Eat Run Love - 4. Bölüm

4. Bölüm


Ding Zhitong onunla birlikte gülümsedi, sonra cesurca büyük konuştu. “Eğer M şirketinden iş teklifi alırsam, seninle koşuya gelirim.”

Yemeklerini bitiren ikili, yemekhaneden ayrıldı. Normalde burada vedalaşıp ayrılmaları gerekirdi ama nedense kimse ilk adımı atmadı.

Birbirlerine bakarak öylece durdular. Soğuk rüzgar yüzlerine çarpıyor, yanlarından geçen öğrenciler “biraz çekilir misiniz?” der gibi geçip gidiyordu. O boşluk, bu yüzden daha da uzun hissettirdi.

Sonunda ilk konuşan Gan Yang oldu. "Bir şeyler içmeye gitmek ister misin?"

“Olur,” dedi Ding Zhitong, pek umursamaz bir tonla. Ama laf ağzından çıkar çıkmaz kendi de şaşırdı. İçinden kendine söylendi.

'Bu vakti dönüp ödevini yapmak için kullansan ya. Wall Street Oasis diye bir site var, finans sektörü mülakatlarıyla ilgili her şey orada. 2007’de sadece forumdu, şimdi eğitim setleri bile satıyorlar. Gir bir göz at, mülakat sorularına çalış, biraz ekonomi haberi falan oku...'

Ama artık geri dönmek için çok geçti. Gan Yang çoktan gülümseyip elini Ding Zhitong’un sırtına hafifçe koymuş ve onu yanına çekerek birlikte yürümeleri için yönlendirmişti.

Gan Yang onu, alt katta satılan karamel elma suyunu içmek istediğini söyleyerek kütüphaneye götürdü. Bu, Ithaca'nın sonbaharına özgü bir içecekti, yeni toplanmış elmalarla yapılırdı. Zhitong bu içeceği hep severdi—ne zaman buradan geçse mutlaka bir bardak alır, soğuk rüzgârda yürürken yudum yudum içerdi. Evet, fazladan bir masraftı ama mevsim geçince bir daha bulmak mümkün değildi. Zaten birkaç güncük keyifti.

Bir erkek olarak Gan Yang’ın bu kadar tatlı bir şey istemesine şaşırmıştı ama yine de iki bardak sipariş etti ve hemen öne atılıp parayı ödedi—çünkü söz verdiyse, sözünde dururdu. Bu sefer o ısmarlayacaktı.

Gan Yang yan tarafında durmuş, sanki gülmek üzereymiş ama kendini tutuyormuş gibiydi. Zhitong bunu fark edip ona şöyle bir baktı ama ne diyeceğini bilemedi.

Yemekhanenin kapısındayken hâlâ konuşacakları bir şeyler kalmış gibi hissetmişti ama şimdi söyleyecek bir şey bulamıyordu.

Bir süre düşündükten sonra aklına yalnızca bir soru geldi. Konuyu açmak için sordu.

“‘Moqi’... o iki seçenekli oyun, onu sen mi çözdün?”

Gan Yang başını salladı. “Evet.”

“Peki ya M Bankası’nın online testleri?”

“Tabii ki. Hepsini kendim yaptım.” Gan Yang ona biraz şaşırarak baktı.

Zhitong yanlış anlaşılmasından çekinip açıklama yaptı.

“Bir arkadaşım var da, yazılı sınavlarda çok iyidir ama elendi. Son aşamadaki kişilik testinden dolayı olduğunu söyledi.”

Gan Yang kaşlarını çattı, bir saniyeliğine onun gözlerine baktıktan sonra başını eğip hafifçe gülümsedi—sanki Zhitong’un ne demek istediğini anlamış gibiydi.

Zhitong bir anda kendini garip hissetti. Sanki ille de ortak nokta bulmaya çalışmış da niyeti hemen anlaşılmış gibiydi.

Ama Gan Yang hemen ardından “İstersen... bir kez daha deneyelim mi?”

Anlamayarak “Neyi?” diye sordu Zhitong.

Gan Yang cevap vermedi. Çantasından dizüstü bilgisayarını çıkarıp internete bağlandı ve bir kişilik testi buldu. Önce kendi çözdü, sonra Zhitong’a da çözdürdü.

İnternetteki ücretsiz test, M Bankası’nın testine kıyasla oldukça basitti. Zhitong kısa sürede tamamlayıp “Gönder” butonuna bastı ve sonuçları görünce gülümsedi.

“Ne oldu?” diye sordu Gan Yang.

“Burada diyor ki... ben parayı iyi idare edemiyormuşum.” dedi Zhitong. Oysa bu işten para kazanmayı planlıyordu!

Gan Yang hemen atıldı. “Aa? Bende de aynısı yazıyor.”

“Ciddi misin?” Zhitong şüpheli baktı.

Gan Yang kendi sonuç sayfasını da açtı.

Ding Zhitong bu kısa birkaç satırı iki kez okudu.

Puanları birbirine çok yakındı: biri 86, diğeri 87. Analiz kısmında da birkaç cümleleri birebir aynıydı—

"Meraklı ve maceracı bir kişiliğe sahip, insan ilişkileri güçlü.

İş konusunda orta düzeyde hırslıdır ancak sorumluluk duygusundan dolayı yapmak istemediği şeyleri de yapmaya kendini zorlar.

İlginç şeyleri fark etmekte başarılı ama sabrı pek yok. Risk almayı sever ama bazen çekingen davranır.

Romantik bir ilişkiye özlem duyar ama evlilik konusunda daha gerçekçidir.

Parayı yönetmekte pek iyi değildir."

Zhitong şaşkınlıkla döndü. “Sen... benim cevaplarıma mı baktın yoksa?”

Gan Yang hemen karşılık verdi. “Asıl ben önce çözdüm. Cevaplara bakan biri varsa o da sensin.”

Zhitong karşılık veremedi. Cevaplarına bakmadığını biliyordu ama en mantıklı açıklama, bu tür ücretsiz testlerin gelişigüzel hazırlanmış olmasıydı. Ne işaretlersen işaretle, sonunda çıkan cümleler üç aşağı beş yukarı aynıydı.

Ama içten içe, başka bir ihtimali düşünmeyi daha çok istiyordu— O ve Gan Yang, aynı psikolojik testi çözmüş ve yine aynı sonucu almışlardı.

'Yoksa bu çocuk gerçekten ruh eşin mi?' Song Mingmei'nin o şaka yollu lafı yine Zhitong’un kulaklarında yankılandı.

İçerisi sıcaktı, akşam saatleriyle birlikte havalandırma da pek işe yaramaz hale gelmişti. Zhitong’un içi yanmaya başlamış gibiydi, elini yanağına götürdü—gerçekten sıcacıktı. Saatine baktığında dokuzu geçmiş olduğunu gördü. Artık veda zamanı gelmişti. Hafifçe gülümsedi ve bir kez daha teşekkür etti: “Sabahki yardımın için sağ ol... Senin de mülakatını kaçırmana sebep oldum...”

Söylediklerinin alt metni açıktı—bugünlük olanlar burada sona ersin istiyordu.

“Niye hâlâ oraya takılıyorsun ki? Dedim ya, gitsem de bir şey çıkmazdı zaten.” dedi Gan Yang, o her zamanki umursamaz ifadesiyle. Sanki en doğal şeymiş gibi, o da ayağa kalktı ve onunla birlikte dışarı yürümeye başladı.

Zhitong nazikçe ama net bir şekilde “Yalnız dönebilirim.” dedi.

Gan Yang ise, “Yok öyle şey. Ben seni bırakacağım.” dedi kararlı bir sesle.

Sözleri oldukça baskındı. Zhitong itiraz edecek gibi oldu ama sonunda durumu olduğu gibi kabul etti. Beraberce batı kampüsündeki yurtlara doğru yürümeye başladılar.

Gökyüzü yine kar serpiştirmeye başlamıştı. Minik kar taneleri, yalnızca sokak lambalarının altındaki ışık hüzmeleri içinde görünüyordu. Sanki birbiri ardına dizilmiş kar küreleri gibiydiler, bu büyülü manzara yolun sonuna kadar uzanıyordu.

Yürürken, Gan Yang adımlarını yavaşlattı ve Zhitong’un arkasında kaldı. Onun sırtına bakarak sordu. “Ding Zhitong, boyun kaç?”

Zhitong bir an afalladı, başını çevirmeden sordu. “Senin boyun kaç, A-Gan?”

“1.84.” dedi Gan Yang gayet rahat bir şekilde.

“Ben de 1.67.” diyerek karşılık verdi Zhitong. O söylediğine göre karşılık vermekten başka seçeneği yoktu.

“Peki ya kilon?” soru sormaya devam ediyordu.

Zhitong böyle direkt sorulara alışık değildi. Neden sorduğunu da anlayamamıştı. Durdu, arkasını dönüp ona bir bakış attı.

Ama Gan Yang hiç de garip bir şey sormamış gibi cevabını beklemeye devam etti.

Zhitong 'önce sen söyle.' der gibi çenesini ona doğru kaldırdı.

“70 kiloyum.” dedi Gan Yang.

“47 ya da 48 falan... sanırım...” dedi Zhitong da mecburen. Düz göğüs ve kısa boy lafları onu hep rahatsız etmişti.

Ama Gan Yang’ın bir sonraki lafını hiç beklemiyordu. “Bugünkü mülakat M Bankası’nın IBD pozisyonu için değil miydi? Orada çalışma saatleri çok ağır. Bu vücut yapınla nasıl dayanacaksın?”

Zhitong şaşkın bir ifadeyle ona baktı.

Gan Yang gülümsedi. “O yüzden... benimle birlikte koşmaya ne dersin?”

“Teşekkürler, gerek yok.” Zhitong anında reddetti ve hızla yürümeye başladı. “Stajyerken de beter saatlerde çalıştım, yine de başardım.”

“Eh,” dedi Gan Yang, onun hızına yetişerek, “ama staj sadece iki aydı. Gerçek iş bambaşka olur.”

Zhitong gülümsedi. “Ağzınızdan bal damlıyor. Bir teklif alayım da, ondan sonra konuşuruz.”

Bu mülakattan sonra, Superday denilen başka bir aşama vardı—birkaç görüşmenin aynı gün yapıldığı bir sistem. Rekabet çok daha sertti, kabul oranı neredeyse Harvard-Stanford’dan bile düşüktü. Yani o söylediği şey aslında “belli olmaz, hayırlısı” demekten farksızdı.

Ama Gan Yang bunu farklı algıladı. “Tamam o zaman, sözleşmiş olduk. Eğer kabul alırsan, benimle koşuya başlıyorsun."

Ding Zhitong tekrar ona baktı, çelişkili duygular hissediyordu ama hayır demedi.

Gece karanlığında, Gan Yang’ın gözleri ışıl ışıldı. Konuşurken dudaklarından çıkan beyaz buharın dalgalanışını gören Zhitong’un içinden o buhara eliyle dokunup sıcaklığını hissetmek geldi.

Gan Yang ise onun suskunluğunu bir kabul sayıp konuşmaya devam etti. “Keşke bu sonbaharı da Ithaca’da geçirebilseydik.”

Zhitong’un adımları yavaşladı. Ona sonbaharı sevdiğini söylemişti; demek ki hatırlamıştı.

Gan Yang onun tepkisini fark etmeden konuşmayı sürdürdü.

“Her gün koştuğum yolun kenarında bir sürü kestane ağacı var. Ekimde yerlere dökülürler. İlk senemde bir çanta dolusu toplayıp  eve götürmüştüm…”

Zhitong yine durakladı, ardından merakla sordu. “Nasıl? Onlar yeniyor mu?”

“Boşuna umutlanma, tadı acıydı.” dedi Gan Yang kahkaha patlatarak. Gözleri çizgi gibi kıvrıldı, bembeyaz dişleri göründü, tüm vücudu ışıldıyor gibiydi.

Zhitong nihayet onu nasıl tanımlayacağını bulmuştu—insanı ister istemez gülümseten bir gülümsemesi vardı. Genellikle sadece çocukların ya da delilerin yüzünde olurdu bu.

Direnmekten vazgeçti, o da gülümsedi. Cesurca bir söz verdi. “Eğer M Bankası’ndan teklif alırsam, seninle koşuya çıkarım.”

“Mükemmel!” Gan Yang onun omzuna bir şaplak attı. O kadar sertti ki, Zhitong öne doğru iki adım sendeledi.

Bu daha çok “kanka dayanışması” hareketiydi. Zhitong bir an afalladı. Bu adamın niyeti neydi, bir türlü çözemiyordu.

Tam o sırada yurt binasının karşısına gelmişlerdi. Zhitong durdu. “Geldik.”




Bir bisiklet yanlarından geçerken Gan Yang onun elini tuttu ve bisikletin geçmesini bekledikten sonra onumla birlikte yolun karşısına geçti. Zhitong soğuktan dolayı eldiven giymişti ama Gan Yang’ın avuç içi, eldivenin içinden bile sıcaklığını hissettiriyordu.

“Ee...” Yurdun önüne geldiklerinde, Gan Yang burnunu ovuşturdu.

“Ne ee?” dedi Zhitong da, refleksle burnunu ovaladı. Bu tepkiyi verdiği için pişman oldu; hem hızlı yanıt vermişti, hem de onun hareketini taklit etmişti.

Neyse ki Gan Yang bunu fark etmemişti. Ellerini ceketinin ceplerine soktu, başını hafif eğip, “Artık senden mülakat haberlerini bekliyorum.” dedi.

Gerçekten koşuya mı çıkacaktı? Zhitong’un aklına sekiz yüz metre koşusu gelince ürperdi ve konuyu değiştirip “Ben çıkayım artık.” dedi. Dönüp kapıyı açmak isterken kartını yanında getirmediğini fark etti. Zile bastı, ama içerden uzun süre kimse yanıt vermedi.

İkisi de binanın önündeki basamaklarda öylece kaldı. Sanki bir şeyler olmalıydı, ama sanki daha zamanı da değildi. Neyse ki içeriden biri çıktı da, Zhitong hemen kapıyı tuttu. Sıcak hava yüzüne vurdu—bir yandan rahatladı, bir yandan da hayal kırıklığı yaşadı.

“Görüşürüz.” dedi Gan Yang’a.

Gan Yang elleri hâlâ cebindeydi, ona doğru başını eğip salladı.

“Sen yukarı çık, ben bir dahakine seni koşuya almaya geleceğim.”

Zhitong duraksamadan içeri girip hızla merdivenleri çıktı. Odaya girdiğinde ışığı açmadan hemen perdeyi kaldırdı ve pencereyi açıp dışarı baktı.

Veda ederken Gan Yang hiçbir şey söylememişti ama hâlâ binanın önünde duruyordu. Onun başını pencereden uzattığını görünce el salladı. Zhitong da karşılık verdikten sonra döndü ve yürümeye başladı.

Sonraki birkaç saniye boyunca, sanki bir film sahnesine hayranlıkla bakıyormuş gibi orada durup onu izledi. Geniş omuzlu, uzun bacaklı, sporcu gibi dik ve gergin bir vücuda sahipti. Birkaç adımda yurdun önündeki yolu geçti.

İtiraf etmek gerekirse—gerçekten hoş görünüyordu.

Ne var ki bu zarif tablo üç saniyeden fazla sürmedi. Bir anda hoplayıp zıplamaya başladı, adımlarını büyüterek kaldırımdaki sokak lambasının gölgesinden sekerek geçti.

Ding Zhitong gülmeden edemedi ve içinden, ne kadar çocukça, dedi.

Yorumlar