How to Hide the Emperor's Child - 27. Bölüm (Türkçe Novel)
Yarısı imparatorun güvenliği içindi, diğer yarısı da merakını ve tatsız duygularını gidermek için.
Vellian, Astelle’in yanında yavaşça
yürürken içini çekti. “Yakalanacağımı düşünmemiştim.”
Böyle bir Vellian ile karşılaşan
Astelle sakince gülümsedi. “Sir Vellian'ın başının belaya girmemesini istedim böylece
daha sonra Sir Vellian'dan yardım isteyebilirim.”
Kısaca ihtiyaç duyarsa daha sonra
kullanacağı anlamına geliyordu.
“Majesteleri ile konuşmanızın daha iyi
olacağını düşünüyorum.”
“O zaman ona şimdi söyleyebilir
miyim?”
“Hayır! Ben size yardımcı olabilirim
Leydim.”
Vellian gerçekten hüsrana uğramış
görünüyordu. İçini çekti ve döndü. “Bu tarafa gelin.”
İkisi birlikte kalenin arka kapısına
gittiler. Dolambaçlı küçük yol boyunca kalenin arkasına gittiklerinde taş
duvarla çevrili bir orman çıktı. Bu ormanın, han müdürünün sahip olduğu bir
avlanma yeri olduğu söylenmişti.
“Daha derine gidersek içinde şifalı otların
yetiştiği bir tarla var.”
İkisi ormanın girişini geçti ve
ilerledi. Girişten itibaren her adımda şifalı bitkiler görünüyordu. Büyük
ağaçların arasına her türlü şifalı bitki doldurulmuştu. Küçük orman yolu
boyunca rengarenk çiçekler ve çimen yaprakları yoğun bir şekilde büyüyordu. Müdür
ormanında şifalı otların yetiştiğini görünce bir şifacı tutmuş gibi
görünüyordu. Sıradan tarlalarda yetiştirilemeyecek bitkiler de vardı.
“Şifacı burada bulunmayan bazı otların
ayrı bir yerde yetiştiğini söyledi. İhtiyacınız olan bitkinin adını yazın,
sizin için getireyim.”
“Bence buradakiler yeterli.”
Baktığında ihtiyacı olan bütün
bitkilerin burada olduğunu görüyordu. Astelle sepetini alıp otların üzerinden
geçti.
“Aradığım dokuz şifalı bitki var ve
bulması en kolay olanı, iki parmak büyüklüğünde kısa bir sap üzerinde açan
küçük beyaz bir çiçek. Yaprakların uçları yarılmış şekilde ve üzerlerinde küçük
şeritler var. Bir sonraki bulması kolay şey…”
Ormanın içinde yavaş yavaş yürürken Vellian’a
bitkilerin özelliklerini anlatıyordu. Ona zor şifalı bitkileri anlatırsa
anlayacağını sanmıyordu bu yüzden ona mümkün olduğunca sade şekilde
anlatıyordu.
Vellian şok olmuş bir sesle tekrar
sordu. “Benim de mi aramam gerekiyor?”
Astelle durdu ve ona döndü. “Sadece
oturup izleyecek misin?”
“…”
Astelle'in sorusu üzerine Vellian aptal
bir ifadeyle susup kaldı. Bakışları toprak zeminde filizlenen çimlere çevrildi.
Temiz yüzü buruşmuştu. Görünüşe göre topraktaki çimlere dokunmaktan gerçekten
nefret ediyordu. Kim kire dokunmak isterdi ki? Yine de yardıma ihtiyacı olan
bir Leydi’ye yardım etmek erdemli bir centilmenin göreviydi.
Vellian acınası bir şekilde Astelle'e
bakarak mırıldandı. “Ben… Hiç böyle otlara dokunmadım… Hayır, şifalı otlara…”
Büyük soylu ailelerin efendileri
küçükken otların içinde oynardı. Herhalde bu Kont prestijli bir aileden gelmese
bile oldukça değerli bir şekilde büyümüştü. Astelle’in de böyle ailenin tek erkek
çocuğu olan ve şımartılarak büyütülmüş akrabaları vardı. Tek başlarına
kıyafetlerini bile değiştiremezlerdi. Hala böylelerinin olması çok tatlıydı.
Astelle, Vellian’ın böyle tepki
vereceğini tahmin etmişti. Bu yüzden bilinçli olarak onun rehberlik etmesini istemişti
çünkü başka bir şövalye olsaydı Astelle’in kendisinin toplamasına müsaade
etmezdi ama onun göz rengini değiştiren iksir için ayrı bitkiler toplaması
gerekiyordu.
Astelle sakince cevapladı. “O zaman
bunu deneyimleme fırsatına sahip olmak güzel çünkü alışılmadık bir deneyim
olacak.”
“…”
“İşte Gurren otu. Toplaması kolaydır,
sadece kökünden çekeceksin. Denesene.”
Vellian haksızlığa uğramışçasına bir
ifadeyle ayağa kalktı, içini çekti ve ona yaklaştı. “Pekâlâ, eğer bu Leydi
Astelle’i rahatlatacaksa…”
Herhalde Astelle’in ona karşı kin
beslediğini ve eziyet etmeye çalıştığını düşünüyordu. Onun şüphelerinden
kaçınmak için Astelle başka tarafa gidiyormuş gibi yön değiştirdi ve ona baktı.
Vellian, bir eliyle otları zar zor çıkarıyordu. Islak toprak kalıntıları parmak
uçlarına değince şok olmuş şekilde ellerini mendille sildi. Astelle’in nereye
gittiği umurunda bile değildi, yalnızca ellerinde bulaşan kire odaklanmıştı.
Astelle çimenlerin arasından yürüdü ve
şifalı bitkileri aradı. İhtiyacı olanları toplayıp düzgünce sepete yerleştirdi.
Güneş batmak üzereydi. Orman yolunda
serin bir akşam havası vardı. Tenine çarpan serin esinti hafif terden ısınan
vücudunu soğutuyordu. Nefes aldıkça burnuna nemli toprak ve çimen kokusu
doluyordu. Astelle büyük bir huş ağacını geçtikten sonra adım sesleri duyup
durakladı. Görünüşe göre biri bu tarafa yaklaşıyordu.
Birkaç adım ötede çömelmiş otları
ayıklayan Vellian aceleyle ayağa kalktı. “Majesteleri!”
Astelle şaşkınlıkla arkasını
döndüğünde tanıdık simayı gördü. Kaizen’di.
“Astelle.” Astelle’in şaşırmış yüzüne
baktı ve gücenmişçesine sordu. “Neden bu kadar şaşırdın? Engel mi oluyorum?”
“…Hayır Majesteleri.”
Tabii ki rahatsız ediciydi ama bu
konuda dürüst olamazdı. Bir anda bütün gerginliği elindeki sepete odaklanmıştı.
Astelle artan endişesini bastırdı.
‘Sorun yok.
Nasılsa Kaizen şifalı bitkilere yabancı.’
Astelle bitki sepetini sıkıca tuttu ve
olabildiğince doğal bir şekilde sordu. “Majesteleri, burada ne yapıyorsunuz?”
Ana binaya geri döneceğini düşünmüştü.
Hastalığını ve tedavisini bildirmişti yani onunla daha fazla konuşmasına gerek
yoktu. Neden buraya kadar takip etmişti?
“Yardım etmeye geldim. Orman
tehlikelidir.”
“Burası o kadar da kötü bir yer değil,
kaleden sadece birkaç dakikalık yürüme mesafesinde.”
Kaleye yakın gibi görünmüyordu ama
imparatorun askerleri köyün sınırlarına kadar her yerde nöbet tutuyorlardı. Tehlikeli
bir şey olamazdı. Ancak Kaizen aynı fikirde değil gibiydi.
“Yine de yalnız kalmak tehlikeli.”
“Vellian benimle.”
“Acil bir durumda onun yardım
edebileceğini düşünüyor musun?”
Vellian, efendisinin acımasız
değerlendirmesi karşısında üzgün bir ifadeyle onlara baktı ama Kaizen ona
aldırış etmedi.
Eh, bir hırsız veya vahşi bir hayvanla
karşılaşırsa Vellian'ın pek yardımı olmayacağını varsayabilrdi. Ancak Astelle
için bu büyük bir risk değildi. Şu an onun için en tehlikeli şey Kaizen’in
Theor’un kimliğini keşfetmesiydi.
Astelle içinden geçtiği gibi konuştu. “Şu
anda imparator ile birlikte olmak çok daha tehlikeli.”
Kaizen, hiçbir şeyden haberi olmadan
cevapladı. “Sana odanı düzenlemeni ve Theor’un odasını hazırlamanı söylemiştim.
Yakında döneceğini düşündüğüm için bekledim ama ne kadar beklediysem de
gelmedin.”
“Beni gözettiğiniz için teşekkür
ederim.”
Kaizen, Astelle’in kolundaki ot
sepetine bakarak konuştu. “Ben de yardım edebilirim.”
Bu ne anlama geliyordu?
“Teşekkürler Majesteleri ama gerek
yok, Sör Vellian zaten yardım ediyor…”
“Yardım eden bir kişi daha olsa işin
daha çabuk bitmez mi?” Kaizen etrafında bakındı ve sordu. “Ne arıyorsun? Senin
için bulacağım.”
Astelle yutkundu. Aslında düşününce
haklıydı ne kadar çabuk otları toplamayı tamamlarsa o kadar çabuk Kaizen’in
görüşünden kurtulabilirdi. Sepeti kontrol ettikten sonra, Kaizen'e araması
gereken bazı bitkileri açıkladı.
“Bulmam gereken dört bitki daha kaldı.
Bulması en kolay olan beyaz çiçekler...” Vellian’a yaptığı açıklamanın aynısını
yaptı.
Vellian ise hala Astelle’in çoktan
toplamış olduğu Gurren otlarını arıyordu.
Kaizen, Astelle'in açıklamasını
dikkatle dinledi ve oldukça ciddi bir şekilde etrafına bakınıp bitkiyi buldu.
‘Sorun yok.’
Astelle Kaizen’den belirli bir
mesafede dolaştı ve şifalı bitkileri topladı. Vir an önce bunu halledip kaleye
dönmek istiyordu.
Günbatımı, gökyüzüne yükselen
ağaçların arasından dökülüyordu. Başını kaldırdığında kızıl gökyüzünü yarıya
kadar kaplayan lacivert yaprakları gördü.
“Astelle.”
Birkaç adım ötesinde otlara bakan
Kaizen ona seslendi. “Aradığın çiçek bunlar mı?”
“Buldunuz mu?”
Yorumlar
Yorum Gönder