When the Phone Rings - 14. Bölüm (Türkçe Novel)
Dün olanlar bir rüya mıydı?
Hee-Joo, esnemesini bastırmaya çalışırken ellerini hızla hareket ettiriyordu.
"Raporda belirtildiği gibi, hasta bir testisinin yırtılması sonucu acil dikiş operasyonu geçirmiştir; ancak, durumu hiç de iç açıcı değil."
Burası mahkeme salonuydu.
Hee-Joo, kaskatı kesilmiş halde işaret diliyle tercüme yapıyordu.
Serbest çalışan Hee-Joo, bugün merkez müdürüne yardımcı olmak için mahkemeye gelmişti.
Ekip, sık sık mahkemeler, savcılıklar, polis merkezleri ve hastanelere gönderiliyordu. Şu anda Hee-Joo, işitme engelli sanığa tüm sesli ifadeleri aktarıyordu.
"Bu, o herif kudurup kendi kendine düştüğü için oldu!"
Sanık kürsüsündeki kadın, öfkeden nefesi hırıldarken hırsla konuşuyordu. Ellerini şiddetle birbirine çarptığında tüm öfkesi dışa vuruyordu.
Mahkemenin konusu kadının kocasının bir testisini kepçeyle patlatmasıydı.
"Kimdi sürekli kıskançlık krizleri geçirip beni bunalıma sokan?!"
Kadın göğsünü döverek davacı kürsüsündeki kocasına öfkeyle bakıyordu.
Dava, kasıtsız yaralama ve boşanma davasının bir karışımıydı.
"Yıllarca kocamdan aile içi şiddet gördüğüme dair tıbbi raporları delil olarak sunuyorum."
"Hâkim Bey, hayati işlev bozukluğuna sebep olan hassas bölge yaralanmalarında kastın öncelikli olarak değerlendirilmesi gerekir..."
“Kocamın hakaret ve ölüm tehditleri içeren ses kayıtlarını delil olarak sunuyorum. Ayrıca metresiyle yaptığı mesajlaşmaları ve aldattığına dair fotoğrafları da ekliyorum...”
Tarafların iddiaları giderek sertleşiyordu. Hee-Joo, avukatların söylediklerini eksiksiz bir şekilde tercüme ederken farkında olmadan olaya iyice odaklanmıştı.
Sonunda kocanın ses kaydı mahkeme salonunda dinletildiğinde, izleyiciler arasında derin bir sessizlik yayıldı.
Kayıtta, dile getirilmesi bile zor, ağır küfürler ve tehditler vardı. Kadın, elleriyle yüzünü kapatmış halde titriyordu.
Artık sadece hâkimin kararını açıklaması kalmıştı.
Kamburu çıkmış bir şekilde oturan kadın aniden başını kaldırıp Hee-Joo’ya garip bir ifadeyle baktı.
Sonra yavaşça işaret dilini kullanmaya başladı.
'Paranoyak kıskançlık iyileşmez.'
'...Pardon?'
'Her şeyin bir başlangıcı vardır. Ben de o zaman kaçmalıydım.'
Kadının dudaklarında acı bir tebessüm belirdi.
'Asla rahat olma. Kocanın bir düşmana dönüşmesi sadece bir an meselesi.'
'...'
'Tüm hayatımı işitme engelli olarak geçirdim ama hayatım boyunca en az anlaştığım ne bu ülkeydi, ne yabancılardı, ne de sağlıklı insanlardı.'
'...'
'Sadece benimle aynı evde yaşayan kocamdı.'
'...!'
‘İletişim kurmanın imkânsız olduğu türden insanlar var.’
Hee-Joo, nedenini bilmediği bir şekilde gözlerini kaçırdı ve yalnızca dudaklarını kıpırdattı.
'Acaba sizin evinizde de öyle biri var mı, tercüman hanım?'
'...'
'..Şey, olabilir mi ki?'
'...'
'Eğer varsa, benim gibi pişman olmayın.'
Tam o sırada kapılar açıldı ve hâkimler salona geri döndü.
Sanık olan kadın, soğuyan bir yüz ifadesiyle son bir kez işaret diliyle konuştu.
'Birini değil, ikisini de patlatmalıydım.'
'...'
Hee-Joo’nun sırtında ürperti gezindi.
“Hee-Joo, canım, Hee-Joo?”
Merkez müdürü omzunu sallayınca, uğultu gibi gelen sesler sonunda netleşti.
“Dediklerimi duydun mu?”
“Efendim?”
Hee-Joo biraz dalgın bir şekilde karşılık verdi.
“Sanık çevirisini yapınca nasıl hissettin, bunu daha sık yapmak ister misin?”
Hee-Joo yürümeyi bıraktı ve düşüncelere daldı.
Adliye koridorları insanlarla doluydu. Cübbeli savcılar ve hâkimler, güvenlik görevlileri tarafından sürüklenen mahkûmlar, yüksek sesle bağırıp ağlayan insanlar...
Boş bir şekilde duran Hee-Joo, kuruyan dudaklarını ıslatmaya çalıştı.
Tehdit, iftira, bilgi iletişim suçları, haberleşme gizliliğini ihlal...
Hee-Joo, ilk başta büyük bir hevesle başladığı işlerin kötü bir sonla bitişini düşündü.
Şimdiye kadar anormal şekilde yükselen adrenalinin, aslında onun sinsice sakladığı gerçek tehlike olduğunu fark etmişti.
“Hee-Joo, iyi misin? Hasta mısın?”
“Hayır.”
Hee-Joo, endişeli gözlerle bakan merkez müdürüne hafif bir gülümseme sundu.
“Adliye işleri... sanırım benim için fazla stresli.”
“Ne demek istiyorsun?”
"Buradan sık sık geçersem, bir daha asla suç işleyemem gibi hissediyorum."
Sanık sandalyesindeki kadın... Hee-Joo, o yüzün ona tanıdık geldiğini düşündü.
Çünkü camı kırıp kaçtığı o gün, kendisi de tam olarak öyle bir ifadeye sahipti.
***
Çocukken, sınıf arkadaşlarının sıkça oynadığı bir oyun vardı.
Gece oldu, mafya sessizce başını kaldırabilir mi?
Tıpkı bunun gibi, şantajcının da harekete geçme zamanı gelmişti.
Dırırırı... Dırırırı...
Hee-Joo, daha da çaresizleşmiş bir ifadeyle telefonu sıkıca kavradı.
'Dün gece neydi öyle?'
Baek Sa-eon yaklaşırken, Hee-Joo farkında olmadan bacaklarını kasmıştı.
Ona, doğrudan kontrol etmesi için meydan okuyarak kendini tehlikeye atmıştı. Bunun bedelini ödeyeceğini düşünmüştü.
Ama Baek Sa-eon, sıradan bir şantajcıya boyun eğmeyeceğini göstermek istercesine sadece işten, yani işaret dili tercümanlığından bahsedip gitmişti.
Bu, karısına olan güveninin bir göstergesi miydi yoksa yalnızca kibir miydi, anlamak zordu.
Telefon açıldı ama daha cümlesini tamamlayamadan hat kesildi.
"Merha..."
“Şu an meşgulüm. Daha sonra arayın.”
Tık.
“…Ne?”
Hee-Joo, şaşkın bir ifadeyle telefona boş boş bakakaldı.
“Ne… oluyor?”
Adeta fişi çekilmiş gibi hareketsiz kaldı.
Şimdi… ne yaptı bu adam?
Şaşkın yüz ifadesi hızla sertleşti ve kaşları çatıldı.
“Şantajcıyı… görmezden mi geldi?”
“Delirmiş olmalı!”
Hee-Joo, daha önce olmadığı kadar sert bir şekilde ekrana bastı.
Dıııt, dıııt.
Aramayı kendi istediği zaman başlatabilmesi, Hee-Joo’nun elindeki tek otoriteydi.
Ama cesur planı ve zayıf tehdidi, bir kağıt parçası gibi buruşturulmuştu.
Gözleri hafifçe titredi.
“Baek Sa-eon, sakın kapatma...!”
"Kapatıyorum."
“Bekle bir...!”
"Bu noktada kimin daha çaresiz olduğu belli değil."
“Eğer böyle yapmaya devam edersen, seni rahat bırakmam! Gerçekten peşini bırakmam!”
Hee-Joo, tehditkar bir tonla sesini yükseltti.
"O halde bekle."
“Ne?”
"Benimle konuşmayı bu kadar istiyorsan, bekle."
"...”
"Aşırı hevesli bir sapığa bu kadar bedel ödetmek uygun olur."
Ne...?!!
“–Beş dakika sonra ara.”
Tam Hee-Joo öfkelenmek üzereydi ki telefon bir kez daha kapandı.
“Ahh...!”
Histerik bir şekilde telefonu yatağın üzerine fırlattı.
Bu, kesinlikle dünyanın en uzun beş dakikasıydı.
Hee-Joo, ardı ardına yeniden aramaya yeltendi ancak kendi takıntılı hâline duyduğu tiksintiyle durdu.
Telefonu, artık bir kömür parçası gibi ısınmış hâlde kenara koyup derin bir nefes aldı.
'Sinirlenirsem, kaybettim demektir.'
Bir şantajcının, onurunu kaybedip önce kendini teslim etmemesi gerekiyordu.
Hee-Joo, hayal kırıklığı içinde dudaklarını ısırarak sakinleşti ve yeniden aradı.
Beş gün gibi gelen o beş dakikanın ardından...
Dırırırı, dırırırı...
Bu kez ne olursa olsun kendini kaybetmemeye karar verdi.
Kesinlikle sakin kalacaktı.
Asla sinirlenmeyecekti...
"Köpek gibi komut vermenin işe yaraması ne büyük şans, değil mi?"
Ne...?
"Bundan sonra da böyle diz çöküp beklemeye devam et lütfen."
'Sinirlenmeyeceğim...'
“–Kim bilir, belki de ağzına köpek kemiği tıkayıp sustururum.”
“Gerçekten ölmek mi istiyorsun?!”
Zorlukla toparladığı sakinliği, pamuk gibi uçup gitti.
“Şu an benimle ne yapmaya çalışıyorsun, ha?!”
Tehditlerinin yeterince etkili olmadığını düşündü. Hee-Joo, dişlerini sıkarak internete hemen bir yazı yazmayı planladı. Kesin bir kararlılıkla haykırdı.
“Gerçekten durmayacağım. Sonradan pişman olma, tamam mı?!”
"Evet, pişman olmamak için harekete geçiyorum zaten."
“Ne?”
"Bu öfke patlamalarını senden başka kim düzeltebilir, değil mi?”
“Ah...! Şaka mı yapıyorsun? Öldün sen!”
Tam o anda...
Ahize üzerinden bir patlama sesi yankılandı.
Ses, hattı rahatsız edecek kadar şiddetliydi. Bu da ne...?!
“...Alo? Orada mısın? Alo?!”
Aynı anda tiz bir biiiip sesi kulak zarını deldi geçti.
Hee-Joo, telefonunu düşürerek bir elini kulağına koyup korumaya çalıştı. Tüm kulağı zonkluyordu.
“Bu... bu da neydi böyle...”
Hee-Joo, yerde rastgele bir şekilde duran telefonu hızla kavradı.
Ancak aniden kesilen çağrı yeniden bağlanmadı. Kulağı sanki iğnelerle dürtülüyormuş gibi acıyordu.
"Ah...!"
Hee-Joo, onun telefon görüşmelerinde kontrolü elinde tutmak için her yolu denediğine artık tamamen emindi. Öfkeyle soluyarak aniden saldırıya uğramış kulağını ovuşturdu.
Bu, üçüncü kez yaşanan bir "bağlantı sorunu" idi.
Ve bu kez tamamen mahvolmuştu.
"Ugh... ahhh!"
O gece Baek Sa-eon eve gelmedi.
Genelde gece yarısını çoktan geçtiğinde bile eve dönen adam, bu kez dışarıda kalmıştı
Evliliklerinden bu yana ilk defa böyle bir şey olmuştu.
***
『...Dün gece saat 22:07’de, Yeouido’daki bir ofiste çıkan yangında çok sayıda yaralı bulunuyor. JBS muhabiri Kang Soo-Ji bildiriyor.』
Hee-Joo uzaktan kumandaya basınca sabah haberleri yankılanmaya başladı.
Yarı açık gözlerle, sürüdüğü ayaklarıyla mutfağa ilerledi. Buzdolabını açıp yemek kaplarını üst üste dizdi.
『Siyah mont ve şapkayla gizlenmiş bir adam, elinde beyaz bir kapla merdivenlerden yukarı çıktı. Çantasından bir şey çıkarıp beşinci kattaki ofise girdi.』
Hee-Joo, sertleşmiş gözlerini aralarken her bir yiyecek kabını açtı.
『Bir süre sonra, alevler hızla yayılmaya ve siyah dumanlar yükselmeye başladı. Yangından panikleyen insanlar aceleyle alt katlara sığındılar, duman hızla tüm bölgeyi sardı.』
Dün gece Baek Sa-eon dışarıda kaldı.
Tabii, bunu yapması gerekmiyordu ama garip bir şekilde geceyi uykusuz geçirdi.
Yoksa, rüyası mı çok korkutucuydu?
Kafasını biraz yana eğdi.
『Burası altı yaralı kişinin bulunduğu bir ofisin içi. Hala yoğun dumanlarla dolu olan ofiste, kurbanların kullandığı bilgisayar parçaları dağılmış durumda. Tavanın üst kısmındaki yapılar, patlamadan kaynaklanan bir darbe ile tamamen masanın üzerine devrilmiş.』
Hee-Joo, gazetecinin raporuna doğal bir şekilde işaret diliyle cevap verdi.
Pirinç pişirme tenceresinden pilavı aldı ve kaşık ile çubukları hazırladı.
『Kalan bir çift ayakkabı, o anın ne kadar acil olduğunu gösteriyor. Boş ofiste, kurbanlardan birinin olduğu tahmin edilen telefon zili çalmaya devam etti.』
Drırırıı, dırırırıı! Sürekli çalan telefon sesiyle başını kaldırdı.
Bir anda Baek Sa-eon aklına geldi. Kulaklarında hala uğuldayan, ansızın çalan o tiz sesin etkisi vardı.
Hee-Joo, gururu kırıldığı için dişlerini sıkarak içinden söylendi.
『Yangın söndürme çalışmaları sona erdikten sonra, yangının başladığı ofiste zehirli gazı soluyan altı kişi baygın bir şekilde bulundu. Zehirli gazdan etkilenmiş ya da kaçarken yaralanmış olanlar şu an tedavi altında.』
Sandalyeye düşerek oturan Hee-Joo, nihayet bir kaşık pilav aldı.
TV'ye göz attığında, ekranın bir anda olay yerinden stüdyoya geçtiğini fark etti.
『Yalnızca JBS'nin elde ettiği suçlunun ses kaydını dinleyeceksiniz. Şüphelinin, uzun zamandır mağdura kin besleyerek tehdit telefonları açtığı ve suçunu önceden bildirdiği iddialarında bulunuluyor.』
İşe o andan Hee-Joo'nun kaşığı yere düştü.
« Önceki Bölüm Sonraki Bölüm »


Yorumlar
Yorum Gönder