Hidden Marriage in the Office - 143. Bölüm (Türkçe Novel)

  Bölüm 143 - Yan Hikâye: Rao Jing (6)


Rao Jing, Gu Yan’la tanıştığı ikinci gün onunla birlikte oldu.

Rao Jing’in işte kendine has prensipleri vardı ama o da “masum” bir kadın değildi. İşe girdikten sonra birkaç erkek arkadaşı olmuştu: İkinci kuşak zenginler, aynı sektördeki başarılı adamlar, barlarda tanıştığı yakışıklı beyaz yakalılar... Ama “erkek arkadaş” demek belki fazla olurdu. Daha çok karşılıklı cinsel ihtiyaçlarını giderdikleri partnerlerdi. Zaten ilişkileri de uzun sürmezdi. Uzun süre aynı erkeğin bedenine bakmaktan hoşlanmadığından ilk ayrılan taraf hep o olurdu.

Ama son erkek arkadaşıyla ayrılalı neredeyse yarım yıl olmuştu, vücudu uzun zamandır bir erkeğe dokunmamıştı. Gu Yan onu neredeyse tüketmişti, sabah uyandığında hâlâ bacakları ağrıyordu.

Gu Yan hâlâ derin uykudaydı. Onun, sürekli temas halinde olduğu finans çevresindeki erkeklerden biraz farklı olduğunu düşünüyordu ama tam olarak nesi farklıydı, tarif edemiyordu. Ancak özete, dış görünüşü de yataktaki becerileri de oldukça iyiydi.

Yatakta yarı uzanır şekilde otururken kollarındaki morlukları gördü. İçinden “Kahrolası adam!” diye geçirerek başucundaki sigaraya uzandı.

Gu Yan, sigara kokusuyla uyanmıştı. Gözlerini açtığında, Rao Jing’in üzeri hafif örtülü hâlde sigara içtiğini gördü.

Dumanlar arasında rüya gibiydi, hayal gibi ama aynı zamanda canlı ve gerçekti.

Telefonunu aramak için yanındaki komodine uzandı. Saat sabahın beş buçuğuydu.

Rao Jing onun hareketlerine bakarak dumanı üfledi. “Anne kuzusu, uyandın mı?”

Gu Yan telefonu yerine koydu, uzun kolunu uzatıp onu kendine çekti. “Benim adım Gu Yan.”

Sonra hiç tereddüt etmeden onu öptü. Rao Jing hazırlıksız yakalanmıştı, öpücük derinleştikçe nefesi düzensizleşti.

“Tekrar söyle.” dedi sonunda. Geziler sırasındaki o kibar halinden tamamen farklı olarak, yatakta oldukça baskındı.

Rao Jing dudaklarını ısırıp sustu. Bunun üzerine Gu Yan, Rao Jing’in ağzından ismini duyana kadar onu tekrar tekrar öptü. “Gu... Gu... Yan...”

Ancak o zaman tutuşunu gevşetti, sigarasını elinden alıp başucundaki küllüğe bastırarak söndürdü. Ardından onu tekrar yatağa bastırdı.

Rao Jing’in sesi, onun baskın öpücüğüyle yutuldu. Sabahın o saatinde bile iki kez daha birlikte oldular. Rao Jing içinden, “İyi ki otel ücretsiz prezervatif sağlıyor, yoksa yanmıştık.” diye düşündü.

Sonrasında Gu Yan onu kollarına sardı. Rao Jing’in üzerindeki o tanıdık lüks parfüm kokusu burnuna doldu  Gu Yan parmaklarını saçlarında dolaştırarak onun bukleleriyle oynadı.

“Ne iş yapıyorsun?” diye sordu birden.

Rao Jing bilerek ona sürtündü. “Tahmin et.”

Onun oyunlara ses çıkarmadan “Beyaz yaka.” dedi.

Rao Jing yine o baştan çıkarıcı haliyle boynuna sarılıp gülümsedi. “Neden zengin bir ailenin kızı değil de beyaz yaka?”

Nefesi yüzüne gıdıklayıcı bir şekilde çarptı. Gu Yan çenesini kaldırarak onu tekrar öptü. Dillerinin birbirine dolanışı, ayrılması güç bir hale geldi. Sonunda ayrılan yine Rao Jing oldu.

Kıyafetlerini giymeye başlayıp ona, “Bankacıyım." dedi.

Gu Yan çok da şaşırmadı, tahmin etmişti zaten.

“Sen avukat mısın?” diye sordu Rao Jing.

“Evet.”

Rao Jing bluzunu da giydikten sonra saatine bakıp ona, “Artık gitmen gerek.” dedi.

Ama Gu Yan yerinden kıpırdamayınca Rao Jing başını çevirip ona baktı. Yatakta yarı oturur halde gözlerini ona dikmişti.

Rao Jing saçlarını gelişigüzel bir şekilde topladı. “Yoksa burada kalıp bana yapışmayı mı düşünüyorsun, ateşli arkadaşım.”

Gu Yan’ın dudakları hafifçe kıvrıldı. Doğrudan yataktan kalktı ve kendini Rao Jing’in önünde tüm çıplaklığıyla sergiledi.

Rao Jing şaşkınlığını gizlemedi, gözlerinde hayranlıkla “Fena değil.” dedi.

Bu onun ağzından çıkabilecek en yüksek övgüydü.

Gu Yan da kibar bir şekilde karşılık verdi. “Aynı şekilde.” Sonra doğruca banyoya yürüdü. “Duş alacağım.”

Rao Jing ona istediğini yapmasını işaret etti.

Yetişkinlerin tutkusu sona erdikten sonra her şey normale döndü. İkisi de seyahatlerine sanki hiçbir şey olmamış gibi devam ettiler.

Otobüste yan yana oturduklarında bile pek konuşmadılar. Yaşlı kadın ise sohbet etmeyi seven biriydi, sık sık Rao Jing’le konuşuyordu.

Rao Jing onun sözlerinden, Gu Yan’ın Gu Mo adında bir ağabeyi ve Gu Zhi adında bir kız kardeşi olduğunu öğrendi.

Sonraki gezi programı Fil Dağı’na yolculuktu. Herkes tekrar tekneye bindi.

Rao Jing bu Guilin’de günün çoğunun teknede geçtiğini düşündü. Tekneye adımını atar atmaz yaşlı kadın onu çağırarak birlikte oturmaya davet etti.

Boş yer kalmadığını görünce Rao Jing mecburen oturdu. İki uzun koltuğun ortasında küçük bir masa vardı. Rao Jing ve yaşlı kadın karşılıklı oturdular, Gu Yan da onun tam karşısındaydı.

Kısa süre içinde tekne hareket etti. Rao Jing camdan dışarı bakarken gerçekten de filin hortumuna benzeyen dağı gördü.

Rehber yine durmaksızın anlatıyordu. Rao Jing önceki gece yorgun düşmüştü, sabah da dinlenemediği için yorgunluktan bitap düşmüştü. Rehberin sesiyle birlikte gözleri ağırlaştı. Çantasını yastık gibi kullanarak başını üzerine koydu.

O gün güneş parlaktı. Camdan içeri sızan ışık gözlerini alıyor, cildini yakıyordu. Bu şekilde güneşin altında kalmaktan hoşlanmadığı için yüzünü eliyle kapatıp uykuya daldı.

Yolculardan birinin telefonunun yüksek melodisiyle uyandı. Gözlerini açtığında üstüne bir gölge düştüğünü fark etti.

Başını kaldırınca Gu Yan’ı gördü. Teknenin koridorunda ayakta duruyordu. Uzun bedeniyle doğrudan onun üzerine gelen güneş ışığını kesmişti.

Karşısındaki yaşlı kadına tekrar baktı, o da uyuyordu ama oturduğu yer, belki de açısı gereği, güneş ışığı almıyordu. Işık sanki sadece Rao Jing’in üstüne vuruyordu.

O sırada telefonuna bakmakta olan Gu Yan, muhtemelen göz ucuyla onu fark etmişti ve başını çevirip bakacak gibiydi. Rao Jing onun bakışları gelmeden hemen önce çevik bir şekilde tekrar masaya kapanarak yattı.

Koluyla masa arasındaki boşluktan Gu Yan’ın tertemiz beyaz spor ayakkabılarını görebiliyordu. Gu Yan bu şekilde çok uzun bir süre hareketsiz durdu.

Daha sonra grup Doğu-Batı Sokağı’na doğru hareket etti. Öğle yemeğinden sonra serbest zaman vardı. İsteyen gezebilir, isteyen otele dönebilirdi. Rao Jing o bölgede birçok bar olduğunu bildiği için biraz dolaşmak istedi. Yalnız yürürken arkasından birinin ayak seslerini duyar gibi oldu. Geriye dönüp bakınca Gu Yan’ı gördü.

“Anneni oteline götürmek yerine beni mi takip ediyorsun?” diye sordu.

“Benim seni takip ettiğimi kim söyledi? Ben de turun bir üyesiyim. Ne yani, bu sokağı sadece sen mi gezebilirsin?” Elinde sadece bir şişe su vardı, başka hiçbir şey taşımıyordu.

Rao Jing onu umursamadan yürümeye devam etti.

Sokak oldukça uzun ve derindi. Yol boyunca küçük dükkânlar ve birçok lezzetli yiyecek vardı. Rao Jing oraya buraya bakıyor ama satın almak istediği bir şey bulamıyordu.

Ta ki ileride bir kalabalık görüp ayaklarının ucuna yükselerek ne olduğuna bakana dek. Son zamanlarda çok popüler olan alevde pişirilen dondurma satılıyordu.

Daha önce hiç denememişti, aslında denemek istiyordu ama sıra beklemekten nefret ederdi. Bu kadar kalabalık görünce vazgeçti. Kısa bir süre oyalanıp sonra yürümeye devam etti.

Bir süre yürüdükten sonra artık ayak sesleri duymuyordu, geri döndüğünde ise adam artık arkasında değildi.

Gözlerini önüne çevirdi ve yürümeye devam etti. Biraz ileride grubun içindeki o sevgili çifti gördü; hâlâ birbirlerine sarılmış, yakın ve tatlı bir şekilde vakit geçiriyorlardı.

Genç olmanın ne kadar güzel olduğunu düşünerek içten içe alaycı bir tavır takındı.

Yoldan geçenler ya çift olarak ya da arkadaş gruplarıyla yürüyordu. Rao Jing aniden bu şekilde gezmenin pek bir anlamı olmadığını hissetti ve geldiği yol üzerindeki bara geri dönüp bir şeyler içmeye karar verdi.

Ama birkaç adım attıktan sonra uzaktan ona doğru gelen birini gördü.

Çok kalabalıktı ama Gu Yan sanki kalabalığın içinde onu tek bakışta bulmuş gibiydi. Önünde durdu ve elindekini ona uzattı.

Az önce gördüğü kızartılmış dondurmaydı.

Rao Jing'in gözleri pembe kareye takıldı ve Gu Yan'ın sesinin dengesiz bir nefesle karıştığını duydu.

“Ne sevdiğini bilmediğim için çilekli seçtim.”

Rao Jing tekrar ona baktı, göğsü hâlâ hafifçe inip kalkıyordu.

“Bunu yemek istediğimi kim söyledi? Hem canım istese de kendim alırdım zaten.”  kabul etmediği gibi, sesi de oldukça sertti.

Gu Yan bir şey demedi. Rao Jing yanından geçip gitmek isterken durduruldu.

Başını kakaldırğında sesi soğuktu.

“Gu Yan, sakın dün gece birlikte olduk diye başka anlamlar çıkarma. Hepimiz yetişkiniz, sadece tek gecelik bir şeydi. ‘fuck buddy’ lafının ne anlama geldiğini biliyorsundur.”

O da ona baktı ve tekrar konuştuğunda sesi sakindi.

“Sadece grup arkadaşı olarak sana bir dondurma ısmarlamak istedim.” Derken, çubukla tutturulmuş dondurmayı onun eline doğru uzattı.

Rao Jing eliyle hafifçe itmeyi düşünürken istemsizce çok sert itti ve dondurma yere düştü—pembe kare, ikisinin ayaklarının dibine düştü.

Etraf hâlâ insan doluydu, birbirine çarpa çarpa yürüyen bir kalabalık vardı. Fakat bu kalabalığın içinde sadece onlar sanki zaman durmuş gibi hareketsiz duruyorlardı.

Dondurma yerde yavaşça eridi, taş döşeli zeminden aşağı doğru akıp gitti. Nereye gideceği belli olmayan bir yol gibi...

Rao Jing, o pembe lekeye bakarken açıklayamadığı bir şekilde etkilenmişti ama Gu Yan’la ilgilenmeden arkasını döndü ve tek kelime etmeden uzaklaştı.

Bu kez, gerçekten bir daha peşinden gelmedi.


***


Üçüncü günkü gezi durağı Longji’ydi. Longji teraslı tarlaları yerel halkın gurur kaynağıydı ve dünyaca ünlüydü.

Terasları görmek için dağa tırmanmak gerekiyordu. Yol boyunca evler vardı, eğim çok dik olmasa da yürümek yorucuydu. Rao Jing uzun zamandır spor yapmadığından birkaç adımda hemen yoruldu.

Bir ağacın altında gölgelik bir yer buldu ve bir mendil serip oturdu. Su içmek istedi ama getirmeyi unuttuğunu fark etti.

Tam o sırada, gözlerinin önünde bir su şişesi belirdi. Yine Gu Yan’dı.

Rao Jing yine almayınca Gu Yan şişeyi onun ayak ucuna bıraktı ve sessizce annesini destekleyerek yukarı tırmanmaya devam etti.

Rao Jing önce inat etti ama sonra dili damağına yapışınca dayanamayıp suyu aldı ve açıp içti. Gerçekten çok susamıştı, bir dikişte yarım şişe içti.

Rehber en iyi manzaranın yukarıdan görüleceğini söylediği için herkes yukarı çıkmıştı. Rao Jing ise artık yürümek istemiyordu. Olduğu yerde biraz daha oturdu, sonra kimse geri dönmeyince yakındaki bir gümüş takı dükkânına göz atmaya karar verdi.

Dükkânda yerel halkın el işçiliğiyle yapılmış saf gümüş takılar satılıyordu. Evi lüks takılarla dolu olan biri olarak gümüş takılar ilgisini çekmiyordu ama bu el yapımı ürünlerin zarifliği hoşuna gitmişti.

Dükkân sahibi kadın ona gülümsedi ve bu takıların çok uygun fiyatlı olduğunu söyledi. Sonra bir bileklik çıkarıp uzattı.

“Bence bu size çok yakışır.”

Modeli basit ama zarifti. Güneş ışığında gümüş bir parıltı yayılıyordu. Rao Jing bileziği bileğine taktı, narin bileğini daha da beyaz gösteriyordu.

Lüks takılara alışkın olan Rao Jing için böyle sade ama estetik bir şey oldukça farklıydı.

"Ne kadar?” diye sordu.

“400.” dedi kadın.

Rao Jing gülümsedi, bileziği çıkardı ve geri verdi.

“Sen söyle, kaça olsun?” Kadın onun gitmek üzere olduğunu görünce sordu.

“150.” Rao Jing pazarlıkta da acımasızdı.

Kadın hemen elini salladı.

“Bu tamamen el yapımı, işçilik ücreti bile bundan fazla, en düşük 300.”

Rao Jing aslında çok istekli değildi, daha fazla uzatmak istemedi ve arkasını dönüp çıktı. Kadının arkasından seslenmesine aldırış etmedi.

Dükkândan çıktığında grubun diğer üyeleriyle karşılaştı. Gu Yan annesini tutarak iniyordu ve o da Rao Jing’i gördü.

Rao Jing onunla göz göze gelmekten kaçındı, kafasını çevirip yola devam etti. Ancak sonra birden tuvaletinin geldiğini hissetti ve rastgele bir konukevine girip tuvaletini kullanmak istedi.

Tuvalet oldukça basit, hatta erkek-kadın ortak kullanıma açıktı. İçeride anlatılması güç, mide bulandırıcı bir koku vardı. İnsanı kusacak gibi yapıyordu.

Girmek istemedi ama artık dayanacak hâli de kalmamıştı, nefesini tutup zorladı.

Tam bu sırada içeriden iki adam çıktı. Tipleri biraz kabaydı, tam bir serseri havaları vardı. Rao Jing’e yukarıdan aşağıya bakarak onu süzdüler.

Yıllardır iş hayatında olan Rao Jing böyle bakışlara alışkındı ama şu anda yalnızdı, hem dışarıdaydı hem de tuvaletin kapı kilidi bozuktu. İçeri bir sapık girse ne yapabilirdi?

Bu yüzden içeri girmedi, bu iki adam gidene kadar beklemeye karar verdi. Fakat adamlar gitmek yerine kenarda sigara içmeye başladılar, gözleri hâlâ onun üzerindeydi.

Rao Jing gitmedikleri için endişeleniyordu ama tuvaletini de tutamıyordu.

Tam bu kararsızlık içinde birden arkasından bir el omzuna dokundu. Korktu, ama dönüp bakınca Gu Yan’ı gördü.

Ona bakarken, “Koskoca kadın oldun ama tuvalete giderken peçete almayı unutuyorsun.” dedi.

Rao Jing başını kaldırıp onun gözlerine baktı ve o anda ne demek istediğini anlayıp hemen cevap verdi.

“Alt tarafı peçete al dedim, yarım saat oldu anca geliyorsun.”

Gu Yan gerçekten cebinden bir paket peçete çıkarıp ona verdi.

Rao Jing elini uzatıp aldı. İki adamın hâlâ orada olduğunu gördü, içeri girmeye hâlâ tereddüt ediyordu.

“Ben dışarıda seni beklerim.” dedi Gu Yan, onun ne düşündüğünü anlamış gibiydi.

Rao Jing tekrar ona baktı, sonra başını sallayıp tuvalete girdi.

Bozuk kapıyı kapattığında sessizce iç geçirdi. Elindeki peçeteye bir süre baktı, sonra ancak kalbi biraz olsun sakinleşti.



Yorumlar