When the Phone Rings - 12. Bölüm (Türkçe Novel)


"Ziyarete geldim."


Telefon ekranında böyle yazılı mesajı gösterdiğinde, hemşire gülümseyerek başını salladı.


"Heejoo Hanım görüşmeyeli uzun zaman oldu."


Heejoo, göz teması kurarak hafifçe başını eğdi ve alışık olmadığı koridorda ilerlemeye devam etti.


Betonun yerini alan cam duvar ona yeşil bir bahçe manzarası sunuyordu.


Lüks bir huzurevi.


Heejoo aradığı oda numarasının önünde durup, kıyafetini düzeltip derin bir nefes aldı.


Kapıyı açtığında, terasta oturan yaşlı adamı gördü.


Yaşlı adam, donuk bir ifadeyle bahçenin bir köşesine uzun uzun bakıyordu.


Hejoo ona yaklaşıp düşen örtüyü tekrar dizlerinin üzerine çekti.


"…Baba, ben geldim."


Ağzını açtığında zayıf bir şekilde çıkan sesi, gizemli bir havaya sahipti.


"İyi misin? Yemek yedin mi?"


Nazik bir tonla söylediği bu sözlere rağmen, babasının gözleri hâlâ bulanıktı.


Heejoo'nun konuştuğu tek anlar babasını görmek için yaptığı bu ziyaretlerdi. Ancak o bu konuşmalara dahil olmuyordu.


Babası o kadar uzun zamandır bir fanusun içinde yaşıyordu ki bir türlü çıkamıyordu.


"Babacım burası güzel mi, rahat mısın?"


"..."


"Bir şeyler söyle lütfen, olur mu? Babacım..."


Heejoo'nun biyolojik babası, eski bir kulüpte çalışan komik bir sunucuydu. Küçük kızını bir avuç domatesle güldürebilecek kadar eğlenceliydi ve Heejoo, babasını çok severdi. Kulübün bodrum katında yaşıyor olsalar da birlikte olduklarında hiç yalnız hissetmezdi.


Ta ki annesi Başkan Hong'un dikkatini çekene kadar.


O zamanlar babasının akciğerlerinde sorunlar çıkmaya başladı. Nefes almakta zorluk çekmeye başladıkça, babasının dili yavaşça kurudu ve nefesinden ekşi bir koku gelmeye başladı.


Annesi tiksindi ve babasıyla konuşmayı bile reddetmeye başladı.


Heejoo, babasının giderek unutulma süreci izledi. Annesi başkasının metresi oldu ve babası da buna sessiz kaldı.


Mikrofonu ile insanları güldürebilen adam, yavaşça baloncuk gibi dağılmaya başladı. Annesi onu terk ettiği anda bile gözlerinin beyazını kırmızıya boyamak dışında bir kelime bile söyleyemedi.


"Niye o zaman hiç bir şey söylemedin? Bütün hayatını konuşarak kazandın, bari son bir defa da olsa sesini çıkarsaydın. Küfür etseydin, beddua etseydin..."


Heejoo babasının odun kadar kuru olan elinin üstünü okşadı.


"Ama baba... Ben artık böyle yaşamak istemiyorum."


"..."


"Üzgünüm ama öyle oldu işte."


Yaşlı adam, hala birini bekler gibi yalnızca pencereye bakıyordu.


"…Belki de huzurevini değiştirmeliyim."


Onu terk edip gitmiş olmasına rağmen son zamanlarını böyle lüks içinde yaşayabiliyorsa, bu aslında annesinin parası sayesinde olmuştu.


Üvey kız kardeşinin yerine geçmesi karşılığında istediği şey, babasının durumu ile ilgiliydi.


"Boşanırsak, destek de bitmiş olacak."


Biyolojik babası için biraz daha dayanmıştı ama Heejoo'nun sabrı çoktan tükenmişti.


O sırada, boşluğa bakarken babasının dudakları kımıldadı.


"Yeon-hee... Yeon-hee..."


Hui-ju'nun yüzü buruştu.


'Yine... Her seferinde!..'


Heejoo, aracı olma rolünden çıkamıyordu.


Babası, Heejoo aracılığıyla annesini görüyordu, annesi ise onu bir kalkan gibi kullanıyordu.


Kulakları zarar görmüş üvey kız kardeşi, Heejoo'yu kullanarak dünyayla tekrar iletişim kurmaya çalıştı ve işaret dili tercümanı olduktan sonra da başkalarının sözlerini onlar yerine aktarmaya devam etti.


İnsanlar her zaman onu görmezden gelirdi.


"Evet, baba. En iyi bildiğim şey bu..."


Heejoo'nun bakışları aniden sertleşti. İkinci telefon görüşmesi o gece hemen ardından gerçekleşti.



***



Saat 10 gece.


Dırırırı, dırırırı....


Dünle aynı saatteydi.


9 dakikaya ayarladığı zamanlayıcı her zamanki gibi geri saymaya başladı ve Heejoo rahat bir pozisyonda derin bir nefes aldı.


'Bugün kesinlikle panik yapmamalıyım.'


Bu artık olmayacak.


Heejoo'nun yüzü hızla ciddi bir ifadeye büründü.


Ve sessizce devam eden sinyal sesi  kesildiğinde aniden konuşmaya başladı.


"Karar verdin mi?"


"...Tam olarak aynı saatte aramanın bir sebebi var mı?"


"Sadece canım öyle istedi. Sonuçta sen beni arayamazsın."


"..."


"Gerçek numaramı bile bilmiyorsun."


"..."


"İşte böyle sessizce kabullenmek zorundasın abicim."


'Kocamı kızdırmaya mı çalışıyorum gerçekten?'


Heejoo, heyecandan kollarını hızla hareket ettirdi.


"Eee kararını verdin mi? Her şeyi eski haline mi döndüreceksin, yoksa 20 milyon mu?"


"Önce merak ettiğim bir şey var."


Sesi gergin ve ağdalıydı.


"Hong Heejoo."


"!.."


Tam isini söyleyince birden tüyleri diken diken oldu.


'Bana... bana mı seslendi?'


"O ismi nasıl öğrendin? Benim karım olduğunu nasıl bildin?"


"..."


"Onunla ilgili tüm bilgileri gizlemiştim..."


"... Ne?"


"Bu bilgi nereden sızmış olabilir?" dedi kendi kendine. Kelimeler ağzından yapışkan bir kıvamda çıkıyordu.


"O bir şey söylemiş olamaz..."


Gerçek kimliğinin fark edilmediğini anlayarak rahatladı.


Heejoo, dik olan sırtını büktü. Ağzından fırlamaya çalışan iç çekişleri engellemeye çalışırken kalbi patlayacakmış gibi şişti.


"Yoksa bana yakın biri misin?"


"!.."


"Medya engellenebilir, ancak eski arkadaşlar veya tanıdıkları susturmak zordur. Belki de yaşam alanlarımız kesişiyordur."


"Bir dakika, öneli olan isim mi şu an?"


Heejoo, gerginlikle sesini yükseltti.


Tehdit edilen kişi olmasına rağmen çemberi daraltmaya başlaması bu onu sinirlendirdi.


Kontrolün adeta sabun gibi ellerinden kayıp gittiğini hissediyordu.


"Abi, hala durumu anlamıyor musun? Seni aşağı çekeceğim diyorum!.. Üstünde kirli bir damga bırakacağım!"


"Biliyorum."


"Ne?"


"Delirmiş bir p.ç karımın arabasını parçaladı."


“Şu anda önemli olan bu mu?”


Heejoo pek iyi gitmeyen konuşma karşısında kaşlarını çattı.


'Ölüp ölmeyeceğim hiç umurunda bile değilken, şimdi ne oldu da..!'


"Uzlaşma falan olmayacak."


"Yani bu, itibarına ne olacağını umursamadığın anlamına mı geliyor?"


"Pisliklerin bana bulaşmasını kabul edemem."


'O zaman ne yapmayı planlıyorsun...!'


Konuşmayı ustaca devam ettiriyordu.


Hızla başını çevirdi ve zamanlayıcıyı kontrol etti. Belli ki onu oyalamak için böyle yapıyordu.


'Tam da beklediğim gibi.'


Baek Sa-eon, şantajcıyı belaya sebep olmadan yakalamak isteyecek birisiydi.


Şu anda yalnızca telefonla konuşmakla kalmayıp kesinlikle izleme işlemi de yaptırıyor olmalıydı. Ama neredeyse onu önemsediğini düşünmeye başlayacaktı.


Hee-joo, rahatlığı bir kenara bırakıp bakışlarını sertleştirdi.


İşte bu yüzden ikinci bir senaryoya ihtiyacı vardı.


"Bu arada, ilginç bir şey keşfettim abi. Sana leke atmak için yapılacak ne kadar da çok şey varmış."


Bir an için telefonunu kulağından uzaklaştırıp bir fotoğraf gönderdi.


Bir an için parmakları titredi, ama asla pişmanlık duymadı.


"Ne düşünüyorsun, abi? İyice baktın mı?"


"!..."


"Yine de uzlaşma yok mu diyorsun?"


"...Ne bu?"


Sesi bir anda sertleşti. Nedense bu onu gülümsetti.


"Ne yani, kocası olduğun halde tanıyamadın mı?"


"Düzgün konuş."


"Onun gerçek karın olmadığını çok fazla belli etmiyor musun?"


"Yanılıyor olmalısın."


Sesi bir ton daha sertleşince Hee-Joo'nun dudakları kıvrıldı.


"Bunlar senin karının bacakları."


İkinci senaryosu ona baskı yapmak içindi.


"Sana neden çabuk karar vermeni söylediğimi anladın mı?"


Skandala karışacak tek kişi kendisi değildi.


Sorunlu bir aile üyesi, bir kamu görevlisinin kuyruğunu kıstırabilecek asıl bombaydı.


Buna karşılık Hee-Joo kendini ortaya koymaya hazırdı. 


Cesur bir poz göndermişti.


Çıplak bacaklarının hafifçe aralanmış olması, uyluklarının belirgin şekilde görünmesine neden oluyordu.


Ama en dikkat çekici kısmı, iç çamaşırına tutturulmuş siyah jartiyerdi.


Bir devlet memurunun karısının yaramaz eğlencesi!


Üstelik eğer eğlence masrafları için Başkan'ın kurumsal kartını kullandıysa!..


İşte onu böyle zorlayacaktı.


Gerçek bir şantajcının gizli kart olarak buna benzer şeylere sahip olması gerekirdi.


"Şimdilik hiçbir şey söylemeyeceğim."


"..."


“Ama bu fotoğrafı nasıl kullanacağımı, ona nasıl bir hikaye ekleyeceğimi..."


"..."


"Senin hayal gücüne bırakıyorum abicim."


O anda, onun soğuk bir şekilde gülümsediğini düşündü.


Ama sesinde hiçbir duygu yoktu, sadece giysilerin hışırtısı vardı.


"Yarın tekrar soracağım. Hong Hee-Joo'yu hemen bırakacak mısın, yoksa 20 milyon wonu verecek misin? Yoksa bir daha devlette çalışmayı hayal bile etmeyecek misin?"


"…"


"Ne kadar nazik olduğumu fark ettin mi? Seçenekleri genişlettim. Bu yüzden, sen de biraz çaba göster."


Bu üç seçenekten, açıkça en kolay olanı birinci seçenekti.


Ama Baek Sa-eon’un bu basit sorunu neden hemen çözmediğini anlayamıyordum.


"Abi, benim de uzlaşmaya niyetim yok."


"..."


"Bu fotoğrafın karıma ait olduğunun kanıtı..."


"Kocası olarak... gerçekten garip bir soru soruyorsun."


Hee-Joo, dişlerini sıkarak alaycı bir şekilde cevap verdi.


"Hong Hee-Joo’nun bacağında ben olduğunu bilmiyor muydun?"


"..."


"Bunu nasıl bilmezsin?"


"..."


"Hiç ilgilenmedin mi, yoksa daha önce hiç görmedin mi?"


Ağzından karanlık bir kahkaha kaçtı. Baek Sa-eon uzun bir süre sessiz kalmıştı.


'Ah, işte tehdit etmenin gerçek tadı bu!'


Hayatında Baek Sa-eon’un ağzını bir kez olsun kapatabilmeyi ne zaman başarmıştım ki!


Hee-Joo, bu garip sessizliğin tatlı olduğunu düşündü.


Soğukkanlı olan adama biraz aşağılanma duygusu yaşatmış gibi hissetti ve içindeki öfke yavaşça kaybolmaya başladı.


Isınan yanaklarını ovuşturdu...

Yorumlar