When the Phone Rings - 7. Bölüm (Türkçe Novel)


 “Hah, hah…”


Zaten yarısından fazlası kırılmış olan cam kısa sürede tamamen parçalanarak yere saçıldı.


Geriye kalan parçaları da tekmeleyerek kıran Heejoo, sonunda oradan dışarı çıkmayı başardı.


“Haha… hahaha…”


Ardından ezilmiş motor kaputuna yaslanarak acı bir şekilde gülümsedi.


Yüzüne düşen soğuk yağmur damlaları nedense ferahlatıcı geliyordu.


“…”


Kayınpederinin seçim kampanyasına bir ay kalmıştı.


Aniden ellerine bakan Heejoo’nun yüzüne yavaş yavaş bir gülümseme yayıldı.


Artık bırakma vakti gelmişti.


Kendine uygun olmayan bir yerde daha fazla kalmaya gerek yoktu.


20 milyar wonluk tazminatı ödemeden bunu başarmanın bir yolu…


Dikkatli bir şekilde ellerine bakan Heejoo’nun bakışları daha da derinleşti.


Kendini rehin alan saldırgan tarafından sesiyle oynanmış olan pazarlık telefonu şimdi onun avuçlarının içindeydi.


"Ben… bu evliliği bitireceğim."


***


Mavi Saray sözcüsünü tehdit etmek için şantajcı gibi davranarak istediğini elde etmeye çalışacaktı.


“Ah… ah…”


Heejoo, geç bir akşam yemeğini yerken temkinli bir şekilde sesini denedi.


'Kendimi bu kadar kararlı hissetmeyeli ne kadar uzun zaman oldu?'


Sadece Baek Sa-eon’u tehdit etme düşüncesi bile vücuduna yeniden bir enerji dalgası yayıyor gibiydi.


Geniş bir yemek masasında tek başına oturmuş, bir kaşık dolusu yemek alırken bile Heejoo’nun dudaklarından küçük gülümsemeler kaçıyordu.


Kolunu her hareket ettirdiğinde omzu ağrıyordu, ancak bu içsel enerji, ağrı kesici iğneden çok daha etkiliydi.


『Baek Sa-eon, Mavi Saray Sözcüsü, rehinelerin serbest bırakılmasında iş birliği yapan Kore hükümetine, müttefik ülkelere ve uluslararası kuruluşlara teşekkürlerini ilettiğini belirtti…』


Televizyonda haberler gün boyu Baek Sa-eon’un görüntülerini döndürüp duruyordu.


Silahlı gruplar ve medya aracılığıyla sürdürülen müzakerelerin detayları ortaya çıktıkça, insanlar Baek Sa-eon’un medya üzerindeki kontrolüne ve gösterdiği beceriye dair çeşitli yorumlar yapıyordu.


Heejoo tam televizyonu kapattığı sırada irkilerek başını kaldırdı.


Kapı kilidi keskin bir tıkırtıyla açıldı, ardından zeminde sürünen terliklerin sesi duyuldu. Heejoo, kaskatı kesilerek kulaklarını sese odakladı.


Varlığıyla bile insanı gerginleştiren biriydi o.


'Gece yarılarına kadar çalışan işkolik, bu sefer neden erken geldi ki?'


Heejoo’nun her zaman heybetli bulduğu o uzun adam, köşeyi dönüp aniden olduğu yerde durdu.


Heejoo, elindeki kaşığı bırakmadan donakaldı.


"..."


"..."


Her zamanki gibi, kayıtsız ve ilgisiz bir bakışla karşı karşıyaydı.


'Geçip gidecek. Odada yalnızca duvarlar ve mobilyalar varmış gibi davranacak.'


Heejoo onun başını çevirip uzaklaşacağından emindi.


Ancak Baek Sa-eon, hafifçe kaşlarını çatmış halde onun olduğu tarafa bakıyordu.


Heejoo’yu baştan aşağı süzen bakışları, karmaşık bir sorunu ya da baş belası birini inceliyormuş gibi tuhaf bir ifadeye sahipti. Bu kadar ısrarcı bir bakışa karşı bağışıklığı olmayan Heejoo, adeta bir yere saklanmak istiyordu.


'Artık çekingen falan davranmak istemiyorum.'


Kendi kendine yeniden cesaret veren Heejoo, göstere göstere ağzını açtı ve kaşığı dişleriyle kavradı.


Ön dişleriyle metal kaşığı sürtüp pirinçleri toplarken, bakışlarını ondan ayırmamayı başardı.


Baek Sa-eon’un düzgün şekilli kaşları iyice çatıldı.


“Bugün.”


"!.."


Derin ve boğuk sesi, aniden sessizliği delip geçti.


Bakışları uzun bir süre Heejoo’nun elmacık kemiği civarında takılı kaldı.


"Saçma sapan bir telefon aldım."


Parçalanmış arabayı geride bırakmış, tek ayakkabıyla yokuşu tırmanmış, eve gelip duş alıp biraz ağlamış ve kirli kıyafetlerini yırtıp atmıştı.


Sızlayan bedeni, yaşadığı her şeyin bir rüya olmadığını açıkça hissettiriyordu.


Ama o, bütün bu olanlara "saçmasapan" diyordu.


"Biri seni öldürmekle tehdit etmiş."


Heejoo ise sadece kaşığına pilav doldurup soğukkanlı bir şekilde ağzına götürmeye devam etti.


Gerçekten ölümden dönmüştü.


"Ama hâlâ hayattasın."


Baek Sa-eon’un sesi, bir kitap okur gibi duygusuzdu; içinde zerre kadar hissiyat yoktu.


Buna rağmen, pürüzsüz yüzünün bir yerlerinde belirsiz bir uyumsuzluk vardı. Bu fark, Heejoo’nun gereksiz yere suyu büyük yudumlarla içmesine neden oldu.


Baek Sa-eon, gözlerini kısarak onu dikkatlice süzdü.


Bu bakışlar bir azarlama mıydı, yoksa sabırsızlık mı?


Heejoo, onun bakışlarının soğukluğu altında, ne hissettiğini asla okuyamadığı bu gözlerin üzerini taramasıyla ürperdiğini fark etti.


Titremesi gecikmeli de olsa bedenini sardı.


Ya o arabada kapana kısılıp sessiz bir şekilde ölüp gitseydi? 


Ya gerçekten korkunç bir şey başına gelseydi?


Heejoo, yutkunarak yükselen korku dalgasını bastırdı. Çünkü Baek Sa-eon’un önünde duygusal bir anını göstermek istemiyordu.


"Varla yok arasında yaşıyorsun." dedi Baek Sa-eon soğukkanlı bir sesle, Heejoo’ya bakışlarını bir an bile ayırmadan.


Böyle sözlere artık tamamen bağışıklık kazandığını düşünüyordu.


Ama onun gözbebekleri, hiç alışık olmadığı bir açıklık ve doğrudanlıkla Heejoo’nun üzerine çarptı.


Ekranlardan gördüğü haliyle, şimdi karşısında duran adam arasında derin bir fark vardı.


Onu filtreleyip yansıtan kamera lensleri de, defalarca düzenlenmiş montajlar da yoktu burada.


Baek Sa-eon’un doğrudan varlığı, onun retinasına ve kulak zarına olduğu gibi işliyordu. Baskıcı bir ağırlık, Heejoo’nun üzerine çökmüş, nefesini daraltmıştı.


Hayatı boyunca defalarca duyduğu kelimeler, Baek Sa-eon’un sesinden çıktığında bambaşka bir bıçak gibi kesiyordu.


Beklenmedik bir eziklik hissiyle Heejoo, alt dudağını ısırdı.


"Senin gibi genç biriyle neden evlendim sanıyorsun?"


Baek Sa-eon, ağır bir hareketle takım elbise ceketini çıkarıp sandalyenin sırtına astı.


Televizyonda göründüğünden tamamen farklı bir yorgunluk yüzünün her köşesine sinmişti. Kravatını gevşetti ve gömleğinin üst iki düğmesini çözdü.


"Çünkü sessizsin."


Heejoo, onun sözlerini 'Bu yüzden zahmetsiz ve rahat.' diye algıladı.


Adam, saatini deçıkardıktan sonra derin bir nefes verdi. Yüzünde uzun bir günün izleri açıkça belliydi.


"Bu konu bir daha açılmayacak, anladın mı?"dedi, soğuk bir tonla. 


Bu, tehditten farksızdı.


Ama buna nasıl üzülebilirdi ki?


Tam o anda, Heejoo’nun yanaklarına anlam veremediği bir kızarıklık yayıldı.


“Bundan sonra seni sürekli rahatsız edeceğim!”


Sadece bu düşünce bile damarlarında kanın hızla akmasını sağladı.


Kurallar:

1. Gelin asla önce boşanma talep edemez.

2. Özellikle seçim dönemi boyunca boşanmak yasaktır.



Hedef: Bir ay içinde Baek Sa-eon’dan “Boşanalım” sözünü duymak.


Bu, bu sahte evliliği sessiz sedasız bitirmenin yolunu bulacaktı.


Eğer Baek Sa-eon’un ağzından o tek kelimeyi çekip alabilirse... 'Boşanalım.'


Cevap açık...! diye düşündü Heejoo.


Önemli olan, Baek Sa-eon’u buna ikna edecek şekilde onu tehdit etmeyi becerebilmekti. Zihninde çoktan mükemmel bir plan hazırdı.


"Şunu bil ki, bu işte oyun oynayan kimseye merhamet göstermem."


Baek Sa-eon, karısının yanaklarındaki kırmızımsı rengi süzdü ve nedensiz yere dilini cıklattı.


Şimdi ikisi arasında kalan sessizlik, geçmiştekinden çok farklıydı.



***


"Ne olduğunu öğrenebildin mi?"


Baek Sa-eon, içinde canlı bir bitki dahi olmayan, sadece kuru ve soğuk bir odada duruyordu.


Koyu siyah mat zemin ve kaba zemin malzemeleriyle döşenmiş olan odanın dekorasyonu genel olarak kasvetliydi.


"Efendim, o konu..."


Karısı evde yemek yiyor muydu?


Evden yayılan o leziz yemek kokusu gerçek değilmiş gibi garipti.


Adam, yatağın kenarına oturup sertleşmiş yüzünü ovaladı.


Farkında olmadığı bir yorgunluk, alışılmadık bir şekilde üzerine çullandı.


Baek Sa-eon, alnında biriken teri silerken gözlerini sıkıca kapadı.


Hiçbir gürültü, hiçbir rahatsızlık olmadan, sadece içinde bulunduğu sessiz oda vardı.


Derin deniz gibi, huzurlu ve sakin bir ev.


Eve döndüğünde, tüm gün boyunca gergin olan sinirleri yavaşça sakinleşti.


"Rapor verirken lafı dolandırmadan net söyle demiştim."


"Özür diyorum, ama iz takip edilemiyor."


Gözlerini kapalı tutan adam, sert bir şekilde gözlerini açtı. Kaşları arasındaki ince bir çizgi belirdi.


"Bunun, baz istasyonlarını kullanmıyor olması nedeniyle, sadece numara ile izlenmesi mümkün değil. Ayrıca bu Amerikan bölge kodu ve sanal bir telefon numarası, gerçek zamanlı izleme dışında başka bir çözüm yok..."


"Gerçek zamanlı mı?"


Tüyler ürperten kelimeyi fark eder gibi, kaşlarını kaldırdı.


"Evet, bunun için ondan başka bir aramanın gelmesi gerek."


Bu kez, daha belirgin bir şekilde yüzü asıldı. Kamerada en belirgin şekilde görünen çatik kaşları, burun kemiği ve keskin elmacık kemikleri hafifçe oynadı.


"Yani, o herifin telefonunu beklememi mi istiyorsun?"


Baek Sa-eon, alaycı bir şekilde gülerek yerinden kalktı.


"Bir kamu görevlisinin eşini öldürmekle tehdit eden ve bu kadar çaba harcayarak izlerini kaybettiren biri, kolayca geri adım atacak gibi durmuyor. Eğlencesine dava açıp ağlayanlarla kıyaslanabilecek bir durum değil gibi görünüyor."


Tehdit telefonunun zamanlaması da fazlasıyla garipti.


Rehin olayının ulusal bir mesele olduğunu unutmak imkansızdı.


Ama eğer o başarısız olursa, hükümet başarısız olursa, bundan memnun olacak güçler bolca vardı. Belki de birileri rehin müzakerelerini sabote etmeye çalışmıştı.


Dolandırıcılık ya da değil, en azından girişim gerçekti.


"Amerika'dan gelen Telegram numarası, arama numarasını sürekli değiştirebiliyormuş. Bu kadar çaba harcamışlarsa..."


Baek Sa-eon, çenesiji sertçe sıkarken güldü.


"Yine arayabilirler."


Uzun bacaklarını hareket ettirerek yüksek raflı kitaplığın önünde durdu.


Son zamanlarda çok fazla stres altindaydı, ama belki de böylesi iyi olmuştu. Eğer o kişi cesaretini toplayıp aynı tehditlerle tekrar ararsa, o zaman Baek Sa-eon'nun yumruğunun hedefi olacaktı.


"Eğer telefon gelirse, konuşma süresini olabildiğince uzatmaya çalışın. Siz zaten çok deneyimlisiniz, bunu size söylemek tuhaf ama, tehdit eden kişinin kimliğini belirleyebilmek için gerekli verilerden…"


"Erkek."


Kitaplığın önünde dururken, umursamaz bir şekilde söyledi.


“…Ne? Ama ses değiştirilmiş…”


"Erkek, kesinlikle."


"Ah, anladım...!"


"Uyuşturucu kullanmış ya da deli biri olduğu kesin."

Yorumlar