When the Phone Rings - 9. Bölüm (Türkçe Novel)


Dırırırırı, dırırırırı.


Dönüşü olmayan sinyal sesiyle birlikte kalbi davul gibi çarpmaya başladı.


Saat on bir olmuştu ve kocası hala işten dönmemişti.


Hee-joo sert bir yüz ifadesiyle ensesini tekrar tekrar ovuşturdu.


'Yapabilir miyim gerçekten?'

'Hayır, hayır, yapabilirim... değil mi?'


Yalnızca cesaret ve inatla devam ettirdiği iş nihayet şekillenmeye başlayınca kafasının bomboş olduğunu hissetmeye başlamıştı.


Aşırı gerilimle dişleri birbirine çarptı.


‘Acaba öncesinde ilaç mı alsaydım?’


Dırırırırı, dırırırırı.


Sonsuza kadar sürecekmiş gibi devam eden sinyal sesi, adeta bir geri sayım gibi tehlikeli bir şekilde yankılandı.


Geçen her uzun saniye, hareketsiz kalan Heejoo'ya aşırı bir uyarıcı gibi geldi.


Nefesi hızlanıp başı dönmeye başladığı sırada süregelen sinyal sesi aniden kesildi.


Sımsıkı kapalı gözleri seğirdi. 'Tamam, başardın. Açtı!..'


'Önce bir sakinleş. Sakinleş ve...'


Heejoo, ilk sözünü söylemek için derin bir nefes aldığı anda, "Ha! Bugün de karım senin ellerinde ölecek mi?" dedi adam.


“Öhö, öhö!”


Heejoo, çaresizlikle dolmuş bir halde telefonu yüzünden uzaklaştırdı.


Sesindeki alaycılık ona üstünlük sağlamıştı. Kahretsin, iyi bir başlangıç yapamamıştı.


“Bayağı şaşırmış gibisin.”


“Ha... hayır lan, değilim...!”


Saldırganın sözlerini taklit etmeye çalıştı, ama istemeden kelimeler birbirine karıştı.


Neyse ki ses değiştirme işlemi düzgün bir şekilde çalışıyordu ve Baek Sa-eon’un yanıtı normaldi.


“Peki, o zaman ne yapmayı planladığını söyle de duyalım.”


'Adam her seferinde telefon numarasının değiştiğini söylemişti, o zaman nasıl bildi?'


Tüm arayan numaraları ezberleyip, olasılıkları tek tek eleyerek bulmuş olamazdı!..


“Karıma iyi bakıyor musun bari?”


Tehdit edilmesi gereken kişi o iken, sadece gülüyordu.


'Sakin kal, karmaşaya kapılma.'


Heejoo, dilini ısırıp derin bir nefes aldı.


“Onun karın olduğunu mu söylüyorsun? Öyle olmadığını sanıyordum.”


Kalbim sıkışmıştı ama umurunda değildi.


Şu an önemli olan kontrolü geri almaktı.


“Sen eski nişanlını terk edip baldızınla evlendin.”


Aralarındaki hava aniden gerildi.


“Bunu ifşa edeceğim.”


Nihayet, Heejoo kocasına karşı kullanabileceği ilk silahını çekmişti.


Baek Sa-eon’un yüksek ahlaki değerlerine leke sürmek...


Bu, onun ilk planıydı.


“Gerçek nişanlının şimdi nerede olduğunu bile bilmiyorsun, değil mi?”


Düğün öncesinde birdenbire kaybolan kız kardeşinden 3 yıl boyunca hiçbir haber alınamamıştı.


Onu bulmak için adam bile tutan başkan, bazen sinir krizleri geçiriyordu.


Kız kardeşinin ortadan kaybolması, herkese eşit şekilde yansımıştı.


Bu sayede Heejoo, istediği kadar yalan uydurabilirdi.


“Bir insanın tamamen ortadan kaybolması için ne kadar büyük bir pislik dönmüş olmalı?”


Tabii ki biraz kurgu eklenmişti, ancak önemli olan gerçeğin ne olduğu değildi; asıl mesele o damgayı ona vurmaktı.


Söylentilerin olmadığı temiz bir özel hayata sahip olmak, bir o kadar hızlıca kirlenebileceği anlamına geliyordu.


Bir kez ifşa edilmesi yeterliydi.


Baek Sa-eon, ona yapışan kötü imajı kaldıramazdı.


“İki kardeşin duygularıyla birden oynadın.”


"..."


“Üstelik biri de ortadan kayboldu. Bu hikâyeyi insanlar gerçekten sevecek. Şok edici, değil mi? Beyaz Saray'ın sözcüsü Baek Sa-eon tam bir pislik. Halk her zaman dramayı sever.”


Üstelik, aile üyelerinin karıştığı bu tarz skandallar rahatsız edici olmanın ötesinde tabu niteliğindeydi.


Yetenek ve ahlakın birbirinden ayrılamadığı bir toplumda, bir zamanlar kendisine duyulan güven şimdi bin katı kötü tepkiyle geri dönecekti.


Soğukkanlı Baek Sa-eon bunu görmezden gelemezdi.


"Ne istiyorsun?"


Evet, işte böyle olmalı...!


Boynundaki atardamar hızla attı.


İlk kez, Baek Sa-eon'un soğukkanlı tavrı hoşuna gitti. Sanki bunu bekliyormuş gibi cevap verdi.


“Ben her şeyi ifşa etmeden önce, kendin hallet.”


"Ne demek istediğini açıkça söyle."


“Hong Heejoo'yu terk edip, gerçek nişanlını geri getir.”


“...”


“Her şeyi eski haline getireceksin.”


“...”


"Zaten ona ihtiyacın yok."


Heejoo'nun yüzü kontrol edilemez bir sevinçle, sanki ekşi bir meyveyi ısırıyormuş gibi buruştu.


"En başından beri evliliğin taraflarından biri bile değildi."


Uzun süredir içinde taşıdığı kompleksin, böyle bir kaçış fırsatına dönüşeceğini hiç tahmin etmemişti. Heyecan verici isyan duygusu, boğazını yakarcasına sıcak bir hisle doldurdu.


"Anladın mı? Eğer babanın başkanlık seçiminin içine sıçmak istemiyorsan, her şeyi eski haline getireceksin. Eğer istersen bunu yapmanın çok kolay olduğunu biliyorsun!.."


Adamın ağzı mühürlenmiş gibiydi, nefes bile almıyordu.


Baek Sa-eon, siyasi hayatından hemen vazgeçecek bir adam değildi.


Bu durumda Heejoo zaferini garantilemiş gibi görünüyordu.


"Meclise girmesi gereken biri, burada bir skandal yüzünden darmadağın mı olacak? O zaman kendini affedebilecek misin? Hadi bakalım, hesabını kitabını iyi yap abi."


İnsanların maske takıp şarkı söylemesinin nedeni de bu olsa gerekti.


Gıcırtılı ve kurnaz sesi hem ürkütücü bir etki yaratıyor hem de içini rahatlatıyordu. Düşündüklerini olduğu gibi söyleyip karşısındakini sıkıştırmanın verdiği his, kalbinin daha hızlı atmasına neden oluyordu.


"Cumhurbaşkanının sözcüsü olarak tanınan birinin iki kardeşle gönül eğlendirmiş olması, cumhurbaşkanının kendisini de utandırmaz mı?"


"..."


"Sadakatten yoksun, vicdanı olmayan, edep nedir bilmeyen birini kim hükümetin yüzü olarak görmek ister ki?"


Ağzında kelimeler havai fişik gibi patlıyordu.


Heejoo, ilk kez bu özgürlük hissini yaşamanın verdiği coşkuyla, yerinde döne döne dans etti.


"Yarına kadar kararını ver."


Ve gerçekten kötü biriymiş gibi, cümlesinin sonuna kısık bir kahkaha ekledi. Geriye doğru yankılanan sesi, kalın ve hoyrattı. O anda bütün hayatını sessizce ve boynu bükük bir şekilde yaşamış olan San Gyeong Medya'nın ikinci kızı değildi.


Adı yoktu, yaşı yoktu, mesleği yoktu, sadece bir şantajcıydı.


Kimse onun kim olduğunu bilmiyordu.


"Eğer bu seni zorlayacaksa, 20 milyonla halledebilirsin."


"..."


"Özel hayatın mahvoldu diye söylentiler çıkmasındansa, bu yol daha ucuz."


Kimliği bilinmediğinden istediği gibi konuşabilme özgürlüğü vardı.


Boşanma ya da 20 milyar vermesi, her ikisi de Heejoo için dezavantajlı olmayan seçeneklerdi.


"Yarın tekrar arayacağım."


Zamanlayıcıya bir göz attı.


İlk görüşme için bu kadarı iyiydi. Talepleri netti ve onun mükemmeliyetçiliğini hedef alan tehdit oldukça etkiliydi.


"Burada keselim."


Konuşmayı kimin sonlandırdığını bilmek, kontrolü kimin elinde tuttuğunu netleştirirdi. Böylece tereddüt etmeden kapatma tuşuna basmak üzereyken...


"Bitirdin mi?"


"..."


Birden sandalyenin gıcırdama sesi duyuldu.


"Ne kadar da büyük bir tehditler savurdun."


"..."


Sessizce dinleyen adam birden derin bir iç çekerek alaycı bir şekilde güldü. Uzun konuşmasından sıkılmış bir tavrı vardı.


"Senin gibilerin sürekli aynı eski tehditleri tekrar etmesi gerçekten şaşırtıcı."


Alaycı bir şekilde mırıldanırken Heejoo olduğu yerde dondu.


"Senin "deli" olduğunu söylemek kolay olurdu. Ne kadar çılgın olduğunu ve topluma ne kadar zararlı olduğunu söylemek yeterli. Şüpheli bir kaynağı hedef alıp, gerçeği saptırmak kolaydır."


"..."


"Telefon dolandırıcılığı suçlamasıyla olayın üzerini örtüp bir şekilde suçu sana atabilirim, ne dersin?"


Onun birkaç kelimesiyle bir anda planının zayıf noktaları ortaya çıkmıştı.


HeeJoo'nun ağzının köşesi hafifçe seğirdi.


"Tehditler savurmak istiyorsan, önce benim hakkımda araştırma yapman lazımdı."


Sessiz bir öfkeyle alt dudağını ısırdı.


"Konuşmam için can atan gazeteci var."


Onu kolayca yenebileceğini hiç düşünmemişti zaten. Belki de bunu yapabileceğine, bunun işe yarayacağına inanmak onun hatasıydı.


Var olduğunu bile bilmediği kibri hedef alınınca heyecanlı ruh hali aniden çöktü.


"Bu olayı skandal değil de basit bir talihsizlik gibi küçültmek benim için hiç sorun değil. Değersiz bir şantajcıyı alt etmek mi? Gözümü bile kırpmadan yapabilirim."


Sözleri görünmez bir parmak alnını dürtüyormuş gibi hissettirdi.


"..."


"Ama neden bunu yapayım ki?"


Sürekli sıkılmış gibi gelen sesi bir anda soğuk bir tona büründü.


"Karımı terk mi edeyim? Senin gibi bir adamı dinleyeceğimi mi sanıyorsun?"


"Sessizce kendi halinde yaşayan kadınımı bu kirli işlere bulaştırmak istemeniz çok yazık."


'Ne... Kadınım mı?'


Bu sözler Heejoo'nun içinde inanılmaz bir öfke dalgası uyandırdı.


'Ceset meset bir şeyler saçmalıyordu, şimdi de kadınım diyor. İkiyüzlü pislik!'


Heejoo, konuşmanın kaydedildiğini fark edip fark etmediğini ya da başka bir planı olup olmadığını bilemiyordu.


Ama kesin olan bir şey vardı: Başından beri politik bir tavırla konuşan adam birdenbire koca gibi konuşmaya başlayarak havayı değiştirmişti.


Birden boynunda bir sıcaklık hissetti.


"Sen, sen...! Hong Heejoo'nun arabasını kontrol ettin mi?"


"Yine ne saçmalıyorsun..."


"O arabayı hurdaya çıkardım. Hurda oldu!"


Baek Sa-eon, ne dediğini anlamaya çalışır gibi sessizdi.


“Bilmiyordun, değil mi? Aklına gelmedi bile. Bu haldeyken ona nasıl 'karım' diyebiliyorsun?”


Onu suçlayıp kınadıkça içi ferahladı.


"Sen hala bunun bir oyun olduğunu mu sanıyorsun? Sana, köşede oturup sadece olan biteni izleyen biri gibi mi görünüyorum? O gün, senin karının saçını, boynunu, dudaklarını hepsini sıkı sıkı tutuyordum."


"..."


"Kaçmasına izin vermedim, hep yanımda tutuyordum."


"..."


"Korktun, değil mi? Ha, korktun."


O korkunç anıları kullanarak böyle sıkıştırmanın böyle bir şey olduğunu bilmek garipti.


Soğuk bir sessizlik, beklediği kadar tatmin ediciydi.


Birini korkutmanın ahlaki olarak yanlış bir şey olduğunu bilse de, Heejoo'nun içi rahatlamış gibiydi.


"Sonra ne mi oldu dersin?"


O anda, sakin bir ses hafifçe yankılandı.


Yorumlar

Yorum Gönder