Eat Run Love - 14. Bölüm

Aslında bu konuşmalara ‘sohbet’ denemezdi. Gan Yang sürekli konuşuyor, ardından bir şey soruyor, Ding Zhitong ise anca bir mırıltıyla cevap veriyordu.
Mesela ona koştuğu rotaları, ata binmeyi öğrendiği çiftliği, balık tuttuğu küçük köprüyü gösterdi ve kürek sporuna başladığında üst vücut gücü yetmediği için bir dönem boyunca halter salonuna gittiğini anlattı.
Ding Zhitong ise bir yandan soluk soluğa kalmış, bir yandan da başını sallayarak hepsine “Gitmedim.” diyordu.
Gan Yang sordu. “Peki sen normalde neler yapıyorsun?”
Ding Zhitong hâlâ nefes nefeseydi. “Ders çalışıyorum.”
Söyleyemediği başka birçok şey daha vardı. Ancak onun evine gelip esneme hareketleri yaparken nefesini düzene sokunca konuşabildi.
Günlük hayatı; derslere girip ödev yapmak, tez düzenlemek, kariyer planlamasıyla ve iş aramakla geçiyordu.
Ganyang bacaklarını bastırarak esnetmesine yardım ederken tekrar sordu. “Bunlar dışında neler yapıyorsun?”
Ding Zhitong cevapladı. “Ha evet, bir de sertifika sınavları. Son sınıftayken Şanghay’da CFA birinci seviyeyi aldım, geçen yıl ikinci seviyeyi geçtim, eylülde AICPA sınavını kazandım, seneye haziranda da CFA son aşamasına gireceğim.”
Ganyang gülerek ekledi. “Ben aslında eğlence anlamında neler yapıyorsun diye sormuştum. Mesela kulüp falan?”
Ding Zhitong biraz düşündü, sonunda bir şey buldu. “Toastmasters kulübü. Zamanım olursa ona gidiyorum.”
“Toast... ne kulübü?” Ganyang hiçbir fikri olmadan tekrar etti.
“Toastmasters işte.” diye açıkladı Ding Zhitong. “Uluslararası versiyon bir İngilizce konuşma kulübü.”
Anadili İngilizce olmadığı için mülakatlarda yetersiz görünmekten çekiniyor, bu yüzden okulun Big Red TMC kulübüne gidip hitabetini ve özgüvenini geliştiriyordu. Yanında Feng Sheng de gidiyordu. Song Mingmei’nin İngilizcesi onlardan çok daha iyiydi, hem de gayet şık bir İngiliz aksanıyla konuşuyordu. Kendi dediğine göre üniversitedeyken bir İngiliz değişim öğrencisiyle sevgili olarak o aksanı geliştirmişti. “Toastmasters”tan çok daha işe yaramıştı anlayacağınız.
“Ha öyle mi...” Ganyang bunu duyunca açıkça ilgisini kaybetti.
Ding Zhitong yine iç çekmeden edemedi. Aynı okulda okuyup ikisi de finans bölümü mezunu olmalarına rağmen sanki tamamen ayrı dünyalardaydılar. Gerçi lisans ve yüksek lisans farklı şeyler ama diğer lisans öğrencileri onun kadar başıboş değildi. Hatta bazıları ikinci sınıftan itibaren mezun olacak öğrencilere rakip olup staj kapmaya çalışıyordu.
Dayanamayıp "Sen niye finans okumaya karar verdin?" diye sordu. Çünkü Ganyang’ın üstünde gram “para peşinde koşan” havası yoktu. Spor eğitimi falan okusaydı daha uygun olurdu sanki. Bazen ona bakıp mezun olacağını düşünerek onun için endişeleniyordu. Mezuniyeti yaklaşmasina rağmen staj yapmamışti ve iş de aramıyordu. Yoksa babası onun için yatırımcı arayan bir VC ya da PE fonuna para koyup onu direkt LP—yani sınırlı ortak—yapmayı mı planlıyor? Parayı ver ama işin içine karışma modeli... Sadece eğlencelik mi?
Ama Ganyang’ın cevabı çok basitti. “Annem istedi. Arkadaşlarının çocuklarının hepsinin finans okuduğunu söyledi, bu yüzden benim de okumamı ve Hong Kong'da kalıp finansmana yardımcı olmamı istedi. Ben aslında başka bir şey istiyordum ama parayı o ödüyordu, hem o zaman küçüktüm, ne derse o olurdu.”
Kocaman bir “ana kuzusu” yazısı Ding Zhitong’un zihninde beliriverdi.
O sırada esneme hareketi yaparken dizlerini bile dümdüz uzatamıyor, parmak uçlarıyla ayak parmaklarına ulaşamıyordu. Ganyang onu bastırdıkça yüzünü buruşturuyordu ama yine de başı öne eğik bir şekilde gülümsedi.
“Ne gülüyorsun?” Gan Yang tabii ki fark etti ve onu çekip mindere yatırdı.
Ding Zhitong sırtüstü yatmış, ona bakarken dudaklarını büzüp başını salladı ve dayanamayıp “Sadece düşünüyordum da... acaba sen kaç yaşındasın?” diye sordu.
Bunu söyledikten sonra kulağa epey... yani... epey imalı geldiğini fark etti.
Önceki koşular hep okul çevresindeydi; esneme hareketlerini dışarıda, uygun bir demir ya da taş üstünde yapıyorlardı. En fazla bir ayağını kaldırıp ön bacağını esnetirken Ganyang onu tutuyor, çömelirken de elinden destekliyordu.
Ama bu sefer farklıydı. Burası onun spor odası olarak kullandığı boş bir odaydı. Ding Zhitong matın üzerine uzanmıştı, Ganyan ise bir kolunu yere dayamış ona bakıyordu. Aralarındaki mesafe o kadar yakındı ki birbirlerinin nefesini hissedebiliyorlardı.
Ding Zhitong, onun aklından neler geçiyor bilmiyordu ama kendisi oldukça fazla düşünüyordu. İçinden durmadan kendine telkinde bulunuyordu. 'Düşüncelerin kaymazsa bu sadece bir esneme hareketiyle birlikte yapılan bir sohbet olur. Ben sadece yaşını soruyorum! Sadece yaşı!!'
Neyse ki Gan Yang da oldukça ciddiyetle cevapladı. “Yurt dışına çıktığımda dil eğitimiyle bir yıl kaybettim. 86’lıyım.”
“Ben 85’liyim, demek senden bir yaş büyüğüm.” dedi Ding Zhitong, ama bu cevaptan nedense biraz hayal kırıklığına uğramış gibiydi. Doğrulmak istediğinde Gan Yang omzunu tutarak onu yerine sabitledi ve “Ben mart doğumluyum, sen mayıs. Bir yaş yok aramızda, sadece birkaç ay.” dedi.
Ding Zhitong şaşırdı. “Sen bunu nereden biliyorsun?”
Gan Yang gülümseyerek ve biraz da utanarak itiraf etti.
“Öğrenci kartına bakmıştım.”
“Ne zaman baktın?” diye sordu, kalbi hızlanmıştı.
“Çok önceydi.” diye itiraf etti. “Kütüphanede bir gün senin arkandaydım. Fark etmemiştin beni.”
“Gizlice mi baktın?” diye tekrar sordu Zhitong. Aklında o anı canlandırmaya başladı—Ganyan onun hemen arkasında, dudaklarını büzmüş, gözlerini kısmış, boynunu uzatmıştı. Böyle koca bir adamın ‘gizlice’ bir şey yapması zaten ne kadar mümkün ki? Bu sahne gözünde canlanınca istemsizce güldü ama bu seferki gülümsemesi çok daha yumuşaktı.
Gan Yang bir şey demedi, sadece başını hafifçe sallayarak onayladı.
Sonrasında olanlar biraz tartışmalıydı. Gan Yang sürekli o gün ilk hamleyi yapanın Ding Zhitong olduğunu söylüyordu ama Ding Zhitong’un hatırladığına göre, o sadece elini uzatıp Gan Yang’ın saçına dokunmuştu. Sonrası... Gan Yang onu öpmek için üzerine kapanmıştı.
Bu öpücük, bir önceki akşamkinden çok farklıydı—daha derin, daha tutkulu ve çok daha sarıcıydı. Dudaklarındaki arzu artık açıkça hissedebiliyordu. Bir eli Zhitong’un saçlarını okşarken, diğer eli çoktan göğsüne kaymıştı. Bedenleri birbirine neredeyse yapışıktı. Ganyang onu ezmemişti ama Ding Zhitong yine de nefes alamıyormuş gibi hissediyordu. Koşu için giydiği eşofman pek bir şey gizlemiyordu. O da tecrübesiz değildi, vücudundaki değişimi hemen fark etti. Ama olacakları düşündükçe, kalbi hem korkuyla hem de—evet, biraz da beklentiyle çarpıyordu.
Tam o anda Ganyang birden durdu, geri çekilip sordu: “Şey... acaba sen...”
“Ne?” Ding Zhitong afallamıştı. İçinden 'Sakın bana ilkin mi falan deme şimdi.' diye geçirdi.
Ama Ganyang sadece ona baktı, kekeleye kekeleye söyledi. “Eğer sen bizim ilk seferimizin biraz daha özel geçmesini istiyorsan... bir süre bekleyebiliriz…”
“Ne özelinden bahsediyorsun?” Ding Zhitong anlamadı.
“Hani kızlar genelde böyle şeylere önem verir ya. Mesela birlikte hep gitmek istediğin bir yere seyahate gideriz, güzel bir yemek yeriz, sonra senin sevdiğin bir otelde kalırız falan...”
Beceriksizce açıklamaya çalışmaya devam etti.
Ding Zhitong kendini tutamadı, “Senin anladığın ‘özel an’ ne kadar da demode...” dedi gülerek.
“Peki sen nasıl bir 'özel an' istersin?” diye sordu Gan Yang ciddiyetini bozmadan.
Ding Zhitong en başta onun sadece nazik olmaya çalıştığını sanmıştı ama o an gerçekten Gan Yang'ın bu işi geçiştirmek istemediğini fark etti.
---
Üniversitenin son yılıydı... O zamanlar eski sevgilisi resmen otel odasına girmek için çıldırıyordu ama tam o sıralarda Ding Zhitong ani bir şekilde bir staj işi bulmuştu. Firma onu hemen işe başlatmak istiyordu. Bunun üzerine adamla konuşup otel planını bir hafta ertelemeyi teklif etmişti. Bu mesele yüzünden eski sevgilisi onunla günlerce soğuk savaşa girdi. Ding Zhitong neredeyse sinirinden kusacaktı. İçinden “Tüm erkekler böyle mi acaba?” diye geçiriyordu. Aslında çok da umurunda değildi ama sırf inadına gitmedi otele. Her ne kadar sonradan araları düzelmiş olsa da, bu olay aslında uzun mesafe ilişkisinin ve sonunda gelen ayrılığın başlangıcı olmuştu.
Ama Gan Yang farklıydı. O beklemeye razıydı. Her şey bu noktaya gelmiş olmasına rağmen, yine de onun da kendini rahat hissedeceği bir zamanı beklemeye hazırdı.
Bu, Zhitong’u gerçekten duygulandırdı. Bir anda fark etti ki, aslında onun aradığı “özel an” tam olarak buydu.
Sonrasıysa... Gerçekten de onun ilk adımıyla başladı.
Zhitong ona sarılıp dudaklarına bir öpücük kondurdu ve usulca, “Bence böyle olması yeterli.” dedi.
“Gerçekten mi?” diye fısıldadı Gan Yang.
“Gerçekten.” diye başını salladı Zhitong.
Gan Yang bir şey demedi. Yüzündeki dağınık saçları kenara çekip onu yeniden öptü. Eli aşağı doğru kayarak onun kıyafetinin içine uzandı. Tenleri birbirine değdiği anda aralarında kıvılcımlar çakmış gibiydi, ikisi de hafifçe iç çekti.
Ama sonunda yine de durdular.
“Ne oldu?” diye sordu Ding Zhitong.
“Şey... bende... yok. Az önce markette bir tane alayım dedim, ne olur ne olmaz diye... Ama sonra ‘Acaba bu fazla mı arsızca olur?’ diye düşündüm...” diye mırıldandı Gan Yang.
Ding Zhitong ne demek istediğini hemen anladı ve kahkahayı bastı. Liseyi ve üniversiteyi ABD’de geçirmiş, yedi yıldır orada yaşayan, hayatının en “aktif” dönemindeki bir adam... Ama en ufak hazırlığı yoktu. Gerçekten beklemezdi bunu.
Gan Yang onun bu kadar gülmesiyle utandı, kucaklayıp kahkahasını kesmesini istedi. Sonra birlikte bir süre yerde uzandılar. Ardından o kalkıp yemek yapmaya koyuldu, Zhitong’a da evi keşfetmesini söyledi.
Ding Zhitong, bu noktaya kadar gelmişken devam edememenin bir erkek için epey zor olması gerektiğini düşündü. Bu yüzden onu daha fazla kışkırtmadı. Ayrıca başkasının evinde başına buyruk dolaşmak da istemediği için mutfağın karşısında, onun görebileceği bir yerde oturdu.
O sırada hava kararmıştı. Evdeki lambalar yandı, ocaktan pişen yemeğin ve eriyen tereyağının kokuları yükseldi. Gerçekten bir ev gibi kokuyordu. Sürekli yurtta kalmış olan Ding Zhitong’un gözleri doldu. Gözyaşlarını tutmak için Gan Yang onu yemeğe çağırana kadar arkasını dönüp pencereden karla kaplı avluya bakmaya başladı.
Akşam yemeği sadece üç yemekten oluşuyordu ama sofrada oldukça zengin görünüyordu. T-bone biftek pişirmişti, fırınlanmış sebzeler yapmıştı ve bir de... başta Zhitong’un “korkunç bir yemek” sandığı ama sonra birkaç dilim arka arkaya yediği alabalıklı brokoli keki vardı.
Onlar yemek yerken televizyonda “28 Gün Sonra” filmi oynuyordu. Derken bir ortak yönlerini daha keşfettiler: Ding Zhitong stres atmak için sık sık ikinci sınıf korku filmleri izlerdi, Gan Yang da öyle! “Ölülerin Şafağı”, “Braindead”, “Shaun of the Dead”, “Resident Evil”... Hepsini ezbere biliyordu. Ekranda zombiler insanları yerken o biftek yiyordu ve yüzünde zerre rahatsızlık yoktu.
Üç yemek bir çırpıda silindi süpürüldü, sonra ikisi de tıka basa doymuş şekilde koltuğa uzandılar.
Ding Zhitong homurdandı.
“Az önce koştuğum o beş kilometre tamamen boşa gitti.”
Gan Yang ise aniden alakasız bir şekilde, “Bir şey için senden özür dilemek istiyorum.” dedi.
“Ne?” Zhitong afalladı.
“Sana taktığım o lakap... doğru değildi.” dedi ciddi bir ifadeyle. Sonra yavaşça gülmeye başladı. “Sen... o zama söylediğimden... daha güzelsin.”
Zhitong onun ne demek istediğini yavaş yavaş anladı, yüzü kızardı.
“Yalnız... bu kadar az bir kiloyla böyle bir fiziğe sahipsen...” dedi, iki eliyle 90c beden bir sütyen ölçüsünü tarif ederek, “bu demektir ki kas ve kemik yoğunluğun çok düşük. Spor yaparken mutlaka iyi beslenmelisin, kırmızı et ağırlıklı olmalı. Tartıdaki kiloya takılma, sürekli de bana gel, birlikte yemek yeriz. Tamam mı?”
Ding Zhitong sinirden deliye döndü, uzanıp onu çimdikledi. Ama o ayaklarını kanepeye koyup geriye doğru esnedi, elleriyle yerden destek alarak kendini koltuğun arkasına attı. Zhitong böyle bir manevrayı ilk kez görüyordu, bir anda aklına o kelime geldi: fırlama maymun. Ama her nedense, bu sefer arkasından atlayıp onu kovalamaya başladı. Gan Yang ise onu hemen yakalayıp halının üstüne bastırdı.
Film bittiğinde saat henüz dokuz bile olmamıştı. Zhitong saate baktı ve eve dönmesi gerektiğini söyledi. Gan Yang onu biraz daha kalmaya ikna etmeye çalıştıysa da, Zhitong, Song Mingmei’in soru yağmuruna tutulmak istemediği için kararlıydı.
Gan Yang, “Siz kızlar böyle şeyleri birbirinizle mi konuşuyorsunuz?” dedi.
Zhitong karşılık verdi.
“Siz erkekler dışarı çıkıp randevudan dönünce anlatmıyor musunuz?”
Gan Yang güldü, başını iki yana sallayıp, “Ben anlatmam.” dedi.
Zhitong ona bir kez daha baktı ve yeniden çok sevimli olduğunu düşündü.
« Önceki Bölüm Sonraki Bölüm »

Yorumlar
Yorum Gönder