This Marriage Is Bound To Sink Anyway 49. Bölüm (Türkçe Novel)


'Binbaşı, karınız hâlâ sizinle mi?'

'Geri dönmeye niyeti olmayan bir kadını nasıl kovabilirsin ki?'

'Mendoza'dayken sadece göz teması kurarak bile kavga ediyordunuz. Sadece on beş gün önce eşinizin Calstera'ya vardığınız gün sizi limandan atarak ya da Rogorno Dağı'nın tepesinden yuvarlayarak öldürmeyi tercih edeceğini söylediğini duymuştum.'

'Öyle dediğini sen de hatırlıyorsun demek...'

'Peki bu günlerde nasıl hala hayattasınız?'

'Aslında bilmiyorum. Julieta bambaşka bir kadın oldu...'

'Bambaşka bir kadın mı?'

'Sanki yeni tanıştığım biri gibi.'

'Birbirinizi sık sık göremediğiniz için olabilir mi? Siz evleneli neredeyse on yıl olmasına rağmen...'

'Seni velet, mecazdan da hiç anlamıyorsun. Harp akademisinde beynin yerine sadece kaslarını mı geliştirdin..? Bu Julieta'nın Calstera'ya gelişiyle oldu. Hiç benim evime geldin mi?'

'Hatırlıyorum. Manzara beni öldürmüştü.'

'Çocuk, eğer Vikont'un tek varisi olduğun için İmparatorluk Donanması'nın bir parçası olmanı istiyorsa, ona yakışan şekilde zarif, kibar ve ağırbaşlı bir dil kullanmalısın. Öldürmek de ne demek? Harikaydı, olağanüstüydü, muazzamdı, gerçek bir sanat eseriydi gibiydi... Bunları diyebilirsin.'

'Binbaşı'nın malikanesinin Logorno'daki en iyi konumda olduğunu söyleyebilirim. Tepenin zirvesinden Calstera'nın tüm limanını, komuta binalarını, kışlaları, üst bölgeyi ve hatta uzaktaki De La Plana Adaları'nı bile görebildiğiniz kutsal bir manzarası var.'

'Güzel, hatanı hemen düzeltmen hoşuma gitti. Her neyse... Senin berbat estetik anlayışına göre böyleyse Julieta ne düşünür acaba merak ediyorum.'

‘Berbat estetik anlayışı mı? Neyin güzel ya da çirkin olduğuna bile bakmadan sadece parasına bakarak yer seçen biriyle mi karşılaştırıldım..?'

'Teğmen, az önce amirinizin karısına müsrif diyerek hakaret mi ettiniz?'

'Olur mu öyle şey? Asla yapmam. Bunların hepsi sizin söylediğiniz şeyler Binbaşım.'

'Boş boş konuştuktan sonra amirini mi suçlamaya kalkıyorsun?'

'Hayır efendim, bunu söylemeye hayatta cüret edemem.'

Bir gün güvertede puro sararken birden kulak misafiri olduğu bu konuşmayı hatırladı. Konuşmanın şiddeti Rogorno Dağı'ndan da yüksek bir seviyeye çıkmıştı ama nihayetinde sonuç buydu. On yıldır ayrı yaşayan ve birbirlerinden nefret eden Binbaşı Alba ve karısı, Calstera'da birdenbire yeni bir çifte dönüşmüşlerdi.

Ev panoramik deniz manzaralı bir malikaneydi - ki bu, karısının ne memleketinde ne de Mendoza'da daha önce hiç görmediği bir şeydi - ve alışılagelmiş malikanelerden çok uzakta, mütevazı bir asker konutu ölçeğindeydi. Gösterişsiz ve zarifti ama pek de aristokrat sayılmazdı.

Orada birbirlerini farklı insanlarmış gibi görebildiler, çalışan sayısı az olduğu için birlikte sakin vakit geçirebildiler ve sonunda eskiden neden kavga ettiklerini bile hatırlamaz hale geldiler.

Carsel bu konuşmayı on gün önce, Binbaşı Alba yaz tatili için Mendoza'dayken hatırladı.

Bunu hatırlayınca her şey kader ve önceden belirlenmiş bir prosedür gibi göründü. Carsel, amirinin malikanesini almak için onu görevinden uzaklaştırmak gibi bir onursuzluğu bile göze alabileceğini düşündü.

Binbaşı Alba, Grandes Konseyi'nde ağırlıklı olarak Ballestena Dükü ile işbirliği yapan Kont Carpio'yu desteklediği için aslında görevden alınması çok da zor değildi.

Bununla birlikte, Ines'e en ufak bir rahatsızlık bile vermek istemediğinden, onların mümkün olduğu kadar insancıl bir şekilde ve kine neden olmadan toparlanıp mümkün olduğu kadar hızlı bir şekilde taşınmalarını sağlayacak bir yola ihtiyacı vardı.

Sonunda Carsel, Escalante Malikanesi'nin bodrumundan büyükbabası Amiral Calderon'un uzun zaman önce imzaladığı birkaç resmi belgeyi çaldı. Amiral Calderon'a saygı duymayan hiçbir deniz subayı yoktu. Büyükbabasından miras aldığı çok sayıda silah arasından, üzerinde Calderon'un adının kazındığı bir av tüfeği ve bir subay bastonunu ona hediye etti.

Sonuç gayet açıktı. Carsel'den sekiz yaş büyük olan Binbaşı Alba neredeyse dizlerinin üstüne çökerek tüfeği Carsel'in elinden aldı ve gözyaşlarına boğularak ihtiyacı olan tek şeyin malikanesi olup olmadığını sordu.

Eşi Julieta Alba'nın tek isteği Carsel'in el yazısıyla yazılmış yedi satırlık bir tebrik mektubuydu. Bu isteği anında gerçekleşti ve düğünlerine sadece beş gün kala tüm eşyalarını alıp gittiler.

Daha sonra Carsel'in şahsi malikanesinden sorumlu olan yaşlı kahya, yirmi işçinin yardımıyla günlük yaşam için gerekli olan uygun eşyaların iki gün içinde taşımasını sağladı. Geriye kalan üç gün ise evin sanki Carsel hep orada yaşıyormuş gibi görünmesi için harcandı.

Yani toplamda on gün, savaş gibi bir macera yaşanmıştı.

Carsel Escalante  yaşlı kahyasının yüzünden bunu görebiliyordu.

Burası çok küçüktü ve yanlarında sığamayacak kadar çok eşya getirmişlerdi.

"Neden bu kadar çok eşyan var?"

"..."

"Burası çok küçük. Biraz azaltsak iyi olur..."

Kauçuktan oyulmuş büyük, antika şifonyer için yer bulunamayınca emanet gibi koridorun ortasına bırakılmıştı. Genişliği koridorun neredeyse yarısını kapladığı için Carsel yanından geçerken geniş omuzlarını büzüp vücudunu çapraz olarak döndürmek zorunda kalıyordu.

Ines, etraflarında yürümeye bile yer kalmayacak şekilde yerleştirilmiş büyük mobilyaları her gördüğünde iç çekiyordu.

Kendisi de ilk defa görüyor olmasına rağmen Ines'e etrafı gezdiriyormuş gibi davranan Carsel, evin beklediğinden küçük olması karşısında şaşkına döndü.

"Sanırım bir kısmını Esposa'daki malikaneye geri göndersek daha iyi olacak, Carsel."

"..."

“Bunca eşyadan bana yer kalacak mı bari?”

"Neden kalmasın?"

Carsel bunu söylerken bile kendi kendine 'kalmaya da bilir' diye düşündü. 

“Ben çok istifçi biri değilim ama eşyalarımın buraya sığacağını sanmıyorum. Genellikle görev sırasında aileler bir arada yaşamadığı için bu normal olabilir ama...”

Ines sanki davetsiz bir misafirmiş gibi rahatsızca mırıldandı.

İki katlı mütevazı ev, Ortega'nın hali vakti yerinde orta sınıfı için rüya gibi bir malikane olabilirdi ama devasa malikanelerin lordlarının çocukları olarak dünyaya gelen ve tüm hayatlarını buralarda geçirmiş olanlar için, bir hanın ahırı kadar küçük görünüyordu.

Malikanenin bahçesi en hafif tabirle sakin ve gösterişsizdi. Avuç içi büyüklüğündeki bahçede bakılacak bir ağaç bile yoktu.

Burada harika olan tek şey, terastan ya da avuç içi büyüklüğündeki bahçeden denizin üzerinde batan güneşin izlenebilmesiydi. Carsel'in bir şey göstermesi ya da açıklaması gerektiğinde hemen devreye giren Arondra bile bundan ağzının suyu akarak bahsederdi.

Ama bugün sisli bir gündü, o yüzden övülecek tek bir şey bile yoktu.

"Sizlik hiçbir sorun yok Senora. Evin hanımı burada değilken bir adam ne yaparsa yapsın ortalığın karışık olması normal... Sizi rahatsız eden her şeyi atmaya ne dersiniz? Tabii ki teğmenimiz hariç."

Arondra'nın bunu söylerkenki nazik kıkırdamasına, Ines biraz beceriksizce bir gülümsemeyle karşılık verdi.

"Eşimin de olsa başkalarının eşyalarını öylece atmak istemiyorum..."

"Karı koca arasında senin benim olmaz, hoşunuza gitmeyen her şeyi atabilirsiniz. Ah, burası da Teğmen'in keyifle oynadığı bilardo masasının bulunduğu oda. Ayrıca pencerenin yanında bir iskambil ve bir satranç masası da var.”

Normalde odanın ortasında olması gereken bilardo masasının bir tarafı duvara dayanmıştı ve satranç masasının iki tarafı da duvara dayanıyordu, bu da iki kişinin karşılıklı oturmasını imkansız hale getiriyordu. İskambil masası da iki sandalyeye yaslanarak zar zor ayakta kalmıştı 

Ancak bir duvarla ya da hayaletle oynanıyor olması lazımdı...

"Açık sözlü ve dobra kişiliğinden olsa gerek evine nadiren misafir getirir ve bu odayı başkalarıyla paylaşmak yerine sadece düşünceleriyle baş başa kalmayı tercih eder..."

"Yani Kaptan Escalante genellikle burada yalnız takılıyor."

Arondra, bir şekilde asıl amacını kaybetmiş olsa da bu odanın gerekliliğini vurgulamaya çalışırken, Carsel'i tuhaf bir odada tek başına oturan ve duvara bakarak oyun oynamaktan hoşlanan sosyal bir uyumsuz haline getirmişti.

Carsel bahane uydurmayı bıraktı, şakaklarını ovdu ve onu başka bir odaya götürdü.

Ve kapıyı açtığı anda ortaya çıkan manzara karşısında bir an nutku tutulan Carsel, nihayet ağzını açmayı başardı.

"...Burası bizim yatak odamız."

"..."

Carsel'in eski evinden getirilen devasa yatak, çiftin yatak odasını doldurarak adeta ihtişamını sergiliyordu.

İlk gecelerini geçirdikleri yatak odasından daha küçük bir odaydı burası. Ines için bir tuvalet masası, pencerenin yanındaki küçük bir masa, kestirmek için dar ve uzun bir kanepeden başka büyük mobilyalara yer yokmuş gibi görünüyordu.

Görülmeye değer tek şey, kanepenin üzerindeki uzun pencere ve onun yanındaki, masmavi deniz ve uçurumu andıran tepenin altındaki sakin vadi manzarasına açılan uzun balkondu.

Yorumlar

  1. Hey yavrum hey neler var.. Çeviri için teşekkürler özgecim

    YanıtlaSil
  2. Bölüm için teşekkürler. Ama bu hikayede bir tuhaflık var bölümler yarıda kesilmiş gibi hissettiriyor. Çok rahatsız edici, hikaye akmıyor sanki.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hikayenin çok büyük bir potansiyeli var umarım harcanmaz ben de patlayacağı yeri sabırsızlıkla bekliyorum 🙏😄

      Sil
  3. 🧿NAZAR BONCUĞU🧿4 Ağustos 2024 20:01

    Sakin bir bölümdü. Mekan tasvirlerinden daha çok karakterlerin konuşması daha çok ilgimi çekiyor. Umarım ileride bu çiftin arası daha sıkı fıkı olur. Ines sen küçük bir kulübe de bile yaşarsın. Carsel yanında olsun yeter😅😅😅
    Söylememe bile gerek yok öpüldün admin 😘😘😘
    Not: adım Cana 🌷 Canan değil 😉😉

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ayyyy çok özür dilerimmm Cana ilk defa duydum adını çok şahsına münhasır 💐😄

      Sil

Yorum Gönder