When the Phone Rings - 20. Bölüm (Türkçe Novel)


"Geldin mi?"


Kayınvalidesinin zarif sesiyle Hee-joo sırtını dikleştirdi.


Otelin en üst katındaki restorandaydılar.


Karşısında ciddi bir şekilde oturan kayınvalidesi ve kayınpederi vardı. Hee-joo istemsizce nefesini tuttu.


"Senin burada ne işin var?"


Kayınvalidesinin bakışı uzun boylu Baek Sa-eun'a doğru kaydı.


"Gelmemem mi gerekiyordu?"


"Önceden hiçbir şekilde gelmeyeceğim diyen çocuk, şimdi de laf söylemeye kalkma."


"Biraz yemek yemek için geldim."


"Yemek mi? Otelde mi?"


"Niye olmasın ki?"


Atmosfer her zamanki gibi soğuktu. Hayır, Baek Sa-eun dahil olduktan sonra daha da gergin bir hal almış gibiydi.


Burada dikkat edilmesi gereken tek şey vardı: Ağzını kapalı tutup sessizce yemek yemek.


‘Bu konuda en iyisi benim!..’


Yerine oturur oturmaz kocası ve kayınpederi hemen çeşitli siyasi sohbetlere daldılar.


Kayınpederi Baek Ui-yong, Hee-joo'ya göz ucuyla bile bakmadı.


San Gyeong Medya'nn gönderdiği işbirliğinin göstergesiydi o. İlgilenilip dikkate alınacak biri değildi.


O anda, kayınvalidesi çatalını tabağına indirdi.


"Görüşmeyeli kötü alışkanlıklar mı edindin?"


Hee-joo, gereksiz yere suçlu hissederek başını kaldırınca kayınvalidesinin sert bakışlarını gördü.


"Yemek masasında telefonla oynamak da neyin nesi bir türlü anlayamıyorum."


Neyse ki kayınvalidesinin bakışı, Hee-joo'ya yönelmemişti.


"Beklediğim bir telefon var."


Kocasının cevabıyla yemek neredeyse Heejoo'nun boğazına takılacaktı.


Kocası, telefonunu sessiz moda almıştı ama gözleri hep üzerindeydi.


Telefon her çaldığında numarayı tek tek kontrol edip reddediyor, reddediyor, reddediyordu.


Uzun bir aradan sonra ilk kez yemek için bir araya gelmişlerdi ama onlardan daha çok telefona odaklanmıştı; adeta elleri ve gözlerini telefonundan hiç ayrılmıyordu.


Karşısındaki kayınvalidesinin de bunu fark ettiğinden emindi


Acaba... beklediği telefon... gerçekten o kadar önemli miydi?..


Hee-joo ağzı kuruyunca hemen bir bardak su içti.


"Bu kadar önemli bir şey mi yani?"


"Evet."


Baek Sa-eon duygusuz bir şekilde cevap verdi.


Oğlunun soğuk bakışlarını bir süre dikkatle inceleyen kayınvalidesi, tekrar çatalını eline aldı.


Baek Sa-eon, ekranını hızlıca kaydırarak yine aramaları reddetmeye başlamışken kayınvalidesi, eşine ginsengli et yemeğini servis ederken konuştu.


"Hala çok acemisin."


O zaman Baek Sa-eon'un bakışları nihayet annesine doğru yöneldi.


"Benim öğrettiklerimi çoktan unuttun sanırım. Telefonundan gözünü bir an bile ayırmıyorsun. Bu işin başarısızlıkla sonuçlanacağı en başından belli. Yanılıyor muyum?"


"Öyle değil."


"Öyle değil ha? Haline bir bak. Ben derslerde, bu tür sabırsızlıkların başarıdaki en büyük engel olduğunu öğretiyorum."


"..."


“Gerçi senin o huysuzluğunla neyi başaracaksın ki... Empati en büyük zaafındı. Zaten benim oğlum olmasan sınıfta kalırdın.”


Baek Sa-eon boynunu bir kez eğdi. Bu hareketi, sanki sessiz bir onay gibi görünüyordu.


“Seri katilin ağzını açtırmanın yolu bile nihayetinde güven bağı kurmaktan geçer."


Heejoo, sessizce kulak kabarttı.


Kayınvalidesi geçmişte müzakere uzmanı olarak çalışmış olduğu için, daha da ilgisini çekti.


Heejoo, gizlice dinlerken telaşla peçeteyi sıktı.


"Ama senin, beklediğini söylediğin telefonu…”


Kayınvalidesi, kelimeleri seçerken bir an için çatalını durdurdu.


"Parçalamak ister gibi bir ifaden var."


"Sen bunun güçlü bir strateji olduğunu düşünebilirsin ama, kesinlikle değil."


"..."


"Aslında bu, sadece bir karşı tarafın saldırısını tetikleyen düşüncesiz bir hareket. Her şeyi bilen biri olarak neden böyle zavallıca davrandığını anlamıyorum."


Birden Baek Saeon'un telefonu yüzüne kapattığı an aklına geldi.


O olayla birlikte, rehineci patladı ve Heejoo da internete ifşa yazısı göndermeye karar verdi.


“Bir müzakerede güçlü görünmek kazanmayı, zayıf görünmek ise kaybetmeyi getirir diye düşünmek tam bir yanılgı. Hayatım boyunca oğluma bunu öğretmeye çalıştım ama o beni dikkate almamış.”


Kayınvalidesi abartılı bir şekilde başını sağa sola salladı.


“Güvenin olmadığı bir müzakerenin kazananı da olmaz.”


"..."


“Telefonun diğer ucundaki kişiyi yeterince tanıyor musun?”


“Söylediğiniz kadar kolay bir şey değil.”


“Bu işin profesyoneli burada.”


Ona keskin bir bakış atan Baek Saeon, Heejoo’yu bir an için göz ucuyla süzüp annesine döndü.


“Mesela babamın bir sevgilisi olsaydı, o kişiyi anlayabilir miydin? Rapor oluşturmak mümkün olur muydu?”


Kayınvalidesi kısa bir kahkaha attı.


“Ben, kocamla yarım ömrümü geçirdim ve senin gibi zor birini de büyüttüm. Artık anlayamayacağım hiçbir insan yok.”


Kayınvalidesinin kesin kararlı açıklamasına Heejoo dudaklarını ısırarak tepki verdi.


Dünyada Baek ailesi erkeklerinden daha zor birileri  yokmuş gibi söylediği için, biraz olsun keyiflendi.


“Ne… Belki de senin için zor bir şeydir. Bazen bu durum bir çift terapisine dönüşebiliyor.”


Kayınvalidesi, iyi pişmiş bir eti kesip, kocasının tabağına koydu.


“Her zaman şunu söylüyorum: Sorunlara konuşarak yaklaşın, hedeflerinizi net bir şekilde belirleyin, suçlamayın, saygı gösterin, ilişkiyi zedelemeyin, karar almadan önce danışın, küçük işaretleri kaçırmayın…”


“Temelde, evlilik ilişkisiyle hiçbir farkı yok. O yüzden oğlum bunu yapamıyor.”


“Bütün bunları ders verir gibi anlatıyorsun. Ne zaman böyle bir konuşma yapmaya başladık?” diye kayınpederi huysuzca söyledi.


“Gördün mü?”


Kayınvalidesi, “Babana bir bak!” dercesine dudaklarını büzdü.


Her zaman katı bir kişiliğe sahip olan kayınvalidesini böyle görünce sıradan bir çift gibi geldiler. Şimdiye kadar sadece birkaç resmî selamlaşma yaptıklarını görmüştü.


Bunu böyle görünce, Heejoo'nun ne kadar kabul görmeyen bir varlık olduğu gerçeği daha da belirginleşti.


Ama bu, alışık olduğu bir yalnızlık hissiydi.


Annesinin evi ya da kayınvalidesinin evi fark etmiyordu.


Sonuçta, yalnızca gerçekten ait olduğu bir yer yoktu.


Farkında olmadan tekrar saati kontrol etti.


"İkiniz de hiç laf dinlemeyen çocuklar gibisiniz. Bir de bu adamı başkan yapacağız..."


Kayınvalidesi alay edercesine başını salladı. Aynı zamanda sürekli soğuk rüzgarlar estiren kayınpederi de devreye girdi.


"Siz de evleneli ne kadar zaman geçti ama hâlâ haber yok."


"..."


"Sözleşmeye torun meselesini de yazmalıydım."


"!.."


Onu sadece bir araç olarak gören bakışları... O keskin bakışlar, tıpkı Baek Sa-eon'unkilere benziyordu.


Heejoo sessizce başını eğdi. Sadece telefonuna bakan adamın bakışlarının aniden başka yöne kayması da o an oldu.


"Ya In-ah geri dönerse, ne yapacaksın? Neden bu kadar geç kaldığını anlamıyorum."


Heejoo, beklenmediği bu sözle sanki kalbine bir hançer saplanmış gibi hissetti.


Hong In-ah. Üvey ablasının ismini burada duyacağını hiç düşünmemişti.


"İhtimal ne kadar düşük olursa olsun, bunu hesaplayabilmelisin. Aptal birini değil, kendi payını koruyan kurnaz birini tercih ederim."


Kayınpederi, çenesini kapatarak kadehini tek yudumda içti.


"Ne olacak ki... Biz olmasak da sen iyi bir evliliğe girerdin."


"..."


"Zaten Başkan Hong da seni ikinci eşinin kızıyla evlendirerek bunu planlamıştır. İşadamlarının kafası genelde aynı çalışır."


"..."


"Bu rehinelik durumuyla seni kullanmanın etkili olacağını fark etmiş olmalılar, bundan sonra da böyle kullanılacaksın."


Heejoo, korkunç sözleri duyduğunda bir şok yaşadı.


Aslında, kendi durumunun ne olduğunu büyürken derinden hissetmişti ama böyle bir şekilde, böyle soğuk ve alaycı bir dille bunları duymak kolay değildi. Utanç hissetti.


"Ama ben seni saf olduğun için seviyorum. Benim seçim kampanyamda çok iyi bir öğe olacaksın."


Boğazı sıkıştı. Uzun bir aradan sonra tekrar nefes almakta zorlanıyordu.


Bu dünya, başkalarının hayatlarını kurtaracak kadar nazik bir yer değildi.


'Her zaman, sadece ben, kendimi kurtarabilirim.'


Gözlerini yavaşça kapadı ve derin bir nefes aldı. Yavaşça, sağlam bir kararlılık hissi içini doldurmaya başladı.


"Ülke çapındaki geziler hakkında sonra bilgi vereceğim. Arabada uzun süre geçirebilirsin. Eğer hamilelik planın varsa bile, seçim döneminde buna dikkat et. Seçim kampanyası normalde çok yoğun bir iş..."


O sırada bir sandalye sürtme sesi duyuldu. Bu kaba ses kayınpederinin kaşlarının çatışmasına neden oldu.


Başını çevirdiğinde Baek Sa-eon'un yerinden kalktığını gördü.


"Hayır, daha yemek bile yemedin, neden kalkıyorsun?"


"Şimdi gitmem gerekiyor."


"Ne?"


"Bir işim var."


Heejoo kocaman açılmış gözlerle ona baktı.


"Baban bana köleymişim gibi davrandığına göre, önce işlerimle ilgilenmem gerek."


"Ne, ne diyorsun sen?"


"Kölenin yemek yemeye zamanı mı olur hiç? İşleri yapmaya devam etmesi gerekir."


"!.."


Baek Sa'eun, Heejoo'nun sandalyesini zorla çekti 


Yüzü sinirle kızaran kayınpederi, masaya sert bir şekilde vurdu.


"Baek Sa-eun!"


Aynı anda Heeju'nun bedeni sendeledi.


Utanç içinde olduğu yerde kaldı.


"Kalk."


Şaşkın olan Heejoo, ona baktı.


"Kalkmıyor musun?"


Heeju, donmuş bir şekilde hareketsiz duruyordu. Ölü bir balık gibi ifadesizdi, bu durumu gören Baek Sa-eun kaşlarını çattı.


Sonunda adam, Heejoo'nun kolunu tutup, zorla kaldırdı.


O zamana kadar Heejoo hala şaşkın bir şekilde duruyordu.


"Heejoo, babamın seçim kampanyasında bulunmayacaksın."


"Ne?"


"Babamın yanında değil, benim yanımda duracaksın."


Yorumlar