Hidden Marriage in the Office - 104. Bölüm (Türkçe Novel)

Tu Xiaoning işe döndüğünde, olayların tahmin ettiğinden çok daha ciddi bir hal aldığını fark etti. Her şey iç ağ forumuna bile düşmüştü.

Ana sayfadaki en çok aranan konu: #Ji Yuheng#

Bu, DR çalışanlarının eğlenmesi ve vakit geçirmesi için oluşturulmuş bir iç ağ sistemiydi. Her çalışan, personel numarasıyla giriş yapabiliyor, anonim olarak gönderi paylaşabiliyordu. İnsanlar genellikle finans haberleri, ekonomik politikalar ve önemsiz dedikodular paylaşırdı. Kurum içinde olumsuz bir etki yaratmadığı sürece herkes özgürce konuşabiliyordu. Bu da DR'nin nispeten insancıl yönetim anlayışını gösteriyordu.

Tu Xiaoning kadrolu çalışan olmadığı için sanal çalışan numarasıyla bu iç ağa giriş yapamıyordu. Ancak Zhao Fanggang sürekli foruma göz atıyordu. Olayın gitgide büyüdüğünü, sadece diğer şubelere değil, genel merkeze kadar ulaştığını söyledi. Hatta, Ji Yuheng ile Tang Yuhui arasındaki dedikodulardan bile daha büyük yankı uyandırmıştı. Üstelik bir başlık da sabitlenmişti.

"DR'nin tanrısı Ji Yuheng'in kalbi kime ait?"

Konunun altına binlerce yorum gelmişti.

Zhao Fanggang'ın fareyle yorumları aşağı kaydırmaya çalışırken bir türlü sonuna ulaşamaması karşısında, Tu Xiaoning içinden "Millet iş saatlerinde bu kadar boş vakti nereden buluyor?" diye geçirdi. Hatta iç ağ sistemini bir hacker bulup çökertse mi diye düşünmeden edemedi.

Çok geçmeden olayın baş kahramanı ortaya çıktı. Ji Yuheng, ofislerinin kapısını tıklatıp Zhao Fanggang'ı çağırdı.

"Geldim, patron!" Zhao Fanggang hemen faresini bırakıp ayağa fırladı. Çıkmadan önce yanındakilere fısıldayarak, "Tamam, şimdi gidip patronun ağzını yoklayacağım, gelişmeleri aktarırım." dedi.

Tu Xiaoning'in içi sıkıntıyla doluydu. İşleri mahvettiğini hissediyordu. Neyse ki o an onları gören çalışan, gizlice fotoğraf çekmemişti. Aksi takdirde ikisi de bu işten sağ çıkamazdı. Ama yine de artık o ceketi bir daha şubede giymeye cesaret edemezdi. Burada herkes adeta Sherlock Holmes’tü. Bir kıyafet yüzünden yakalanmak istemezdi.

Zihni başka şeylerle meşgulken, yeni aldığı kurumsal belgeleri incelemeye başladı. Rastgele birkaç rapor çıkardı, ardından vergi beyannamelerine göz attı. KDV raporuna baktığında ise kaşlarını hafifçe çattı.

O sırada Zhao Fanggang neredeyse uçarak ofise döndü. Az kalsın duvara çarpacaktı.

"Ne yapıyorsun? Acil doğuma mı yetişmeye çalışıyorsun?" Rao Jing, her zamanki gibi onunla pek nazik konuşmuyordu.

Zhao Fanggang ise hiç alınmadı. Fotokopi makinesine tutunarak bir eliyle kendini destekledi. Adeta ayakta durmakta zorlanıyor gibiydi. Nefes nefese, "Büyük haber!" diye bağırdı.

"Hadi söyle!"

"Patron, pa-patron..."

Rao Jing sabırsızlandı. "Ne yani? Kekeleyip durma! Ne patron patron diye uzatıyorsun?!"

"Patron... patron nişanlandığını söyledi!"

"..."

"O gizemli kadın onun nişanlısıymış!"

"..."

Bu resmi bir açıklamaydı!

Tu Xiaoning'in kalbi deli gibi çarpmaya başladı. Bir an, sanki kalbi artık kendisine ait değilmiş gibi hissetti. Elini su şişesine götürüp bir yudum içerek sakinleşmek istedi ancak dudaklarına dokunduğunda, elinde su şişesi değil, birkaç gün önce bir iş arkadaşının düğününde dağıtılan şeker kutusunu tuttuğunu fark etti.

O öğleden sonra DR'de sadece büyük bir yankı olmadi, adeta bir atom bombası patladı. İş yerinde herkesin morali çöktü, dört bir yandan inleme sesleri yükseldi.



***


İş çıkışı Tu Xiaoning önce iş yeri yakınındaki markete uğrayıp balık aldı, ardından kayınvalidesini hastanede ziyaret etti. Kayınvalidesi yeni bir kemoterapi turuna başlamıştı ve bu seferki yan etkiler önceki seferlere göre daha şiddetliydi. Bir deri bir kemik kalmıştı. Hem Tu Xiaoning hem de Ji Yuheng iş yerinde giderek daha yoğun çalışıyorlardı. Bu yüzden Ji Yuheng, annesi ile 24 saat ilgilenecek bir hasta bakıcı tutmuştu. Pahalıydı ama en azından içleri biraz olsun rahattı.

Tu Xiaoning hastaneye vardığında, kayınvalidesi henüz yeni uyumuştu. Hasta bakıcıdan onu uyandırmamasını rica etti ve sessizce yatağın yanında oturarak ona baktı. Kısa bir süre sonra Ji Yuheng de geldi. Gerçekten de bugün akşam bir iş yemeği yoktu.

Kapıyı açıp içeri girerken Tu Xiaoning ona hemen "Şşş!" işareti yaptı. O da annesinin derin bir uykuda olduğunu görünce kapıyı usulca kapattı ve yanına geldi. Tu Xiaoning’in omzuna dokunarak yanında durdu. Tu Xiaoning ise elini onun elinin üzerine koydu. Biri ayakta, diğeri oturuyordu ama bakışları aynı noktaya odaklanmıştı—ikisi de hastane yatağına, aynı sıcak ve yumuşak ifadeyle bakıyordu.

Bir süre birlikte oturduktan sonra hastaneden ayrıldılar. Hasta bakıcı, koridorda onları görünce ayağa kalktı.

"Bay Ji, Bayan Ji."

Aslında daha önce kayınvalidesini evde bakması için tuttukları hasta bakıcıyı yeniden getirmek istemişlerdi ama o kadın, yeni doğum yapan kızının yanında kalmak zorunda olduğu için gelememişti. Bu yüzden yeni birini bulmuşlardı. Bu hasta bakıcı önceki kadar yaşlı değildi, yaklaşık kırk yaşlarında, eli çabuktu. Ama biraz gevezeydi ve dedikoduya meraklıydı. Hastanedeki diğer hasta yakınlarıyla sürekli sohbet edip zaman zaman kayınvalidesini ihmal ediyordu. Ancak şu anda iyi bir bakıcı bulmak zordu. Tu Xiaoning, önceki hasta bakıcının kızının lohusalık dönemi bittiğinde onu tekrar işe alıp bu kadını göndermeyi planlıyordu.

"Teyze, annemin iştahı nasıldı bugün?" diye sordu Tu Xiaoning.

"Aynı, ağzında acı bir tat olduğunu söyledi. Biraz lapa içti."

"Yarın ona balık çorbası getireceğim, o hastane lapası içmesine gerek kalmaz."

“Oh, tamam.”

Tu Xiaoning tam Ji Yuheng’i çekip götürecekken, hasta bakıcı tekrar seslendi.

Ellerini göğsünde birleştirerek konuştu. “Öğretmen Wu’nun son iki gündür iştahı pek yok, ama meyve yemeyi seviyor. Getirdiğiniz meyveler neredeyse bitti. Yarın bir öğünlük anca yeter.”

Ji Yuheng bunu duyunca hafifçe yana döndü. “Öyle mi?”

“Evet, mesela bazen günde üç elma yiyor.”

“Meyvede fazla şeker var, tüketimini kontrol etmek lazım. Günde en fazla iki tane, öğle ve akşam yemeklerinden sonra yemeli.” diye uyardı Ji Yuheng.

Hasta bakıcı başını salladı. “Evet, ben de öyle düşündüm ama ağzının acı olduğunu söylüyor ve tatlı bir şeyler yemek istiyor. Onu her gün bu kadar acı çekerken görünce kıyamıyorum...”

Ji Yuheng, ceketinin iç cebine elini attı, cüzdanını çıkarıp birkaç banknot aldı ve bakıcıya uzattı.

“Biz yoğunuz, onunla fazla vakit geçiremiyoruz. Bir şey almak isterse önce doktor ve hemşirelere danış, onlar onay verirse al. Şimdiden teşekkürler.”

Hasta bakıcı parayı aldı. “Aman efendim, bu benim görevim.”

Tu Xiaoning, onun birkaç banknot daha çıkardığını gördü. “24 saat bir hastaya bakmak kolay değil. Annemi sana emanet ediyoruz. Bir sorun olursa bana ya da eşime hemen haber ver.”

Hasta bakıcı hafifçe itiraz etti. “Ah Ji Bey, ne kadar naziksiniz. Zaten maaşımı alıyorum, üstüne bir de bahşiş veriyorsunuz. Nasıl kabul edeyim?” Ama söylenmesine rağmen parayı cebine koymayı ihmal etmedi. Gülümseyerek devam etti. “Merak etmeyin, annenize kendi ablam gibi bakacağım!”

Ji Yuheng daha fazla bir şey söylemeden Tu Xiaoning’i de alıp hastaneden çıktı.

Hasta bakıcı, onların uzaklaştığını gördüğünde elindeki parayı saydı ve yüzü mutlulukla aydınlandı. Gerçekten de herkes bu çiftin iyi bir işi olduğunu söylüyordu, demek ki doğruymuş. Sadece birkaç laf edip yüzlerce yuan almıştı.

Hastaneden çıktıktan sonra Tu Xiaoning daha fazla dayanamadı. “O bakıcının sadece para koparmak istediğini biliyorsun ama yine de bu kadar cömert davrandın. Annem bir günde o kadar meyve yiyemez. Bence o kendine alıyor. Az önce içeri girdiğimde çöp kutusunda yeni bir elma çekirdeği vardı. Annem uyuyordu, sence kim yedi?”

Ji Yuheng onu kolundan çekti. “Bırak yesin, sonuçta meyve pahalı bir şey değil.”

“Ben paraya kıyamıyorum diye değil, mesele insanlık meselesi. Küçük numaralar yapıyor.”

“Önemli olan annemin iyi bakılması. Geri kalanlar mühim değil.”

Tu Xiaoning onu hafifçe itti. “Beni kolay para kaptıran biri olmakla suçluyorsun ama sen de benden farklı değilsin.”

Ji Yuheng elini tuttu, bakışları nadiren bu kadar karanlıktı. “Annemin bu seferki kemoterapiye tepkisi oldukça şiddetli. Nikâhımızdan önceki zamanı hatırlatıyor bana. Son zamanlarda pek rahat uyuyamıyor.”

Tu Xiaoning onun elini avcuna aldı. “Bir şey olmayacak. Annem çok güçlü biri, geçen sefer de atlattı. Kafanı böyle şeylerle meşgul etme.” Birkaç adım birlikte yürüdükten sonra o da ister istemez hüzünlendi. Kısa bir süre düşündü ve ekledi. “Bundan sonra iş çıkışı annemin yanında daha çok vakit geçireceğim. Ne isterse kendim gidip alırım.”

Ji Yuheng onu kendine çekerek yaklaştırdı. “Ben hasta bakıcıyı tam da bu yüzden tuttum, dikkatini dağıtmamak için. Sen de son zamanlarda işinle çok meşgulsün, sürekli müşterilerle uğraşıyorsun. Önce kendine iyi bakmalısın.”

“Ben iyiyim.” Sonra ona yaslanarak devam etti. “Ama çalışmam şart. Müşteri portföyüm çok geniş değil, elimde ne kadar fazla müşteri olursa o kadar güvende hissederim.”

Ji Yuheng kolunu beline doladı. “Öğlen görüştüğün müşteriyle nasıl geçti?”

“Evrakları teslim aldım ama yarın iade edeceğim, bu işi yapmayacağım.”

Ji Yuheng adımlarını yavaşlattı. “Neden?”

“Bugün konuştukça fark ettim ki patron biraz dengesiz biri. Ayrıca acil nakit ihtiyacı var ama muhasebe kayıtlarını göstermiyor. Bunlar büyük sorun sayılmaz ama geri dönünce vergi beyannamesini kontrol ettim ve bingo, bana sahte bir belge vermiş.”

“Gerçek mi sahte mi olduğunu nasıl anladın?”

“Bu sektörde faturalandırılan gelirle ana iş kolu geliri asla %100 birebir örtüşmez. Vergi beyannamesinde bir hile olduğunu düşündüm. Ama devletin vergi sistemi şeffaftır, sisteme girildiğinde bir firmanın yıllık ne kadar vergi ödediği net olarak görülebilir. Sahte bir sistem mi oluşturacaklar yani? Emin olmak için birkaç büyük firmanın KDV beyannamelerine baktım ve açık verdiklerini fark ettim. Diğer firmaların formları düzenli ve tablo çizgileri tamdı. Rakamlar sağa yaslıydı, her satır tam hizalanmıştı. Ama onların formunda rakamlar kayıktı, hafif aşağı sarkmıştı. Kutuların çizgileri de tam çizgi değil, bazısı kesikliydi. Vergi geliri tam olarak ana iş gelirine eşit çıkıyor ama bana vergi sistemini göstermiyorlar. Bu açıkça şüpheli değil mi?” Tu Xiaoning ayağının ucuyla bir taşı tekmeledi. “Bence bankalarla şirketler arasındaki iş ilişkisi de tıpkı tüccarların iş yapması gibi. Herkes kendi çıkarlarını gözetir, fiyat ve maliyet konusunda pazarlık yapabilir ama her şeyden önce dürüst olmak gerekir. Benden borç istemen, bana güvendiğin anlamına gelir. Ben de borç vermeye razıysam, sana güveniyorum demektir. Ama daha en başından yalan söyleyip beni kandırmaya çalışırsan, ileride bana dürüst olacağını nasıl bekleyebilirim? Böyle birine borç verebilir miyim? Sonunda paramın geri dönmeyeceği kesin olur.”

İkili otoparka vardığında Ji Yuheng ona bakarak bir şey söylemek ister gibi durdu.

Tam o sırada bir güvenlik görevlisi yaklaşıp Tu Xiaoning’in arabasını işaret etti. “Bu araba senin mi?”

Konuşmaları yarıda kesildi. Tu Xiaoning başını salladı. “Evet, amca, bir sorun mu var?”

“Arabanı nasıl park ettiğine bir baksana! Çizgiyi geçmişsin, farkında mısın? Şuna bir bak!” Güvenlik, park alanını işaret etti.

Tu Xiaoning bakmadan da çizgiyi geçtiğini biliyordu. O sırada acele ettiği için biraz kaydırmanın bir sorun olmayacağını düşünmüştü.

“Amca, kusura bakmayın. Sürüşüm pek iyi değil, bir de aceleyle park ettim, dikkat etmedim.” diye hemen özür diledi.

Güvenlik başka bir arabayı işaret etti. “Sen çizgiyi geçtin, o da geçti. Şimdi diğer araçlar nereye park edecek? Hastane otoparkı zaten sıkışık, neden siz gençler bu kadar bencil davranıyorsunuz?”

Tu Xiaoning başını çevirdiğinde fark etti ki, birkaç araç ötede duran bir başka araba da çizgiyi aşmıştı. Hem de onunkinden daha fena bir şekilde. Tekerlekleri doğrudan yanındaki boş alana taşmıştı.

O sağa taşmıştı, Tu Xiaoning ise sola kaymıştı. İkisi arasındaki küçük boşluk zaten dar olduğu için normal boyuttaki bir araç oraya park edemezdi.

Muhtemelen diğer sürücüler şikâyet ettiği için güvenlik görevlisi tüm öfkesini Tu Xiaoning’den çıkarıyordu.

Tu Xiaoning gerçekten hatalı olduğunu hissetti, hızla özür diledi. “Özür dilerim amca, benim hatam. Başkalarının park sorununu düşünmedim.”

“Bak, senin yüzünden biri park edemedi, başka bir araç çıkmak zorunda kaldı ve trafik sıkıştı. Bugünkü otopark ücretine ekstra ceza ödeyeceksin.” Güvenlik iyice sertleşmişti.

Ji Yuheng, onun abartılı tepkisine karşı bir adım atmaya hazırlanıyordu ama Tu Xiaoning ondan önce davrandı. Çantasına elini attı ve beklenmedik bir şekilde bir paket sigara çıkardı.

“Söylediklerinizde tamamen haklısınız, gerçekten dikkatsiz davrandım.” Bir yandan mahcup bir şekilde konuşurken, diğer yandan iki dal sigara çıkarıp güvenliğe uzattı. “Amca, daha yeni araba kullanmayı öğrendim, bir de annem hastanede yatıyor. Aklım parkta değil, aceleyle girdim. Lütfen kusuruma bakmayın. Buyurun, birer sigara alın, sinirinizi yatıştırın.”

Güvenlik, uzatılan sigaralara bir an baktı. O da ne, Zhonghua 95 Supreme mi?

Tu Xiaoning hâlâ neşeyle gülümsüyordu. Güvenliğin öfkesi bir anda yatıştı, genç kadına birkaç kez daha göz gezdirdi. “Tamam, tamam. Ama bir daha dikkat et. Burası hastane, süpermarket değil. Otopark sürekli dolu, kafanıza göre park edemezsiniz.”

“Anladım amca.” Tu Xiaoning başını salladı ve çantasından cüzdanını çıkarıyormuş gibi yaptı. “Bugün park ücreti ne kadar ödeyeceğim?”

Güvenlik elini salladı. “Hadi, hadi, ne kadarsa o kadar öde. Ön tarafta QR kodunu tarayıp hallet. Ben sadece seni uyarmak istedim.”

Tu Xiaoning gülümsedi. “Teşekkürler amca, bir daha dikkat edeceğim.”

Güvenlik sigaraları aldı ve mırıldandı. “İnşallah bir daha hastaneye gelmek zorunda kalmazsın.” Sonra sigaraların birini sağ, diğerini sol kulağının arkasına sıkıştırarak ekledi. “Hadi, arabayı çıkar da trafik açılıversin.”

“Tamam, tamam, hemen çıkıyorum.”

Güvenlik uzaklaştıktan sonra Tu Xiaoning sigara paketini çantasına geri attı ve derin bir nefes aldı.

Başını kaldırıp baktığında Ji Yuheng’in hâlâ olduğu yerde durduğunu gördü.

Gülerek takıldı. “Heykel var sandım ama meğer benim kocammışsın. Beni azar yerken izlemek hoşuna mı gitti?”

Ji Yuheng sonunda adım atarak yanına geldi ve yürürken sordu. “Sigarayı nereden buldun?”

"Aldım."

"Sigara alıp ne yapacaksın?"

"Elimde sigara olursa, hiçbir şey dert olmaz. Sadece erkekler mi sigara içip duman savurabilir? Biz kadınlar sigara içemez miyiz, öyle mi?"

Ji Yuheng onun karşısına geçip dikkatlice baktı.

"Bu nasıl bir bakış böyle?" diye sordu Tu Xiaoning.

"Hayranlıkla bakıyorum." Ji Yuheng aniden gülümsedi. "Tu Hanım, artık öyle bir hale geldin ki, yanındayken tek kelime edemiyorum."


Yorumlar