How to Hide the Emperor's Child - 49. Bölüm (Türkçe Novel)


Astelle, Kaizen'den izin almak için bugünü sabırsızlıkla bekledi. Hayatında ilk kez bir balo için bu kadar sabırsızlıkla bekliyordu. Başkentte veliaht prenses olarak yaşarken balolar onun için sadece zahmetli bir etkinlikti. 

Büyükbabası, kahvaltı ederken hala gergin olduğu için onu rahatlattı. “Çok fazla endişelenme. İmparatorun izin vermemesi için hiçbir neden yok.”

“Evet, doğru.”

‘Kaizen’in reddetmesi için hiçbir neden yok.’

Dul Kraliçe’nin vasiyeti için yalnızca Astelle’e ihtiyacı vardı. Kaizen’in Theor’u başkentte istemesine hiçbir neden yoktu.

“Eğer reddedersen gider ona kendim sorarım.” Büyükbabası bile Kaizen’in onu kesinlikle dinleyeceğini düşünerek ona kendi soracağını söylüyordu.

Astelle hep yanında taşıdığı şişeyi büyükbabasına verdi. Bu akşam Theor’un yanında olmayacağından iksiri damlatmak için zamanı da olmayacaktı. “Lütfen Theor’a iyi bak.”

“Elbette. Endişelenme.”

Öğleden sonra, Astelle meşguldü. Sabahın erken saatlerinden beri balo için tonlarca hazırlık yapmıştı. Veliaht prenses olarak yaşarken cildine ve saçına çok özen gösterirdi. Her an kolayca giyebileceği tüm elbiselere, ayakkabılara, eldivenlere ve mendillere sahipti. Ama son altı yıldır, Astelle bir hizmetçiden daha aşağı bir hayat yaşıyordu. Cildine ve saçına ayıracak zamanı hiç olmamıştı. Nihayetinde cildi biraz pürüzlü ve saçları kuru ot gibi sertti. Tırnakları da kısa ve bakımsız görünüyordu.

“Sadece saçımı losyonla yıkayın ve biraz sade makyaj yapın; belki birazcık allık sürebilirsiniz.” Astelle'in sözleri üzerine hizmetçilerin gözleri büyüdü.

“Leydim, eğer düzgünce makyaj yapmazsanız baloya gidemezsiniz.”

İmparatorluk, balo ve çay partileri gibi sosyal etkinlikler için katı ve karmaşık kurallara sahipti. Balolara katılan kadınlar, saçlarıyla ve makyajlarıyla muhteşem görünmek zorundalardı.

Astelle zaten oradaki insanlarla vakit geçirip dans falan etmek istemiyordu bu yüzden hayranlık uyandıracak kadar mükemmel giyinmesine gerek yoktu.

‘Başkalarına garip gelecek ama sorun değil.’

Hizmetçilere döndü ve tekrar konuştu. “O zaman çok fazla dikkat çekmeyecek bir şeyler yapın.”

Ancak düşündüğünden daha da zordu. Güneş batana kadar vücuduna bakım yağları; cildini aydınlatmak için yüzüne nemlendiriciler sürülüyordu.

“Hanımefendi, bu saçlarınızın onarılmasına yardımcı olacak.” Hizmetçi, sertleşen saçlarını canlandırmak için tanımlanamayan bir yumurta sarısı karışımı getirdi. Saçlarını karışımla yıkadılar ve krem sürdüler.

Hizmetçiler Astelle’e hayran kalmışlardı.

“Aman Tanrım, cildiniz gerçekten pürüzsüz.”

“Saçlarınız da ipek gibi.”

Astelle elbisesini giymeden önce makyaj masasının önünde oturuyordu ve makyajı yapılıyordu. Baloda giymek için lavanta rengi ipek bir elbise seçmişti. Kaizen'in hediye olarak gönderdiği elbiselerden biriydi. Elbise, leylak yaprakları kadar yumuşaktı. Zarifçe uçuşan eteğinin alt kısmı küçük soluk pembe çiçeklerle işlenmişti. Soluk mor kumaş üzerindeki açık pembe çiçekler şık duruyordu.

‘Böyle bir elbise giymeyeli uzun zaman oldu…’

Saçları başının arkasında gevşekçe toplanmıştı ve inci, altın ve gümüşten yapılmış bir zambak tokasıyla süslenmişti. Son olarak incili, ortasında küçük bir ametist olan bir kolye ve incili gül şeklinde küpeler takmıştı.

O sırada Theor odaya girdi ve Astelle’e hayran kaldı.

“Çok güzel… Bir prense gibi görünüyorsun!”

Theor birkaç gün içinde enerjisini geri kazanmıştı. Herhangi bir şokun etkisinde kalmaması için Hannah ona her gün lezzetli atıştırmalıklar getirmişti ve Marki her gün onunla oyunlar oynamıştı.

İkisinin ilgisi sayesinden Theor eskisinden daha neşeliydi.

“Geç kalmayacağım. Büyükbabanı dinle ve erken uyu.”

“Tamam!”

Theor’un saçlarını okşadıktan sonra Astelle baloya gitmek için yola çıktı.

***

Balo, sarayın ana binasındaki ziyafet salonunda yapılıyordu. Bir görevli, Astelle’e eşlik etmek için ek binaya gelmişti. Görevlinin rehberliğinde sarayın merkezindeki ziyafet salonuna gitti. Astelle’in kaldığı ek bina oraya epey uzaktı. Bir süre yürüdükten sonra sonunda vardılar. İçeri girmeden önce mermer kapıdan parmak ışıkları görebiliyordu ve yumuşak bir müzik duyuluyordu.

‘Geç mi kaldım?’

Görünüşe göre bütün misafirler çoktan gelmişti. Astelle aceleyle içeri girdi. Görevli onu gelişini duyurdu.

“Leydi Astelle teşrif ettiler.”

Buradaki ziyafet salonu başkentteki imparatorluk sarayındaki kadar büyüktü. İçeride çok sayıda insan vardı. Astelle içeri girdiğinde, büyük ziyafet salonu aniden sessizleşti.

İnsanlar ona şaşkınlık ve merakla bakıyorlardı. Astelle içeri yürürken insanların konuşmalarını ve dedikodularını duyabiliyordu.

“O kişi…”

“Eski İmparatoriçe değil mi bu…”

Astelle sanki parti sahibi oymuş gibi bir anda ilgi odağı olmuştu.

‘Bu kadar çok insanın dikkatini çekmeyeli de uzun zaman olmuştu…’

Boşandıktan hemen sonra başkenti terk etmişti ve onca zamandır kırsalda saklanıyordu. Bu yüzden son altı yıldır hiç kimsenin dikkatini çekmemişti ama işte şimdi ortaya çıkmıştı ve İmparator’un özel misafiri olmuştu.

‘Eh, elbette bu bir konuşma konusu olacak…’

İnsanların gözleri onun üzerindeydi ama Astelle gerçekten umursamıyordu.

‘Ne önemi var? Nasılsa yakında buradan ayrılacağım ve hiçbirini bir daha görmeyeceğim…’

Astelle salonun ortasından geçip pencereye doğru yürüdü. Meraklı gözler birbiri ardına onu takip ediyordu ancak tanıdığı kimse olmadığı için kimse onunla konuşmamıştı.

Kaizen’in yerini gördü. Etrafına baktı ama Kaizen ortalıkta yoktu.

‘Neredesin? …’

Kaygılıydı. Bu fırsatı bir sürü insanın önünde Kaizen onu reddedemesin diye kullanmak istiyordu. Gelmezse tüm bunların bir anlamı olmayacaktı.

Astelle etrafına biraz daha baktı ama soracak kimse yoktu. Daha dikkatli bakınca tanıdığı birkaç kişiyi görebiliyordu. Salonun diğer tarafında Vellian birkaç soylu tarafından çevrelenmişti. Kaizen gelmiş olsaydı soylular ona merhaba demeye çalışırdı. Herkesin, imparatorun yardımcısı Vellian'a bağlı olduğunu görünce Kaizen'in gelip gelmediğini merak etti.

Astelle bunları düşünürken yanındaki biri onu çağırdı. “Siz Reston Dükü’nün kızı mısınız?”

Arkasını dönüp baktığında orta yaşlı hafif kilolu bir kadın onu nazik bir gülümsemeyle selamlıyordu.

“Evet. Bu doğru… ama siz … ?”

“Sizinle tanışmak bir şereftir. Ben Bayan Schumann, yakınlarda yaşıyorum.” Bayan Schumann’ın kendini tanıtışı şeklinden onun bölgede yaşayan bir şövalyenin karısı olduğunu düşündü.

“Geçmişte, bir akrabamın ziyaretine gittiğimde annenizle tanışmıştım.”

“Annemle mi?” 

Astelle annesini hiç görmemişti. Annesi Jecklin, onu doğurduktan birkaç gün sonra ölmüştü.

Bayan Schumann, eski mutlu bir hatırayı anımsarmışçasına devam etti. “Ne kadar da güzel ve iyi kalpli bir kadındı. Ona çok benziyorsunuz.”

“Teşekkür ederim.”

Böyle bir yerde annesini tanıyan biriyle karşılaşabileceğini hiç düşünmemişti. Astelle şaşkındı ama mutlu olmuştu. Bayan Schumann, Astelle’in annesiyle ilgili anılarını anlatmaya devam edecekti ki başka birkaç soylu kadın çağırınca onlara katıldı.

Astelle pencerenin yanına geri döndü. Kaizen neredeydi?

‘Balo bitince mi geleceksin?’

Aniden başka biri yanına yaklaştı.

“P-pardon, Leydi Astelle siz misiniz?”

“Siz kimsiniz?”

Gümüş rengi saçları ve açık mavi gözleri olan genç bir adamdı. Yirmili yaşlarının ortasında gibi duruyordu; beyaz bir yüzü ve yakışıklı bir görünümü vardı.

Genç adam saygıyla eğildi. “Ben Seibel von Ecklen, Lanberg Şövalyeleri’nin başkomutanıyım. Sizinle tanışmak büyük bir onur, Leydim.”

Astelle, bu adamın kim olduğunu duyunca şaşırdı.

“Siz baş şövalye komutanısınız.”




Yorumlar