Hidden Marriage in the Office - 149. Bölüm (Türkçe Novel)

Bölüm 149 – Yan Hikâye: Zhao Fanggang (2)

Zhao Fanggang, Ren Tingting'in değiştiğini ve kendisinden uzaklaştığını hissediyordu.

"Geçmişte sana karşı soğuk davrandığım için bana kızgın mısın?" diye sordu.

Ren Tingting başka bir şey söylemedi.

Sonraki yarış grubu için alan temizlenmeye başlanmıştı. Y Bankası’ndan biri uzaktan ona seslendi

“Müdür Zhao, 1200 metre için çağrı yapılıyor. Sırada siz varsınız.”

“Geliyorum.” diye cevap verdi Zhao Fangang.

“Hazırlanın siz. Ben de kıyafet değiştirmeye gidiyorum.” dedi Ren Tingting ve yürümeye başladı.

Zhao Fangang tekrar suyu ona uzattı.

“Bunu al, içersin.”

Ren Tingting yine almadı.

“Gerek yok, bende var zaten.” deyip arkasına bile bakmadan uzaklaştı.

Zhao Fangang’ın eli havada asılı kaldı. Onun arkasından bakarken düşündü: Bu, üç yıl önce kendisine yapışan, ağızdan "hocam" lafı düşmeyen Ren Tingting miydi?

Elini geri çekti, su şişesini havaya atıp tuttu.

“Güzel, üç yılda insan büyüyor, huyu da büyüyor. Ama ben kolay pes etmem.”

Ren Tingting, bakalım kaçabilecek misin?

Zhao Fangang, Ren Tingting’i kovalamaya karar verdi. İlk adımı WeChat mesajlarıyla attı.

Rehberinde uzun süre aradıktan sonra onun WeChat'ini buldu. Zamanında bu WeChat'i eklemesi için kız ne kadar da ısrar etmişti. Şimdi tanımıyormuş gibi mi davranıyordu? Küçük kızlar ne kadar da değişken oluyordu!

Gündüzleri ona ekonomi haberleri gönderdi, akşamları ise kişisel gelişim mesajları.

Başta Ren Tingting cevap veriyordu. Gerçi cevapları sadece [ ? ] ya da [ ?? ] gibiydi. Ama sonra artık hiç cevap vermemeye başladı.

Cevap vermeyince Zhao Fangang, “Kesin o sünepe erkek arkadaşıyla buluşmaya gitti.” diye düşünüp mesaj bombardımanını artırdı.

Sonunda Ren Tingting doğrudan sesli mesaj yolladı.

“Müdür Zhao, lütfen geceleri beni rahatsız etmeyin. Ayrıca gönderdiğiniz kişisel gelişim yazıları tamamen zırva, sevmiyorum.”

Zhao Fangang bu mesajı dinleyince güldü ve cevap gönderdi.

“Peki neyi seviyorsun? Film izlemeyi sever misin? Şu sıralar birkaç film çıkmış, hepsinin puanı yüksek.”

Ren Tingting tekrar cevapladı.

“Film izlemeyi de sevmem.”

Zhao Fangang umursamadan, “O zaman olmaz, beni sinemaya davet etmek zorundasın.” dedi.

Ren Tingting bu kez üç tane soru işareti gönderdi: 【???】

Zhao Fangang bu mesajı görünce hafifçe gülümsedi. Bir sesli mesaj daha gönderdi.

“Geçen sefer departanımıza gelip onlarca kredi kartı başvurusu yaptınız, sen ve arkadaşların hedefini aştı. Teşekkür etmeyecek misin?”

Ren Tingting epey bekledikten sonra sesli mesajla cevap verdi.

“O zaman bir dahaki sefere bizim departmana gelirsiniz artık.”

Hey, küçük hanım artık ne kadar havalı takılıyordu.

Zhao Fangang onu kolay kolay bırakmazdı. Yine sesli mesaj yolladı.

“Ben departman müdürüyüm, benim kredi kartı hedefim yok. Ne oldu, iş bitince teşekkür etmeyecek misin?”

“Öyle değil.”

“O zaman beni sinemaya götür.” — Bu sefer sesinde kesin bir ton vardı.

Bir süre sonra Ren Tingting cevap verdi.

“O zaman hangi filmi istiyorsunuz?”

Zhao Fangang daha da geniş bir gülümsemeyle, “Bir bakayım, güzel bir şey bulunca sana söylerim.” dedi.

【Tamam.】

Zhao Fangang ayak ayak üstüne attı ve popüler filmleri araştırmaya başladı.

Tam da o sırada ailesinin evindeydi. Annesi onun böyle mutlu mutlu gülümsediğini görünce dayanamayıp sordu.

“Bu hâlin ne? Aşık mı oldun?”

Zhao Fangang umursamaz bir tavırla bacağını salladı, “Sana gelin bakıyorum işte.”

Annesi bunu duyunca başını tuttu, “Aman sen bırak şimdi! Önceki buldukların bir garipti. Hepsi açık saçık giyiniyordu, makyaj desen boya küpü gibiydi. Onlar mı gelin olacak? Lütfen bizim sabrımızı taşırma artık!”

Zhao Fangang telefonuna bakarken, “Bu seferki uslu kız, kesin evlenilecek tip. Sana da babama da kesinlikle uyacak.” 

Annesi biraz kuşkuya düştü. “Fotoğrafı var mı? Bir bakayım.”

Zhao Fanggang hemen kaçamak davrandı. “İş ciddileşince gösteririm.”

Annesi alaycı bir şekilde konuştu. “Aaa, demek ki bizim Prens Zhao'nun bile emin olamadığı biri var ha?”

Zhao Fanggang hemen karşı çıktı, “Olur mu öyle şey? Sadece, geçmişteki gibi yaklaşarak onu korkutmak istemiyorum.”

Annesi ona bir şaplak attı, “O zaman bu sefer kimi buldun bir göreyim bakalım. Yine aynı tipte biriyse bir daha eve gelme, yallah defol!”

Zhao Fanggang ayağını sallamaya devam etti, kendinden emin bir şekilde, “Bir haftayı bulmaz, kesin sana kızı getirmiş olurum!”

Aslında Zhao Fanggang’ın “film izleyelim” demesi bahaneydi, asıl amacı onunla baş başa zaman geçirmekti. Özellikle pazar öğleden sonrasını seçmişti, film çıkışı tam yemek saatine denk geliyordu.

O gün Ren Tingting beyaz bir tişört, kot etek ve beyaz spor ayakkabılar giymişti. Taktığı sade bir bez çanta ve omuzlarına dökülen uzun saçlarıyla çok zarif görünüyordu.

Zhao Fanggang’ın daha önce çıktığı kızlar hep abartılı makyajlı, dikkat çekici tiplerdi. Ren Tingting’in böyle sade ve uslu hali ona bambaşka bir tat vermişti. Üç yıl önceki çocuksuluğundan da çıkmış, gözüne çok farklı görünmüştü.

"Geldin mi? Ne içmek istersin?” diye sordu kız yaklaştığında.

Ren Tingting, "Film izlerken bir şeyler içme alışkanlığım yok." dedi.

“Benim var ama.” dedi Zhao Fanggang arsızca ve doğrudan yiyecek bölümüne yürüdü, bir C menüsü seçti.

İki büyük kola, bir kova patlamış mısır.

Kızın isteyip istemediğini sormadan pat diye eline tutuşturdu, “Ye bakalım, film izlerken ağzını oynatmazsan çok sıkılırsın.”

Ren Tingting sebepsiz yere eline tutuşturulan patlamış mısırla kalakaldı. İçinden, “Ne saçma bir mantık bu ya?” diye geçirdi.

Henüz salon açılmamıştı, içeri giremiyorlardı, bu yüzden kapının önünde öylece beklemeye başladılar.

Yanlarında hep sevgililer vardı, ama onların arasında bir şey yoktu. Üstelik Ren Tingting, Zhao Fanggang’dan özellikle uzak durmuştu. Dışarıdan bakan biri onları tanımıyor bile sanabilirdi.

Zhao Fanggang birkaç adım yaklaştı ama tam o sırada telefonu çaldı.

Arayan bir müşteriydi. İçinden sövse de açmak zorunda kaldı.

"Aaa Wang Bey siz misiniz?"

Ren Tingting elinde patlamış mısırla öylece kalmıştı. Ne yapacağını bilemedi. O ise telefonla o kadar meşguldü ki, konuşma bitmeden bilet kontrolü başlamıştı bile.

Filme girdiler, yerlerine oturdular. Zhao Fanggang laf olsun diye onunla konuşmaya başladı.

Bir ara, “Son zamanlarda işlerin yoğun mu?” dedi. “Elinde kaç müşteri var şimdi?” Sonra da “Bu kadar dolaştın, sonunda yine dr’yi mi seçtin?” diye sordu.

Ren Tingting sadece, “Dr iyi, ben seviyorum.” dedi.

“Nesini seviyorsun? Eskiden dr’ye asla gitmem diyordun?” diye sordu Zhao.

Ren Tingting cevap vermedi. O anda salonun ışıkları karardı, film başladı.

Zhao Fanggang aslında hiç film izlemeyi sevmezdi. Bu zamana kadar çıktığı hiçbir kızla sinemaya gitmemişti.

Ren Tingting, onunla sinemaya giden ilk kızdı.

Büyük ekrandan gelen ışık herkesin yüzünü aydınlatıyordu. Zhao Fanggang yan gözle ona baktı. Onun ciddi ifadesi ve zarif profili çok etkileyiciydi. İçinde hafif bir kıpırtı hissetti, sanki bir tüy kalbinin içinden geçiyormuş gibiydi.

Daha önce onun bu kadar güzel olduğunu neden fark etmemişti ki?

Film boyunca neredeyse uyuyacak gibi oldu, uyanık kalmak için sürekli uyluğunu çimdikledi.

Film bitince kalabalıkla birlikte dışarı çıktılar. Zhao Fanggang birlikte akşam yemeği yemeyi teklif etti.

Ren Tingting ise, “Hayır, başka bir işim var.” dedi.

Zhao ona baktı, “Bu saatte ne işin olabilir ki?”

Ren Tingting karşılık verdi, “İşim olamaz mı?”

“Olabilir tabii, ama şu an olmamalı.”

Kaşlarını çattı. “Nedenmiş?”

“Çünkü seninle randevudayım.”

Ren Tingting’in keyfi kaçmıştı. Yüzü asılarak, “Zhao Bey, film izlemek istediniz, izledik. Daha ne istiyorsunuz?”

Zhao Fanggang karşısında durup sırıttı. “Sadece bir akşam yemeği.”

“Amacınız ne?” dedi Ren Tingting sabrını kaybederek.

O da açık açık söyledi. “Seni elde etmeye çalışıyorum tabii.”

Kız birden sustu. Uzun bir sessizlikten sonra aniden arkasını dönüp yürümeye başladı.

Zhao Fanggang arkasından seslendi, “Tingting!”

Ren Tingting yürürken, “Benim erkek arkadaşım var.” dedi.

“Şu süslü çocuk mu?”

Kız gözlerini devirdi, “İnsanları neye göre yargılıyorsunuz?”

Omuz silkti, “Tamam tamam, onu geçelim. Bizden konuşalım.”

“Biz kim? Ne biz’i?” Kız gerçekten sinirlenmişti, adımlarını hızlandırdı.

Zhao Fanggang uzun boyluydu, birkaç adımda ona yetişti. “Eve dönüyorsun değil mi? Ben bırakayım seni.”

“Hayır!” diye kestirip attı. İnatçıydı, daha da hızlandı ve sert bir şekilde ekledi. “Peşimden gelmeyi kes artık!”

Zhao Fanggang gerçekten peşinden gitmedi. Onun uzaklaşan siluetine baktı, pantolon cebinden bir sigara çıkarıp ağzına koydu. Bıraktı gitti.

“Pekâlâ.” dedi içinden. “Nazikçe peşinden gitmek işe yaramadıysa, o zaman başka bir yöntem deneriz.”

Ertesi gün iş çıkışı doğrudan dr’ye gitti. Bu sefer ne haber verdi ne de ağırdan aldı. Doğrudan, sert bir şekilde onu otoparkta kıstırdı.

“Zhao Bey, ne istiyorsunuz?” Ren Tingting bu sefer gerçekten biraz korkmuştu.

“Zhao Bey deme bana.” diye düzeltti.

“Peki ne diyeyim? Hocam mı?” Topluma karıştığından beri toyluk havasını üzerinden atan Ren Tingting’in ses tonu artık bir çocuk gibi değildi.

“Nasıl istersen. Ama Zhao Bey deme işte.”

“O zaman eski hocam, kenara çekil lütfen. Eve gideceğim.” dedi Tingting, alaycı bir sesle.

Zhao Fanggang kaşlarını çattı, “Ne eski hocası?”

“Hani ‘nasıl istersen’ demiştin ya?”

“Ren Tingting, iyice cesaretlenmişsin ha. Bunu sana kim öğretti? Tu Xiaoning mi? O da benim yarı öğrencim sayılır.”

Ren Tingting yürümeye yeltendi. “Sen artık DR çalışanı bile değilsin. Bir derdin varsa söyle, yoksa ben gerçekten gidiyorum.”

Zhao Fanggang önüne geçti, “Nereye gidiyorsun? Şu minnoş sevgiline mi? O süslü oğlana mı?”

Ren Tingting’in kaşları çatıldı. “Süslü olup olmaması seni neden ilgilendiriyor?”

“Nasıl ilgilendirmez? Eskiden sürekli ‘Sana aşığım’ diye bağıran sen değil miydin?”

Zhao Fanggang arsızca bunu doğrudan söyledi.

Ren Tingting’in yüzü bir anda kızardı. “Sen, sen..”

Zhao Fanggang alaycı bir şekilde kaşını kaldırdı. “Öyle değil mi? Ne oldu? Üç yılda zevkin mi değişti, küçük yalancı.”

Ren Tingting dudaklarını ısırdı, bir şey demedi.

“Sen...” Zhao Fanggang tekrar konuşacakken Ren Tingting onu doğrudan sözünü keserek susturdu.

“Eskiden küçüktüm ve cahildim. Hayranlıkla aşkı ayırt edemiyordum. Daha yeni topluma adım atmıştım ve karşılaştığım ilk erkek sendin. Beni oyun salonuna götürmeye istekliydin, birlikte oyun oynardık, bana oyuncak bebek kazandırmaya çalışırdın. Annem babam dışında kimse bana bu kadar sabır göstermemişti. Sonra senin öğrencilerin arasına girdim; her gün senin işini, pazarlama becerilerini izledim. Gözümde çok yetenekliydin. Çok tecrübesizdim ve hayranlığımı yanlışlıkla aşkla karıştırdım.” Derken yüzü oldukça sakindi. “Şimdi mezun oldum, büyüdüm, ben de çalışıyorum artık. Farkına vardım. O zamanki çocukça davranışlarımı lütfen ciddiye alma.”

Zhao Fanggang onun söylediklerini duyunca sordu. “Bitti mi konuşman?”

Ren Tingting cevap vermedi.

“Niye yere bakıyorsun? Kaldır kafanı da yüzüme bak.” dedi yeniden.

Ama Ren Tingting başını kaldırmadı.

Zhao Fanggang onun çenesini kaldırmak için elini uzattı. “Hadi, gözlerimin için bak ve az önce söylediklerini bir kez daha söyle.”

Ren Tingting kaçmaya çalıştı ama başaramadı. Çenesi sertçe yukarı kaldırıldı. Gözleri çoktan kızarmıştı.

“Madem artık sevmiyorsun, neden ağlayacak gibisin?” diye sordu Zhao Fanggang.

Ren Tingting elini sertçe itti ve gerçekten de ağlamaya başladı.

Bu sefer Zhao Fanggang panikledi.

Ne yapacağını bilemedi. “Sen... sen niye ağlıyorsun?”

Gözyaşları durmuyordu. O da elini uzatıp silmeye çalıştı.

Ren Tingting elini tekrar itti, Zhao Fanggang tekrar uzattı, o yine itti. En sonunda Zhao Fanggang pes edip onu kollarına aldı.

“Belli ki hâlâ seviyorsun, neden inat ediyorsun?”

Ren Tingting ağlıyordu, çok üzgündü.

O da onu teselli etmeye başladı. “Tamam, tamam. Suç bende. Eskiden seni hep görmezden geldim. Artık değişeceğim, olur mu?”

“Ben sana hiç bulaşmazken, sen niye şimdi bana bulaşıyorsun?” diye hıçkırarak ağlayan Ren Tingting onu itti.

“Ne yapayım yani; yaşım ilerledi, artık yuva kurmam gerek.” Onu ittikçe Zhao daha da sıkı sarıldı.

Ren Tingting gözyaşlarıyla ona baktı, sonra dudak büktü. “O zaman kur yuvanı, bana ne?”

Zhao Fanggang onun hâlâ kızgın olduğunu bildiği için gönlünü almak için sözlerine devam etti. "Ne demek bana ne? Sen o yuvanın kadınısın.”

Ren Tingting ona, "Senin gibi yaşlı bir adamı kim ister!" diye vurdu.

“Madem istemiyorsun, niye böyle ağlıyorsun?” Zhao Fanggang onu nazikçe sardı. Ses tonunu yumuşattı. “Tingting, benim sevgilim olur musun?”

Ren Tingting ağlamaktan şişmiş gözlerle ona baktı ve hiçbir şey söylemedi.

Zhao Fanggang çenesini kaldırdığında, "Bana dokunma." diyerek kaçtı.

Zhao Fanggang hareket etmeyi bıraktı.

Ren Tingting belindeki diğer eline baktı ve Zhao Fanggang hemen bıraktı.

İkisi ayakta duruyordu. Ren Tingting gözyaşlarını silmeye devam etti. Uzunca bir sessizlikten sonra konuştu.

“Ciddi misin?”

“Ciddiyim. Altın gibi saf bir gerçek bu!” Zhao Fanggang hemen yemin etti.

“Sen tam bir laf cambazısın. Beni kandırmadığını kim söyleyebilir?” Ren Tingting hâlâ inanmıyordu.

Zhao Fanggang ilk kez bir kıza böyle açıktan açığa duygularını ifade ediyordu. Eskiden hep başkaları onun peşinden koşardı. Onun elini tutup yürümeye başladı.

“Ne yapıyorsun?” diye sordu Ren Tingting.

“Bana inanmıyor musun? O zaman seni ailemle tanıştırmaya götürüyorum.”

Ren Tingting afallayıp hemen elini çekti. “Deli misin sen!”

Zhao Fanggang ise ciddiydi. “Ailemle tanışınca bana inanırsın artık, değil mi?”
Onun elini tuttu. “Hiçbir zaman birini eve tanıştırmaya getirmedim. Tingting, sen öğrenciyken küçüktün, ben de tamamen kariyerime odaklanmıştım. Büyük abim çok başarılıydı, onun baskısı altında aşk düşünmedim bile. Seni ve Tu Xiaoning’i hep çocuk gibi gördüm. Şimdi onun kadar iyi olmasam da az çok başarı yakaladım. En azından yaşıtlarıma göre fena değilim. O gün kredi kartı için ofisime geldiğinde büyüyüp olgunlaştığını ve deneyim kazandığını gördüm. O an hocan olarak...” Durdu, boğazını temizleyip düzeltti, “Eski hocan olarak gurur duydum. Ama bir erkek olarak da... çok etkilendim.”

Ren Tingting onu hareketsizce dinlerken, elini tekrar göğsüne bastırdı.

“Seni gerçekten seviyorum. Belki yöntemim biraz kaba ama geçen sefer seni almaya gelen o yakışıklı çocuğu görünce sinirden deliye döndüm. Senin güzelliğinin, iyi kalpliliğinin başkasına gitmesine dayanamam. Her şeyin bana ait olsun istiyorum. Sadece bana ait.”
Ona derin bir bakış attı ve tekrar sordu.
“Tingting, bu sefer insiyatif alma sırası bende. Ben adım atıyorum. Benim sevgilim olur musun?”

“Yani başkasının sevgilisini mi çalmaya çalışıyorsun?” diye sordu Ren Tingting.

Zhao Fanggang alayla güldü. “Ne olmuş yani? Erkek bekar, kız bekar. Kim daha iyiyse o kazanır. Zaten ben hiçbir zaman dürüstlük timsali biri olmadım.”

“En azından bir prensibin olmalı.”

“Gururumdan bile vazgeçmişim, neyin prensibiymiş?”

Ona göre ‘gurur’ hiçbir şeydi.

Ren Tingting sessiz kalınca Zhao bir süre bekledi ama sabredemedi, “O küçük, süt dökmüş yakışıklıyı bırakamıyor musun yoksa?”

Ren Tingting gözyaşları arasında gülümsedi. “Ne yakışıklısı, o benim kuzenim.”

Zhao Fanggang bir anlık şoktan sonra hemen durumu kavradı. Bileğini tuttuğu gibi onu yeniden kollarına aldı.

“Yaramaz olmuşsun, ha? Bana yalan söylemeye de başlamışsın, hmm?”

“Senin yüzünden! Hep soğuktun bana karşı,” dedi Ren Tingting, hafif bir sitemle ama artık karşı koymuyordu.

Zhao Fanggang keyifle güldü. “Yani kabul ediyor musun?”

Ren Tingting dudaklarını ısırdı ama cevap vermedi. O da eğilip onu öptü.

Ren Tingting ona karşı koyamadı, tek bir öpücükle dizlerinin bağı çözüldü, neredeyse kollarında eriyecekti.

“Bundan sonra ‘Genel Müdür Zhao’ falan yok,” dedi Zhao Fanggang kulağına eğilerek.

“Peki... ne diyeceğim?” Yanakları kıpkırmızıydı, utangaç bir şekilde sordu.

Zhao Fanggang dayanamayıp bir kez daha yanağını öptü. “Kocacığım diyeceksin.”

Yorumlar