Hidden Marriage in the Office - 139. Bölüm (Türkçe Novel)

 Bölüm 139 - Yan Hikâye: Rao Jing (2)


Rao Jing nasıl okulu terk ettiğini hatırlamıyordu, tek bildiği çıktığı gibi doğrudan bir arabaya çarptığıydı.

Bu lüks bir arabaydı. Şoför ani fren yaptı, sonra kafasını uzattı. “Sen Rao Jing misin?”

Rao Jing o an sanki bir hayalet gibi hissediyordu kendini.

Şoför telefonundaki fotoğrafla onu karşılaştırdı ve emin oldu. Ama arabadan inmeden sadece şunu söyledi: “Annen seni almamı istedi.”

Rao Jing o lüks arabaya baktı, üstü başı perişan haliyle uyuşmuyordu. Bu ona fazlasıyla alaycı geldi.

Gerçekten harika! Kendisine yük olan bu kızı atmış, belli ki iyi birine varmıştı.

Madem hazır bir araba vardı, o da reddetmedi. Arka koltuğa geçmek istedi ama kapı kolunu bulamadı. Şoför alaycı bir ifadeyle, “Bu arabanın kapı kolu camda.” dedi.

Rao Jing ona bir bakış attı ve sordu. “Komik mi?”

Şoför afalladı. O sırada Rao Jing açma yerini bulmuştu. Sesi karanlık ve ağırdı.

“Sen sadece şoförsün. Henüz dünyayı tanımayan bir öğrenciyle alay edecek kadar ne sıfatın var? Bu araba senin olduğunda, o zaman insanlarla dalga geçersin.”

Bunları derken arabaya bindi. Şoförün yüzü düştü, belli ki gururu incinmişti.

Ama Rao Jing devam etti. “Sür.”

Şoför sinirle karşılık verdi. “Kime emir veriyorsun sen?”

Rao Jing dışarı bakarken, yaşına hiç uymayan bir sakinlikle konuştu.

“İstersen sürme. Gecikirsek hesabı sen verirsin.”

“Sen..!” Şoför, bu daha on yedi-on sekiz yaşlarındaki kızın böyle laf ustası olmasını beklememişti. Zaman da kısıtlıydı, tartışmaya girmeden arabayı çalıştırdı.


**


Rao Jing cenaze evine vardığında uzun zamandır görmediği akrabalarıyla karşılaştı. O kadınla yeni kocasını da gördü.

Sözde üvey babası, öz babasından daha yakışıklı değildi ama ondan daha zengindi. Demek ki bu yüzden, o kadın akrabaların önünde sırtını dimdik tutabiliyordu.

“Xiao Jing geldi mi?” Sonunda biri onun farkına vardı.

Kadın ve yeni kocası da gözlerini ona çevirdiler.

Kadın uzun bir duraksamadan sonra, “Xiao Jing?” diye seslendi.

Rao Jing cevap vermedi, doğrudan yas salonuna yürüdü. Kristal tabutun önüne gelip içinde yatan dedesine baktı. Çok zayıflamıştı, kemikleri çıkmış gibiydi. Son görüşmesinden çok farklıydı.

Minik vücudu dimdik duruyordu ama tek bir damla gözyaşı bile dökmedi.

Dedesi artık gözlerini sonsuza kadar kapamıştı. Rao Jing içinden, 'Şimdi sen bile beni istemiyorsun.' dedi.

Akrabalar uzun süre ağlamadığını görünce fısıldaşmaya başladılar.

“Bu kızın taş kalpli olduğunu söylüyorlardı, demek ki doğruymuş. Dedesi onu büyüttü ama bir damla gözyaşı bile dökmüyor. Kalbi gerçekten taş gibi.”

Rao Jing hepsini duydu. Aniden başını çevirip o konuşanlara keskin bir bakış attı, herkes anında sustu.

Sonrasında kıyafet değiştirme vakti geldi. Torunu olduğu için geceyi orada geçirmesi şart değildi ama o ayrılmadı. Bütün gece dedesinin yanında kaldı. O kadın ise gece yarısı yorgun düşüp bir kenarda kestirdi.

Kardeşini o gece hiç görmedi. Ancak yakma günü geldiğinde karşılaştılar. Küçük çocuk beyaz tenli, oldukça iyi bakılmış ve şımartılmıştı.

İkisi ilk kez karşılaşıyordu. Kadın oğluna, “Ablana selam ver.” dedi. Ama küçük çocuk ona şöyle bir bakıp küçümseyerek, “Benim ablam falan yok.” dedi.

Rao Jing onunla ilgilenmedi. Ama çocukla yalnız kaldığında birkaç korkunç hayalet hikâyesi anlattı. Cenaze salonunun ürkütücü atmosferiyle birleşince çocuğun ödü koptu, anında bembeyaz kesildi. Sonradan eve döndüğünde ateşi çıkmış, günlerce düşmemişti. Küçük olduğu için üzerine bir şey yapışmasından korkan aile, bir hoca çağırıp ritüel yaptırmıştı.

Dedenin naaşı yakılmak üzere içeri alınırken kadın feryat figan ağladı. Tabutun arabasını bırakmıyor, görevlilerin onu içeri almasına engel oluyordu.

“Baba! Babacığım!”

Kocası onu çekiştiriyordu.

Tam bir sahte “evlatlık görevi” tiyatrosu. Rao Jing izlerken sadece tiksinti duyuyordu.

Dedesinin son yolculuğunu izledi ama yine tek bir gözyaşı dökmedi.

Dede öldükten sonra en büyük mesele ev olmuştu. Tüm akrabalar birdenbire ortaya çıkıp miras peşine düştüler. Ama dede önceden vasiyetini hazırlamıştı.

Tüm mal varlığını Rao Jing’e bırakmıştı.

O yıl Rao Jing 18 yaşındaydı ve artık miras hakkına sahipti.

Ev hâlâ eskisi gibiydi, sadece dedesinin varlığı eksikti. Onun yerine siyah beyaz bir fotoğraf çerçevesi vardı artık.

Dedesinin ölümünün yedinci günü geçtikten sonra, o kadın gitmeye hazırlanıyordu. Gitmeden önce Rao Jing onu durdurdu.

“Dedemin fotoğraf çerçevesini al götür.”

“Ne dedin?” Kadın kaşlarını çatarak ona çıkıştı.

“Fotoğraf çerçevesini götür. O senin baban.”

Ama kadın yine de adım atıp dışarı çıkmaya devam etti. “Neden bahsettiğini anlamıyorum.”

Rao Jing tekrar önünü kesti, kararlı bir şekilde tekrarladı: “Sen onun kızısın!”

Kadın ona öfkeyle baktı. “Çekil yolumdan!”

Rao Jing kenara çekilmeyince, kadın onu iterek yürümeye devam etti. Rao Jing de onu koridorda takip etti. Kadının arkasına bile bakmadan gidişini izlerken, bir anda ayağını kaldırıp kadının arkasına tekme attı.

“Ah!”

Kadın merdivenlerden yuvarlandı, bacağı kırıldı, birçok kemiği çatladı.

Rao Jing onun merdiven dibinde acıyla inleyişini izlerken yüzünde şeytani bir soğukkanlılıkla gülümsedi.

Ona ambulans çağırmadı. Sessizce eve dönüp kapıyı kapattı.

Yeniden büyükbabasının fotoğraf çerçevesinin önüne geldi. Özenle eline alıp defalarca sildi.

Fotoğraftaki o gülen, nazik yüzüne bakarak şöyle dedi: “O seni götürmedi, ama ben götürürüm. Bundan sonra nereye gidersem seni de götüreceğim.”

Fotoğraf çerçevesini çok uzun süre sildi, camın üstü gözyaşlarıyla dolmuştu.


***


Sonraları üstün başarıyla finans üniversitesine kabul edildi. Dört yıllık üniversite hayatı boyunca hem çalıştı hem okudu, her yıl devlet bursunu kazandı.

Boş vakitlerinde ortaokul öğrencilerine özel ders veriyordu. Üniversite yıllarında biraz beslenme yetersizliği yaşasa da, artık oldukça dikkat çekici bir güzelliğe sahipti.

Özel ders verdiği aileler onun durumunu az çok biliyordu. Bir gün geç saate kadar ders verdiği bir aile, onu akşam yemeğine davet etti, o da nazikçe kabul etti.

Tam çıkarken yağmur başladı, evin babası “Ben seni arabayla bırakayım.” dedi.

Okul kapısına kadar geldiklerinde, Rao Jing tam teşekkür edip arabadan inecekken kapının kilitli olduğunu fark etti.

Adam bir sigara çıkardı, gözlerinde karmaşık bir ifadeyle ona baktı.

“Kaç yerde özel ders veriyorsun?”

“Dört.”

“Ne kadar kazanıyorsun ayda?”

“Birkaç bin.”

Adam gülümsedi, ona doğru duman üfledi.

“Rao Jing, para istiyorsan sana verebilirim. Yeter ki benimle ol.”

Rao Jing de gülümsedi.

“Üzgünüm, ben kendimi satmıyorum.”

Adam gözlerini kısarak baktı.

“Bu dünyada kadınlar eninde sonunda bir erkeğe dayanmak zorunda. Benimle olursan, üniversite hayatın boyunca sana her şeyi sağlarım. Mezun olduktan sonra çalışmana bile gerek kalmaz. Ben seni geçindiririm.”

Rao Jing adamın sigara kutusunu alıp içinden bir tane çekti, dudaklarının arasına yerleştirip ona yakmasını işaret etti.

Adam biraz şaşırmıştı ama kibriti çaktı.

Rao Jing bir nefes çekip yüzüne üfledi.

“Olabilir. Ama ben metres olmam. Gerçekten benimle olmak istiyorsan, önce eşinden boşan.”

Nefesi hafifti, sözleri baştan çıkarıcıydı. Adam onun o gözlerinde kayboldu sanki. Elini tuttu.

“Nasıl olsa bir gün boşanacağım ama...”

Rao Jing elini adamın ağzına koydu, ona yaklaşıp gözlerinin içine baktı.

“‘Ama’ dediğin anda, her şey berbat olur.” dedi ve hafifçe gülümsedi.

“Gerçekten boşandığında, gel beni bul.”

Bunu derken elini onun ağzında tutarak dudaklarına küçük bir öpücük kondurdu.

O an adam neredeyse aklını yitirecekti. Onu kucaklayıp öpmek istedi ama Rao Jing hızla dudaklarını engelledi.

Parmağıyla onun gırtlağını işaret etti, alaycı bir tebessümle.

“Oyunun kurallarını bozma.”

Bu hareket adamın aklını iyice başından aldı. Tükürüğünü yutarak içinde biriken arzuyu bastırmaya çalıştı ve sonunda onu arabadan indirdi.

Rao Jing arabadan inerken bir kez daha başını çevirip ona gülümsedi. Adam tamamen büyülenmişti.

Onun arkasından bakarken, arabada kendi kendini tatmin etti.

Aklı hâlâ Rao Jing’in o baştan çıkarıcı hâliyle doluydu.

“Küçük sürtük, gün gelecek ağlaya ağlaya bana yalvaracaksın.” dedi son seferinde boşalırken.

Rao Jing yurda döndüğünde ellerini üç kere yıkadı.

Üzerinde sigara ve erkek parfümü kokusu vardı. Midesi bulanıyordu.

Ama bu yüzünü nasıl kullanacağını çok iyi biliyordu.

Aynada her geçen gün güzelleşen yüzüne bakarken gece yarısı açan dikenli bir güle benziyordu.

Güzeldi... ama zehirliydi.

Adam ona gerçekten gönlünü kaptırmıştı. Ona harçlık veriyor, çanta ve kıyafet alıyordu.

Rao Jing onu avucunun içine almıştı; ne zaman görüşseler adamın içinde arzular alevleniyor, ama Rao Jing ona hiçbir zaman “tat” vermiyordu.

Bir gün bol bir kıyafet giyip arabadan inerken çantasını bilerek içeride “unutmuş” gibi yaptı. Dönüp almak için eğildiğinde göğüs dekoltesi iyice açıldı. Üzerine sadece dantelli iç çamaşırı vardı. Adam gözlerini alamıyordu.

Onun üstüne atılmak için emniyet kemerini çözdüğü anda Rao Jing bir kez daha gülümsedi ve kapıyı kapatıp gitti.

Bundan sonra adam daha da delirdi. Hatta onun üniversite harcını ödemeyi teklif etti.

O sırada Rao Jing gerçekten paraya muhtaçtı. Toplumun onaylamadığı bir yolla “para koparıyordu” ama umursamıyordu. Doğru ya da yanlış değer yargılarının onun için anlamı yoktu. Tek derdi okumaya devam etmekti.

Bir gün, adam artık kendine hâkim olamadı. Rao Jing onun evinde çocuğa ders verirken tuvalete gittiği sırada, adam kapıyı kilitledi ve onu öpmek için üstüne atladı.

Rao Jing onun ne kadar aç olduğunu görünce kasıtlı olarak lavabo kenarına oturdu, onu kendine çekti.

“Küçük cadı!” Adam arzu içinde, gözleri kıpkırmızı, bir kurt gibi atıldı.

Eli doğrudan Rao Jing’in bluzunun içine daldı, yukarı doğru ilerliyordu; tam hayalini kurduğu yere ulaşacakken...

“Çaaat!”

Rao Jing ev sahibinin SK2 krem şişesini yere düşürüp kırdı.

“Ne oldu?” Kadının sesi hemen duyuldu.

Adam irkildi. Rao Jing konuşacakken adam hemen ağzını kapattı, karısının gelmesinden korkarak panikle tuvaletten çıktı.

Rao Jing yalnız başına üstünü başını düzeltti. Kırılan SK2’ye baktı ve lavabonun kenarındaki peçeteyi alıp dudaklarını defalarca sildi.

Ona dokunmuş olması bile onu iğrendiriyordu. Pis adam.

Kadın sonrasında bir şeylerden şüphelenmiş olacak ki, onu işten çıkardı. O da maaşını alıp gitti. Ama adamın sahip olamama takıntısı, Rao Jing’e karşı daha da arttı. Artık evine ders vermeye gitmese de, adam onu hâlâ rahat bırakmıyordu.

Ama o zamanlar o zaten iş aramaya başlamış, banka sınavlarına hazırlanıyordu; onunla ilgilenecek vakti yoktu. Ta ki bir gün, onun tarafından okulun güney kapısında önü kesilene kadar.

“Rao Jing, boşandım.” dedi adam.

Rao Jing duymamış gibi yürümeye devam etti, ama adam onun kolunu tuttu.

“Sen söylemiştin, eğer boşanırsam...”

“Kaç yaşındasın sen?” Rao Jing onun sözünü kesti.

Adam güldü. “Benimle oynayıp sonra tanımazdan mı geliyorsun? Sana onca para harcadım, şimdi karşılığını ödemeyecek misin Rao Jing?”

Rao Jing de güldü. “Karşılık mı? Ne karşılığı? O paraları sen kendi isteğinle harcadın. Ben senden bir kuruş istedim mi?”

Adam onun kolunu daha sıkı tuttu. “Beni mi kandırıyorsun sen?!”

Rao Jing'in gücü doğal olarak ona yetmezdi, ama kararlı bir sesle uyardı. “Bırak beni. Yoksa çok pişman olursun.”

Adam onu çekiştirerek götürmeye çalıştı. “Seni bugün pişman edeceğim! O kadar para harcadım, bir gece bile vermedin. Gerçekten kendini tanrıça mı sanıyorsun?!”

Rao Jing bir süre sürüklendi ama hiç mücadele etmedi. Tam tersine, bir anda yüksek sesle çığlık atmaya başladı.

Çığlığı o kadar yüksekti ki gökyüzünü yararcasına yankılandı.

Adam da onun bu tepkisinden irkildi.

Tepki vermeye fırsat kalmadan, dört bir yandan öğrenciler koşarak geldi.

Sarı sokak lambasının altında Rao Jing’in soğuk bir şekilde gülümsediğini gördü adam.

“Salak. Kimse sana okul yakınında bir kıza el kaldırmaman gerektiğini öğretmedi mi?”

Bunu söyledikten sonra Rao Jing aniden yüz ifadesini değiştirdi. Gözyaşları bir anda akmaya başladı, tüm bedeni titriyordu.

“Ne oldu! Ne oluyor burada?” Öğrenciler etrafını sarıp telaşla sordular.

Rao Jing adamı işaret ederek ağladı: “O... o bir sapık. Beni uzun zamandır takip ediyordu. Aniden önüme çıktı, garip hareketler yapmaya başladı... sonra da...” Devam edemedi, yüzünü kapatıp ağlamaya başladı.

Adam şaşkına döndü. “Ne saçmalıyorsun sen! Ben öyle biri değilim!”

Ama daha fazla konuşmasına fırsat kalmadan, cesur erkek öğrenciler ona saldırıp yumruklamaya başladılar.

Hatta az kalsın karakolluk olacaklardı.

Sonrasında Rao Jing iletişim bilgilerini değiştirdi. Çok geçmeden DR’den mülakat çağrısı aldı. Herkesin kalmak için yarıştığı A şehrinde kalmak yerine, ikinci sınıf bir şehir olan C şehrine gitmeyi tercih etti.

Yeni bir şehirde, sıfırdan başlamak istiyordu. Kalabalık ve rekabetin yoğun olduğu büyük şehirlerde debelenmektense, yaşanabilir küçük bir şehirde parlamak daha iyiydi.

Böylece DR’nin C şehri şubesine geldi.

İlk kez DR binasının önünde durup yukarı baktığında, burada hayatına yeni bir sayfa açacağını biliyordu...


Yorumlar