Eat Run Love - 11. Bölüm

Ertesi gün, Ding Zhitong, Gan Yang ile koşuya başladı.
Aslında bu fikri başta reddetmişti, hem de hazır bir bahanesi vardı. 'Önce iş teklifini alayım, sonra düşünürüz.'
Ama Gan Yang nedensellik yasasını tersine çevirerek, “Önce koş, belki o zaman teklif gelir.” dedi.
Bu ne biçim evrensel gizemli yasa? Ding Zhitong bunun saçmalık olduğunu biliyordu ama o anda iş teklifini alıp alamayacağı başlı başına bir muammaydı zaten.
Altın avcılarının arasındaki söylentiye göre, her yılki kampüs işe alım döneminde, bir BB yatırım bankası en az 2000 özgeçmiş alır, ilk eleme ve online sınavdan sonra yaklaşık 200 kişi kalır, ilk görüşme veya telefon mülakatıyla sayı tekrar yarıya iner ve sonunda yalnızca birkaç kişi işe alınır. Yani kabul oranı %1’in bile altındadır; oysa Harvard’ın kabul oranı %6’dır.
Bu yüzden Ding Zhitong kendince bir batıl inanç başlattı. 'Koş bakalım, belki işe yarar.'
Gan Yang, uzun süredir hareketsiz yaşayan Ding Zhitong için bir antrenman planı hazırladı. Haftada üç gün, başlangıçta yirmi dakika olan koşular zamanla otuz dakikaya çıkarılacaktı. İlk hedef, beş kilometreyi durmadan koşabilmekti.
Derslerdeki o sekiz yüz metre koşular çoktan unutulmuştu. Ding Zhitong’un bu tür rakamlara dair hiçbir fikri yoktu. Tek bir isteği vardı: Tanıdıkların olmadığı bir yer olmalıydı. Gan Yang’a verdiği gerekçe, 'Kötü koşuyorum, koşu stilim çirkin, rezil olmak istemem' şeklindeydi. Ama aslında nedenini tam olarak kendisi de bilmiyordu... Sadece, kimsenin onları birlikte görmesini istemiyordu.
Neyse ki hava oldukça soğuktu. Kang kasabasının özelliklerinden biri de rüzgar ve kar ne kadar şiddetli olursa olsun derslerin tatil edilmemesi ve hayatın her zamanki gibi devam etmesi olsa da, çoğu normal insan egzersiz yapmak için okulun spor salonuna gidiyor.
Akşamüstü, Ding Zhitong spor kıyafetlerini giyip kampüsün arka tarafındaki yokuşlu koşu parkurunda Gan Yang ile buluştu. Hava kapalıydı, rüzgar sert esiyordu, etrafta siyah, beyaz ve gri dışında bir renk yoktu. Yol boyunca, ikisinden başka bir kişi bile yoktu.
Mekan güzeldi ama plan pek yolunda gitmedi.
İlk sorun, Ding Zhitong’un yanlış ayakkabı giymiş olmasıydı.
Tabii, ona göre hiçbir yanlış yoktu. NB574—sonuçta bu da bir spor ayakkabı değil miydi? Ama Gan Yang bu modelin sadece yürüyüşe uygun olduğunu, koşarken ayak tabanlarının ve dizlerinin ağrıyacağını söyledi. Ding Zhitong ise şaşırarak, “Koşu yaptıktan sonra herkesin bacakları ağrımıyor mu zaten?” diye sordu. Gan Yang ne diyeceğini bilemedi, onu aşağı indirip kasabadaki bir spor mağazasına götürdü ve özel bir koşu ayakkabısı aldı. İşte orada, Ding Zhitong ilk kez ayaklarının ne kadar “problemli” olduğunu öğrendi. “Aşırı pronasyon”, “ayak tabanı dışa dönük”... Bir de ayakkabı numarası gerçeği ortaya çıktı. Gerçek numarası 38’di, onun iddia ettiği gibi 37,5 değil.
Gerçi, 38 numara işini kendisi çoktan biliyordu. Ama 38 kulağa büyük geliyordu; o yüzden kendini hâlâ 37,5 diyerek tanıtmaya devam ediyordu ve ileride de öyle yapmaya kararlıydı.
Ayakkabıyı aldıktan sonra dışarı çıktıklarında hava çoktan kararmış, kar yağışı başlamıştı ve on santimi çoktan bulmuştu. Kar küreme aracı ancak ertesi sabah gelecekti. Plan iptal oldu, ikili koşu yapmak yerine birlikte yemek yemeye karar verdiler.
İkinci seferde gerçekten koşmaya başladı.
Ama Gan Yang’ın gözünde Ding Zhitong’un tepeden tırnağa her şeyi sorunluydu: kol sallaması yanlış, yere basışı yanlış, hatta nefes alışverişi bile hatalıydı. Ona koşmayı bırakmasını söyledi, yol kenarında durdurdu ve arkasından sarıldı. Ellerini onun ellerinin üzerine koyup karnına bastırdı, eğilip kulağına doğru diyafram nefesi almasını öğretti: nefes al, nefes ver...
Önlerinde onlarca metre derinliğinde bir vadi vardı. Bu yer, Kang kasabasının intiharlarıyla meşhur noktasıydı; her yıl buradan atlayarak hayatına son veren öğrenciler olurdu. Ding Zhitong, normalde buradan geçerken asla uzun süre kalamazdı. Henüz arkasında bırakacağı 80 bin dolarlık küçük hedefini tamamlamamışken bir anlık boşlukla kendini aşağı atmaktan korkardı. Ama o anda, buranın o yalnız, sert güzelliğini sanki birazcık o da hissetti. Gökyüzü gri bulutlarla kaplıydı, kuzey rüzgarı yüzüne çarpıyordu, burnundan aldığı hava buz gibiydi. Sanki dünyada bir tek kendisi ve arkasındaki o beden kalmıştı; o kadar yakındılar ki, Gan Yang’ın geniş göğsünün içindeki derin ve yavaş kalp atışını hissedebiliyordu.
Daha yeni başlamışken Ding Zhitong nefes nefese kaldı.
Ama tam da o sırada kafasında bir soru netleşti.
“Gan Yang, sen neden sürekli insanları koşuya çağırıyorsun?”
Gan Yang niyetini fark etmemiş gibiydi, her zamanki gibi cevap verdi.
“Çünkü seviyorum.”
“Peki, hoşlandığın biri olunca da onu da koşuya çağırmak mı istiyorsun?” diye Ding Zhitong sorgulamaya devam etti.
Arkasındaki kişi kızardı ama Ding Zhitong bunu görmedi, sadece onun başıyla onayladığını ve çenesinin kulağına hafifçe değdiğini hissetti.
“O zaman... Sen Song Mingmei’yi de çağırdın, değil mi?” Ding Zhitong sessizce güldü. onun açıklamasını duymak istiyordu.
Ama Gan Yang göğsü sarsılarak güldü.
“Onu çağırmamın sebebi, kesinlikle hayır diyeceğini bilmemdi.”
“Bu nasıl bir gerekçe?” Ding Zhitong anlamadı.
“O çok açık sözlüydü, benim de bir erkek olarak onu doğrudan reddetmem hoş olmazdı. O yüzden her seferinde bana yazdığında, ‘Hadi birlikte koşalım’ derdim. O da ‘Teşekkürler, gerek yok’ derdi. Böylece kimsenin de gururu incinmemiş olurdu.”
Bu açıklama sonrasında Ding Zhitong hala bir şeyleri kafasında oturtamamış gibiydi.
“Peki sen neye güvenip de benim kabul edeceğimi düşündün?”
“Sen evet diyene kadar seni davet etmeye devam edecektim.”
Ding Zhitong dönüp ona baktı. Gan Yang’ın yüzünde, kendince akıllı olduğunu düşündüğü o ifadesi vardı. Alnına düşen saçları dağ rüzgarında dalgalanıyordu, gözleri tertemizdi. İçinden, Ne kadar da kendinden emin!' diye geçirdi ama uzun süre sessiz kaldı, nefes alışverişi yine bozulmuştu.
Aslında bu cevabı beklememişti. Onun utandığını görmeyi hayal etmişti. O zaman alaycı bir şekilde, 'Doğru söyle, buraya nefes alıp vermeyi öğretmek için kaç kızı getirdin? Kızmam, söz.' diyecekti.
Ve sonra, o gece 'tamam, seninle çıkacağım' dediği sözü geçersiz sayacaktı.
Ama işler onun planladığı gibi gitmedi. Hâlâ o nehir vadisinin yukarısında, arkadan elleri onun ellerinin üzerinden karnına bastırılmıştı ve kulağına fısıldıyordu: nefes al... nefes ver...
Üçüncü buluşmada, gerçekten koşmuş sayıldılar. Ve Ding Zhitong bu kararı aldığına lanet etti.
Daha iki kilometre bile olmadan yavaşladı, karnını tutarak durdu ve nefes nefese, "Yok, yapamıyorum, sadece bu kadar koşabilirim." dedi.
Ama Gan Yang bir spor öğretmeni gibi döndü, geriye doğru koşarak bağırmaya başladı.
“Durma Ding Zhitong! Yavaşlayabilirsin ama sakın yürüme! Koş! Ding Zhitong!”
Ding Zhitong onunla pazarlık etti.
“Sen... başka birini düşünmeye ne dersin? Ben gerçekten iyi biri değilim.”
“Ne bakımdan?” diye sordu Gan Yang, gülümseyerek.
“Para düşkünü, sıradan, romantizmden anlamayan, ağzı bozuk biriyim ve çok da güzel sayılmam...”
Gam Yang başını sallayarak onayladı.
“Evet, doğru. Eğer sen olmasaydın, estetik zevkimin bu kadar hastalıklı olduğunu bilemezdim.”
Pardon?! Ding Zhitong kendini bilen biriydi ama birinin bunu yüzüne söylemesi ilk defa oluyordu.
“Yüzün fena değil” diye ekledi Gan Yang, “ama ben daha çok...”
Göğsünün önünde iki elini yuvarlak yaptı — gösterdiği boyut en az 90C vardı.
Ding Zhitong öfkeyle onu kovalamaya başlayınca Gan Yang dönüp kaçar gibi koştu.
Bu şekilde planladıkları mesafeyi gerçekten koştular. Ding Zhitong yol kenarındaki kar yığınının üstüne yığıldı ve karın da bir yatak kadar yumuşak olabildiğini keşfetti.
Gan Yang yanına oturdu, omzuna vurarak “Bence gayet iyiydin. Seneye benimle birlikte New York Maratonu’na bir daha gel. Ben tam parkuru koşarken sen de on kilometre koşarsın.” dedi.
“New York Maratonu’nu daha yeni koştun ya!” dedi Ding Zhitong, onun deli olduğunu düşünerek. On kilometre mi? Bari doğrudan öldürseydi.
Gan Yang kısa bir duraksamadan sonra konuştu.
“Bu sefer... yarışı bitiremedim.”
“Ne? Bu kadar mı kötüsün?” Ding Zhitong aniden canlandı, doğrulup ona güldü.
“Senin yüzünden... O yüzden benimle tekrar koşmak zorundasın.”
“Neden benim yüzümdenmiş?” Ding Zhitong rastgele üstüne atılan suçu kabul etmedi.
Gan Yang başını dizlerinin arasına gömdü ve aptalca sırıtarak “...Söyleyemem, utanıyorum.” dedi.
“Tamam o zaman unut gitsin, söyleme.” Ding Zhitong taktik yaparak onu itti.
Gerçekten de Gan Yang biraz daha gülmeye devam ettikten sonra tekrar yana sokulup, elini ağzına siper edip kulağına fısıldadı.
“Sana anlatacağım ama kimseye söylemeyeceksin, tamam mı?”
Ding Zhitong bu çocuk çok saf diye düşündü, başını sallayıp uydurma bir söz verdi. “Tamam, kesinlikle kimseye söylemem.”
Gan Yang ancak o zaman itiraf etti.
“O gün Queen’s’te seni gördüm ya, sana el sallamak için zıpladım... O sırada göğüs bandı çıktı, sonra...”
Ding Zhitong bir şey anlamadı.
“Sonra ne oldu? Ve göğüs bandı da ne?”
Gan Yang nasıl anlatacağını bilemedi, elleriyle hareket yaptı.
“...sürtündü, anlıyor musun?”
Ding Zhitong hâlâ tam anlamamıştı.
“Bu nasıl benim suçum oluyor yani?”
Ama Gan Yang ona kararlı bir şekilde bakarak konuştu.
“Aslında biraz daha dayansam bitirirdim. Ama çok kanadı, tişörtün üstünden bile belli oluyordu. Senin beni bitiş çizgisinde beklediğini sandım. Görmeni istemedim, o yüzden yarıştan çekildim.”
(Çevirmen Notu: Maraton ya da uzun mesafe koşan bazı erkek sporcular, tişörtlerinin göğüs ucuna sürekli sürtünmesi sonucu göğüs uçlarında tahriş ve kanama yaşayabiliyor. Bu, özellikle terli tişörtün sürekli temas ettiği durumlarda oldukça yaygındır. Bu yüzden pek çok koşucu, bu tahrişi önlemek için göğüs ucuna özel bantlar (genellikle “nipple cover” ya da “nipple tape” deniyor) yapıştırır.)
Sahne şimdi gözünde cok daha iyi canlanmıştı. Ding Zhitong, pek de vicdanlı olmayan bir şekilde gülmeye başladı, bir türlü duramıyordu.
Gan Yang onun gülmesini engellemek için ağzını kapattı ama o kurtulup sordu.
“Sen bu kadar hassas mıydın yani?”
Bu laf ağzından çıkar çıkmaz biraz fazla ileri gittiğini fark etti. Gan Yang’ın buna illa bir şey söyleyeceğini düşündü ama o hiç karşılık vermedi. Hâlâ elini onun ağzında tutuyordu, gözleriyle ona bakıyordu ve artık gülmüyordu. Aralarındaki mesafe çok kısaydı, sıcak ve nemli nefesleri birbirine karışmıştı. Ding Zhitong tam bir şey olacak sanmıştı ki, o anda arkalarındaki yoldan zil çalan bir bisikletli vızır vızır geçip gitti.
O zaman birbirlerinden ayrıldılar. Ding Zhitong ayağa kalkıp elleriyle yanaklarını kapadı, çok üşümüş gibi bir hali vardı. Oysa aslında... yüzü yanıyordu.


Yorumlar
Yorum Gönder