When the Phone Rings - 10. Bölüm (Türkçe Novel)


"Ne?"


"Devam et."


"Ee... O sırada onun boğazına bıçağı dayadım."


Duraksadı. Sakin gibi görünmeye çalışıyordu ama bir şeyler tuhaf hissettiriyordu. Yanaklarından kulaklarına kadar tüyleri ürpermişti.


"Sonra?"


"Telefonu yüzüme kapattın! O anda boğuşmaya başladık."


"Ne?"


"Boğuştuk diyorum! O kadar sert hareket ettim ki, tam olarak ne olduğunu hatırlamıyorum. Ama başlatan oydu. O an tamamen kendini kaybetti, muhtemelen vücudunda bir sürü morluk da kalmıştır.."


"…"


"Sonradan kendime geldiğimde üstüm başım mahvolmuştu..."


Bir an, keskin bir kahkaha sesi duyulmuş gibi oldu.


"Alo?"


Kulağının yanında beliren ürperti, bunun hayal olmadığını kanıtlıyordu.


Ama ne kadar beklese de telefondan bir cevap gelmedi.


Heejoo, omzunu dikkatlice hareket ettirip çarpışma sırasında aldığı darbeyi kontrol etti.


Aynı anda, “Hey!” diye mi seslenmeli, yoksa “Baek Sa-eon” diye mi hitap etmeli, diye düşünürken…


"...Ben…"


Sakinliğini koruyan ama hafifçe bastırılmış bir ses telefondan zorlukla duyuldu.


"Bir adamın yüzünü bu kadar merak ettiğim bir zaman olmamıştı."


"..."


"Kolay yoldan tutklanmayı aklından çıkar, 406. Bu gerçekten çok eğlenceli olacak."


Başından beri ilgisiz görünen adam, birden ciddi bir duruş sergilemeye başlamıştı.


Aniden üzerine çevrilen bu yoğun dikkat karşısında Heejoo ne yapacağını şaşırdı.


'İstediğim bu değildi...'


Onun arzuladığı şey iş birliğiydi, böyle anormal bir ilgi değil.


Daha doğrusu, talep ettiğı şartlarla ilgilenmek yerine şantajcıya duyduğu takıntı rahatsız ediciydi.


'Ne oluyor? Neyi kaçırdım?'


Bir anda av oluyormuş gibi boynunda bir ürperti hissetti.


O an, 9dakikadya ayarlı olan zamanlayıcı çalmaya başladı.


"Lanet olsun!.."


Heejoo aceleyle telefonu kapatma tuşuna bastı.


İlk görüşme_mp3


Batırmış mıydı yoksa işe yaramış mıydı?


Kalbi hızlı hızlı, gürültüyle çarpmaya başladı.


***


Bip bip bip bip, bip bip-


Telefonu kapatmasından kısa bir süre sonra, kapı kilidi açıldı.


'Ahh!..'


Oturma odasında dolanana Heejoo kapı seslyle birlikte hızla odasına girdi. Telefonu kapatırken gösterdiği cüretkarlık ortadan kaybolmuştu. Heejoo, kulağını kapıya dayayıp onun hareketlerini tahmin etmeye çalıştı.


"..."


Hiç ses gelmediği için odasına girmiş olduğunu düşünen Heejoo, kapıya yaslanarak yavaşça yere oturdu.


"Delirdin. Kafayı yemişsin sen Hong Heejoo!"


Gerçekten yapmıştı. Kocasına gerçekten tehdit telefonu açmıştı!..


Telefonu sıkıca tutan eli titriyordu.


O anda, kapının tıklanma sesiyle Heejoo irkildi.


"Hong Heejoo, dışarı gel."


O zamana kadar Baek Sa-eon bu odaya hiç gelmiş miydi?


'Ne oluyor? Acaba bir şey mi fark etti?'


Ama nasıl?


Heejoo, sıkıca kapalı kapıyı dikkatle bakarken hızla telefonu yastığın altına gizledi.


"Giriyorum."


Baek Saeon kayıtsız bir şekilde tekrar kapıyı çaldı ancak izin almaya niyeti yokmuş gibi hemen kapıyı açtı.


Gece rüzgarını da beraberinde sürükleyerek içeri giren Baek Sa-eon, tamamen ifadesizdi. İvory rengindeki duvarın önünde durduğunda, adeta karanlık bir gölge gibi duruyordu.


Bakışları Heejoo'nun bedenini baştan aşağı taradı.


‘Acaba bir şey mi öğrendi?..’


Heejoo kuru bir şekilde yutkundu.


Zzzz, zzzz.


Tam o sırada, Baek Sa-eon’un ceket cebinden telefonun titreşimi duyuldu.


Gözlerini Heejoo'dan ayırmadan telefonunu çıkarıp açtı. Tüm hareketleri su gibi akıcı ve kendinden emin bir doğallık taşıyordu.


Baek Sa-eon, telefonda konuşurken en ufak bir tepki bile vermedi. Ancak bir ara, yardımcısının "Hurda... kontrol edin..." gibi mırıldandığı birkaç kelime kulaklarına çalındı.


Telefonu kapattığında, soğuk bir gülümsemeyle çenesini oynattı.


“Buraya gel.”


'...Yanlış mı duydum?'


Heejoo, olduğu yerde donup kalınca Baek Sa-eon iki parmağıyla ona doğru gelmesini işaret etti. Yüzündeki hafif sabırsızlık ve sinir karışımı, Heejoo’ya yabancı geldi. Tam o anda kolundan sertçe çekildi.


Heejoo, dişlerini sıkarak ağzından çıkacak inlemeyi bastırmaya çalıştı.


Baek Sa-eon, kolunu dikkatlice döndürerek üzerindeki küçük çizikleri ve yaraları inceledi. Tişörtünün yakasını aşağıya doğru çekerek omzundaki morlukları inceledi, ardından yanaklarını avuçlarının içine alarak saç diplerine kadar kontrol etti.


Dokunuşlarında en ufak bir özen yoktu.


“Bu da ne böyle?”


Gözleri, Heejoo’nun omzunda oyalanıyordu.


“Cevap ver, Hong Heejoo. Bunların sebebi ne?”


Heejoo sessizce giysisini düzeltti.


'Neden bunları soruyor şimdi bu?..'


Heejoo, onun ne yapmaya çalıştığını anlar gibi oldu. Adamın tehditkâr telefon görüşmesinde söylediklerini bizzat doğrulamaya çalışıyordu.


'...Ama neden ilgileniyor ki?'


Sonuçta, Heejoo'nun yaralanıp yaralanmaması Baek Sae-on için pek de önemli bir şey olmamalıydı. Yine de bu durum Heejoo’nun gözlerinde bir şüpheye yol açtı.


“Konuşma. Şimdi soracağım sorulara sadece başını sallayarak cevap ver.” dedi. Bunun çok sert bir ifade olduğunu fark edince alnını ovup sözlerini değiştirdi.


“Trafik kazası mı oldu?”


Donuk ve keskin bakışları, uzun süre Heejoo’nun yüzüne dikildi.


Sonunda Heejoo hafifçe başını salladı.


Adamın yüzü birden sinirle buruştu.


“Gerçekten bir kaza mı oldu yani?”


"6 Ekim'de, saat 17.00 ile 18.00 arasında mı?”


Baek Sa-eon'un ağzından doğru tarih ve saat çıkınca, Heejoo bir an irkildi ama yüz ifadesini bozmadı. Her zamanki gibi güçsüz ve depresif bir şekilde, sanki hiç bir şey olmamış gibi yanıt verdi.


"Yani, arabayı hurdaya çıkardığını mı söylüyorsun?"


Ellerini beline koyan Baek Sa-eon kafasını derin bir şekilde eğdi. Göğsü sanki derin bir nefes alıyormuş gibi büyük bir şekilde kabarıp indi. 


"O gün gerçekten yaralandın mı?"


"O herif gerçekten..."


Mırıldanarak söylediği bu söz, soğuk bir şekilde odaya yayıldı.


Baek Sa-eon, şantajcının söylediklerine nihayet inanmaya başlamış gibiydi. O telefonun kesinlikle bir oyun olmadığını fark etmişti.


Yüz ifadesi yavaşça bozuldu. Heejoo, tam önünde gerçekleşen bu değişimi izledi.


"Şimdi anladım..."


Tehdit, Baek Sa-eon'a tam olarak ulaşmıştı.


"Bir adam vardı, değil mi?"


Baek Sa-eon aniden eğilip ona yaklaştı.


“O herifin yüzünü gördün mü?”


Soğuk bakışlar karşısında istemsizce başını sallayan Heejoo, açıklama yapar gibi ellerini hareket ettirdi.


İşaret dilini bilmeyen adam için yüzüne bir şey takıyormuş gibi bir hareket yaptı.


"Maske taktığı için göremedin mi?" Hareketlerini doğru bir şekilde anlaması oldukça şaşırtıcıydı.


Aslında görmüştü ama Heejoo saf bir tavırla başını sallayarak onayladı.


"…O herif..."


O, susuz kalmış gibi dudaklarını bir kez yaladı.


"Ne yaptı?"


Sorusu bir sorgudan çok, neredeyse tehditkar bir şekilde alçak ve soğuk bir ton taşıyordu.


"Saçların, boynun, dudakların... yanakların..."


Baek Sa-eon, fısıldar gibi saydığı her bir bölgeye bakışlarını yavaşça kaydırdı.


"Yoksa sana dokundu mu?"


"..."


"Araba kontrolsüz bir şekilde savrulmuş, öyle mi?"


Ses tonu yavaşça sertleşmeye başlamıştı.


"Çarpmanın şiddetinden tüm vücudunda morluklar varmış, öyle mi?"


Heejoo, oturduğu yerde pantolonunun kenarını sıkıca kavradı ve bu adamın neden böyle davrandığını anlamaya çalıştı.


'Ben bir rehine olarak en ufak bir değere bile sahip değilim ki.'


Baek Sa-eon’un ona bu kadar dikkat etmesi Heejoo’nun kafasında birçok soru işareti oluşmasına neden olmuştu.


"Böyle bir kaza yaşamışken neden bana bir şey söylemedin?"


Baek Sa-eon, çenesini sıkarak ve kelimeleri kesik kesik söyleyerek konuştu.


Başını sallayarak cevap vermesini istemişti ama bu, evet ya da hayırla yanıtlanabilecek bir soru değildi.


Baek Sa-eon bir anda, ilk baştaki ifadesiz yüzüne geri döndü.


"..."


"..."


Heejoo, bir süre sessizce ona bakınca Baek Sa-eon’un gözleri hafifçe kısıldı.


Uzun zamandır böyle göz göze gelmediklerini fark etti.


Heejoo, boş yüzük parmağına hafifçe vurdu, ardından Baek Sa-eon’u işaret edip ellerini boğazına götürdü. Bu hareket, adamın bakışlarını anında sertleştirdi.


Görünüşe göre, anlamıştı.


'Sen bana rehine olarak gönderildin.'


Heejoo, bir anlamda rehine olduğunu anlatmaya çalışarak omuzlarını silkti. Ona bir şey söylemenin bir faydası olmayacağını ifade ediyordu.


"Yanına birkoruma vereceğim, bir süre ona katlanmalısın."


Heejoo, duydukları karşısında irkilerek gözlerini büyüttü. İki kolunu çarpı şeklinde kaldırıp başını sertçe iki yana salladı.


Baek Sa-eon’un kaşları hafifçe yukarı kalktı.


“Bu hoşuna gitmese de başka çaren yok.”


Baek Sa-eon, düzgünce takılı olan kravatını sinirli bir şekilde gevşeterek konuştu.


“Uzun sürmez.”


Bu sözleri, her şeyi kısa sürede çözeceğine olan güvenini mi gösteriyordu?


“Senin için hastane randevusu alacağım. Muayeneden geçeceksin.”


Heejoo, karışık bir ifadeyle ona baktı. Baek Sa-eon ise ensesini ovalarken odanın her köşesini dikkatlice inceledi.


Bir yatak, küçük bir masa, yığılmış kitaplar ve pırıl pırıl bir monitör. Pastel renklerde bir tabure ve sade bir makyaj masası.


Onun kayıtsız bakışları, odanın içindeki her bir detayı yavaşça taradı.


“Pislik.”


Baek Sa-eon, ifadesiz bir şekilde bu küfrü mırıldandı.


Haberlerde, programlarda ve hatta Mavi Saray’da yaptığı konuşmalarda kullandığı düzgün dil düşünülürse, onun böyle açıkça küfrettiğini duymak Heejoo için bir ilkti.


“Bize kafa tutmak mı istiyor?”


Heejoo’nun omuzları istemsizce irkildi.


Ancak bu tepkisinden şunu anlamıştı:


'Planım işe yaradı!'

Yorumlar

Yorum Gönder