Hidden Marriage in the Office - 148. Bölüm (Türkçe Novel)

Bölüm 148 – Yan Hikâye: Zhao Fanggang (1)

Ji Yuheng Y Bankası'na geçiş yaptığında, Zhao Fanggang da hemen peşinden oraya gitti. Ji'nin bir asistana ihtiyacı vardı; kaynakları, yetenekleri ve karakteriyle Zhao, en uygun adaydı.

Ji Yuheng, Y Bankası'nda şube müdürlüğü pozisyonuna başvurmuştu. Başlangıçta Zhao sadece onun asistanıydı, ama daha altı ay dolmadan şube satış departmanının genel müdürlüğüne terfi etti. O dönemde oldukça göz önündeydi, herkes onun Ji Yuheng’in sağ kolu olduğunu biliyordu. Bu yüzden insanlar ona bir nebze yüz veriyor, üç adım yol açıyordu.

Kariyeri hızla yükselirken yaşı da ilerliyordu. 32 yaşındaydı ve ailesi neredeyse her gün evlenmesi için baskı yapıyordu. Yıllar boyunca kız arkadaşı hiç eksik olmamıştı, ama hepsi birer "influencer" gibi dikkat çekici tiplerdi, ailesinin gözünde bir türlü onaylanmıyorlardı.

Zaten Zhao da henüz eğlenmeye doymamıştı. Özellikle genel müdür olduktan sonra, ona yaklaşmaya çalışan kadınlar daha da çoğalmıştı. Şu anki sevgilisi bir televizyon kanalının popüler sunucusuydu; yüzü, fiziği, boyu... Hepsiyle tam not alabilecek bir kadındı. Onu sıkı sıkı sarıyor, Zhao’nun parasını da bol bol harcıyordu.

O gün iş çıkışı, yine kadının evinde tutkulu bir gece geçirmişlerdi. İş bittikten sonra Zhao bir sigara yaktı, kadın cilveli bir şekilde ona sarıldı. “Bugün Gucci’nin mağazasına uğradım.”

Zhao dudaklarında sigarayla kısa bir “Hıh” sesi çıkardı.

Kadın yılan gibi boynuna dolandı.
“Yeni çıkan çantayı çok istiyorum.”

Zhao kayıtsızca dumanı üfledi 
“Geçen hafta bir Hermes almadın mı? Ondan önceki hafta da Fendi. Bu kadar çantayı nasıl taşıyorsun?”

Kadın kırmızı dudaklarıyla yanağını öptü.
“Ama sürekli aynı çantalar takılmamalı. Bizim kanalda biri her gün başka çanta takıyor. Ben haftada bir değiştirerek bile alçakgönüllü davranıyorum.”

Zhao güldü ama bir şey demedi.

Kadın onu dürtüp nazlandı.
“Ben istiyorum. Alır mısın bana?”

Zhao yan gözle kadına baktı, güzel yüzünü süzdü. Sonra çenesinden tutarak sordu.
“Eğer ben genel müdür olmasaydım ne yapardın?”

Kadın elinden sigarayı alıp onu öptü.
“Ama sen genel müdürsün. Hem, erkek dediğin para kazanır ve kadına harcar, değil mi?”

Zhao hafifçe gülümsedi, sigarasını geri alıp birkaç nefes çekti. Aniden yorganı kaldırıp yataktan kalktı.

“Nereye gidiyorsun?” Kadın üstünü yorganla kapatarak sordu.

“Eve.”

“Niye eve gidiyorsun ki?”

Arkasına bile bakmadan konuştu.
“Sıkıldım.”

Böylece bir ilişki daha sona erdi.

Birkaç gün sonra, Zhao kendi departmanında Ren Tingting ile yeniden karşılaştı.

Ren Tingting artık zarif bir genç kadındı, uzun saçları rüzgârda savruluyordu. Üç yıl önceki o çocuksu halinden eser yoktu.

Onlar Ji Yuheng ile DR’den ayrıldıktan sonra, tekrar Ji’nin karısının çalıştığı departmana geçmişti. Zhao’ya göre bu gayet iyi bir tercih olmuştu.

O gün Ren Tingting gittikten sonra Zhao’nun aklında sürekli, onun saçlarını kulağının arkasına atıp gülümsediği hali kaldı.

Ofisinde otururken dudakları hafifçe yukarı kıvrıldı. Eskiden onun peşinden ayrılmaz, küçük bir gölge gibi peşinde dolaşırdı. Şimdi nasıl biri olmuştu acaba? Merak ediyordu.

O gün işten erken çıktı ve doğrudan DR’ye gitti. Tesadüfen tam da mesai çıkışına denk geldi. Birçok eski iş arkadaşı onu görünce selam verdi.

Zhao onlarla kısaca sohbet etti. Çok geçmeden Ren Tingting birkaç kızla birlikte dışarı çıktı.

Zhao, eski iş arkadaşlarıyla muhabbeti bitirip modifiyeli, çiçekli küçük spor arabasını Ren’in yanına sürdü.

Kızlar bir anda irkildi. Yeni işe başlamışlardı, Zhao’yu tanımıyorlardı. İçlerinden biri mırıldandı. “Bu adam nasıl araba sürüyor böyle?”

Ren, Zhao’yu görünce şaşırdı ama onun eski bir çalışan olarak bir iş için geldiğini düşündü. Hafifçe gülümsedi ve başını sallayıp selam verdikten sonra yürümeye devam etti.

Eskiden yapışkan gibi peşinden ayrılmayan haliyle şimdi arasında dağlar kadar fark vardı. Zhao kaşlarını çatıp camı indirdi.

“Ren Tingting!” Adını ve soyadını yüksek sesle söyledi.

Herkes ancak o zaman onun Ren’i aradığını anladı. Gülerek Ren’e dönüp, “Vay canına, şanslısın. Üstelik adam da oldukça yakışıklı.” dediler.

Ren’in kulakları kızardı ve aceleyle,
“Saçmalamayın.” diye fısıldadı.

Zhao onun hâlâ kıpırdamadığını görünce bir kez daha seslendi. "Ren Tingting!"

Kızlar kıkırdayarak onu itekledi. “Yakışıklı seni çağırıyor, hadi git.”

Ren istemeye istemeye yanına yürüdü.
Zhao’ya baktı ve sordu. “Müdür Zhao, benimle ne hakkında konuşmak istiyordunuz?”

Konuşması oldukça mesafeliydi.

Zhao Fanggang hafifçe gülümsedi.

“Neden ‘hocam’ demiyorsun artık?”

Ren Tingting bir süre durduktan sonra yavaşça,

“Artık siz genel müdürsünüz, eskisi gibi hocam değilsiniz.” dedi.

Zhao Fanggang elini araban camının kenarına koydu.

“Ama bir gün hoca olan, ömür boyu hocadır.”

Ren Tingting kısa bir sessizlikten sonra tekrar sordu.

“Beni aramanızın özel bir sebebi var mı?”

“Sebep mi olmak zorunda? Sadece seni görmek istemiş olamaz mıyım?”

“Tingting!”

Birden biri onun adını seslendi.

Zhao Fanggang ve Ren Tingting aynı anda sesin geldiği yöne baktılar. Çok uzakta olmayan bir yerde, onun yaşlarında genç bir erkek duruyordu.

Ren Tingting el salladıktan sonra Zhao Fanggang’a dönerek, “Erkek arkadaşım beni almaya geldi. Eğer başka bir şey yoksa, ben gidiyorum genel müdür Zhao.” dedi.

Zhao Fanggang gözlerini ondan ayırmadan sadece başını sallayıp hafifçe gülümsedi.

“Pekâlâ.”

“Görüşmek üzere.”

“Görüşürüz.”

Zhao Fanggang, dikiz aynasından Ren Tingting’in o yöne doğru yürüyüşünü izledi. O genç, Tingting’in çantasını aldı ve ikisi güle oynaya konuşmaya başladı. Hatta kız onu hafifçe itti.

Bir sigara çıkardı, ağzına alıp yaktı. İkisinin uzaklaşan siluetine bakarken burnundan küçümseyici bir sesle güldü.

“Erkek arkadaş dediğin bu mu yani?”

Bir sonraki karşılaşmaları, C şehrinde bankalar arası düzenlenen spor müsabakalarındaydı.

Ren Tingting, şaşırtıcı şekilde Tu Xiaoning ile birlikte 800 metre koşuya kayıt yaptırmıştı.

Zhao Fanggang ise, haberi bile olmadan birileri tarafından 1200 metre yarışına yazdırılmıştı. Önce ilk turda elenmek üzere gelişigüzel koşmayı planlamıştı ama Ren Tingting’i görünce fikrini değiştirdi, bu kez ciddiyetle koşacaktı.

O gün Ji Yuheng de oradaydı. Elbette yarışmak için değil, yarışmacı yakını olarak. Yanında biricik kızı da vardı.

Y Bankası çalışanlarının neredeyse hepsi, küçük prensesi görmek için etrafına toplanmıştı. Herkes onu güzel ve tatlı bulduğunu söylüyordu.

Zhao Fanggang da onu güldürmeye çalıştı.

“Lele, gel bakalim, ‘abi’ de.”

Diğer orta kademe yöneticiler alayla, “Zhao Fanggang, hiç utanman yok mu?”

Küçük Ji Leyu bir koluyla babasının boynuna sarılmış, diğer eliyle lolipop tutuyordu. Yüzünde ciddi bir ifadeyle ona, “Fangfang amca." dedi.

Ji Leyu çok küçükken Zhao Fanggang ondan “Zhao amca” demesini istiyordu. Ama o zamanlar daha konuşmaya yeni başlamıştı, sadece “Fang” kısmını hatırlayıp “Fangfang amca” demişti. Ve o günden beri bu hitap hiç değişmemişti.

Y Bankası’ndaki herkes kahkahalara boğuldu. Hem Zhao Fanggang’ın "Fangfang amca" diye çağrılmasına hem de yaşını inkâr etme çabasına...

“Bak hele, hâlâ genç gibi davranmaya çalışıyor. Ama çocukların gözü çok net görür!”

Zhao Fanggang, Ji Leyu’nun minik burnunu sıktı.

“Lele, beni hiç düşünmüyorsun, bir dahaki sefere ‘abi’ demeni istiyorum, anlaştık mı?”

Küçük Ji Leyu babasının omzuna yaslanıp gayet ciddi bir ses tonuyla, “Ama sen gerçekten bir amcasın.” dedi.

Zhao Fanggang içten içe yaralandı.

Tu Xiaoning, kocası ve kızı geldiğinde sporcu grubunun içinden sevinçle zıplayarak el salladı.

Ji Yuheng, kızını kucağında tutarken ortaokul yıllarına döndü bir anlığına. Tu Xiaoning o zamanlar da böyle zıplayarak ve özgüvenle el sallardı. Ne kadar gençtiler... Şimdi anne baba olmuşlardı.

Bakışları yumuşadı, parmağıyla eşini işaret etti ve kızına sevgiyle, “Lele, annen orada, gördün mü?” dedi.

Küçük Ji Leyu babasının gösterdiği yöne doğru baktı, sonra annesine el salladı ve tatlı bir sesle, “Anne~” dedi.

Ji Yuheng tekrar öğretti.

“Hadi ‘anne, başarılar’ de.”

Küçük kız hemen babasının ardından tekrar bağırdı.

“Anne, başarılar!”

Sesi öyle şirin ve yumuşaktı ki herkesin içi eridi.

Tu Xiaoning bunu duyunca gülerek onlara öpücük yolladı.

Zhao Fanggang, bu mutlu aile tablosuna daha fazla dayanamayıp, “Patron, sen Y Bankası'nın başındasın ama DR’ye tezahürat ediyorsun. Hangi tarafı tutuyorsun tam olarak?” dedi.

Ji Yuheng ona sadece bir bakış attı, o da pişkin bir şekilde bir kutu enerji içeceği açıp içmeye başladı.

Sonraki yarışma 800 metreydi. Ren Tingting de ısınıyordu.

Zhao Fanggang ona göz ucuyla bakarak, “Patron, Küçük Ren sevgili yapmış galiba ha?” dedi.

Sanki önemsemiyor gibi görünse de gözleri onu takip ediyordu.

Ji Yuheng’in gözleri hep karısındaydı, sadece “Yapsa ne olur, sana ne?” dedi.

Zhao Fanggang gülümsedi.

“Öylesine sordum, sonuçta bir zamanlar onun hocasıydım. Küçük öğrencimle ilgilenmek hakkım. Ne de olsa iş olmadıysa da, dostluk baki.”

Ji Yuheng onu ciddiye almadı. Zhao Fanggang ise pişkinliğe devam etti.

“Gerçekten sevgilisi mi var yani?”

Ji Yuheng soğukkanlılıkla, “Bir dahaki sefere Ren ile yemek yerken kendin sorarsın.” dedi.

Zhao Fang hayal kırıklığına uğramıştı ve Ji Yuheng devam etti.

“O daha yeni mezun oldu, hayat tecrübesi az, kalbi temiz. Ondan uzak dur.”

Bu kadar açık mıydı yani?

Zhao Fanggang içinden böyle düşünse de dışarıdan masum bir ifadeyle, “Ben bir şey yapmadım ki, patron.” dedi.

Ji Yuheng tekrar tribünlere bakarken, sadece kızı onu izliyordu.

Zhao Fanggang ona komik bir surat yaptı. Küçük Ji Leyu hemen başını babasına çevirip gözlerini kırpıştırdı ve biraz mahzun bir sesle, “Baba, Fangfang Amca bana korkunç surat yaptı.” dedi.

Ji Yuheng hemen ona ölümcül bir bakış fırlattı.

Zhao Fanggang soğuk ter döktü.

Bu aile üçlüsü gerçekten fena, her biriyle uğraşmak diğerinden daha zor.

Kadınlar 800 metre yarışı başladı. Herkes yerini aldı. Silah sesiyle birlikte tüm sporcular fırladı.

Tu Xiaoning stratejik bir şekilde yarışa yavaş başladı. İkinci turda hızını artırmayı planlıyordu.

Ren Tingting ise ilk başta birinci sırayı kapmak için çok çaba sarf etti, ama bu yüzden ikinci turda gücü tükendi ve birer birer onu geçmeye başladılar.

Zhao Fanggang panik içinde, “Ah, ne kadar da aptal!” diye söylendi.

Gözlerinin önünde birer birer geçiliyordu.

Son 200 metre kala Tu Xiaoning hızını artırdı. Diğerleri yavaşlarken o giderek hızlandı. Sonunda tüm yarışmacıları geçip birinci olarak bitiş çizgisine ulaştı.

DR takımı sevinçten çıldırdı.

Küçük Ji Leyu da çok heyecanlanmıştı. Babasının kucağında ellerini çırpıyor, ayaklarını sallıyordu.

“Anne kazandı! Baba! Annem kazandı!”

Ji Yuheng gülümseyerek kızını öptü.

“Annen kazandı. Hadi, anneni bulmaya gidelim, olur mu?”

Ji Leyi babasının boynuna sıkı sıkıya sarılmıştı ve sevimli bir sesle, "Tamamdır~" dedi.

Ji Yuheng kızını kucağına alarak yarış alanına yöneldi, doğrudan karısına doğru yürüdü.

Bu sahne Zhao Fangang’ın içini fena hâlde kıskançlıkla doldurdu.

Ren Tingting dördüncü olmuştu, bir kişi daha geçse finale kalacaktı.

Yarışın sonunda nefes nefese kalmıştı. Zhao Fangang, DR’daki herkesin Tu Xiaoning’in etrafında toplanmış olduğunu görünce içinden söylendi: “Ne oluyor ya? Derece alamamış ama bir bardak su getiren bile yok mu? DR ofisindeki adamlar ne biçim lojistik sağlıyor? Olacak iş mi bu? Her geçen gün daha kötüye gidiyorlar!”

Bunun üzerine Y Bankası’nın lojistik bölümünden bir şişe su alıp götürdü.

Ren Tingting dinlenme alanında iki eliyle dizlerine yaslanmış, öne eğilmiş hâlde nefesini düzenlemeye çalışıyordu. Ansızın önünde bir şişe su belirdi. Başını kaldırdığında karşısında Zhao Fangang’ı gördü.

“Müdür Zhao.” dedi kibarca.

Her gün yüzlerce kez duyduğu bu hitap onun ağzından çıkınca Zhao Fangang’ın kulağına oldukça garip geldi. Ter içinde kalmış hâlini görünce ona terini silecek bir şey vermek istedi ama cebine baktığında peçetesi yoktu. O kadınların yanında taşıdığı bir şeydi, kendisi hiç taşımazdı.

Lanet olsun.

Boğazını temizleyip lafı değiştirdi.

“Koşuya bu kadar hızlı başlama. Xiaoning’i gördün mü? Taktik kullanmayı öğrenmen gerek.”

Ren Tingting’in nefesi artık düzelmişti. Doğrulup elinin tersiyle hafifçe terini sildi.

“Ben yurtdışında okudum, böyle yerel yarışmalara pek katılmadım. Bu da ilk oluyor, ne taktiğinden haberim var ne de yarışın dinamiğinden.”

Zhao Fangang ona bakarken, terini silişini bile zarif buldu. Farklı bir havası vardı.

“İlk seferin ve sekiz yüz metreye mi yazıldın?”

“Xiaoning abla yazıldı diye ben de yazıldım.”

“Tu Xiaoning okuldayken bile sporcuydu. Mekik çekmede benden iyiydi, herkes ona 'Ning Dede' derdi. Sen onunla boy ölçüşebilir misin?”

Ren Tingting ona baktı, “Müdür Zhao, şu anda yarışı kaybeden benim ama siz benden daha heyecanlı gibisiniz?”

Zhao Fangang sadece suyu ona uzattı.

“Sana bir hocan olarak tavsiye veriyorum.”

Ren Tingting suyu almadı,

“Artık hocam değilsiniz ki.”

Zhao Fangang. “Değilim diye sana tavsiye veremez miyim yani?”

Ren Tingting başını eğip yere baktı. Sesi belirsizdi.

“Eskiden tavsiyenize ihtiyaç duyduğumda da pek ilgilenmezdiniz, şimdi hiç gerek yok.”

“…"



Yorumlar