How to Hide the Emperor's Child - 48. Bölüm (Türkçe Novel)


Hannah sakin bir şekilde cevap verdi. “Ben sadece Leydi Astelle'in emriyle Genç Efendi'nin oyuncaklarını almaya çıkmıştım. Ek binanın hizmetçisiyle gittim.”

Kaizen, Hannah'nın bahsettiği hizmetçiyi çağırması için ek binaya birini gönderdi. Emri altında giden hizmetçi, hizmetçiyle geri döndü.

“Oyuncak mağazasından başka hiçbir yere gitmedik. Dükkân sahibi de buna tanıklık edecektir.” dedi hizmetçi net bir şekilde.

“Yüzük zehirli değil, çay fincanı zehirli değil ve hizmetçi şüpheli bir yere gitmemiş.”

Kaizen, Markiz'e sinirli gözlerle döndü.

“Neden bu yaygarayı kopardın?”

“Majesteleri…”

“Hizmetçinin dışarıda çıktığını nereden biliyordun?”

Markiz kendi hatasını fark etti ve yere dizlerinin üzerine çöktü.

“Majesteleri. Hepsi benim hatam... Hizmetçimin sözlerine inandım ve bu hatayı yaptım...” Markiz, af dilemek için yalvarırken gözyaşları akıtıyordu. Ağlarken de hizmetçisini kendisine yanlış bilgi verdiği için suçluyordu. 

Kaizen böyle bir hikâyeye inanmazdı. Astelle'i işaret etti ve “Eğer bir hata olduğunu biliyorsan özür dile.” diye emretti.

Markiz, vücudunu Astelle'e doğru çevirirken alt dudağını ısırdı. Sonra başını derin bir şekilde eğdi ve özür diledi. “Durumu yanlış anladığım için bu hatayı yaptım. Gerçekten üzgünüm.”

Astelle hiçbir şey söylemeden sessizce özrünü kabul etti.

Kaizen, Florin'e soğuk bir emir verdi. “Hemen Markizle başkente geri dönün.”

Astelle, bir an sessizce duran Florin'e baktı. Florin'in sevimli yüzü korkutucu derecede ifadesizdi. Bir heykel kadar ifadesizdi, ancak Kaizen ile gözleri buluştuğunda sanki bir maske takıyormuş gibi anında şaşkın bir ifadeye dönüştü.

Kaizen ekledi. “Ve Markiz'e şimdilik malikanesinde kalmasını söyle. Ben hakkında karar verene kadar.”

Bu, Markiz'in ev hapsinde olduğu anlamına geliyordu.

Florin, imparatorun artık bir şey söyleyecek ruh halinde olmadığını fark etti. Sessizce başını eğdi ve uzaklaştı.

***

Kaos sona erdikten ve parti bittikten sonra Vellian, Astelle’in yanına geldi ve konuştu. “Leydi Astelle, zannediyorum ki bana bunun için söz vermemiştiniz.”

Astelle, sanki onun ne hakkında konuştuğunu bilmiyormuş gibi gözlerini kocaman açtı. “Sözümü tuttum, Markiz’e dokunmadım, değil mi?”

“Bu da ne-! …” Vellian elleriyle yüzünü kapattı ve uzun bir iç çekti. Sıkıntı içinde görünüyordu ama ne yazık ki Astelle’in ona karşı hiç sempatisi yoktu.

İçini çekti. “Eh, en başından beri bu çay partisinin normal bir şekilde son bulacağını düşünmemiştim.” Dedi Vellian.

“Yani Majestelerini buraya getirmenizin sebebi bu muydu?”

‘İmparator gelirse hiçbir şey olmayacak mı zannettin?’

Vellian cevap vermedi. Onun yerine, Astelle’i sorguladı. “O aptal Markiz'i kandırarak büyük bir olay çıkardığınız için şimdi tatmin oldunuz mu?”

“Evet oldum.” Dedi Astelle dürüstçe. “Açıkçası, o tehlikeli kadının Theor'un yakınından uzaklaşmasına sevindim.”

Astelle, Markiz'den kurtulmak istemişti. Bu yüzden Hannah'dan, Markiz'in casusunun önünde bilerek şişeyi düşürmesini ve Markiz'in çay fincanına biraz toz koymasını istemişti.

Çay fincanındaki toz, Elaine meyvesi tozuydu. Elaine ağacının meyvesi toz haline getirildiğinde tat veya koku vermiyordu. Besin takviyeleri yapmak için kullanılan bir bileşendi. Kurutulmuş Elaine meyveleri, Astelle Carlenberg malikanesinden ilk ayrıldığı zamandan beri ilaç kutusundaydı.

Markiz, Astelle'in kendisine misilleme yapacağını düşünerek dehşete kapılmıştı. Bu yüzden böylesine basit bir şeye kolayca kanmıştı.

“Leydi Astelle'in memnun olmasına çok sevindim.”

“Yardımınız için teşekkür ederim, Kont.”

Astelle hafifçe başını eğdi ve minnettarlığını dile getirdi. Vellian ona şaşkınlıkla baktı ve suçlar gibi konuştu. 

“Eğer başkente giderseniz Croychen ailesiyle tekrar karşılaşacaksınız. O zaman ne yapmayı düşünüyorsunuz?”

“Önemli değil. Başkentte çok fazla kalmayacağım. Croychen’ler bana ne kadar kızarsa kızsın, böyle hassas bir durumda bana zarar vermeye kalkışmayacaklardır.”

Florin geleceğin imparatoriçesi olarak aday gösterilirken Croychen'lerin eski imparatoriçeye zarar vermek gibi durumlarını tehlikeye sokacak şeyler yapma cesaretleri olmazdı.

'Diğer Croychen'ler hakkında bir şey bilmiyorum ama Markiz Croychen veya Florin böyle bir şeyi tercih etmezler.’

***

“Hey… Tatlım… Ben…”

Makyaj masasının önünde dururken, Croychen Markizi pencerenin yanında oturan kızına bakarak ağladı.

“Majesteleri çok öfkeliydi…”

Florin pencerenin yanında oturuyor ve hiç kıpırdamıyordu. Pencereden bahçenin manzarası görülebiliyordu. Bahçede birçok kırmızı gül tam çiçek açmıştı. Güllerin güçlü kokusu ılık rüzgârı sarıyordu. Fakat Florin'in gözünde, tüm bunlar sadece can sıkıcıydı.

“Hey Florin, beni dinliyor musun?” Markiz, Florin pencereye doğru yürürken ona sinirlendi.

Florin daha sonra bakışlarını annesine çevirdi.

“Hey! Heeeey! Beni dinliyor musun?!”

“Annem böyle aptalca bir şey yaptıktan sonra onu nasıl dinleyebilirim?” Florin annesine soğukça baktı ve “Bunu yaparken ne düşünüyordun? Böyle bir şey yapmanın sana ne faydası olacak?” dedi.

“Ne demek istiyorsun?”

“Sen onun yeğenine zarar vermeye çalıştın, başaramadın, bütün bunlar bu yüzden oldu!”

“O çok kibirli bir kadın olduğu için…”

‘Tanrım… Ebeveynlerimizin kim olacağını seçemeyiz ama böyle aptal ebeveynlere sahip olmamak daha iyi olmaz mıydı?’ Florin bir an için çok acımasız bir düşünceye kapıldı.

“Yani sadece kötü bir ruh halinde olduğun için mi benim ve babamın başına dert açtın?  Sadece gururun yüzünden mi?”

Bugün de aynıydı. Annesi çok bariz bir tuzağa düşmüştü. Markiz cevap vermedi. Florin titredi ve başını çevirdi. “Söyleyecek hiçbir şeyim yok, lütfen git. Başım ağrıyor ve dinlenmem gerek.”

Belki biyolojik annesine söylemek için çok kaba bir şeydi ama Markiz, Florin'e kızmamıştı. Çünkü kocası Markis Croychen, ailede en çok Florin'i seviyordu. Kurnaz ikinci kızının kendisine benzediğini ve çocukluğundan beri zayıf olan Florin'e çok değer verdiğini söylerdi.

Florin sandalyeye otururken gözlerini kapattı. Oda sessizleşirken, iri yapılı bir kadın Florin'e yaklaştı. Florin “Dadı, Astelle hakkında bilgi edinmek istemiştim değil mi?” diye sordu.

“Evet, Leydim.” Dadısı, Florin’in omuzlarına sıcak bir battaniye koyarak cevap verdi. “Eski imparatoriçe hakkında bulabildiğim her şeyi öğrendim.”

“Onun zayıf noktası ne bilmek istiyorum. Herhangi bir şey öğrendin mi?”

“Onunla ilgili özel bir şey yoktu. Altı yıl boyunca kırsalda yaşamış. Kadın bir eczacı sürekli evine girip çıkıyormuş ama bunun sebebi muhtemelen o yeğeni olan çocuktur.”

“Anladım.”

Florin de çocukken her gün ilaç içmişti. Sağlığı o kadar zayıftı ki başkente hiç gidememişti. O zamanlar Croychen ailesi çok zengin değildi. Florin’in zekâsı olmasaydı babası onun ilaçlarını düzgün bir şekilde ödeyemezdi. Florin'in yeterince zeki ve yararlı olduğunu kanıtladıktan sonra babası ona ilgi göstermeye başlamıştı. Bu sayede sağlığına kavuşup başkentteki sosyal çevreye de katılabilmişti.

Gözlerini kapatıp geçmişi hatırlarken dadısının sesini duydu. “Ama Maern Kalesi’nde çalışan hizmetçi garip bir şey söyledi.”

“Nedir?” Florin dadının sözlerini duyup gözlerini açtı.

“Av kulübesinde çocuğun Leydi Astelle’e ‘anne’ diye seslendiğini duyduğunu söyledi.”

“… ne?”

Florin beklenmedik kelimeyle gözlerini kırpıştırdı. Sonra güldü.

“Bunda garip olan ne? Çocukken ben de sana ‘anne’ derdim.”

Florin gülümsedi ve bir an düşündükten sonra tekrar konuştu. “Bu çocuğun nasıl doğduğunu da öğrenmeliyim.”

***

Sonraki birkaç gün sessizce geçti. Astelle büyükbabasına bakmak zorunda olduğu için ek binadan dışarı çıkmıyordu. 

Birkaç gün hemen geçti ve balo günü sonunda geldi.

‘Sonunda…’

Sabah gözlerini açar açmaz gerginliği artmaya başladı. Kaç zamandır beklediği balo günü gelmişti. Astelle şafak vaktinin pencereden yansıyan ışığını gördü ve kafasında her şeyi planladı.

‘Bugün gerçekten iyi iş çıkarmam gerekiyor.’

Eğer bugün için planları iyi giderse artık hiçbir şey için endişelenmesine gerek kalmayacaktı.





Yorumlar