Hidden Marriage in the Office - 138. Bölüm (Türkçe Novel)

 Bölüm 138 - Yan Hikâye: Rao Jing (1)


Üçüncü çeyreğin sonunda, departman mevduat hedefini yakalamak için Ji Yuheng emir verdi ve Rao Jing, devletle olan işleri yürütme görevini aldı. Bu yüzden aşırı yoğun bir döneme girdi. Ayın son günlerinde, neredeyse bir kamp yatağı alıp doğrudan bankada yatmayı düşündü.

Bu sırada bir üniversite arkadaşı ona mesaj attı.

"Ulusal Bayram tatilinde tatile çıkmak ister misin?"

Rao Jing düşündü. Bayramda yapacak özel bir şeyi yoktu. Son zamanlarda işten çok bunalmıştı, biraz rahatlamak iyi olurdu.

"Tamam, gidelim."

Arkadaşı ona Guilin’e gidip gitmediğini sordu.

"Gitmedim, gidebiliriz."

"Kendi kendimize mi keşfedelim yoksa turla mı gidelim? Gezileri kendim çok iyi planlayamıyorum."

Bu aslında "Planlama işini sen yap." anlamına geliyordu.

Ama Rao Jing'in son dönemde nefes almaya bile vakti yoktu. Boş vakti olsa bile, gezi planlamak için uğraşmak istemezdi.

Hemen cevap verdi.

"O zaman turla gidelim."

Arkadaşı pes etti.

"Tamam, öyle olsun."

Rao Jing fazla düşünmeden arkadaşına doğrudan 10 bin yuan gönderdi.

"Her şeyi sen hallet."

Arkadaşı hemen mesaj attı.

"Guilin’e gitmek için 10 bin yuan gerekmiyor. Siz DR Bankası çalışanları hep bu kadar savurgan mısınız? DR senin babanın bankası mı, parayı böyle saçıyorsun?"

Rao Jing sadece "Fazlası sonra iade edilebilir." diye yanıtladı.

Bir süre sonra, geziyi tamamen unuttu. Ancak eylülün son günü, nihayet işlerini bitirdiğinde, departmanın mevduat hedefinin Ji Yuheng'in koyduğu seviyeye ulaştığını gördü. İçini büyük bir rahatlama kapladı. Masasına oturup ilk defa bir bardak su içebildi.

Daha koltuğunu ısıtmadan telefonu çaldı.

Arkadaşı mesaj attı.

"Jingjing, annem dün düştü ve yürüyemiyor. Ulusal Bayram'da Guilin gezisine gelemeyeceğim."

Rao Jing, tatile gideceğini o anda hatırladı.

"Annenin durumu ciddi mi?"

"Büyük bir şey yok ama yürüyemediği için dinlenmesi gerekiyor. Bayramda ona bakmam lazım."

"Tabii ki, olması gereken bu."

"Ben seyahat acentesiyle konuştum, paramızı iade edecekler. Sen ne yapacaksın? İptal mi edelim?"

Rao Jing sakince cevapladı.

"Yok, ben plana aynen devam edeceğim."

"Emin misin? Tek başına gidebilir misin?"

"Ben otuzlu yaşlarımı geçtim. Bir geziye gidip kaybolacak halim yok."

"Peki, zaten turla gidiyorsun, güvendesin. Kusura bakma."

"Sorun değil, anneni düşün."

"Tamam, sağ ol."

Rao Jing telefonu bıraktı ve bilgisayarının siyah ekranına bir süre baktı.

"Anne-baba" kelimesi ona artık çok yabancı geliyordu.

On yaşındayken, babası başka bir kadınla ilişkiye girmiş, her gece eve geç gelmeye başlamıştı. Eve geldiğinde ise annesiyle sürekli kavga ediyordu. Her tartışma sonrası babası kapıyı çarpıp giderken, annesi sinirini ondan çıkarıyordu...

“Sen bir baş belasısın! Eğer erkek olsaydın, ben bu evde böyle ezilir miydim? Baban dışarıda başka bir kadın bulur muydu?”

Annesi her seferinde saçları dağılmış, çılgına dönmüş halde onun çalışma masasını yere devirirdi.

O ise hiçbir şey söylemeden sessizce defterlerini toplamaya çalışırdı. Bir keresinde onu öyle sertçe iteklemişti ki neredeyse yere düşecekti.

Annesi öfkeyle bağırmaya devam ederdi. “Topla, topla! Madem bu kadar akıllısın, git babanı eve döndür! Derslerin iyi olunca ne oluyor? Baban sana iki kere bakıyor mu? Ha? Baş belası!”

Bunu söyledikten sonra annesi çantasına birkaç tekme savurur ve ardından yüzünü kapatıp hıçkıra hıçkıra ağlardı.

O ise annesi gidene kadar bekler, sonra sessizce her şeyini tekrar toplar ve dersine devam ederdi.

Kendi cinsiyetini değiştiremezdi ama kaderini değiştirebilirdi, değil mi?

Bu yüzden dişini sıkıp çalışmaya başladı. Diğer çocuklar oyun oynarken o sabah erkenden kalkıp derslerini önceden çalışırdı. Aklında tek bir şey vardı: Bu evden bir an önce kurtulmak.

Ve başarılı oldu. Sınıfında her zaman en iyi öğrenciler arasındaydı. Ama ne zaman bir veli toplantısı olsa, kimse onun yerine gelmezdi. Öğretmenler nedenini sorunca, anne ve babasının çok meşgul olduğunu söylerdi.

Oysa gerçek farklıydı. Onlar meşgul değildi, boşanmakla uğraşıyorlardı.

Boşanma süreci sancılı geçti. Annesi gözyaşları içinde olay çıkardı, babasından ev, araba ve gençliğinin karşılığını istedi. Babası ondan tamamen kurtulmak için her şeyi kabul etti. Tek bir şartı vardı, çocuğu istemiyordu. Ama annesi de istemediğini söyledi.

Böylece, on yaşında, Rao Jing kimsesiz bir çocuk oldu.

Sonunda dedesi dayanamadı ve onu yanına aldı. Onu almaya geldiği gün, bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Sertbir ses tonuyla anne ve babasını azarladı.

“Doğurup büyütmeyecekseniz neden çocuk sahibi oldunuz? Böyle ebeveynlik mi olur?”

Sonra annesine dönüp sert bir şekilde, “Hayatımda yaptığım en büyük hata seni iyi yetiştirememek oldu! Bundan sonra ben senin baban değilim, sen de benim kızım değilsin! Artık aramızda hiçbir bağ kalmadı!” dedi.

Sonra Rao Jing’in elini tuttu ve onu oradan çekip götürdü. Arkasına bile bakmadı.

Büyükannesi yıllar önce vefat etmişti. O günden sonra Rao Jing, dedesiyle birlikte yaşadı. Annesi ve babası kısa sürede başkalarıyla evlendi ve ikisinin de birer erkek çocuğu oldu.

Rao Jing içinden 'Ne güzel, artık istediklerine kavuştular. Dünya iki "varis" daha kazandı, benim gibi bir “baş belasını” eksiltti. Fena değil aslında...' diye düşündü.

Ama o, durmaksızın çalışmaya devam etti. Küçüklüğünden beri içinde biriktirdiği hırsla, annesi ve babasına kızgınlığını kanıtlamak istiyordu: Kızlar, erkeklerden geri kalmaz!

Dedesi ona elinden geldiğince iyi baktı. Rao Jing ortaokula başladığında, her akşam onu dershaneden almak için bekler, eve geldiğinde de sevdiği yemekleri hazırlardı. Onun büyüyüşünü izledikçe bazen hüzünlenir, bazen de gülümseyerek, “Bizim Jing’imiz büyüyor, yakında okumaya diye gidip dedesinin yanından ayrılacak.” derdi.

Ama Rao Jing her defasında inatla, “Ben asla dedemi bırakmam! Hep senin yanında kalacağım!” derdi.

Dedesiyse sadece gülümser, hiçbir şey söylemezdi.

Ama hayatta hiçbir şey kesin değildi.

Başarıları sayesinde, okul onu eyaletin en iyi lisesine aday gösterdi. Yaşadıkları küçük ilçede, böylesine büyük bir fırsatı yakalayan öğrenci sayısı çok azdı. Tüm okulda sadece bir kişiye bu hak tanınmıştı.

Ancak Rao Jing gitmek istemedi. Öğretmenini reddetti.

Öğretmeni ise onun yetenekli bir öğrenci olduğunu düşünüyor ve bu fırsatın kaçırılmasını istemiyordu. Bu yüzden doğrudan evine gidip dedesiyle konuştu.

O gün, dedesi hayatında ilk kez ona gerçekten kızdı.

Yıllardır kullandığı çaydanlığını yere fırlattı ve sert bir sesle bağırdı.

“Sana yemek, kıyafet ve barınak sağlıyorum çünkü bir gün başarılı olmanı istiyorum! Hep o iki sorumsuz ebeveynine kızmıyor muydun? İşte şimdi kendini kanıtlama fırsatın var! Onlarsız da yaşayabileceğini, hem de onlardan çok daha iyi bir hayat sürebileceğini göster!”

Rao Jing ise oturmak odasında bir ağaç gibi dimdik ve gururlu bir şekilde duruyordu.

“Hayır! Gitmeyeceğim!” dedi inatla.

Dedesi gözlerini kısarak baktıktan sonra onu tehdit etti.

“Peki, sen gitmezsen ben de artık insülin iğnemi yapmam. Bakalım kim daha inatçı!”

Dedesi diyabet hastasıydı. Her gün insülin kullanması gerekiyordu.

Rao Jing, bir anda başını kaldırdı ve gözleri korkuyla büyüdü.

Dedesi tekrar sordu.

“Gidiyor musun, gitmiyor musun?”

Rao Jing, dudaklarını öyle sert ısırdı ki ağzında kan tadı hissetti. Cevap vermedi.

Dedesi sinirle masaya vurdu.

“Sana SON KEZ soruyorum! Gidiyor musun?”

Gözyaşları, engel olamadığı bir şekilde yanaklarından süzüldü. Sonunda çığlık attı.

“Tamam! GİDİYORUM!”

Sonra odasına dönüp kapıyı çarptı.

O gece, hiç uyumadı. Ağlamaktan gözleri şişmişti.

Herkes onun inatçılığının dedesine benzediğini söylerdi. Gerçekten de benziyorlardı. Ama yine de dedesi ondan bir adım öndeydi.

Böylece, memleketini terk edip eyaletin en iyi lisesine gitti. Okulda yatılı kaldı. Hafta sonları, diğer öğrencilerin aileleri yemek getirdiğinde, o uzaklaşır, kendisine yemek teklif eden arkadaşlarını reddederdi.

Zamanla, hiç kimse onunla konuşmaz oldu. “Notları mükemmel ama burnu havada, içine kapanık, tuhaf bir kız.” dediler.

Ama Rao Jing bunları hiç umursamadı. Zaten arkadaşlara ihtiyacı yoktu. O yüzden yalnız kalmaya devam etti.

Ta ki bir gün, öğle yemeği için yemekhaneye giderken tanıdık birini görene kadar.

Bir anda gözleri doldu.

Dedesiydi.

Elinde bir yemek kabıyla orada duruyordu. İçinde en sevdiği yemekler vardı.

Onu gördüğünde dedesi gülümseyerek, “Bizim Jing’imiz artık genç bir hanımefendi olmuş.” dedi.

O, ağlamamak için kendini zor tuttu ve sert bir sesle, “Bu kadar yolu neden geldin?” diye çıkıştı.

Dedesi gülerek, “Sana ne? Geldim işte!” dedi ve saç örgüsünü hafifçe çekiştirdi.

“Yürü, yemek yemeye gidelim.”

Rao Jing, onun arkasından yürüdü.

Yaşlanmış, sırtı hafifçe kamburlaşmıştı.

Elindeki yemek kabını sessizce aldı.

Dedesi ona baktı ve hiçbir şey söylemeden sadece gülümsedi.

Rao Jing, seçkin sınıfta olduğu için yaz tatilinde izin yapmadı, okulda kalarak ek derslere devam etti.

O yaz aşırı sıcaktı. Yurtta klima yoktu ve Rao Jing alt katta yatıyordu, bu yüzden vantilatörün rüzgârını da alamıyordu. Defalarca sıcaktan uyanmıştı. Onun sürekli döndüğünü fark eden oda arkadaşı başını uzatıp baktı.

"Rao Jing, bu havada hâlâ yatakta sadece çarşafla mı yatıyorsun? Böyle devam edersen sıcak çarpacak. Ailen neden sana serinletici bir hasır göndermiyor?"

Rao Jing sessiz kaldı. Oda arkadaşı muhtemelen onun ailesinin durumunu az çok bildiğinden, daha fazla bir şey söylemedi.

Ertesi gün öğle tatilinde sınıf öğretmeni aniden Rao Jing’i dışarı çağırdı, ardından ona yeni bir bambu sergi ve küçük bir vantilatör uzattı.

“Bunları deden az önce getirdi. Artık dersini bölmek istemediğini söyledi. Sıcaklara dayanamadığını da biliyormuş, bu birkaç gündür rahat uyuyamadığını düşünmüş. Rao Jing, ailenin durumu okulun bilgisi dâhilinde, bir sıkıntın olursa mutlaka öğretmenine söyle, olur mu?”

Ama Rao Jing sadece bir şey sordu. “Dedem nerede?”

Öğretmen ona, “Çoktan gitti.” dedi. “Bir nakliye kamyonuna binerek gelmiş. Şoför fazla beklemek istememiş, o da eşyaları bırakıp hemen ayrılmış.”

Rao Jing o anda başını eğip yere baktı. Ayaklarının dibindeki zemin sessizce ıslanıyordu.

İçinden düşündü. “Biraz daha dayanmalıyım... Bu sınav ve yarışma dönemi bitsin, hemen izne çıkacağım ve gidip dedemi göreceğim.”

Ama o tekrar karşılaşma, düşündüğünden çok daha erken oldu.

O gün regl olmuştu. Hâlâ yurt tuvaletinde pedini değiştiriyordu ki birden oda arkadaşı bağırdı: “Sınıf öğretmeni geldi!”

Sadece yurt denetimi sandı, ama kısa süre sonra oda arkadaşının onu çağırdığını duydu.

“Rao Jing, öğretmen seni arıyor.”

Pantolonunu çekip dışarı çıktı. Öğretmen ona bakarken ifadesinde karmaşık bir hâl vardı.

“Rao Jing... birazdan annen seni almaya gelecek.”

Rao Jing o an kulaklarına inanamadı. Öğretmenine sordu: “Hocam, ne dediniz?”

Öğretmen tekrarladı. “Annen birazdan gelip seni alacak.”

Rao Jing bir anda bunu çok gülünç buldu ve tekrar sordu. “Neden?”

Neden? O kadın neden aniden onu hatırlamış olsundu ki?

Öğretmen omzuna dokundu ve zorlanarak konuştu. “Deden... Deden dün vefat etti...”

Rao Jing olduğu yerde kalakaldı. Bir anda tüm kanı çekilmiş gibiydi.

Öğretmen hemen seslendi. “Rao Jing? Rao Jing?”

Bir sonraki saniye Rao Jing bacaklarına kuvvet verdiği gibi yurt binasından aşağı koştu. Arkasında öğretmeninin sesi yankılanıyordu.


Yazarın Notu: Rao Jing’in karakteri de ailesinin etkisiyle böyle şekillendi.


Yorumlar