Hidden Marriage in the Office - 140. Bölüm (Türkçe Novel)

Bölüm 140 - Yan Hikâye: Rao Jing (3)
Bu şekilde DR Birinci Genişleme Departmanı'na katıldı. Rao Jing, zamanla toy bir acemiden iş dünyasının güçlü kadınına dönüştü. Güzelliğini nasıl kullanacağını daha iyi öğrenmişti. Ama iş dünyasında, her flörtleşme bir riskti. O üniversitede karşılaştığı aptallardan çok daha kurnaz erkeklerle karşılaşıyordu. Ama durmak kolay mıydı? Bir kadın olarak yukarıya tırmanmak istiyorsa, bedel ödemeden, küçük kurnazlıklar yapmadan bunu başaramazdı. Her adımı buz üstünde yürür gibi, son derece dikkatliydi.
Her seferinde içki masasında karşı tarafın ona içki içirmeye çalıştığını bilse de içmek zorundaydı. O ellerin bilerek ona dokunduğunu bilse de görmezden gelmek zorundaydı. El tutmak, dizine dokunmak... etinden parça kopmazdı ya. Sonunda istediği sonuca ulaşacaksa, katlanırdı.
Sonra da eve dönüp kendini defalarca ovalar, iyice temizlenene kadar yıkanırdı.
Gece yarısı olduğunda sigarasını yakar, salonundaki pencere pervazına yaslanır, bu şehri seyrederdi. Sonra bir zamanlar tamamen kendi çabasıyla satın aldığı o lüks dairesine bakardı. Dumanı üflerken düşünürdü: Parası da vardı, evi de, arabası da... Kimseye ihtiyaç duymadan ayakta durabileceğini kanıtlamıştı. Ama yine de gülemiyordu.
Uykusu kaçtığında, kaplumbağasıyla vakit geçirirdi. Bu, son derece sıradan bir kırmızı yanaklı su kaplumbağasıydı. Yaşı neredeyse onunla aynıydı. Dedesinin beslediği kaplumbağaydı. Memleketinden ayrıldığından beri hep yanında taşıyordu. Ama bu sefer kaplumbağa dinleniyordu, onunla ilgilenmek istemedi. Bunun üzerine başucundaki komodinin en alt çekmecesinden dedesinin siyah beyaz çerçeveli fotoğrafını çıkardı, pencerenin kenarına koydu. Bir şişe beyaz şarap ve iki küçük kadeh aldı. İkisini de doldurdu.
Kendi kadehini kaldırıp, dedesinin fotoğrafının önündeki kadehle tokuşturdu.
“İhtiyar, son zamanlarda nasılsın?” Şarabından bir yudum aldı ve çerçevedeki sadece ona gülümseyen yüzü izledi. O da gülümsedi. “Neredeyse otuzuma geldim, yaşlandım. Bu ev o kadar büyük ki, bir başıma yaşarken boş bile geliyor. Eğer sen burada olsaydın, balkon çiçeklerle dolup taşardı. Senin o kaplumbağa da artık daha çok yiyor. Her gün ondan fazla salyangoz vermem gerekiyor. Ben zaten zahmetten nefret ederim ama onu beslemek için sürekli pazara gidiyorum. Sinir bozucu.”
Bunu dedikten sonra tek dikişte içti. Alkol boğazını yaktı, midesine kadar indi.
Bir kadeh daha doldurdu, yine dedesinin kadehiyle tokuşturdu. “Kim bilir hangi kafayla bankacılığa girdim. Madem girdim, niye pazarlama bölümüne düştüm? Ne kadar çalışırsan, o kadar kazanırsın... Böyle bir hayatın sonu nereye varır, hiç bilmiyorum.”
Ama onu yanıtlayan yine sadece sessizlikti.
Acı acı güldü, bir yudum daha içti.
Sonra cama yaslandı, çerçevedeki gülümseyen yüze baktı. Sanki dedesi gerçekten yanındaymış gibiydi.
Bir süre bakakaldı, sonra omuzları titremeye başladı. Ama gecenin bir yarısı yalnız başına olmasına rağmen, kendini bırakmak istemedi. Yüzünü sildi ve sadece şöyle dedi.
“İhtiyar, neden bu kadar erken gittin? Gerçekten de güzel günleri göremedin.”
Ama biraz sonra boğazı yine ıslandı. Tavana bakıp derin derin nefes almaya başladı. Ardından kendi kendine söylendi.
“Ne ağlıyorsun salak! Lamer göz kremi ucuz mu sanıyorsun?”
Rao Jing, kendi çabası ve azmiyle Birinci Genişleme Departanı'ndaki erkek dolu ortamdan sıyrılmayı başardı. 31 yaşında bölüm müdürlüğüne terfi etti. Bu, DR’de orta kademe yönetici olma yolunun açıldığı anlamına geliyordu.
Ama bölümdeki erkeklerin hepsi zekiydi. Ayrıca ya zengin ya da etkili ailelerden geliyorlardı. Kaynakları güçlüydü. Rao Jing müdür olunca elbette kimse onu kolay kolay kabullenmedi. Açık açık ona engel olmaya çalışıyor, gizliden gizliye sırtından vuruyorlardı.
Peki Rao Jing kimdi? O küçük yaştan beri öyle kolay lokma biri olmadı. Arkalarının sağlam olması açısından onlarla boy ölçüşemese de, kurnazlıkta onlardan kat kat üstündü. Erkekler, sonuçta kadınlara göre bu konuda biraz daha zayıftı. Kim ona karşı çıkarsa, o hiç sesini çıkarmadan misliyle geri öderdi.
Bu yüzden DR'nin en iyi birimlerinden biri olan Birinci Genişleme Departmanı dışarıdan bakıldığında uyumlu görünse de, aslında içi çekişmelerle dolu, rekabetin dozu kaçmış, parçalanmış bir ortamdı.
Rao Jing en başından beri Müdür Jiang ile Zhou Kai’nin dışarıdaki simsarlarla iş çevirip menfaat sağladıklarını biliyordu. Başta Müdür Jiang onu da bu işlere dahil etmeye çalışmış, onu ufak ufak yoklamıştı. Ama Rao Jing rol yaparak olayı savuşturmuştu. Parayı severdi ama helalinden kazanmak isterdi. Ne yapılır ne yapılmaz, bu ayrımı çok iyi bilirdi. Eğer o kırmızı çizgiyi bir kez geçerse, dönüşü olmazdı. Zorluklarla elde ettiği bu işi kaybetmek istemiyordu.
Müdür Jiang birçok denemeden sonra ondan vazgeçip gözünü Zhou Kai’ye dikti.
Zhou Kai hırslıydı. Rao Jing birimin yöneticisi olduktan sonra ona karşı hep memnuniyetsizdi. Sonunda dayanamayarak Müdür Jiang'ın tarafına geçti. Önce küçük komisyonlarla başladı, sonra iştahları gittikçe büyüdü, alenen büyük paralar döndürmeye başladılar. Rao Jing en başından beri biliyordu, ikisinin de sonu yakındı.
Tu Xiaoning, Birinci Genişleme Departmanı'na gelen ikinci kadın personeldi. Daha önce onu banko tarafında birkaç kez görmüştü. Genç kız hep nazikçe gülümserdi, tatlı bir suratı vardı ama henüz çok toydu. Bir gün gelip onun çırağı olacağını hiç tahmin etmemişti.
Neden birdenbire bu birime atandığını herkes az çok anlamıştı, bir tek kendisi tamamen habersizdi. İnsan kaynaklarının ona iyi bir fırsat sunduğunu, buraya eğitim için geldiğini sanıyordu.
Genelde sözleşmeli personel olarak pazarlama birimine gönderilenler gözden çıkarılmış olurdu. Kimse kadroda olmayan personeli ciddiye almazdı. Üstelik bankanın pazarlama pozisyonu çok yoğundu ve zorluydu. Sürekli görmezden gelinip yoğun şekilde çalıştırıldıkları için birçok kişi bu baskıya dayanamaz, kendini yetersiz hisseder ve geleceğini göremeyip istifa ederdi.
En başta Rao Jing de Tu Xiaoning’e soğuk davranmıştı. Ama bu kız kendi kendini toparlama konusunda çok başarılıydı. Her azarlanışında bakışlarında incinmişlik olsa da çok geçmeden kendini toparlıyordu. Onun iğneleyici laflarına da hızla uyum sağlamıştı. Rao Jing'in verdiği görevleri, ne kadar geç olursa olsun mutlaka o gün içinde tamamlar ve teslim ederdi.
Yağmurlu bir günde, Rao Jing dışarıda sigorta işlemlerini halledip çantasını almak için ofise döndüğünde Tu Xiaoning’in hâlâ çalıştığını gördü. Yaptığı şey öyle önemli bir iş de değildi, sadece kendisinden kayıt altına alınmasını istediği bir tabloydu. Rao Jing’in birçok kurumsal müşterisi vardı ve gündüz başka işlemlerle ilgilendiği için bu tablo işi mesai sonrasına kalmıştı.
Tu Xiaoning hem tabloyu giriyor hem de telefonda konuşuyordu. Telefonu boynuyla sıkıştırmıştı, parmaklarıysa klavyede hızla çalışıyordu.
“Ah, beni akşam yemeğine beklemeyin, hâlâ çalışıyorum.” diyordu.
Muhtemelen ailesi aramıştı. Onun masum gözlerinden ailesinin onu çok iyi koruduğu belli oluyordu, hayatta fazla darbe yememişti.
“Hocam hâlâ dışarda çalışıyor. Müşteri temsilcisi olmak böyle bir şey, bir başladın mı yerinden kalkamıyorsun. Ben daha işin yüzeyini bile öğrenemedim, ondan öğreneceğim çok şey var. Bir şeyler öğrenebildiğim sürece zorlukların önemi yok. Herkes bir şekilde zorluk çekiyor zaten.”
Rao Jing koridorda durmuş onu dinliyordu. Her gün azar işitmesine rağmen hâlâ ona kin beslemiyor olmasını beklememişti.
“Yemek için beni beklemeyin. Bu işleri bitirmeden çıkamam. Yarın da yeni işler var.”
İçeriden hâlâ Tu Xiaoning’in sesi geliyordu. Rao Jing içeri girmedi, sessizce uzaklaştı.
Eve dönerken, onun yaşlarındayken çoktan hayata atılmış olduğunu düşündü. Tu Xiaoning gibi serada büyümüş biri değildi. Ailesi onu pamuklara sarmıştı belli ki.
Telefonu birden çaldı, arayan Tu Xiaoning'di.
Açtı.
“Rao abla?”
“Evet?” diye soğukça yanıtladı.
“Dışardaki işin daha bitmedi mi?”
“Niye?” dedi sertçe.
“Akşam yemeği yedin mi? Müşteri yemek veriyor mu?” Tu Xiaoning onun ters tonunu görmezden gelip sormaya devam etti.
“Ne diye bu kadar şey soruyorsun?”
“Geç oldu da... Çantanın hâlâ ofiste olduğunu gördüm.”
“Sen hâlâ çalışıyor musun?” Rao Jing bildiği halde sordu.
“Evet.” diye yanıtladı Tu Xiaoning, ardından ekledi. “Rao abla, seni sık sık fazla mesai yaparken görüyorum.” Bir an duraksadı, çekinerek, “Sanki hiç akşam yemeği yemiyorsun gibi, bu sağlıklı değil. Ne kadar meşgul olsan da yemek yemelisin.” dedi.
“Sen önce kendinle ilgilen.” Rao Jing’in tonu hâlâ sertti.
Tu Xiaoning daha fazla bir şey söylemeden vedalaşıp telefonu kapattı.
Rao Jing ekrana baktı ve kendi kendine gülümsedi.
Hayatında ilk kez birisi ona “Yemek yedin mi?” diye sormuştu. Şu küçük velete bak sen.
Ertesi gün her şey olağan seyrindeydi ama akşam fazla mesaiden sonra yerine döndüğünde masasında bir yemek kutusu buldu. Altına Tu Xiaoning’in el yazısıyla bir not iliştirilmişti.
<“Rao abla, bu yemeği annem yaptı. Gerçekten lezzetlidir. Fazla mesai yaptığında hep ekmek yediğini görüyorum, hiç besleyici değil. Acıkınca biraz tadına bak, bu sadece sıradan bir ev yemeği.”>
Rao Jing bir süre masada öylece oturdu. Sonra nasıl oldu da o kutuyu açtı ve birkaç lokma yedi, kendisi de anlamadı. Ama o yemek boğazından geçerken ilk defa ofiste gözleri doldu.
O an, uzun zamandır ev yemeği yememiş olduğunu fark etti.
***
Bankada departman değişikliği yapmak, her şeyin sil baştan başlaması demekti. Tu Xiaoning, üç yıl boyunca danışma kısmında çalışmıştı ama kurumsal bankacılıkla ilgili hiçbir şey bilmiyordu. Sadece o değil, iyi bir üniversite mezunu biri bile bankanın bu en hızlı tempolu birimine kolay kolay ayak uyduramazdı.
Ama Tu Xiaoning, zorluklardan korkmuyordu ve inatçı bir yapısı vardı. Rao Jing tüm bunları gözlemliyordu.
Rao Jing’in kişiliğinde, çocukluğunda yaşadığı ailevi sorunlardan dolayı bazı eksiklikleri vardı. Huysuzdu, dili zehir gibiydi, bazen aşırı tepkiler verebiliyordu. Bu kusurlarını kendisi de biliyordu ama bir türlü değiştiremiyordu. Daha önce eğittiği yeni çalışanların çoğu, onun sertliğine dayanamayıp ağlamıştı. Özellikle okulda hep başarılı olmuş bazı üniversite mezunları, özgüvenleri kırıldığı için birkaç gün içinde işi bırakmıştı. Hatta bazıları İnsan Kaynakları Departmanı'na gidip dert yanmıştı. Personel de gelip onunla konuşmuştu ama Rao Jing bildiğini okumaya devam etmişti. Zamanla DR’deki herkes onun “geçimsiz biri” olduğunu kabullenmişti.
Arkasından, “Otuzlarını geçmiş hâlâ evlenmemiş... Hormonları dengesiz, huysuzun teki işte.” diye konuşuyorlardı.
O hiçbir zaman bu tür dedikoduları umursamazdı. Kendi mutlu olsun yeterdi, başkaları ne demek isterse desin, umurunda değildi.
Müdür Jiang, Tu Xiaoning’i özellikle onun yanına yollamıştı, bu yüzden ona karşı da hep sertti; sesini yükselterek konuşur, acımasız sözler sarf ederdi.
Bazen onu gerçekten kırdığını açıkça hissedebiliyordu. Tu Xiaoning’in de aslında çok üzüldüğü anlar olurdu, ama her seferinde çok çabuk toparlanmayı başarırdı.
Kabul etmeliydi ki, Tu Xiaoning onun şimdiye kadar yetiştirdiği kişiler arasında eğitim seviyesi en düşük olanıydı, hatta diğerlerine göre çok da parlak sayılmazdı. Ama ruhsal dayanıklılığı kesinlikle en kuvvetlisiydi.
Bankacılıkta pazarlama pozisyonları gerçekten yetenekli insanlara ihtiyaç duyar, ama aynı zamanda baskıya dayanabilecek kadar güçlü olanlara da. Bir anda fark etti ki, bu küçük kız aslında tamamen yetersiz değildi, onun da kendine özgü yanları vardı. Belki de potansiyelini biraz zorlamak gerekiyordu.
Bu çırak, en uzun süre birlikte çalıştığı kişiydi.
Zaman geçtikçe, Tu Xiaoning’le geçirdiği vakit arttıkça, bazı anlarda ona imrenmeye başlamıştı.
Onun sıcak bir ailesi vardı. Ailesi her mesaiye kaldığında ona özenle telefon açıp nasıl olduğunu sorardı. Çok açık şekilde ailesinin onu ne kadar çok sevdiği, ne kadar koruduğu belli oluyordu. Belki de bu yüzden, bu karmaşık dünyada bile masumiyetini koruyabilmiş, gözlerinde hiçbir kir ya da bulanıklık olmadan duruyordu.
Tu Xiaoning, müşterilerle içki içmeye gönderildiği ilk gün cesaretini alkolün etkisiyle toplayıp dürüstçe şunları söylemişti.
“Rao abla, ben böyle yemek toplantılarını sevmiyorum.”
O bunu söylerken gözlerinde çok sayıda duygu iç içeydi: Bu dünyaya karşı bir hoşnutsuzluk, yaşadığı haksızlık yüzünden kırgınlık ve onun, yani Rao’nun tacize uğramasına duyduğu öfke.
O sırada Rao, umursamaz bir tavırla sigarasını içiyor, dumanlar arasında 'Kim seviyor ki zaten?' diye düşünüyordu. Ama yetişkinlerin dünyasında ‘seviyorum’ ya da ‘sevmiyorum’ gibi şeyler yok. Hayatta kalmak istiyorsan, hoşlanmasan da katlanmak zorundaydın.
Sonra tekrar dönüp Tu Xiaoning’e baktığında, sanki mesleğe ilk başladığı zamanlardaki kendisini gördü.
Kendi aklı, çocukluğundan beri yaşıtlarına göre daha ağır basardı. Ama o bile mesleğe ilk başladığında birçok şeye alışamamıştı. Belki de bu, toplumun karmaşıklığına duyduğu genel bir yabancılıktı.
Sigarasını bitirdiğinde, durumu Tu Xiaoning’den çok daha iyi olmasına rağmen, o küçük kız hâlâ inatla şoförün gelip onu almasını bekliyordu. Sanki Rao oradan ayrıldığı an, birisi gelip onu kaçıracakmış gibiydi.
Sonunda şoför geldiğinde, önce kendisi arabaya bindi ve Tu Xiaoning’i de arabasına almasını istedi.
Ama o küçük kız, yollarının farklı olduğunu söyledi. Aynı arabayla gitmeleri pahalıya mal olurdu. O yüzden kendi başına bir taksi çağırdı. El salladı ve, “Rao abla, görüşürüz. Bugün epey içtin, eve vardığında bana haber ver ve sonra da güzelce dinlen.” dedi.
Tu Xiaoning onun için kapıyı kapattı ve ancak araba hareket edince kendisi de uzaklaşmaya başladı.
Rao Jing arabada otururken, dikiz aynasında onun uzaklaşan siluetine baktı ve aniden hafifçe güldü.
“Ah, aptal.” dedi.
Dinlenmek için gözlerini kapattı ama gözlerinin kenarı yavaş yavaş ısınmaya başladı.
— “Bugün epey içtin, eve vardığında bana haber ver ve sonra da güzelce dinlen.”
Tu Xiaoning’in bu sözleri sanki hâlâ kulağında çınlıyordu, gitmek bilmiyordu.
Hayatında hiç kimse ona bu kadar içten, bu kadar saf bir şekilde ilgi göstermemişti.
Yazarın Notu:
Zamanında Tu’ya şöyle demişti:
“İş hayatında kimse sana durduk yere iyilik yapmaz.”
Rao Jing’in Tu’ya sonradan bu kadar iyi davranması, aslında sadece iyilik değildi. Karşılıklı bir bağdı bu. Rao, Tu'nun aslında tamamen işe yaramaz biri olmadığını fark etmişti.
Yorumlar
Yorum Gönder