Hidden Marriage in the Office - 147. Bölüm (Türkçe Novel)

 Bölüm 147 - Yan Hikâye: Rao Jing (10)


Gu Yan, Rao Jing'in kimseye danışmadan istifa etmesine çok şaşırdı.

“Bu kadar büyük bir kararı benimle hiç konuşmadan mı aldın? Gerçekten sana kızamayacağımı mı düşündün?” diye bağırdı Gu Yan. Sinirliydi, hem de çok.

Rao Jing, onun sinirlenmesini umursamadan sakin sakin cevap verdi. “Müdürüm çoktan imzayı attı. Şimdi iç denetim departmanı beni denetleyecek. En fazla bir iki hafta içinde her şey tamam olur. Ardından paçayı sıyırır, giderim.”

Gu Yan sesini yükseltti, "Rao Jing!"

“Ne var?”

Onun kolunu tuttu. “Şimdi müdürünün evine gidelim ve istifanı yırtmasını isteyelim.”

Rao Jing onu itti. “Sen delirdin mi? Zaten imzalanıp insan kaynaklarına gönderildi. Artık çok geç.”

“Neden bu kadar inatçısın?” Karnındaki bebek nedeniyle fazla sert davranamıyordu, sadece masaya vurarak tepkisini gösterdi.

Rao Jing de geri adım atmadı. “Ne olmuş? Evet, düşüncesizim! Bugüne kadar hep sen bana uyum sağladın. Bu defa da ben seni destekliyorum, ne olmuş yani?”

“Beni desteklemek için geleceğini feda etmeni istemiyorum.”

“Zaten hamileyim, doğum iznine çıkacağım. Dönüşte işime dönüp dönemeyeceğim bile belli değil.”

“İlla istifa mı etmek zorundaydın!”

Onun sesi yükselince Rao Jing'in sesi daha da yükseldi.

“Evet! Çünkü senin yanında olmak istiyorum, seni desteklemek istiyorum, senden ayrılmak istemiyorum! Artık istifa ettim. Nereye gidersen git, ben ve çocuğumuz da seninle geleceğiz. Bizi arkanda bırakabileceğini sanma.”

Gu Yan uzun bir süre sessizce ona baktı ve sonunda iç çekti.

“Sen küçük bir aptalsın.” dedi ve onu sımsıkı kucakladı.

Rao Jing, başını onun göğsüne yaslayıp mırıldandı. “Gu Yan, senden ayrılmak istemiyorum. Ama hep senin fedakârlık yapmanı da istemiyorum. Bu kez sıra bende.”

Gu Yan ona sıkıca sarıldı. “Pişman olmayacak mısın?”

Rao Jing başını salladı. “Hayır, pişman olmayacağım.”

Gu Yan, başını eğip sevgiyle alnını öptü. “Teşekkür ederim karıcığım.”

Rao Jing de başını kaldırıp güçlü çenesini öptü. "Bundan sonra beni sen geçindireceksin, kocacığım.”

Gu Yan, onu kucağına alarak dizlerinin üstüne oturttu, sıkıca sarıldı. “Küçük bir avukat olsam da sizi geçindirebilirim.” Ellerini onun karnına koydu. “Hem seni, hem onu. İkiniz için de elimden geleni yapacağım.”

Rao Jing, onun boynuna sarılıp dudaklarına hafifçe bir öpücük kondurdu, sonra sordu  “Kocacığım, ben önceden çok huysuz, kötü huyluydum, sen bende ne buldun da sevdin?”

Gu Yan da onu öptü. “Seni ilk gördüğümde çok güzel olduğunu düşündüm. Dikenli bir gül gibiydin, ulaşılması zor. Sana karşı bir merak, bir de erkeklikten gelen fethetme isteğim vardı. Hep bir maske taktığını düşündüm. O maskeyi çıkarmak, gerçek seni görmek istedim.” Başını eğip onu tekrar öptü. “O gece, sen yanımda otururken yaptığın her hareket kalbimi çaldı.”

Rao Jing kasıtlı olarak sordu. “Güzel olan herkese mi ilgi duyarsın yani?”

Gu Yan ciddi bir şekilde başını salladı, "Hayır, sadece sana. Seni ilk gördüğümde, sana yakınlaşmak istemekten kendimi alamadım."

“Yağcı.” Rao Jing, parmağıyla onun dudaklarına dokundu. “Sonra da annenden, erkek arkadaşım olup olmadığını sormasını ve seni benimle tanıştırmasını istedin, öyle mi?”

Gu Yan açıklama yaptı: “Yok yok, bu tamamen annemin işi. Seni sevmişti. Küçük oğluna gelin yapmak istiyordu. Hayattaki en büyük arzusu, benim bir kız arkadaşım olduğunu görebilmekti.”

Rao Jing bunu bir süre düşündükten sonra sordu. “Yani senin hiç kız arkadaşın olmadı mı?”

"Üniversitede bir tane olmuştu. Ama sonra ayrıldık.”

Rao Jing ona baktı: “Neden ayrıldınız?”

“Param yoktu, ona istediğini veremedim. Başka biri ona lüks eşyalar aldı, o da onunla gitti.”

Rao Jing parmak uçlarıyla tekrar dürttü. “Peki ben de senden istediğimi alamazsam, başkasıyla giderim diye korkmadın mı?”

Gu Yang onun elini tuttu, başını salladı. “Sen onun gibi değilsin.”

“Ne farkımız var?”

“Sen dışarıya sert görünen ama içi yumuşacık birisin. Annemle otobüste yerini değiştirdiğinde anlamıştım. Sert görünsen de aslında savunmasızsın, sevgiye ve korunmaya ihtiyacın var.”

Bu sözler Rao Jing'i bir an susturdu.

Gu Yan, onun saçlarını okşayarak yumuşak bir sesle devam etti. “Geçmişini hep merak ettim. Ama sen anlatmak istemiyorsan asla seni zorlamam.”

Rao Jing, sesinde teselli ve kollarında aidiyet duygusu bulmuş gibi hissetti. Sanki evcilleştirilmiş bir kedi gibi, huzurla onun kucağında uzandı.

“Aslında anlatılmayacak bir şey değil. Sadece geçmişteki ben, ailemin bana yaşattığı her şeyden nefret ediyordum. Uzun süre kimseye güvenemedim. Orası, ‘yuva’ denilemeyecek kadar soğuktu.” Bir süre sustuktan sonra devam etti.

“Acı anıları anlatmana gerek yok.” diye fısıldadı Gu Yan.

Ama Rao Jing başını salladı ve geçmişte yaşadığı her şeyi, çocukluğundan iş hayatına kadar, hiçbir şeyi saklamadan anlattı.

“Bir zamanlar aşka inanmazdım. Kadınla erkek arasında sadece cinsellik olduğunu düşünürdüm. Ta ki sen çıkıp gelene kadar...” Sonunda Rao Jing, Gu Yan’a derin derin baktı.

Gu Yan onu kollarında sevgiyle tuttu ve kulak memesine bir öpücük kondurdu. “Bundan sonra hep yanında olacağım. Daima seninle yürüyeceğim. Seni bu dünyada asla yalnız bırakmayacağım.”

Rao Jing kendini tutamayarak güldü ve ona hafifçe vurdu. “Bu bir aşk itirafı mı, yoksa bana beddua mı ediyorsun?”

“Ciddiyim.” dedi Gu Yan.

Rao Jing onun yüzünü avuçlarının arasına aldı ve o da onu öptü. “Biliyorum. Teşekkür ederim, kocacığım.”

Teşekkür ederim. Bana sevgiyi verdin, sevgiyi öğrettin, sevgiye inanmamı sağladın.

Gu Yan da onu geri öptü. “Teşekküre gerek yok. Ben bunu gönülden yapıyorum.”

Rao Jing, DR şirketinin iç denetimini geçtikten sonra resmen istifa sürecine girdi.

Yıllarca emek vererek oluşturduğu tüm müşteri portföyünü, saf ve yetenekli bulduğu Tu Xiaoning’e devretti. Bu müşterilerle Xiaoning’in kadroya geçmesi neredeyse garantiydi ve ileride DR’de kendine sağlam bir yer edinmesini de sağlayacaktı.

Ayrılmadan önce Gu Yan tüm departmana bir yemek ısmarladı. Geç kalmış bu veda yemeği ne kadar sevinçli olması gerekiyorsa da, onun gidişi yüzünden herkesin morali bozulmuştu. Özellikle her gün onunla ağız dalaşı yapan Zhao Fanggang o gün tek laf etmedi.

Gu Yan’la kadeh kaldırırken, “Ablama iyi bak! Yoksa Singapur’a kadar gelir hakkını savunurum.” dedi.

Ancak o zaman herkes gülebildi.

Ama Rao Jing içten içe biliyordu ki Zhao Fanggang gerçekten ona çok bağlanmıştı. Onlar bu departmanın hayatta kalan son iki kıdemlisiydi. Birlikte bu departmanın çöküşünü görmüş, yeniden ayağa kalkışına şahit olmuşlardı. Rakiplikten doğan bir bağla birbirlerini takdir eder hale gelmişlerdi. Bu, sıradan bir iş arkadaşlığının ötesinde, kimsenin anlayamayacağı ama sadece ikisinin bildiği bir bağlılıktı.

Sonunda Rao Jing ona takıldı.

“Artık kimse seninle didişmeyecek, mutlu olman gerek.”

Zhao Fanggang da iç geçirdi.

“Boşluk hissedeceğim.”

“Öyleyse bir sevgili bul da o boşluk dolsun. Gerçekten, yaşın da geldi artık, biraz durul. Her gün lakayıt olmakla bir yere varılmaz.”

Zhao Fanggang ellerini birleştirip eğildi.

“Abla, artık gitsen iyi olacak.”

Herkes yine gülmeye başladı.

Sonra sıra Tu Xiaoning ile vedalaşmaya geldi.

Küçük kız gerçekten ona çok bağlanmıştı, gözyaşlarını durduramıyordu.

Onun bu hali Rao Jing’i de duygulandırdı. Sonunda kollarını açtı.

“Xiao Tu, sana bir sarılma borcum var. Bir kıdemlin olarak sana çok sert davrandım, sık sık azarladım ama senin hep sessizce çabaladığını biliyorum.”

Tu Xiaoning ona sarıldı. Boğuk bir sesle, “Kıdemlim.” dedi.

Rao Jing omzuna hafifçe vurdu.

“Dünyada hiçbir ziyafet sonsuza kadar sürmez. İnsan da büyür. Kıdemlin olarak inanıyorum ki sen bu yolda daha iyi yerlere geleceksin. Senin benim yerimi aldığın günü bekliyorum, çünkü sen benim öğrencimsin, Rao Jing’in yüzünü yere eğdirmemelisin, anladın mı?”

Tu Xiaoning başını salladı. “Anladım.”

Rao Jing, ablası gibi onun başını okşadı. Gözleri Ji Yuheng’e kaydı ama çabucak başka yöne çevirdi.

“Başarılar Xiao Tu, sana mutluluklar dilerim.”

“Rao abla, seni çok özleyeceğim.”

“Öyleyse gelip Singapur’da beni ziyaret et, seni bekliyor olacağım.”

“Tamam.”

Bu veda yemeğiyle birlikte Rao Jing, DR’ye resmen elveda dedi. İçinde burukluk da vardı, hüzün de ama pişmanlık hiç yoktu. Çünkü hayat her zaman ileriye bakmayı gerektirirdi.

C şehrinden ayrılmadan önce Gu Yan’la birlikte memleketine, uzun süredir dönmediği o eski eve gittiler.

Ev toz içinde kalmıştı.

Gu Yan, onun tozdan etkilenmemesi için maske almak istedi ama Rao Jing gerek olmadığını söyledi.

"Benimle burada biraz oturur musun?” dedi.

Gu Yan pisliğe aldırmadan onunla birlikte oturdu.

Rao Jing başını onun omzuna yaslayarak şöyle dedi.

“Çocukken ne annem severdi beni, ne babam. Boşandıklarında da kimse beni istemedi. Dışlanmıştım. Dedem sahip çıktı bana; bana ev verdi, yedirip içirdi, okula gönderdi. Her akşam burada oturur, okuldan dönmemi beklerdi. Tek şefkat gösteren oydu. O gittikten sonra dünyam simsiyah oldu. Bir daha kimsenin beni onun gibi koşulsuz seveceğine inanmamıştım.”

Gu Yan, omzuna damlayan gözyaşlarını hissetti. Elini kaldırıp çocuk avutur gibi onun sırtını okşadı.

"Geçti artık. Artık ben varım."

Rao Jing başını salladı, ağlayarak, “Onu gerçekten çok özlüyorum.” dedi.

Gu Yan ona sarılarak,

“O biliyor, hep seni izliyor. Seni böyle gördüğünde kesin çok gururlanıyordur.” dedi.

Rao Jing kendini onun kollarına gömdü. O da onu sımsıkı sardı, içini dökmesine izin verdi.

C şehrinden ayrılmadan önce, dedesinin mezarına da uğradılar. Mezar taşını temizledi.

Her zamanki gibi, ona bir kadeh beyaz likör doldurdu.

“İhtiyar, sana birini tanıtayım; bu Gu Yan, kocam. Nasıl ama? Ben de evlendim.”

Mezar taşındaki dedesi hâlâ o sevecen gülümsemesiyle duruyordu, sanki gerçekten onu izliyordu.

Doldurduğu kadehi taşın önüne bıraktı.

“Bugün seninle içemem çünkü hamileyim.” dedi ve elini büyümeye başlayan karnına koydu. Sonra ona bakarak, “Sen nasılsın orada? Umarım çok mutlusundur. Yoksa neden bu kadar uzun süredir rüyama bile gelmeyesin ki?”

Dedesinin fotoğrafını sildi. Bir süre sonra gözyaşları döküldü.

“Gidiyorum artık. Singapur’a. Belki çok uzun süre seni görmeye gelemem. Eğer beni özlersen, rüyama gel olur mu?”

Ayaklarının dibine kadar inen gözyaşlarına rağmen sanki gerçekten duyuyormuş gibi konuşmaya devam etti.

“Gu Yan bana çok iyi davranıyor. Tıpkı senin gibi. Büyüdüm artık, yuvamı kurdum. Artık çocuk gibi davranmayacağım. Onunla güzel bir hayat kuracağım. Gözün arkada kalmasın.”

Dedesinin sevecen yüzüne baktı, gözyaşlarını sildi.

“İhtiyar, bir dahaki sefere geldiğimde yine seninle içeceğim. O zaman torununun çocuğu da gelip sana saygılarını sunacak.”

Gu Yan ona sessizce mendil uzattı. Rao Jing “Sorun yok.” dedi. O da onu kucakladı, ardından mezar taşına doğru bir vaatte bulunur gibi konuştu.

“Dede, bugün ilk tanışmamız. Ben Gu Yan. Bundan sonra Xiao Jing’e iyi bakacağım. Merak etmeyin.”

Rao Jing onun bu ciddi hali karşısında ağlarken bile güldü.

“Aptal.”

Gu Yan onun uzun saçlarını okşadı, başka bir şey söylemedi.

Gün batarken orada uzun süre öylece durdular. Kalpleri ise birbirine çok yakındı.

C şehrinden ayrılmadan önce Rao Jing, kaplumbağasını geçici olarak Gu Yan’ın küçük yeğenine emanet etti.

Küçük kız çok mutlu olmuştu, ama Gu Yan üstüne basa basa uyardı. “Onu sürekli çıkarıp kurcalayamazsın, ayrıca onu korkutmak da yok.”

Küçük kız başını deli gibi salladı. “Anladım dayıcığım.”

Gu Yan yine de içi rahat etmeyerek ablasına döndü. “Bu kaplumbağa her ne kadar değersiz bir kaplumbağa olsa da, Xiao Jing’in büyükbabası hayattayken onun evcil hayvanıydı, o da yıllardır gözü gibi baktı. Sakın kızına onu öldürtme. Göz kulak ol lütfen.”

Gu Zhi içini çekti. “Anladım, anladım. Eskiden sen bu küçük yeğenini pek severdin, şimdi her şeyde karın öncelikli oldu tabii.”

“Abla!”

Ablası kıkırdadı. “Tamam tamam, bu kaplumbağayla ben ilgileneceğim. Ona uzun ömür dileriz, olur mu?”

Ancak o zaman Gu Yan içi rahatlamış bir şekilde derin bir nefes aldı.

Kaplumbağayı bırakma vakti geldiğinde Rao Jing’in içi hâlâ buruktu. Sanki kaplumbağa da her şeyi anlıyormuş gibi, o gün boyunca sürekli kafasını suyun üstüne çıkarıp Rao Jing’e bakmıştı.

Rao Jing gözleri kızararak ona veda etti. “Seni atıyor değilim. Geri döneceğim. Sadece bu sefer çok ama çok uzun süre uzak kalacağız. Döner dönmez seni almaya geleceğim, tamam mı?”

Kaplumbağa sanki onu anlamış gibi başını yavaşça aşağı indirdi, ama kabuğuna da çekilmedi. Sadece sessizce onlara baktı.

Rao Jing bir süre daha ona baktıktan sonra Gu Yan’ın ablasına birkaç önemli not daha iletti ve ardından ayrıldılar.

Yol boyunca Gu Yan elini tutarak onu teselli etti. “Çok uzun sürmeyecek. Fırsat bulur bulmaz tekrar geri dönmek için başvururum.”

Rao Jing başını iki yana salladı. “Hayatta insanlar acı tatlı ayrılıklarla yüzleşmek zorunda. Yeter ki insan neyin kendisi için en önemli olduğunu bilsin.”

Gu Yan onun elini sıkıca tuttu, o da karşılık verdi ve parmaklarını onunkiyle kenetledi.

Başını kaldırıp parlak mavi gökyüzüne baktı. O an biliyordu ki, o dakikadan itibaren sevdiği adamla birlikte bambaşka bir hayata adım atıyordu...

Yorumlar