Hidden Marriage in the Office - 126. Bölüm (Türkçe Novel)

Tu Xiaoning işine devam ediyordu ki Zhao Fanggang’ın dahili telefonu çaldı. Telefonu kapattıktan sonra Tu Xiaoning’e döndü.
“Patron seni ofisine çağırıyor.”
Tu Xiaoning başını sallayarak “Tamam.” dedi. Zhao Fanggang ardından Yuan Jiao’yu da çağırdı.
“Sen de gel, Xiao Yuan.”
Yuan Jiao da onayladı. İkisi arka arkaya Ji Yuheng’in ofisine gittiler.
Ji Yuheng çok resmi bir oturuşta değildi. Koltuğu yere kadar uzanan camın önüne dönüktü ve onlara mükemmel bir yandan profil sunuyordu. Sağ kolunu masaya yaslamış, elindeki dolma kalemle ritmik bir şekilde masaya hafifçe vuruyordu. Kalemin dokunduğu noktanın yanında avuç içi büyüklüğünde bir kağıt vardı. Tü Xiaoning göz gezdirdiğinde bunun bir kredi senedi olduğunu fark etti.
İkisi masanın önünde durduğunda Ji Yuheng hareketini durdurdu, kalemi o kağıdın yanına bıraktı ve kağıdı hafifçe iterek onların önüne sürdü.
Tu Xiaoning dikkatlice baktığında, bunun az önce Yuan Jiao ile birlikte aşağıya gönderdiği kredi senedi olduğunu gördü. Bu kağıt neden tek başına buraya gelmişti?
Ji Yuheng başını yana çevirerek onlara baktı.
“Bu kredi senedini az önce lobiye düşmüş halde buldum. Söylemek istediğiniz bir şey var mı?”
Tu Xiaoning durumu kabaca anlamıştı. Yuan Jiao’ya kısa bir bakış attı ama o sessizce duruyordu.
Bunun üzerine Tu Xiaoning konuştu.
“Bu benim kredim. Öğleden sonra meşgul olduğum için diğer müşteri temsilcilerinin kredi belgeleriyle birlikte Yuan Jiao’ya vermiştim. Aslında kendi işlerimi kendim halletmeliyim, bu benim dikkatsizliğim.”
Yuan Jiao hemen açıklama yaptı.
“Muhtemelen gişe memuru bana verirken iyi yerleştirmedi, bu yüzden yere düşmüş olmalı. O an fark etmedim.”
Ji Yuheng’in sessizliğini koruması üzerine devam etti.
“Xiao Tu şu an çok yoğun, kredi işlemleriyle ilgilenecek vakti yok. Ben hâlâ öğrenme aşamasındayım, ona yardım edebiliyorsam ederim diye düşündüm, sonuçta küçük bir şey. Onun kredisi acildi, ben de gişe memuruna ilk onun işlemini yapmasını söyledim. Tek düşündüğüm ona haber vermekti, o yüzden aceleyle yukarı çıktım ve kredi sonrası belgeleri kontrol etmeyi unuttum. Müdür Ji, bir daha dikkatli olacağım.”
Tu Xiaoning kaşlarını hafifçe çattı. Bunu sanki ona büyük bir iyilik yapmış gibi anlatıyordu.
Ji Yuheng’in sesi soğuklaştı.
“Bugün Merkez Bankası’ndan denetim için geldiler. Eğer bu kredi senedini ben değil de onlar bulsaydı, ne olurdu farkında mısınız?”
Ofiste buz gibi bir sessizlik oldu. Ji Yuheng sert bir şekilde masaya vurdu.
“Dikkatsizlik mi? Burası banka, herhangi bir yer değil. Bugün bir kağıt düşürdüğünüzü söylersiniz, yarın bir sıfır fazla gönderdiğinizde de mi ‘dikkatsizlik’ diyeceksiniz? Doktorlar ameliyat yaparken insanların hayatlarını ellerinde tutar, biz ise her gün parayla çalışıyoruz ve kendi hayatlarımızı ellerimizde tutuyoruz. Tek bir kağıt, tek bir hata, bir kişinin, bir ekibin, bir departmanın ve hatta tüm şubenin kariyerini mahvedebilir, hapis cezasına kadar götürebilir!”
Yuan Jiao artık başını kaldırmaya cesaret edemedi.
“Siz ikiniz de yeni kadroya alındınız. Sıfırdan başladınız ve adım adım buraya geldiniz. Önünüzdeki fırsatları değerlendirmek yerine neden böyle basit hatalar yapıyorsunuz? Küçük bir şey yüzünden büyük kayıplar yaşamak ister misiniz?”
Bu sert uyarı karşısında Tu Xiaoning daha fazla tartışmak istemedi. Sonuçta, olay onun hatasından kaynaklanmıştı. Kabul etti.
“Bundan sonra işlerimde daha dikkatli olup, hatasız ve eksiksiz çalışacağım.”
Yuan Jiao da hemen onayladı.
“Ben de öyle.”
Ji Yuheng kredi senedine bakarak sert bir şekilde konuştu.
“Bu ilk ve son. Bir daha olmasın.”
Tu Xiaoning elini uzatarak kağıdı aldı ve söz verdi.
“Bir daha asla olmayacak.”
İkisi de azarlanmış bir şekilde çıkmak üzereyken Ji Yuheng aniden konuştu.
“Yuan Jiao, sen kal.”
Yuan Jiao şaşırdı. Tu Xiaoning ise çıkmaya devam etti. O sırada Ji Yuheng tekrar konuştu.
“Kapıyı kapat.”
Tu Xiaoning kapıyı kapattı ve ofiste sadece Yuan Jiao kaldı. İçinde belirsiz bir tedirginlik vardı.
Bu kez Ji Yuheng dik ve ciddi bir şekilde oturuyordu. Sesi soğuk ve ciddiydi.
“Sence neden seni burada tuttum?”
Yuan Jiao başını eğip gözlerini kapattı, ardından yavaşça başını salladı.
“Bilmiyorum.”
“Yuan Jiao, buraya nasıl geldiğin umurumda değil. Ama burada olduğun sürece işini düzgün yapmanı beklerim.” Ji Yuheng kalemi masaya vurdu. “Sana bir şans daha veriyorum. Bana söylemek istediğin bir şey var mı?”
Yuan Jiao yere bakmaya devam ederek yalnızca şunu söyledi.
“Müdür Ji, ne demek istediğinizi anlamıyorum.”
Ji Yuheng’in sesi sertleşti, açıkça bir uyarı tonundaydı.
“Sen mi söyleyeceksin, yoksa ben mi anlatayım?”
Yuan Jiao inat etti.
“B-ben gerçekten bilmiyorum.”
“Sana fırsat vermediğimi söyleyemezsin. Yarın seni İnsan Kaynakları’na geri göndereceğim.” Ji Yuheng daha fazla konuşmadı.
Yuan Jiao’nun gözleri büyüdü.
“Müdür Ji?”
Ji Yuheng en ufak bir tepki göstermedi.
“Ekibimde art niyetli insanlara yer yok."
Yuan Jiao itiraz etti.
“Ben, ben öyle biri değilim!”
“Bugün iş arkadaşını tehlikeye attın. Yarın ne yapacağını kim bilebilir? Hatasını kabul edemeyen birinin banka ahlakı ve prensipleri olamaz.” Ji Yuheng ayağa kalktı, gözleri keskinleşti. “Sana iki seçenek sunuyorum: İstifa et ve bir nebze olsun onurunu koru, ya da bugün lobideki kamera kayıtlarını yarın İnsan Kaynakları’na teslim ederim.”
Yuan Jiao donakaldı.
“İstifa mı? Daha yeni kadroya alındım, nasıl istifa edebilirim?”
Ji Yuheng sertçe baktı.
“Yeni kadroya alındığını biliyorsun ama benim gözümün önünde oyun oynamaya cesaret ediyorsun?”
Yuan Jiao, onun kesinlikle güvenlik kameralarını izlediğini biliyordu, ama yine de pes etmek istemiyordu.
"Peki, diyelim ki bugün kafam bir anlık karıştı ve Tu Xiaoning’e çelme takmak istedim. Ama sonuçta ne oldu? Hiçbir şey! Departmana da herhangi bir zarar vermedim. Ama siz böyle kolayca bana kesin hüküm verip istifa etmemi istiyorsunuz. Ne hakla? Bunu kabul etmiyorum!"
O da artık her şeyi göze almıştı.
“İtirazın mı var?” Ji Yuheng’in gözleri soğuk bir keskinlikle parladı. “Banko görevlisi olarak çalışırken, müşteriler adına imza attın; adın üzerine kayıtlı birden fazla kredi kartını aile üyelerine vererek nakit avans çektirdin; ayrıca banka personeli kimliğini kullanarak başka bankalardan birçok bireysel kredi aldın ve bunları borsa ile emlak yatırımlarına yönlendirdin.”
Yuan Jiao’nun gözleri korkuyla büyüdü, Ji Yuheng’in buz gibi yüz ifadesiyle karşılaştı. “Bunlar sektör içinde ağır suçlar, tek tek saymamı ister misin?”
“Sen... Sen...”
“Benim görmezden gelmem bilmediğim anlamına gelmiyor.” Ji Yuheng elindeki kalemi fırlattı, sesi görünmez bir bıçak gibi Yuan Jiao’nun kalbine saplandı. “Hâlâ mı itiraz ediyorsun? O zaman bu somut delilleri doğrudan Bankacılık Denetleme Kurulu’na teslim etmek zorunda kalırım.”
Yuan Jiao, uçurumun kenarına itilmiş gibi hissetti, geri adım atacak yeri kalmamıştı. “Neden bunu bana yapıyorsun? Neden bana hiç yol bırakmıyorsun? Seninle kişisel bir husumetimiz yok, neden bu kadar acımasızsın? Bu sana ne kazandıracak?”
Ji Yuheng’in bakışları keskin bir bıçak gibiydi. “Acımasız mı? Eğer gerçekten acımasız olsaydım, şu an burada benimle konuşacak vaktin bile olmazdı.” Gözlerini ondan kaçırdı, bir saniye bile fazladan bakmaya tenezzül etmeden devam etti: “Sana iki seçenek sundum, tekrar düşün. Kendi isteğinle istifa edersen, öz geçmişinle bu sektörde kalmaya devam edebilirsin. Ama eğer ben devreye girersem, bu sektörde tamamen silinip gidersin. İstifa etmek mi, yoksa kovulmak mı? Karar senin.”
Yuan Jiao’nun elleri o kadar sıkılmıştı ki artık hissizleşmişti, tüm vücudu titriyordu. Ji Yuheng’e öfkeyle bakarken sesi titrek çıktı. “Ji Yuheng! Senin kişisel bir amacın var! Sen ve Tu Xiaoning birlikte misiniz? Onun için mi bana böyle davranıyorsun?”
“Öyle mi?” Ji Yuheng’in sesi sakindi. “Peki, senin Tu Xiaoning ile ne husumetin var?”
“Ben.. ” Yuan Jiao aniden sustu.
Daha fazla zaman kaybetmeye niyeti olmayan Ji Yuheng, hiçbir şey olmamış gibi kapıya yöneldi ve arkasında sadece bir cümle bıraktı. “Yarın işe geldiğimde istifa dilekçeni görmek istiyorum.”
Kapıyı açıp dışarı çıktı. Yuan Jiao ise onun arkasından bakarken dizleri artık kendisini taşıyamadı, geriye doğru sendeleyerek yere düştü. Bir sonraki saniye yüzünü elleriyle kapatıp acı içinde ağlamaya başladı...
***
Yuan Jiao aniden istifa etti. Tu Xiaoning şaşkındı. Daha yeni kadroya alınmıştı, nasıl bu kadar hızlı istifa edebilirdi? Üstelik, tam da ikisiyle aynı gün görüşmeye çağrıldıktan hemen sonra.
Bunun üzerine Ji Yuheng’e sordu. O ise sadece, “Kadroya alındıktan sonra sektör kurallarını defalarca ihlal etti. Banka yönetimi bunu zamanında fark etti. Ben de onun doğrudan yöneticisi olduğum için, istifa etmesi konusunda yönlendirme yapmak zorundaydım.” dedi.
“Hepsi bu mu?”
“Evet, hepsi bu.”
Tu Xiaoning içten içe işin bu kadar basit olmadığını hissetse de tam olarak adını koyamıyordu. O yüzden daha fazla sorgulamadı.
Böylece iş bölümü tekrar üçlü ekibe, yani ona, Zhao Fangang’a ve Xu Fengsheng’e kaldı. Üçü de iş yükünden şikâyet edecek hâle gelmişti, ama bu tatlı bir yorgunluktu.
Tam da o gün, uzun süredir görüşmediği Ling Weiyi aniden aradı ve ona “Sana et yedireceğim!” dedi.
Tu Xiaoning şaşkına döndü. “Bunu duyabilmek için kıyametin kopmasını bekliyordum.”
Ling Weiyi ise özellikle uyardı. “Eşini de yanında getir.”
Tu Xiaoning gözlerini devirdi. “Biliyordum, kesin bir bit yeniği var! Onu niye getireyim ki? Her seferinde hesabı o ödüyor. Sözde senin davetin oluyor ama sonuçta benim cebimden çıkıyor!”
“Tüh! Tu Xiaoning! Kocan birkaç kez hesabı ödedi diye hâlâ kin mi tutuyorsun? Hani biz kardeştik?”
“Kardeş filan değiliz!”
Ling Weiyi homurdandı ama ardından ciddi bir tonla devam etti. “Gerçekten, şaka yapmıyorum. Kocanı da getir, akşam ciddi bir duyurum var.”
Tu Xiaoning şüpheli bir şekilde sordu. “Yoksa sevgili mi yaptın?”
“Evet, yaptım.”
“Gerçekten mi?”
“Evet.”
“Vay be!”
“Vay be ne demek? Geliyor musun, gelmiyor musun?”
“Geliyorum, geliyorum! Yakışıklı biri mi bari?”
“Evet, çok yakışıklı.”
“Vay be!” Tu Xiaoning heyecanla bağırdı, ama sonra duraksadı. “O zaman kocamı getirmeyeyim."
“Neden?”
“Benim kocam bir ortaya çıkarsa senin o yakışıklı adamını anında gölgede bırakır.”
“Defol git!”
O akşam, Ji Yuheng’in herhangi bir iş yemeği yoktu, bu yüzden Tu Xiaoning onu da yanında götürdü. O, “yakışıklı adamı” görmek için neşeyle mekâna girdi, ama kapıyı açtığı anda “Vay canına!” diye bağırdı.
Odada oturan adamla göz göze geldi.
“Qi Yu?”
Qi Yu eskisi gibiydi, onu görür görmez yumruklarını birleştirerek selam verdi. “Ning Ye, uzun zaman oldu. Umarım iyisindir.”
Tu Xiaoning, onun yanındaki Ling Weiyi’ye bakarak şaşkınlıkla sordu. “Siz... Siz?”
Ling Weiyi gülümseyerek başını salladı ve resmen ilan etti. “Tekrar bir araya geldik!”
Tu Xiaoning hiç beklemiyordu, onca zaman sonra Ling Weiyi ve Qi Yu tekrar bir çift olmuştu.
Uzun süredir görüşmeyen arkadaşların kısa sohbetinin ardından Qi Yu, Ji Yuheng’i fark ettiğinde bir anlık şaşkınlık yaşadı. “Bu beyefendi?” diye sordu.
Tu Xiaoning büyük bir ciddiyetle cevap verdi. “Eşim.”
Qi Yu hemen ayağa kalkıp elini uzattı. “Memnun oldum. Adınız?”
Ji Yuheng de elini uzattı. “Ji Yuheng. Memnun oldum.”
Qi Yu, Ji Yuheng’i süzerek aniden bir şiir okudu. “Taşlar gibi sağlam, çamlar gibi zarif. Güzelliği eşsiz, dünyada benzeri yok.” Sonra Tu Xiaoning’e dönerek ekledi. “Ning kardeş, böyle bir eş bulduğuna göre, başka ne istersin?”
Tu Xiaoning gösterişli bir şekilde yumruklarını birleştirerek selam verdi. “Qi kardeş, iltifat ediyorsun.”
Ling Weiyi göz devirdi, bardağı sertçe masaya koyarak çıkıştı. “Normal insan gibi konuşun!”
Qi Yu, hemen düzeltti. “Tu Xiaoning! Seni şanslı seni!”
Tu Xiaoning, Ji Yuheng’i yanına çekerek kibirli bir şekilde oturdu. “Fena sayılmaz.”
Qi Yu da oturdu ve Ji Yuheng'e kendini tanıtmaya başladı. “Ben Qi Yu, senin Tu Xiaoning'in üniversite arkadaşı ve kankasıyım, ayrıca Ling Weiyi'nin erkek arkadaşıyım.”
"Senin Tu Xiaoning’in" ifadesi, Tu Xiaoning’in bugün kulağına o kadar hoş geliyordu ki bir türlü doyamıyordu. Qi Yu’ya baktı, Qi Yu da anlayışla ona bir "aferin" işareti yaptı.
Eski dostluk böyle bir şeydi, tek bir bakıştan ne diyeceğini bilebilirdi.
Ji Yuheng, aralarındaki bu uyumlu hareketleri izledi, hafifçe başını eğerek gülümsedi. “Daha önce de sık sık Ning Ning’in senden bahsettiğini duydum, ancak sadece ismini işitmiştim. Bugün sonunda tanışma fırsatım oldu.”
Qi Yu içtenlikle ona çay doldurdu. “O anlatmıştır ama benim hakkımda iyi şeyler söylediğine ihtimal vermiyorum, kesin hep dalga geçmiştir.”
Tu Xiaoning anında ona karşılık verdi. “Saçmalama!” Daha cümlesini bitirmeden Ji Yuheng’in bakışıyla karşılaştı. Hemen fincanını alıp çay içerek zarif bir hanımefendi gibi davrandı. “Ee? Az önce kim konuştu?”
Ling Weiyi, Tu Xiaoning’in Ji Yuheng karşısında tamamen teslim olmuş hâlini görünce gülmekten kendini alamadı. Qi Yu’ya hafifçe dirsek attı. “Ben sana ne demiştim? Kocasının yanında resmen süt dökmüş kediye dönüyor.”
Tu Xiaoning, yine saçmalıyorsun diye çıkışmak istedi ama cümlesi ağzında kaldı. Karşısında cilveleşen çifte bakarak sordu. “Siz ne zamandır birliktesiniz? Hadi, itiraf edin!”
Ling Weiyi hafifçe öksürdü. “Bir süredir.”
Tu Xiaoning kaşlarını kaldırdı. “Ne biçim dostsun sesenbunca zaman haberim bile yoktu!”
Qi Yu söze girdi. “İlk adımı atan bendim. Ayrıldıktan sonra birkaç kez görücü usulü buluşmalara gittim ama onu unutamadım, kimseyi onun yerine koyamadım.” Yan gözle Ling Weiyi’ye bakıp elini tuttu. “Her gün işe gidip gelirken yalnızdım, konuşacak kimsem yoktu. Sevinçlerimi, üzüntülerimi paylaşabileceğim biri yoktu. Bütün dünyayı kazansam neye yarardı?”
Ling Weiyi de elini daha sıkı kavradı, parmakları birbirine kenetlendi. O da ona bakarak devam etti. “O, Slam Dunk’ı çok severdi. Eskiden evlendikten sonra Japonya’ya, Kamakura’ya gitme sözü vermiştik. Ayrıldıktan sonra tek başıma gittim. Kamakura Lisesi’nin önünde gelip geçen trenleri izledim. Geçmişle vedalaşmak istemiştim ama aslında hiç vedalaşamadığımı fark ettim. O an kendime dedim ki, 'Eğer o benden önce evlenirse, ben de tamamen vazgeçerim.’”
Qi Yu hemen ekledi. “Ama ben evlenmeyecektim. Eğer evleneceğim kişi o değilse, başka birine sadece acı çektirirdim. Kalbim ancak bir kişiye yetecek kadar büyüktü ve o kişi Ling Weiyi’ydi. Kendime söz verdim. O benden önce evlenirse, sadece onun mutlu olduğunu bilmem yeterliydi. Bekâr kalmaya razıydım.”
Ling Weiyi, “Sık sık eski okulumuzun sınıflarına girip dersleri dinliyordum; tek başıma uzun, sonu görünmeyen çınar ağacı yolunda yürüyordum. Ama her seferinde, farkında olmadan ağlıyordum. Daha önce onunla yürüdüğümüz yolları yürüsem de o yanımda olmadığı sürece, dünyamın gökyüzü bile griydi.” dedi.
Qi Yu devam etti. “Tek başıma eski filmleri izliyordum, eski şarkıları dinliyordum. Hepsi onunla olan anılarımdı. Ama o yoktu ve komedi filmleri bile trajediye dönüşmüştü, neşeli şarkılar bile hüzünlüydü.”
Ling Weiyi: “G şehrine gittim. Onu bir kez bile olsa gizlice görebilmek için. Sadece iyi olup olmadığını görmek istiyordum.”
Qi Yu: “Ben de C şehrine döndüm. Onu düşündükçe geceleri uyuyamıyordum. İyi mi, yemeklerini düzgün yiyor mu, bilmiyordum.”
“Onu gördüm, iyi değildi.”
“Onu gördüm, o da iyi değildi.”
Ling Weiyi’nin gözleri kızardı. Qi Yu, diğer eliyle de onun elini tutarak devam etti. “O an anladım ki, benim için bu dünyada en önemli kişi oydu.” Parmaklarını daha da sıktı. “G şehrindeki işimi bırakmaya karar verdim. Devlet memuriyeti gider, tekrar sınava girerim. Ama bu dünyada yalnızca bir tane Ling Weiyi var. O benim tek ve biricik sevdiğim. Ailesinin yanına gidip onlara şunu söyledim: ‘Eğer hâlâ kabul ederseniz, bundan sonra ben de sizin oğlunuz olurum. Gerekirse damat olarak yanınıza yerleşirim.’”
Sonra Ling Weiyi’ye döndü, ona baktığında sanki tüm dünyası o olmuştu.
Ling Weiyi de elini sıktı. Parmakları kenetlendi, göz göze geldiler. Gözlerinde bir ışık vardı ama o ışık, sarsılmaz bir kararlılık taşıyordu.
Tu Xiaoning kendini tutamadı, deli gibi peçete aradı. Sonunda Ji Yuheng ona bir tane uzattı.
Konuştuğunda sesi tamamen burun tıkanıklığından nasibini almıştı, yüzünü silerek söylendi. “Siz resmen romantik dizi sahnesi yaşıyorsunuz! Bu ne kadar klişe, bayılacağım! Söyleyin bakalım, nikah şahidiniz kim olacak?”
Yorumlar
Yorum Gönder