When the Phone Rings - 3. Bölüm (Türkçe Novel)


'Araba... hacklendi mi yoksa?'


Araçta bulunan kontrol sistemleri hacklenirse motor, kilitler, kara kutu, seyir rotası, radyo, klima, motor, frenler gibi her şeye müdahale edilebilir.


Bu bir hack olayı mı yoksa biri aracı kasten mi bozdu?


'Eğer öyleyse, kim yaptı bunu? Kimden emir aldılar?'


Kayınvalidesi ve kayınpederi ünlü kişiler bu yüzden çok fazla düşmanları vardı.


Hemen aklına birkaç kişi gelmişti bile. Aslında şüphelenilecek kişi ya da grupların çokluğu ayrı bir sorundu.


Kayınpederinin çıkarlarına ters düşen rakipler, Sangyeong Medya ile husumetli taraflar...


'Fakat onca kişi içinden özellikle beni hedef almaları...'


Donuk olan yüz ifadesi yerini acı bir gülümsemeye bıraktı.


'Demek ki rehin olma kaderimden hiç kurtulamayacağım.'


Tam o anda, gözlerini kamaştıran beyaz bir far ışığı doğrudan üzerine vurdu.


Heejoo, refleksle gözlerini sıkıca kapattı ve ellerini yüzüne siper etti. Bir şey hızla üzerlerine doğru geliyordu.


"Ah... ah...!"


Panikle gaza bastı ama araba hareket etmedi. Hızla gelen şey devasa bir damperli kamyondu ve yağmurda kayarak hızlanıyordu.


"Lütfen olsun... buraya gelme!"


Dili çözülmüş gibi bağırdı. Küçük araç içinde yankılanan sesi bile kendisine yabancı geldi. Direksiyona vurup kornaya basarak kamyonu uyarmaya çalıştı. Göz bebeklerim kontrolsüzce büyüdü.


Kesin bir his vardı.


Ölüm yaklaşıyordu.


Arabanın farlarının yoğun ışıkları onu tüketmekle tehdit ederken aklında sadece bir kişinin yüzü belirdi.


Gacıııııır!



---


Mavi Saray basın açıklaması odasına girerken patlayan flaşlar ve basının ilgisi karşısında Baek Seo-eon sertçe kapıyı çarptı.


Medyadan gelen baskıya alışık olsa da, o an bakışlarıyla gazetecilere kesin bir uyarı verdi.


Odaya girer girmez hava ağırlaştı.


Uzun boyu, genç yaşına rağmen aldığı önemli görevler ve dikkat çeken karizmasıyla, en çok kıskanılan adamdı.


“Şimdi sizlere gizli bir bilgi aktaracağım.”


Tüm gözler bir anda ona çevrildi. Baek Seo-eon ise sanki duvarlara konuşuyormuş gibi kayıtsızdı. Odanın sessizliği kulak tırmalıyordu.


Baek birkaç gündür Mavi Saray'da bulunuyor, üst düzey danışmanların ve terörle mücadele ekiplerinin toplantılarına katılıyordu.


Özellikle, şafaktan gece yarısına kadar, sürekli bir medya çağrısı akışıyla uğraşmasına rağmen herhangi bir yorgunluk belirtisi göstermedi.


Aksine, gözleri kısılmış ve zehir gibiydi.


“Rehineleri elinde tutan güçlerle hükümetimiz medya aracılığıyla dolaylı iletişim kuruyor.”


Odada bir uğultu yükseldi.


“Onlar, basınımızın haberlerine göre tutum değiştiriyor.”


Baek Seo-eon, kürsüde daha da sertleşmiş bir ifadeyle devam etti.


“Bu nedenle, tüm medya kuruluşları haberlerinde dikkatli olmalı. Yanlış bir mesaj verilmemesi için kişisel yorumlardan ve hükümet eleştirilerinden kaçının.”


Saatine baktı ve anonsunu sürdürdü:


“Şu andan itibaren, saat 17.02 itibarıyla, hükümet tarafından geçici bir medya sansürü uygulanacaktır.”


"Bu da ne demek!.."


Gazeteciler şaşkınlıkla isyan ettiler.


“Bu, basın özgürlüğünün ihlali değil mi?”


“Durum gerçekten bu kadar ciddi mi?”


"Bunun bilgi edinme hakkının ihlali olduğunun farkındasınız, değil mi? Hükümetin tutumu bu mu? Biz de bu şekilde mi algılamalıyız?”


"Biz papağan değiliz. Ne söylerseniz onu tekrar etmeyiz."


“Sayın Sözcü, basının özerkliğini ve yayın haklarını bastırmıyor musunuz?”


Muhabirler yavaş yavaş seslerini yükseltirken ve kargaşa daha da yükselirken Baek Sae-on gözünü bile kırpmadı. Sessizce gazetecilere baktıktan sonra alçak bir sesle konuştu.


“Düşüncesizce yazılacak kelimelerle rehinelerin öldürülmesini istemiyorsunuz, değil mi?”


Sessizlik çöktü.


“Bu olay bitene kadar, sessizlik hayat kurtarır. Lütfen buna dikkat edin.”


Bu soğukkanlı tavır, gazetecilerin kafasını karıştırmıştı.


"Bilgi edinme hakkını savunuyormuş gibi yaparak işi bozmayın. Ve kelimeleri doğru kullanalım. Bu bilgi edinme hakkı değil, yazma hakkı, boşboğazlık yapma hakkı, tanınma arzusu, ve ne bileyim, üstünlük duygusuyla yapılan şeyler. Hepimiz bunu biliyoruz. Halktan hiç kimse rehinelerin acımasızca öldüğünü duymak istemez. O yüzden, ne olursa olsun, halkı düşündüğünüzü söyleyerek çirkince duygusal bir şekilde konuşmayın."


Bu soğuk uyarı, odadaki gergin atmosferi bir anda bozdu.


"Bilmekten daha önemli olan şey yaşamdır ve yaşamı tehdit ederken gürültü yapmak hak değil, eziyettir. En azından bu olayda. Şu anda, suskunluğunuzun rehin alınan vatandaşlarımızı kurtaracağını bilmelisiniz. Ve mevcut müzakere ekibinin sarsılmadan işlerini yapabilmesi için yardıma hazır olun."


Baek Sae-on, mikrofonu sıkıca kavrayarak konuşmaya devam etti.


"Eğer burada biri kelimeleri yanlış kullanırsa ve bir rehine daha ölürse..."


Baek Sae-on'un elinin mikrofonu kapaması yüzünden sesi düşük olsa da, gazeteciler onun uyarısını net bir şekilde anlamıştı.


Basın açıklamasını bitiren Baek Sae-on, kapıdan çıkar çıkmaz, bekleyen yardımcıları aceleyle eşyalarını teslim etti.


"Efendim, telefonunuz durmadan çalıyor."


Baek Sae-on, yanıt vermeden uzun adımlarla yürümeye devam etti.


Telefonunun ateş gibi sıcak olasından kaç kez çaldığı belli oluyordu. 


Bazıları bilinen, bazıları bilinmeyen medya kuruluşlarından gelen yüzlerce arama geldiği ekranda görünüyordu.


Sadece durduğu yerden bile bataryasının hızla tükenmesine sebep oluyordu.


Baek Sae-on, ekranda görünen tanımadık numaraya bakarak tüh diye homurdandı. Bu, nadiren gösterdiği bir duygusal tepkiydi.


"Müzakere ekibinin zaman çizelgesi düzenlendiğinde hemen bana gönderin."


“Özür dilerim efendim ama neden oraya kendiniz gitmediniz?”


“Ne demek istiyorsunuz?”


Baek Sae-on'un soğuk bakışları altında, yardımcısı cesaretini toplayarak hızla konuştu.


"Müzakere sizin uzmanlık alanınız değil mi? Anneniz Kore Cumhuriyeti'nin bir numaralı müzakere uzmanı, ayrıca siz de siyaset bilimi yüksek lisansı yaptınız ve FBI'dan rehin alım müzakeresi eğitimi aldınız."


Baek Sae-on, tüm bu bilgileri ezbere bilen yardımcısına bakmadı bile. Yürürken adımlarının hızını korudu.


Baek gergin bir şekilde kravatını çekiştirdi. 


"Başkan da bunun olmasını istemişti, değil mi?"


“Bu kadar gevezelik yeter.”


Tam o anda, telefon tekrar çalmaya başladı.


Onu öylece kapatamadı.


Kaşları çatmış bir şekilde, alışkanlıkla numarayı okudu.


Gözleri, o rahatsız edici ekranla kısa bir temas kurduktan sonra ayrıldı.


Zaten sadece %5'lik bir batarya kalmıştı.


Ekranın kararmasını ve telefonun kapanmasını diledi.


---


Öldü mü?


Az önce ölüp dirildi mi?


“Haaah… haaah…!”


Kocaman bir damperli kamyon, arabaya teğet geçerken yan aynayı şiddetle kırdı.


Çarpışmanın etkisiyle kapı içeriye çökerken, araç sarsıldı.


Ne kadar süre nefesini tutup bembeyaz kesildiğini bilmiyordu.


Vücudu kontrolsüzce titriyor, ciğerlerine dolan hava yetersiz geliyordu.


Hee-ju direksiyona başını yaslayarak derin bir nefes aldı.


Vücudunun her yeri çoktan sızlamaya başlamış, terden sırılsıklam olan kıyafetleri yapış yapış olmuştu.


‘Eve… sağ salim varabilecek miyim acaba?’


Gözleri bomboştu, bakışları donmuştu.


Titreyen elleriyle direksiyonu kavramak bile zordu.


'Ama neden?'


Ansızın, ensesindeki tüyler diken diken oldu.


Birinin onu izlediği hissiyle, içgüdüsel olarak dikiz aynasına baktı.




Ve o an,  göz göze geldi.


Evsiz birine benzeyen, kirli görünümlü bir adam ona bakıyordu.


“Hıkk!”


Çığlık atmaya fırsat bulamadan, bagajdan sürünerek çıkan adam arka koltuğu aşıp üzerine atıldı.


Dengesizce sırıtan adam hızla elini uzatarak Hee-joo’nun ağzını kapadı.


Arka taraftan uzanan kol, başını koltuğun başlığına sıkıştırmıştı. Keskin, iğrenç bir koku yayıldı.


“Mmh, mmmh!”


“Korktun mu, abla?”


Her şey aniden gelişmişti.


“K-kimsin… kim?”


Sorduğu kelimeler, ağzını kapatan elin yaydığı kimyasal kokuyla boğuluyordu. Vücudu titremeye başladı.


“Baek Sae-on, değil mi? Evet, Baek Sae-on…”


“Hadi arayalım. Numarasını biliyorum. Baek Sae-on’un numarasını biliyorum. Onu arayalım. Aramalıyız.”


Adam, direksiyona doğru eğildikçe dağınık kıvırcık saçları sallanıyordu.


“Rehine, rehine… Cinayet, rehine… Hep söylüyorlar, değil mi? Radyo cinayet, rehine, rehine diyor.”


“...”


“O zaman sen rehine ol. Ben de arayan kişi olayım. Evet, telefonla arayan kişi.”


Hayır, bu… Bu şekilde olamaz…


—“Yönlendirme başlatılıyor.”


Ne zaman yeniden ayarlandıysa, navigasyon kendi kendine hedefi belirleyip rotayı çizdi.


“Abla, sen sür.”


“...”


“Ben aramayı yapacağım.”


Yorumlar