Hidden Marriage in the Office - 137. Bölüm (Türkçe Novel)

 Bölüm 137 - Sonsuza Dek


Kızını kucağına aldığında Tu Xiaoning, çocuğun babasının üstün genlerini almadığı konusunda biraz endişeliydi. Daha çok kendi genlerini almış olabileceğinden korkuyordu. Ama zamanla bu endişelerinin yersiz olduğunu anladı.

Kızı doğduğunda buruş buruş bir bebekti, ama büyüdükçe güzelleşti. Küçük bir güzellik tanrısı gibi şekillenmeye başladı. Yüz hatları babasına benziyordu, bacakları ise annesine. Üstelik kirpikleri gittikçe daha da uzuyordu. Tu Xiaoning, kızı her gözlerini kapadığında kirpiklerini batıracağından endişeleniyordu.

Güzellik tamam, ama bu sefer de zeka konusu kafasına takıldı. Kızının yüzüne bakarak Ji Yuheng’e sordu.

"Ya zekası bana çekerse ne yapacağız? Ben aşırı dengesiz bir öğrenciydim, sayısalda berbattım. Sadece sözel derslerde iyiydim, bu da sınavlarda pek avantaj sağlamıyor. Ya benim gibi ortalama bir üniversiteye giderse?"

Tu Xiaoning ne kadar çok düşünse o kadar panikliyordu.

Ji Yuheng son derece sakindi. Hafifçe kızının yumuşacık yanağını okşayarak sadece şunu söyledi.

“Kızımın... sadece mutlu ve huzurlu büyümesi yeterli, gerisi kaderin işi.”

Tu Xiaoning onun bu kadar rahat oluşuna şaşırdı ve önceden uyardı.

“Sana söylüyorum, onu fazla şımartamazsın. Kız çocuğu fazla şımartılırsa büyüyünce nazlı olur.”

Ama Ji Yuheng, kızına bakarken o kadar yumuşaktı ki neredeyse eriyip gidecek gibiydi. Bakışları kızının yüzüne sabitlenmişti, tek kelime etmedi.

Tu Xiaoning onu hafifçe itti.

“Duydun mu beni?”

“O henüz bebek, bunu konuşmak için çok erken. İleride bakarız.”

“...”

Sonunda kızlarına Ji Leyu adını verdiler. Onu bir falcıya götürüp isim hesaplatmadılar, ismi Ji Yuheng kendisi koymuştu. Tu Xiaoning bunu fazla gelişigüzel bulmuş, tereddütle sormuştu.

“Bu kadar mı? Biraz daha düşünmek istemiyor musun?”

Ama Ji Yuheng, kaligrafi fırçasını eline alıp kızının adını pirinç kâğıdına yazdı.

Onun el yazısı her zaman güzeldi.

Yazarken, “Tek dileğim her gün mutlu ve neşeli olması.” dedi.

Tu Xiaoning başını iki yana salladı.

“Ji Yuheng, senin halin harap.”

Ji Yuheng gözlerini kaldırdı.

“Neden?”

“Resmen kızının kölesi olan babalardan olmuşsun.”

O sadece gülümsedi ve kızının adını bir kez de kursif hatla yazmaya devam etti.

Tu Xiaoning, içinden ‘Bundan sonra bu evde kötü polisi oynayan kişi ben olacağım demek.’ diye düşündü.


***


Ji Leyu büyüdükçe güzelleşiyordu. Küçük bir porselen bebek gibiydi. Bir gün, Tu Xiaoning kızını kucağına alıp alışveriş merkezine götürdüğünde birisi önlerini kesti ve sordu.

“Kızınızı bir reklam çekimi için düşünür müsünüz? Ya da eğlence sektörüne girmesi için bir planınız var mı?”

Ama Tu Xiaoning, kızının tertemiz bir çocukluk geçirmesini istiyordu. Onu bu kadar küçük yaşta gösteri dünyasına sokmayı düşünmemişti bile.

Nazikçe reddetti.

Ji Yuheng ve Tu Xiaoning iş sebebiyle yoğun olduklarından, Ji Leyu'yu genellikle Xu Hanım büyütüyordu. Xu Hanım, kendi kızını küçükken disiplinli yetiştirmiş olsa da torununa aynı sertliği göstermiyordu. Ji Leyu'yu gözünün bebeği gibi seviyor, eşiyle birlikte onu pamuklara sarıp sarmalıyorlardı.

Ji Leyu, neredeyse okula başlayacak yaşa gelmiş olmasına rağmen hâlâ kendi başına yemek yiyemiyordu. Çünkü hep büyükannesi ona yediriyordu.

Tu Xiaoning, böyle devam edemeyeceklerini düşündü. Aile üyelerinin hepsi evdeyken kızını eğitmeye karar verdi.

“Ji Leyu, artık üç yaşındasın. Kendi başına yemek yemeye başlamalısın. Büyükanne seni daha fazla besleyemez.”

Ji Leyu, çocuk sandalyesinde ayaklarını sallayarak “Büyükanne yedirsin.” dedi.

Tu Xiaoning başını iki yana sallayarak vurguladı.

“Olmaz. Yakında anaokuluna başlayacaksın. O zaman bütün çocuklar kendi yemeklerini yiyecek ama sen yiyyiyemeyeceksinyle olursa öğretmenin de seni sevmez.”

Ama Ji Leyu, okulun ne demek olduğunu tam olarak anlamıyordu ve ayak diremeye devam ediyordu.

Xu Hanım, Tu Xiaoning'in ciddi ses tonunu görünce dayanamayıp araya girdi.

“Okula daha başlamadı ki. Hemen bugün kendi başına yemek zorunda değil, yavaş yavaş alışır.”

Ama Tu Xiaoning kararlıydı.

“Hayır, ‘yarın yaparım’ diye erteleyip durursak, o yarın hiç gelmez. Bugün başlaması lazım.” Annesine dönerek ekledi. “Anne, onu fazla şımartamazsın.”

“Ama o daha küçük.”

“O kadar da küçük değil. İş arkadaşlarımın çocukları çoktan kendi başlarına yemek yiyor, hem de ondan daha küçük olmalarına rağmen.”

Böyle diyerek Ji Leyu'nun önüne bir kase koydu, mama önlüğünü bağladı.

“Hadi bakalım, kendin ye.”

Ji Leyu, kocaman gözlerini kırpıştırarak annesine baktı.

“Anne, yapamıyorum.”

Tu Xiaoning kararlılığını bozmadı.

“Öğren o zaman.”

Ji Leyu, hemen Ji Yuheng’e döndü.

“Baba, yapamıyorum.”

Ama Ji Yuheng de ona yardım etmedi. Ciddiyetle, “Annenin dediğini yapmalısın. Kendi başına yemek yemeyi öğrenmelisin.” dedi.

Sonunda Ji Leyu'nun gözleri büyükannesi ve büyükbabasına yöneldi. O sevimli ve mahzun bakışı gören iki yaşlı hemen yumuşadı ama Tu Xiaoning onları sert bir bakışla uyardı.

Başvurabileceği kimse kalmayınca Ji Leyu çaresizce kaşığı aldı ve yemeğini kendi kendine yemeye başladı. Hareketleri henüz tam oturmamıştı ama Tu Xiaoning’in beklediğinden çok daha iyi bir performans sergiliyordu.

Yani aslında bilmiyor değilmiş, sadece üşeniyormuş.

O akşam Tu Xiaoning, Ji Yuheng’e dert yandı.

“Şimdi anladım, senin kızın çok akıllı. Evde kimin onu şımartacağını çok iyi biliyor, ona göre naz yapıyor. Bak, yemek yemeyi gayet de biliyormuş. Bize ‘yapamıyorum’ diye numara yapmış, sırf üşendiği için.”

Ji Yuheng, yatakta kitabını okurken cevap verdi.

“Zekâsı bana çekmiş. Ama tembelliği değil.”

Tu Xiaoning, dirseğiyle onu dürttü.

“Resmen dolaylı yoldan beni eleştiriyorsun.”

Ji Yuheng, kitabını kapatıp ona baktı.

“Seni eleştirmeye nasıl cesaret edebilirim?”

Tu Xiaoning, ona kaşlarını çattı.

“Hıh! Ama kızın çok kurnaz. Gözlerini her kırpışında kesin aklından bir hinlik geçiyor diyorum.”

Ji Yuheng gülümsedi.

“Demek ki ona dair en büyük endişen ortadan kalktı. Artık zeki olduğuna ikna oldun, mutlu olman gerekmez mi?” dedi.

Tu Xiaoning iç çekerek, “Bu çocuk tamamen sana benziyor. Daha şimdiden küçük hesaplar yapıyor, büyüyünce kim bilir ne olacak.” diye söylendi.

Ji Yuheng keyifle karşılık verdi, “Bana benzemesi iyi. En azından büyüyünce erkekler tarafından kolay kandırılmaz.”

Tu Xiaoning ona alaycı bir bakış attı. “Tabii ki. Yoksa senin gibi zeki bir adamla karşılaşıp daha tanışma aşamasında tuzağa düşerdi.”

Ji Yuheng kitabını kapattı ve hafifçe yaklaştı. “Benim kızıma tuzak kurmaya kalkışan önce cesareti olup olmadığını düşünsün. Üstelik, benim seni kovalama yöntemimi herkes taklit edemez.”

Tu Xiaoning aniden kendini onun kollarında buldu ama inatla, “Senin yaptığına ‘kovalamak’ mı denir? Daha peşimden koştuğunu hissettirmeden beni kandırıp evlendirdin.” diye itiraz etti.

Ji Yuheng itiraz etti, “Evliliği teklif eden sendin.”

Tu Xiaoning aldırış etmeden, “O da baştan beri küçük oyunlarını oynadığın için oldu.” dedi.

Ji Yuheng onun çenesini kaldırdı. “Eski hesapları açmaya mı çalışıyorsun?”

Tu Xiaoning sitem etti. “Zekânı kullanarak beni sürekli kandırıyorsun.”

Ji Yuheng başını eğip onu öptü. “Şu an evdeki patron sensin. Kim sana karşı gelmeye cesaret edebilir? Bizi ezmediğin sürece memnun oluruz.”

Tu Xiaoning nazlı bir şekilde, “Ama sen beni eziyorsun.” diye söylendi.

Ji Yuheng gülümseyerek onu yatağa bastırdı. “Seni nasıl eziyorum bakalım?”

Tu Xiaoning hafifçe ona vurdu. “Gıcıksın.”

Yaz tatilinin ardından, küçük Ji Leyu anaokuluna başladı.

Okulun ilk günü, Ji Yuheng ve Tu Xiaoning birlikte kızlarını okula götürdü. Görselleriyle dikkat çeken bir aileydiler.

Diğer çocuklar, anne babaları ayrılırken ağlayıp sızlanırken Ji Leyu oldukça sakindi.

Tu Xiaoning endişelenerek kızına doğru eğildi. “Ji Leyu, anne ve baba gidiyor, tamam mı? Öğretmenini dinlemelisin.”

Küçük kız usulca başını salladı, sonra el sallayarak veda etti. “Anne, baba, hoşça kalın.”

Ama en çok Ji Yuheng zorlandı. Kıpırdamadan uzun süre olduğu yerde kaldı. Tu Xiaoning onu kolundan çekti. “Hadi, gitmemiz lazım. Yoksa işe gitmeyecek misin?”

Ji Yuheng'in gözleri hâlâ bankta oturan kızındaydı. Sonunda diz çökerek onunla göz hizasına geldi. “Lele, bugün senin ilk okul günün. Derslerine iyi çalış, öğretmenini dinle.”

Ji Leyu başını sallayınca küçük örgüleri sağa sola sallandı, çok sevimliydi.

“Hadi, babana tekrar veda et.”

Küçük kız merakla baktı. “Ama ben az önce veda ettim.”

Ji Yuheng'in ifadesi donunca Tu Xiaoning gizlice kıkırdadı.

Ji Yuheng kızının küçük burnunu hafifçe sıktı. “O zaman babanı bir öp bakalım.”

Küçük kız, sanki bir değerlendirme yapıyormuş gibi düşündü.

Ji Yuheng gülümseyerek onu kandırmaya çalıştı. “Babanı öpersen, işe gitmek için gücüm olur.”

Bunu duyunca küçük kız yerinden kalktı, Ji Yuheng'in boynuna sarıldı ve yanağına bir öpücük kondurdu.

“Muck!”

Ji Yuheng diğer yanağını çevirdi. “İki tarafı da öpmen lazım.”

Küçük kız tekrar babasını öptü.

Sonra Ji Yuheng de kızının yanaklarını öptükten sonra küçük alnına da bir öpücük bıraktı.

Tu Xiaoning içinden derin bir iç çekti. Resmen kendine rakip doğurmuştu. Ji Yuheng, kızını kendisinden daha fazla öpüyordu.

Yanlarında duran öğretmenler ve veliler olan biteni izliyordu. İçlerinden biri Tu Xiaoning'e gülümseyerek, “Eşiniz gerçekten hem yakışıklı hem de nazik.” dedi.

Tu Xiaoning sadece hafifçe gülümseyerek karşılık verdi.

O gün Ji Yuheng işe kesinlikle geç kaldı. Tu Xiaoning ona takıldı. “Sen tam bir kız babasısın.”

Ji Yuheng kolunu uzatarak onu kendine çekti ve belini sıktı. Tu Xiaoning hemen teslim oldu. “Arkamızda hâlâ veliler var.”

“Ne olmuş? Biz karı kocayız, aşkımızı göstermek yasak mı?”

Tu Xiaoning, onun koluna girip zamanın çok çabuk geçtiğini düşündü. Kızları artık anaokuluna başlamıştı.

Sonra dirseğiyle Ji Yuheng'i dürttü. “Kızın ilk gününde ağlamadı, değil mi? Evde o kadar şımartılınca uyum sağlamakta zorlanır diye endişelenmiştim.”

Ji Yuheng gururla, “Ben de çocukken ilk günümde ağlamamıştım.” dedi.

Tu Xiaoning ona hafifçe vurdu. “Demek kızın sana çekmiş.”

Ji Yuheng, “Sana çekmiş, tabii ki.” diye düzeltme yaptı. “Senin gibi açık sözlü, küçük hesaplar yapmayan biri.”

“Saçmalama.”

Ji Yuheng onun elini tutup nazikçe öptü. “Gerçekten.”

Tu Xiaoning onun sözlerinden mutlu olup yanağını sıktı. “Müdür Ji, her geçen gün daha da tatlı konuşuyorsunuz.”

Ji Yuheng gülerek, “Eşim iyi eğitti.” dedi.

Tu Xiaoning gözlerini devirdi. “Hadi oradan.”

Ji Yuheng eğilip onu bir kez daha öptü. Arabalarına doğru yürürken şakalaşıyorlardı. Çocuk sahibi bir çift gibi değil, âşık bir çift gibiydiler. (Çevirmen Notu: Çocuk sahibi çiftler aşk olamaz mı? Çocuk sahibi çiftlerin aşık çiftler olması gerekmez mi? Bunların da ilişkiye bakış açıları çok saçma. Evlenince ahiretlik oluyor sanıyorlar insanları😅)

Ama Tu Xiaoning, kızlarının zekâsının gerçekten babasına çektiğini daha sonra fark etti.

Bir gün okul çıkışında kızını almaya gittiğinde, bir başka velinin çocuğuyla konuşmasına kulak misafiri oldu.

“Bugün öğretmenin, rakamları yazamadığını söyledi. Hangi rakamı yazamıyorsun?”

Çocuk, “4.” diye yanıtladı.

“4 yazmak neden bu kadar zor olsun? Hafif yana eğ, bir yatay, sonra dik bir çizgi çek.”

“Çok zor, anne.”

“Eve gidince sana öğreteceğim!”

Tu Xiaoning gülümseyerek vedalaştı. Sonra kızına döndü. “Lele, sen 4 yazabiliyor musun?”

Ji Leyi başını salladı. “Evet.”

“Zor bulmadın mı?”

“Hayır. Babamın araba markasının üstüne küçük bir dik çizgi eklemek kadar kolay.”

Tu Xiaoning bir an duraksadı. Ji Yuheng’in arabası Lexus’tu. Lexus logosuna küçük bir çizgi ekleyince gerçekten 4 oluyordu.

Aman Tanrım... Kendi kızına bakarken bir an kendini yetersiz hissetti.

Bir gün okulda, öğretmenlerden biri Tu Xiaoning’e, “Kızınız inanılmaz zeki ve duygusal zekâsı da çok yüksek.” dedi. “Bugün oyun etkinliğinde diğer çocuklar kendi sevdikleri yemekleri yaptılar, ama Ji Leyu, ‘Öğretmenim, siz ne seviyorsunuz? Sizin için yapayım.’ dedi. Ayrıca yemek saatinde diğer çocuklara kaşık dağıtmaya da yardımcı oldu. Öğrendiklerini de asla unutmuyor, hafızası müthiş. Gerçekten çok akıllı bir çocuk.”

Tu Xiaoning şaşkınlıkla sordu. “Gerçekten mi?”

Öğretmen başını salladı. “Evet. Ailede iyi bir gen mi var? Kızınızı özel olarak yetiştirmeyi düşünmelisiniz.”

Tu Xiaoning biraz düşündü ve “Evet, babası A Üniversitesi'nde üstün yetenekli öğrenciydi. Belki ona çekmiştir.” dedi.

Öğretmenin gözleri parladı. “Eşiniz çok etkileyici! Hem banka müdürü hem de A Üniversitesi mezunu. Yakışıklı, zeki, başarılı ve zengin... Nereden buluyorsunuz böyle erkekleri? Geçmiş hayatınızda galaksiyi mi kurtardınız?”

Tu Xiaoning şaşırdı. Ji Yuheng’in banka müdürü olduğunu hiç söylememişti. Kayıtlarda da sadece “banka” yazıyordu.

Şaşkınlıkla, “Hocam, eşimin banka müdürü olduğunu nereden biliyorsunuz?” diye sordu.

Öğretmen gülümsedi. “Kızınız söyledi.”

“Ne dedi?”

“Diğer çocuklar babalarının polis olup kötüleri yakaladığını ya da doktor olup hayat kurtardığını anlatıyordu. Çocuklar birbirine hava atarken, Ji Leyu şöyle dedi...”

—“Benim babam banka müdürü! Çoook çooook çook fazla para yönetiyor!”

Tu Xiaoning’in zihninde hemen bu sahne canlandı. Bir yandan utanırken bir yandan da gülmemek için kendini zor tuttu.

Geri döndüğünde bu konuyu Ji Yuheng'e anlattı, o da biraz şaşırdı.

"Bunları nereden biliyor?"

Tu Xiaoning, onun ceketini alıp askıya asarken yanıtladı.

"Muhtemelen annem daha önce ona söylemiştir. Ama hatırlayıp kafasına bu kadar kazıyacağını düşünmemiştim." Ceketinin düzgün durmasını sağladıktan sonra devam etti. "Ama bu kadar küçük yaşta kıyaslama yapmaya başlaması pek iyi değil. Fırsat buldukça ona doğruyu anlatmalıyız."

Balkonda oyuncak arabasıyla oynayan küçük kız, sesleri duyunca arabasını sürerek yanlarına geldi. Ji Yuheng'i görünce hızla arabasından inip ona doğru koştu.

"Baba!" diye tatlı bir sesle seslendi ve sıkıca bacaklarına sarıldı.

Onun bu hitabı, Ji Yuheng'in içini sıcacık yaptı. Günün yorgunluğu bir anda uçup gitti. Eğilip onu kollarına aldı ve defalarca öptü.

Küçük Ji Leyu, elini uzatıp babasının dudaklarını sıktı.

"Baba içki içmişsin."

"Bunu sevmiyor musun?"

"Sevmiyorum. Sigara içmeni de sevmiyorum."

"Ben de sevmiyorum ama bu işimle ilgili."

"O zaman daha az içki iç, daha az sigara iç." Küçük kız, babasının başını tutarak konuştu.

Ji Yuheng onu birkaç kez daha öptükten sonra, "Tamam, baba Lele'yi dinleyecek." dedi.

Sonra onu havaya kaldırıp omzuna oturttu. Küçük Ji Leyu, en çok babasının omzuna oturmayı seviyordu. Başını babasının başına yasladı, sonra parmağıyla balkonu işaret etti.

"Deniz fenerine bakmaya gidelim!"

"Tamam." Ji Yuheng onu götürdü.

Tu Xiaoning, bu baba-kızın arasındaki tatlı bağı izleyince kendini biraz gereksiz hissetti. Hafifçe gülümsedi ve Ji Yuheng'in pijamalarını almak için odaya yöneldi.

Ana yatak odasından geçerken bir an durup düzgün serilmiş yatağa baktığında, kayınvalidesinin orada oturduğunu hayal etti.

Sonra tekrar balkona döndü ve gözleri hafifçe kızardı.

İçinden geçirdi. 'Anne, artık Lele de var. Üç kişilik bir aile olduk. Yuheng çok iyi, merak etme. Sonsuza kadar mutlu bir şekilde yaşayacağız...


Yazarın Notu:

Daha önce bazı okuyucular, Tu Xiaoning'in kayınvalidesiyle neden bu kadar derin bir bağ kurduğunu anlamadıklarını söylemişti. Açıklamak gerekirse, kayınvalide-gelin ilişkisi karşılıklıdır. Tu Xiaoning doğası gereği saygılı ve bağlı biri, kayınvalidesi de ona hep çok iyi davrandı. O da ona aynı şekilde karşılık verdi.

Özellikle Ji Yuheng'i sevdiğinde, annesinin onun en büyük zaafı olduğunu anladı ve kayınvalidesini korumak için elinden geleni yaptı. Kayınvalidesi vefat ettiğinde, yanında gördüğü son kişi Tu Xiaoning oldu. Ancak Tu Xiaoning, bulaşıkları yıkamak için mutfağa gitmişti ve son anlarında yanında olamamıştı. Bu, onun hayatında hep bir vicdan azabı olarak kaldı ve büyük bir pişmanlık yarattı. Bu yüzden aile bağlarının değerini daha iyi anladı ve çocuk sahibi olma fikri de o zaman doğdu.

"TuJi Çifti"nin yan hikâyesi burada sona eriyor. Hepinize eşlik ettiğiniz için teşekkür ederim! Eğilerek saygılar.

Bundan sonra Rao Jing'in yan hikâyesi başlıyor.

Yorumlar