When the Phone Rings - 2. Bölüm (Türkçe Novel)

Hee-ju, aşağılayıcı bir evlilik sözleşmesini kabul etmek zorunda kaldı.


Ne gelinliği vardı ne de gelin çiçeği. Sadece bir avukat ve atılacak imzalar vardı.


Bir kez olsun bu kurallardan herhangi birini ihlal ederse, cezai tazminat 20 milyar dolardı.


1. Gelin, önce boşanmayı talep edemez.


2. Özellikle seçim sürecinde boşanma gerçekleşemez.


Baek Sa-eon’un dediği gibi, Hee-ju esirdi.


Ablasının bıraktığı boşluğu doldurması için ellerine tutuşturulmuş maşaydı. Asla eşit şartlarda olamazlardı.


"Canım, yapman gereken tek şey, adayımız Baek'i desteklemek ve en iyi yaptığın şeyi yapman."


"Gelinimizin işaret dili tercümanı olduğunu o zaman resmi olarak açıklayacağız."


Ansızın parmak uçları titredi.


"Böylece hem ailemizin itibarı artacak hem de zor kapanan farkı biraz olsun azaltacağız. Oyların artmasından bahsetmeye bile gerek yok, değil mi?"


Suya düşmüş gibi nefesi daralsa da, Hee-ju alışık olduğu içten içe yanan öfkesini bastırdı.


Zaten Hee-ju’nun bu boğucu akvaryumu kırıp çıkacak gücü de yoktu.


"Dahası tatlım, konuşamanın yanında küçükken kulüplerin arka odalarında büyümüş bir çocuksun."


Çay fincanını kaldıran annesinin eli hafifçe duraksadı.


“Bu doğru, değil mi?


"Empati uyandırabilecek bir kusura sahip olmak, bir politikacı için oldukça cazip bir özelliktir."


Heeju, tepki vermedi.


San-gyeong'un ikinci kızı olarak yaşamaya başladığından beri tepkisizliği sağlam bir şekilde yerleşmişti. Duyguları neredeyse tamamen yok olalı çok olmuştu.


Sadece, böyle bir talihsizliğin bir başkası için ödül haline gelmesini komik buluyordu.


"Küçükken daha kötüydü ama, afazin çok iyileşti diye duydum." (Afazi: beynin konuşma bölümünde gelen hasara verilen isimdir.)


Evet, diye yanıtladı, ama sesi çıkmadı. Kayınvalidesi, sorun yokmuş gibi gülümsedi.


"Konuşmamak daha iyi değil mi?"


Heeju, annesine bir göz attı ama Kim Yeonhee ısrarla çayını içmeye devam ediyordu.


Kesinlikle, konuşma bozukluğunun başladığı o zamanı düşünüyordu ama o, bunu çok iyi bir şekilde gizliyordu.


"Bir ay sonra başlayacak, o yüzden hazırlıklı olmalısın."


'Bir ay... sadece bir ay kaldı.'


Aniden göğsü sıkıştı. Kayınvalidesi gittikten sonra kalbi çırpınarak atmaya devam etti.


Ellerinin yanı sıra ayakları da ağrımaya başlamıştı. İşte o an Heeju, ilaç almadığını fark etti.


...


Hemen etrafının daraldığını ve suya batıyormuş gibi bir his yaşamaya başladığını fark etti, ama gözlerini sımsıkı kapatıp bu anı atlatmaya çalıştı.


'Bunlar önemli değil. Sadece nefes almaya odaklan.'


Bir insanın suyun altında nefes alması gerçekten çok zor olduğundan, sadece bunu atlatması gerekiyordu. Sanki hiç bir şey yokmuş gibi davranmalıydı.


Eğer bir şeyi sorun yapmazsan, sorun olmaz.


"Sen...!"


O anda, güçlü bir el kolunu sıkıca kavradı.


"Bugünkü yayın da neydi öyle?"


"Beni rezil ettin! Kayınlarını utandıracak bir şey yapmamı söylediğimi unuttun mu!"


Hemen ilaç alıp yatmak istiyordu.


Heeju, uykusu gelmiş bir yüz ifadesiyle saatine baktı.


Uzun zamandır terapistliğini yapan kişi, onun kronik halsizlik ve konuşma güçlüğü şikayetlerinin hepsinin öfke hastalığının belirtilerinden olduğunu söylemişti.


Sindirim problemleri ve göğüs ağrılarının da aynı sebepten kaynaklandığını söylemişti ama Heeju hiç ilgilenmemişti.


Çok küçük yaşlardan itibaren okul çantası gibi sırtında taşıdığı yüklerdi bunlar.


"Tek yapman gereken sessizce yaşamak. Bu kadar zor mu? Birkaç ay sonra başkanın eşi olacaksın..."


"Niye öyle boş boş bakıyorsun, derdin ne?"


Tuttuğu kolunu şiddetle sarstı.


“Başkalarının hayatına müdahale edip kendi konumunu güçlendireceğine, kocan Baek Seo-eon’u bile elinde tutamıyorsun! Bu ne zamandır böyle…”


Suya batmış bir pamuk gibi düşen Heeju, aniden onun elini sertçe itti. Bu isyan karşısında Kim Yeonhee'nin tepkisi daha da şiddetlendi.


Çekici gülüşü, acımasızca gerildi.


"Annenin kaderinin sadece yarısını miras almış gibisin."


Parmak uçları soğudu.


Her şey dayanılabilirdi ama tam isabeti vuran sözler, dayanılacak gibi değildi.


Hee-Joo ağzında patlamak üzere olan bir bomba tutuyormuş gibi hissediyordu.


Annesinin kaderi hakkında bir şeyler söyleniyordu ama annesinin aksine, kocasının sevgisine sahip değildi.


Hangisini duymak daha zordu?


Üzgün bir şekilde, Baek Seo-eon’un tersleyen hali hemen aklına geldi.


Boğazı sıkıştı, cevabı oldukça netti.


"Hemen işini bırak, kayınvalidenin dediklerini dinle. Ben bu yayını olabildiğince silsinler diye konuşurum. O yüzden..."


Aman Tanrım, zar zor kendini tutuyordu.


Şimdi böyle sessizce yaşarken, neredeyse boğuluyordu.


Hiçbir şey söylemiyor, hiçbir şey yapmıyordu.


O anda, Kim Yeonhee konuşmayı kesti ve Heeju'yu garip bir bakışla izlemeye başladı.


"Senin... o ifaden de ne?"


Heeju, parlak mermer duvara yansıyan yansımasını izledi.


'Ah.'


Yüzü katılaşmış, neredeyse kasılarak gülüyordu.


Gözleri acıyordu, ölecek gibi hissediyordu.



---


Arabaya biner binmez vücuduna bir ürperti yayıldı.


O gün için rekor bir fırtınanın çıkması bekleniyord, ve bir süre sonra, şiddetli yağmur başladı.


Torpido gözünü açıp hemen ilaç şişesini buldu. Suyu olmadan ilacı yuttu ve navigasyonu açtı.


"Varış noktasına kadar rota rehberliğine başlıyoruz."


Mekanik bir sesle çıkan monoton ses, hafifçe gülümsemesine neden oldu.


Varış noktası, ne kadar da komik.


Sıfır sıcaklıkta olan evinin bir tabuttan farkı yoktu. Bu yüzden, aslında bu navigasyon onu mezara kadar götürüyordu.


Heejoo kararmış bir yüz ifadesiyle direksiyonu çevirdi ve radyoyu açtı. Fakat sonra...


"...Çalışıyor mu?"


Tamamen bozulmuştu.


 Homurdanmak yerine, Hee-Joo arabayı sürmeye konsantre oldu.


'Bu şey bile beni görmezden geliyor.'


“Haaahh...”


Teslimiyet ve vazgeçmek, onun en iyi yaptığı şeydi ve herkes de zaten ondan bunu bekliyordu.


Çünkü onun Sangyeong Medya ile gerçek bir kan bağı yoktu.


Başkanın yeniden evlendiği karısı tarafından getirilen yabancı bir çocuktan başka bir şey değildi.


Ortadan kaybolan ablasının yerine geçmişti.


Kocasından altı yaş küçüktü.


Tüm bu nedenler ve daha fazlası yüzünden, her zaman kolay ve gülünç bir rakip olmuştu.


Tam o anda:


“Şimdi JBS radyo yayınında mükemmel gününüzü neşeli kapatalım." diye başlayan spikerin sesi, radyo istasyonunun jingle’ı, pop şarkılar, reklam müzikleri… Bütün radyo frekansları karıştı ve sanki bir arıza varmış gibi rastgele çalışmaya başladı.


Şaşıran Heeju, kontrol paneline birkaç kez vurdu ama işe yaramadı.


“Bundan sonra, söylediklerimi iyi dinleyin. Merhaba, DJ Shin burada. Bugün Mavi Saray sözcüsü… Rehin alma… Cinayet… Cinayet… Cinayet…”


Bu imkansız gibi görünse de sanki ses daha da yükselmiş gibiydi.


Kesik kesik gelen farklı frekanslar, sanki tek bir mesaj gibi duyuluyordu.


Radyoyu kapatmaya çalıştı ama bu da işe yaramadı.


“Gerçekten bugün neden böyle…!”


Gün bitmek bilmiyordu.


Yayın merkezinden buraya kadar, hiçbir şey yolunda gitmemişti.


Kontrol paneline vurmaya devam eden Heejoo, sonunda koltuğuna çöktü.


“Baek Seo-eon, Mavi Saray sözcüsü olarak bugün... Jack Kays’ın ‘Sonsuz Bir Düşüş İçinde Sana’ adlı şarkısını dinleteceğiz… Rehin alma… Cinayet…”


Heejoo sinirle gösterge paneline vurdu. Bu kez silecekler kendi kendine hareket etmeye başladı.


“Şaka mı bu? Cidden dalga mı geçiyorsun…!”


“Rota dışına çıktınız.”


Aynı anda, navigasyondan bir uyarı sesi duyuldu ve kendini yeniden ayarlamaya başladı.


“Rota dışına çıktınız.”

“Rota dışına çıktınız.”

“Rota dışına çıktınız.”


Ardı ardına gelen bu mekanik ses nedense tüyler ürperticiydi.


Heeju’nun yüzü de giderek gerildi.


“Gerçekten ne oluyor…!”


Arabayı kenara çekmek istedi ama araç artık onun kontrolünde değildi.


Üstelik yağan şiddetli yağmur yüzünden önünü görmekte de zorlanıyordu.


Silecekler durmadan camı temizlese de su bir türlü eksilmiyordu.


Araç, Heejoo’nun bilmediği bir yöne doğru ilerliyordu ve aniden sert bir sesle durdu.


Kaygan yolda araba yarım tur attı ve kaymaya başladı. Heejoo’nun bedeni direksiyona çarptı.


“Ahh…”


El yordamıyla vücudunu yoklayarak yüzünü buruşturdu.


Tam o sırada,


Klik— Klik—


Arka koltuğun kilit mekanizması bir açılıp bir kapandı.


“Ben dokunmadım bile…”


Boynu kasıldı ve tüm vücudu buz kesti.


“Yoksa...? Ben şimdi yoksa...”


Kulağı bir an uğuldadı ve ardından gelen yağmurun şiddetli sesi patlama gibi duyuldu. Yağmur değil, sanki dolu yağıyordu.


Bu sesi bir uyarı gibi algılayan Heejoo, paniğe kapıldı ve deli gibi kapı kolunu çekmeye başladı.


Ancak tüm düğmeler ve mekanizmalar tamamen bozulmuştu.


Kilitler açılmadı ve cama vuran elleri kıpkırmızı kesildi. Hatta zayıf bedenini kapıya çarptı.


“Ahh…!”


Omzu parçalanacak gibi acıyordu.


Ama bu kapana kısılmışlık, düşündüğünden daha korkutucuydu.


O soğuk, cansız evine dönmek bile şimdi güzel bir ihtimaldi.


“Ah…!”


Gözleri büyüyerek bir anda kapıya yüklenmeyi bıraktı ve refleksle direksiyona yapıştı.


Bir zamanlar katıldığı yayında, işaret dili çevirisi yaparken eline geçen bir metin, aniden zihninde canlandı.



Yorumlar

  1. Ellerine sağlık,bu hikayeyi yazmana çok sevindim

    YanıtlaSil

Yorum Gönder