When the Phone Rings - 8. Bölüm (Türkçe Novel)
Bir duvarı tamamen dolduran kitaplık, müzakere üzerine hazırlanmış belgelerle doluydu.
Baek Sa-eon, siyaset bilimi yüksek lisansı sırasında ABD'deki FBI Akademisi'nde bir eğitim programına katılmış ve NYPD'nin düzenlediği rehine müzakeresi eğitimini tamamlamıştı.
Rehine durumlarında eğitim alanların çoğu—on kişiden dokuzu—duygularına yenik düşerdi.
Ancak Baek Sa-eon, tehditlere ya da silah namlusuna rağmen gözünü bile kırpmıyordu.
Müzakerenin temeli, konuşmaktı.
Karşı tarafı insani bir şekilde anlamak ve onların savunmasını düşürmek, iletişim becerilerinin olmazsa olmaz bir gereğiydi.
Fakat Baek Sa-eon, bu temel yaklaşımı tamamen tersine çeviren biriydi.
Soğuk bir kayıtsızlık...
Hesapçı ve ahlaktan uzak sorular...
Duygularını sıkı bir şekilde kontrol ederek insanları manipüle etme yeteneği...
Bu özellikler, tipik bir müzakerecide aranacak niteliklerin çok uzağındaydı.
Rehinelerin güvenliği yerine, müzakere sürecinde rehineciden bilgi koparmaktan aldığı hazla öne çıkan bir kişiliğe sahipti.
Annesi, oğlundaki eksikliği fark ettiği anda öfkeyle parladı ve bu alana adım atmasını tamamen yasakladı.
"O sadece acımasız bir eleştirmen, asla bir müzakereci olamaz."
Ancak tam da bu yetenek, onu siyasi entrikaların ustası olarak zirveye taşıyan temel olmuştu.
"Sesini bile gizleyen o fare sıfatlı şey..."
Baek Sa-eon, parmak eklemleriyle kitapların sırtlarına vurdu. Zaten sert olan sesi, adeta zımpara gibi tırmalıyordu.
---
Heejoo, ekrandaki soğukkanlı sosyopattan gözlerini ayırmadı.
<"Diliniz felç olacak ve tek kelime edemeyeceksiniz.">
"Diliniz felç olacak ve... tek kelime... edemeyeceksiniz."
Heejoo, yüzünde ciddi bir ifadeyle, sanki gerçekten o kişiymiş gibi, replikleri elleriyle işaret ederek çevirdi.
Oyuncunun sert yüz ifadesiyle birebir aynı, kasılmış bir çene ve kaba bir şekilde birbirine çarpan elleriyle korkutucu bir görüntü sergiliyordu.
...
Bir zamanlar, adil olmayan evlilik sözleşmesi hakkında yasal danışmanlık almayı denemişti.
Ancak ister ücretsiz danışma, ister büyük bir hukuk firması olsun, sonuç hep aynıydı:
"…Ne? Cumhurbaşkanı sözcüsü Baek Bey mi?"
"San Gyeong Medya mı?.."
Kocasının babası ve dedesi, hukuk camiasını köklerine kadar sarmıştı ve hiç kimse başkanlık adaylığına ismi geçen bir milletvekiline bulaşmak istemiyordu.
Bu, haksız bir sözleşmeyi sorgulayacak bir avukatın bile bulunmadığı anlamına geliyordu.
---
"İş yerini yerle bir edeceğim, anladın mı?"
"Senin iş yerini yerle bir edeceğim, anladın mı?"
Heejoo, işaret dili çeviri merkezindeki video odasında çalışıyordu. Elleri adeta bir dansın ritmini takip eder gibi hızlı ve akıcı bir şekilde hareket ediyordu.
"Kıpırdama… Kıpırdarsan ölürsün!"
"Kıpırdama… Kıpırdarsan ölürsün!"
Kaşları, öfkeyle dolu aktörün hareketlerini birebir taklit ederek hafifçe titredi.
Nihayet bugün.
Bu gece…!
Heejoo, Baek Sa-eon’a telefon etmeye kararlıydı.
Bir işaret dili çevirmeni olan Heejoo, birinin konuşma tarzını ya da duygularını eksiksiz şekilde aktarmaya oldukça alışıktı. Özellikle farklı videoları kaynak materyal olarak kullanıp her gün çeviri pratiği yaptığı için, bir rehineci saldırganı taklit etmek onun için pek de zor bir iş değildi.
"Heejoo, burada mıydın…? Ah, şey..."
Tam o sırada açık kapının aralığından kafasını uzatan merkez müdürü bir anda şaşırdı ve sözleri yarıda kaldı.
O sırada monitörde, ürkütücü görünümlü bir adam, yıpranmış bir kişiyi tavana asmış ve tehditler savuruyordu. “Derini yüzeceğim” tarzındaki ifadeler ise oldukça şoke ediciydi.
"Heejoo… şey, Heejoo?"
Kırklı yaşlarının başındaki müdür panik içinde odaya girdi, ancak Heejoo sanki transa geçmiş gibi tamamen olaya kendini kaptırmıştı.
Heejoo, ter içinde kalmış, tüm vücudu ve yüzünü kullanarak çeviri yapıyordu.
Uzun süre çevirisini sürdürürken, müdür uzaktan kumandayı bulup duraklat tuşuna basana kadar elleri durmadı.
"…Hayatım, yoksa tarzını mı değiştirdin?"
Sıcaklıktan yüzü kıpkırmızı olan Heejoo, hızla arkasına döndü.
Orada, rapçiler için yapılmış bir altın kolye takan, Hawai gömleği giymiş bir adam gözlerini kırparak duruyordu.
"İşten çıkarılman yüzünden mi? İşini tekrar... "
‘Sadece pratik yapıyordum.’
Heejoo, işaret diliyle sakin bir şekilde cevap verdi.
Eğer el hareketlerinin bir sesi olsaydı, Heejoo’nunkiler nazik ve zarif bir kadına ait olurdu.
Düzgün, temiz bir şekilde yapılan el hareketleri netti.
"Ama bu kadar sert bir pratiğe gerek var mı ki?"
‘Sadece, belki bir gün gerekebilir diye.’
"…Gerekebilir mi? Böyle tehditkar bir şey mi? Gerçekten mi?"
Merkez müdürü, endişeyle Heejoo’yu izlemeye devam etti.
"Merkeze henüz bir şey gelmedi, ama polis raporu üzerinden tercüme yapman mı istendi? Yoksa, tefeciler tercüme yapılmasını mı istedi? Borçlu işitme engelliyse falan..."
'Böyle bir şey yok.'
"Öyleyse neden yapmadığın bir şeyi yapıyorsun! Bunu yapmana ne gerek var?"
Merkez müdürü, heyecanla göğsünü tutarak bağırdı.
"Sana yeni bir iş arıyorum, o zamana kadar biraz dinlen. Sana başka bir şey bulacağım. Endişelenme, öyle korkunç şeylerle stres yapma."
Heejoo, yarım zamanlı bir işaret dili tercümanıydı.
Başkalarının önünde konuşamaması kalıcı bir sorundu ve bu nedenle yapabileceği işler de doğal olarak sınırlıydı. Tek yönlü tercümeler yapmakla yetiniyordu.
İşaret dili, sadece el hareketlerinden ibaret değildir. İnce tonlar veya duyguların tam anlamıyla iletilmesi için zengin bir ifade yeteneği gereklidir.
Bu anlamda Heejoo, "iyi iş" ve "çok iyi iş" arasındaki farkı mükemmel bir şekilde ifade edebilen bir tercümandı.
Dudaklarının şeklinden kaşlarının hareketine ve vücudunun yönüne kadar hiçbir şeyi boşa kullanılmazdı.
Heejoo’nun varlığı genellikle fark edilmezdi ancak yine de insanların duygularını, sanki bir iz bırakıyormuş gibi canlı bir şekilde iletebiliyordu.
İşaret dili tercümanı; gölge gibi, arka plan gibi, silik bir iz gibi var olmalıydı ve bu gerçeği kimse ona öğretmeden çocukken kendisi fark etmişti. Bu kendini daha da kötü hissetmesini sağlardi.
İletişim kurulmasına yardımcı olan bir işaret dili tercümanının, aslında konuşamıyor olması...
Eğer doğru bir şekilde mesaj taşıyamazsa, anlatılmak istenen zaman her zaman yarım kalmaya mahkumdu.
"Heejoo, belki de...duygunu kaybetmekten korkuyorsun diye daha çok çalışıyorsundur."
Merkez yöneticisi, gereksiz düşünceleri aklından atarak kollarını bağladı.
"Cumhurnaşkanı sözcüsü Beak'in videosunu yapmıyor musun artık?"
"!.."
O anda.
Bu da neydi?
Merkez müdürü, etine bir çimdik atılmış gibi bir karıncalanma hissetti.
Giydiği bol tişört, kot pantolon ve beyzbol şapkasıyla bir üniversite öğrencisi kadar masum görünüyordu.
Ancak şapkasının altından ona baktığında garip bir rahatsızlık hissetti.
Bu hissi uzaklaştırmaya çalışarak konuşmasına devam etti.
"Sözcü Baek Sa-eon var ya, son zamanlarda sıkça basın açıklaması veriyor, o yüzden çok videosu var. Birkaç tane vereyim mi sana? Onun videoları neredeyse ders kitabı gibi, çok iyi."
"…"
"Sen, sertifika sınavlarından sürekli kaldığında bana ne demiştin? Yüzde bir şansın olsa da Baek Sa-eon ile aynı ekranda yer almak istediğini, ses totonun da telaffuzunun da harika olduğunu..."
Daha sözünü tamamlayamadan Heejoo, hiç bir şey söylemeden hızla ona yaklaşmaya başladı.
Merkez yöneticisi, içgüdüsel olarak geri adım atarken, Heejoo kumandayı hızla elinden aldı.
'Baek Sa-eon’un videolarıyla zaten yeterince pratik yaptım. Bu kadar yeter.'
"Gerçekten mi?"
Kesin ve kararlı bir şekilde başını salladıktan sonra gözlerini yeniden korkutucu filme dikti.
Her türlü küfürle dolu diyalogları, hiçbir tereddüt göstermeden olduğu gibi çevirirken, görüntüsünden anlaşılabilen bir istek ve takıntı vardı. Gerçekten, bu neydi?
Küçük Heejoo'nun daha önce böyle bir tavrı hiç olmamıştı
Ne oldu da o boş bakışlar birden parladı, neden gözleri bu kadar canlı ve pırıl pırıl oldu?
Merkez müdürü, vücudu titreyerek bir huzursuzluk hissetti.
---
'Sonunda...!'
Heejoo, masaya koyduğu telefonuna bakarak bacaklarını heyecanla sallıyordu.
Merkez müdürünün endişelerini görmezden gelerek, neden böyle davrandığını şimdi anlayabiliyordu.
İlk sesli diyaloğunun bir tehdit telefonu olacağını asla hayal edemezdi...!
Ses modülasyonu sayesinde arayan kişinin kim olduğu tespit edilemezdi ve telefonun da konum takibi yapılamazdı.
Bir kaç gündür bu telefondan hiç arama yapılmamıştı.
Şaşırtıcı bir şekilde, rehineci doğruyu söylemişti.
Baek Sa-eon'nun da bu 'şaka telefonu'na daha fazla ilgi gösterip göstermediği ya da izini süremediği belli değildi.
Hatta rehinecinin cep telefonuna sahip olmasına rağmen Heejoo'nun günlük yaşamda hiçbir ddeğişiklik olmamıştı.
Ağzından sadece birkaç kelime çıkan adam, tekrar soğuk tavrına dönmüştü ve göz göze geldikleri an yüz ifadesini sertleştiriyordu.
Heejoo, o ifadenin ne olduğunu hâlâ anlamamıştı. Biraz hoşnutsuz gibi, belki de biraz endişelenmiş gibi... Ne olursa olsun keskin bakışları ona doğru saplanıyordu.
O zaman yapılması gereken tek şey vardı.
"Haah..."
Heejoo, zamanlayıcıyı 9 dakikaya ayarlayıp derin bir nefes aldı.
Vücudunu hareket ettirdikçe, ağzından istemeden "Ugh!" diye bir inleme kaçıyordu.
Vücudundaki morluklar, dayak izlerine benzer şekilde gittikçe daha belirgin hale geliyordu.
Bu durum kısa bir an için içinde buruk bir his uyandırsa da yerini hızla kararlı bir azme bıraktı.
Artık her şey hazırdı.
"Ah... ah..."
Heejoo, titrek bir sesle kelimeleri ağzından çıkarmaya çalıştı.
Karşısındaki kişi, bir sonraki devlet başkanı adayının tek oğluydu.
Dili bir kılıç kadar keskin olan, medya oyunlarının ustası biriydi.
‘Benim gibi birinin onu alt etmesi mümkün değil... ama!’
'Sorun değil. Gözümü kararttım artık.'
Bu şekilde, isyankâr bir boşanmış kadın olacağım!
Bu şekilde kendini motive eden Heejoo, gözlerine kararlılık doldurarak telefonu kulağına götürdü.
Avucuna tam oturan telefonun ağırlığı, el yapımı bir bomba gibi korkutucu ve zorlayıcı hissettiriyordu.
« Önceki Bölüm Sonraki Bölüm »


Yorumlar
Yorum Gönder