How to Hide the Emperor's Child - 47. Bölüm (Türkçe Novel)
Croychen'ler zengin olsalar da büyük topraklara sahip köklü soylular değillerdi. Ortaya koyacak uzun bir geçmişleri yoktu. Başkentte önümüzdeki 100 yıl boyunca bir çevre edinmeye çalışsalar bile prestijli bir aile olarak adlandırılmayacak bir ailelerdi. Hiç kimse böyle bir ailenin ikinci kızının imparatoriçe adayı olacağını tahmin edemezdi. Kaizen imparator olduktan ve tüm büyük soyluları kovduktan sonra imparatorluğun durumunun değişmeyeceğini kimse hayal edemezdi.
Florin açıkça itiraf etti. “Açıkçası daha dikkatli olmaya karar verdim. Bu yüzden Leydi Astelle'i duyduktan sonra, sizi kendi gözlerimle görmek istedim.”
“Çok dikkatlisiniz.”
‘Henüz erişkinliğe ulaşmış genç bir kız nasıl böyle düşünebilir?’
Astelle o anda Vellian’a hak verdi. Florin zamanla daha fazla deneyim kazandıkça gerçekten iyi bir imparatoriçe olacaktı.
Florin, Astelle'e bakarken gülümsedi. “Aslında, çok küçük yaşlarımdan beri Leydi Astelle hakkında birçok hikâye duydum. O zamanlar, Leydi Astelle başkentin en asil kadınıydı. Sadece statünüzle değil, her şeyinizle.”
İlk defa, bir anlığına gözlerinde insan canlılığı belirdi ve sonra soluk mor gözlerinde o duygu kayboldu.
“Gençken, sizin gibi iyi bir hanımefendi olmak istiyordum, Leydi Astelle. Bu bir yalan değil.”
“…abartıyorsunuz.” Astelle ilk defa utandı. “Neyse, sizi temin ederim ki Majestelerinin bana karşı hiçbir ilgisi yok.”
Florin parlayan gözlerle sordu. “Majestelerini iyi tanıyor musunuz Leydi Astelle?”
“Evet, ne hissettiğini biliyorum. Aşk değildi, yalnızca merak ve suçluluk duygusuydu.”
Görünüşe göre insanlar Kaizen'in Astelle'e olan ilgisini “aşk” olarak yanlış yorumluyorlardı. Bu imkânsızdı. Kaizen ona hiç âşık olmamıştı.
‘Aşkın ne olduğunu bile bilmiyor.’ diye düşündü Astelle.
Üzümleri Lintail meyvesi sanarak satın alan zengin o tüccar gibi. Bu, Astelle'in Theor'a okuduğu bir masallardan biriydi. Lintail meyvesini hiç görmemiş ve yememiş olan zengin bir tüccarın, hayatı boyunca üzümleri Lintail sanarak mutlu bir şekilde yediğini anlatan bir masaldı.
Eğer Astelle biraz bile aptal olsaydı belki de hayatının geri kalanını Kaizen'in hissettiğinin aşk olduğunu düşünerek yaşardı.
Gerçek aşk olsa ve bir illüzyon olmasa bile, şimdi bundan nefret ediyordu.
“O halde Leydi Astelle'in sözlerine inanacağım.” Astelle'in açıklamasını duyan Florin, tatmin olmuş bir kedi gibi güldü.
Astelle, kalbinin derinliklerinden kaygı dolu bir duygunun yükseldiğini hissetti. Bu küçük kızın, Theor'un varlığını öğrenirse çok tehlikeli bir düşmana dönüşeceği kaygısıydı bu.
***
Markiz sonuna kadar öfkeliydi. Hemen kaldığı saraya geri dönmek istiyordu. Ama çay partisi henüz bitmemişti ve imparator da katılmışken önce ayrılamazdı. Parti sahibi Vellian henüz geri dönmemişti, bu yüzden ayrılmak için soramazdı da.
‘Çay salonuna geri dönmekten başka çarem yok.’
Yine de o iğrenç kadınla aynı yerde olmaktansa çay salonuna gitmek daha iyiydi. Markiz bahçeden geçip çay salonuna geri döndü. Tam içeri girmek üzereyken içeride birinin olduğunu gördü. Genç bir hizmetçiydi.
Kahverengi saçlı hizmetçi Markiz'in çay fincanına dokunuyordu. Bir süre önce Vellian’ın üstüne çay döken Astelle'in hizmetçisiydi.
Çay odasında iki hizmetçi daha vardı ama biri masaya dikkat etmiyordu çünkü duvarın yakınındaki üç katlı tepsiyi düzenliyordu. Diğeri de pencerenin yanındaki vazoları yeniden düzenliyordu.
İkisi de Astelle'in hizmetçisinin ne yaptığını göremiyordu. Markiz dikkatlice yaklaştı. Kahverengi saçlı hizmetçi sırtını diğer hizmetçilere karşı çevirerek çay fincanına bir şeyler koyuyordu. Markiz vücudunu kapının arkasına sakladı ve izledi.
Hizmetçi orta parmağında taktığı yüzüğü hafifçe çevirdi. Sonra içinden mor bir toz döküldü.
Markiz bağırdı. “Ne yapıyorsun sen!”
Endişeli bir ifadeyle sergi salonundan içeri giren hizmetçi, çay salonunda olan kargaşayı haber verdi. “Markiz acilen Majestelerinin çay salonuna geri dönmesini istiyor.” Hizmetçi Kaizen’e söyledi.
Kaizen, Markizin ne istediğini umursamadığını belirten bir tonla sordu. “Neler oluyor?”
Ancak hizmetçinin ağzından çıkan kelimeler şok ediciydi. “Leydi Astelle’in hizmetçisi Markiz’in çay fincanına zehir koymaya çalışırken yakalandı.”
Kaizen ve Florin şaşkın gözlerle Astelle'e baktılar.
Astelle de şaşırmış görünüyordu.
“Geri dönelim.”
***
Astelle çay odasına döndüğünde, ortalık karmakarışıktı. Markiz askerleri çağırmıştı ve Hannah, Astelle’i bekleyerek çay salonunun ortasında sessizce duruyordu.
Diğer hizmetçiler bir tarafa toplanmış, dehşete kapılmış ve ne yapacaklarını bilmiyorlardı.
“Majesteleri!”
Kaizen içeri adımını atar atmaz, Markiz hemen onu selamladı ve bağırmaya başladı. “O hizmetçi çay fincanımı zehirledi!”
Herkesin gözleri Hannah'ya döndü.
Kaizen, Hannah'ya “Yaptın mı?” diye sordu.
Hannah şaşkın bir ifadeyle durdu, sonra dizlerini büktü ve sırtını eğdi. “Majesteleri, İmparatorluğun Efendisi…” Hannah başını kaldırdı ve sakin bir şekilde cevap verdi. “Ben yapmadım, Majesteleri.”
“Yalan söylüyor! Açıkça gördüm-!”
“Dur.” Markiz tekrar bağırmaya çalıştığında, Kaizen sinirli bir tonda onu kesti.
Ama Markiz pes etmedi ve argümanını tekrarladı. “Majesteleri, çay salonuna döndüğümde bu hizmetçinin fincanımı zehirlediğini gördüm. Yüzüğünden çıkan mor tozu kendi gözlerimle gördüm!”
Sonunda kıyafetlerini değiştirmeye giden Vellian çay salonuna geri dönmüştü. Vellian durumu görünce şaşırdı ancak Markiz’in sözlerini dinlerken durumu anlamış gibi Astelle’e baktı.
Astelle onun bakışlarını görmezden geldi.
Hannah yüzüğü kendi parmağından çıkardı. “Bu sıradan bir yüzük. İçinde hiçbir şey saklanamaz.”
Kaizen diğer hizmetçiye bakarak kontrol etmesini emretti.
Hannah’nın yüzüğü ince bir metal ipe yerleştirilmiş küçük bir yakutla sade bir yüzüktü. Hizmetçi yüzüğü aldı ve dikkatlice inceledi. Daha sonra yüzüğü Vellian'a uzattı. Ama nasıl bakarlarsa baksınlar sonuç aynıydı.
“Majesteleri, bu sadece sıradan bir yüzük.”
“Saçmalık!”
Markiz yüzüğü Vellian'dan kaptı ve kendisi de yakından baktı. Ama yüzükte umduğu gibi gizli bir yer bulamadı.
“O hizmetçi beni zehirlemeye çalıştı! Mor tozu çay fincanıma koydu!”
Kıpırdamadan duran Hannah, kendini savundu. “Sadece fincanın tabağına düşen bir yaprağı almaya çalışıyordum. Ama aniden Markiz sinirlendi ve…”
“Yalan söyleme!”
“Çay fincanını kontrol ettiniz mi?” Sessizce izleyen Astelle, sakin bir sesle sordu.
Bir an için herkesin gözleri Astelle'e döndü.
“Doktoru çağırın ve çayın gerçekten zehirli olup olmadığına bakın.”
İmparator, Astelle'in haklı olduğunu düşündü ve hizmetçilerden birine emretti. “Doktoru çağırın!”
Bir süre sonra orta yaşlı bir doktor çay salonuna çağrıldı. Astelle'in bir zamanlar kasabadaki handa ateşi çıktığında tanıştığı doktordu.
“Çay fincanında zehir olup olmadığını kontrol et.” Doktor durumu dinledi ve çay fincanını dikkatlice inceledi. İmparatorluk sarayında, zehirli maddeleri test etmek için kullanılan bir mücevher her zaman bulunurdu. Doktor mücevherin ince iğnesini çay fincanına yerleştirdi ve tepkiyi gözlemledi.
İki kez daha kontrol etti, ancak hiçbir şey çıkmadı. “Majesteleri, çay fincanında zehir yok.”
“Olamaz!” Markiz pes etmedi ve tartışmaya devam etti. Eğer zehir değilse bile kesinlikle şüpheli bir ilaç olmalıydı. “Ne olursa olsun, bana zarar vermeye çalışıyordu!”
“Neden bu kadar eminsiniz, Markiz? Belki de yanlış anladınız? Hizmetçimin size zarar vermek için bir nedeni var mı?”
Astelle'in sakin itirazı Markiz'i konuşamaz hale getirdi. Astelle'in hizmetçisi ona zarar vermeye çalıştıysa, bunun nedeni elbette Theor'du.
'O kurnaz kadının benden intikam alma şekli bu olmalı.’ Diye düşündü Markiz.
Ama bunu kendi ağzıyla söyleyemezdi. Sağlam nedenleri vardı ama konuşamıyordu, bu yüzden sinirliydi.
Astelle hafif alaycı bir şekilde konuştu. “Hizmetçimi asılsız sözlerle suçladığınız için lütfen düzgün bir şekilde özür dileyin.”
Markiz öfkeyle bağırdı. “Asılsız olduğunu kim söyledi! O hizmetçinin kaleden gizlice çıkıp geri döndüğünü duydum. Görünüşe göre bir şişe zehir düşürmüş—“
“Anne!”
Florin annesine alçak sesle bağırarak çenesini kapatmasını ima etti. Markiz gecikmeli olarak kendi hatasını fark etti ve dudağını ısırdı. Artık Astelle'in hizmetçisini izlediğini kendi ağzıyla itiraf etmişti.
Kaizen Hannah'ya baktı ve “Bu doğru mu?” diye sordu.
« Önceki Bölüm Sonraki Bölüm »
Yorumlar
Yorum Gönder