istedi.
Zhao Fanggang eğilip dudaklarını onunkilere bastırdıktan sonra kulağına fısıldadı.
“Seni seviyorum, küçük kızım.”
Ren Tingting de ayağının ucuna yükselip onun kulağına fısıldadı.
“Ben de seni seviyorum, hocacığım. Hep sevdim.”
İkisi yeniden sımsıkı sarıldılar ve uzun süre birbirlerinden ayrılmadılar.
Ve işte o andan itibaren, hayatlarında yeni bir başlangıç başlamış oldu...
— SON —
Yorumlar
Yorum Gönder