How to Hide the Emperor's Child - 28. Bölüm (Türkçe Novel)


Aramaya devam ederken Kaizen tekrar konuştu. “Sanırım burada buldum.”

Astelle Kaizen’in yanına yaklaşıp otlara baktı. Kaizen’in elindeki küçük beyaz çiçekler aradıklarına benziyordu ama uçları biraz daha genişti ve yaprakları daha küçüktü. Kaizen, Astelle'in soluk yeşil gözlerinin hayal kırıklığına uğradığını görünce elini indirdi.

“Değil mi? Tekrar…”

“Hayır hayır! Yani…” Hayal kırıklığı ve utanç Kaizen’in yüzüne çarptı. Astelle Kaizen’i rahatlatmaya çalıştı.

“Benzer çok fazla çiçek var…”

İki eli Gurren otlarıyla dolu Vellian yaklaştı. “Şey, Majesteleri yardım edebilirim…”

“Gerek yok.” Sesi soğuk bir bıçak gibi kesti. Vellian Astelle’in istediği otları bulduğu ve kendisi yanlış otları topladığı için kızmış görünüyordu.

‘Ormanı defalarca dolaştım ama ilk defa şifalı ot topluyorum…’

Arka arkaya başarısız olduğu için Kaizen’in ruh hali iyi değildi. Etrafında siyah bir gölge varmış gibi görünüyordu. Vellian elindeki otları hızlıca Astelle’in sepetine attı ve uzaklaştı.

Uzunca bir süre otların arasında arayışta olan Kaizen alçak bir iç çekişle sordu. “Bunu ne zaman öğrendin?”

“Büyükbabamın malikanesinin yakınında yaşayan bir şifacı var. Bir şekilde onunla tanıştım ve ilaç yapmayı öğrendim.”

“Peki neden?”

Astelle neden bu kadar doğal bir şey sorduğunu anlamadığını belirten bir bakış atarak cevapladı. “Eh, sonuçta küçük bir çocukla ve yaşlı bir büyükbabayla birlikte yaşıyorum.”

Basit bir soğuk algınlığı bile küçük çocuklar ve yaşlı insanlar için ölümcül olabiliyordu. Theor ve büyükbabası çok sağlıklılardı ama tedbirli olmaktan zarar gelmezdi. Boş zamanlarında Gretel’den otları ve iksir yapmayı öğrenmişti. Göz iksiri dışında biri hastalanırsa diye ilaçlar yapmayı da öğrenmişti. Gretel, Astelle’in ilaç yapma konusundaki yeteneğini hep överdi. Hatta isterse onu öğrencisi olarak kabul edeceğini söylemişti ama Astelle reddetmişti. Bunun yerine bahçede şifalı otlar yetiştirip satarak kazanç sağlıyordu.

Astelle pek bir anlam ifade etmeden cevap verdi ama sözlerini duyunca Kaizen’in kafası yine karıştı. Geçimini sağlamak bu kadar zor muydu?

Kaizen otların üzerinde yürüdü. Bu ormana daha önce gelmiş olmasına rağmen ilk kez çalılıktan bu şekilde geçiyordu. Bastığı her adımda ıslak toprak ve çimen kokusu yayılıyordu. Kafasını kaldırıp gümüş gökyüzüne baktı. Kırmızımsı gün batımı üzerinde batan güneşin ardına açık mor bir gökyüzü işlenmişti.

Üç dört adım ötede Astelle duruyordu. Sade elbisesi ve elinde sepetiyle Kaizen’in bilmediği bir otu koparıyordu.

Birdenbire eski günleri düşündü. Daha önce Astelle ile birlikte bu ormanda olduğunu hatırlamıştı. Astelle’in hatırası kafasında her zaman güzel bir şekilde dekore edilmiş oyuncak bebek benzeri bir figürdü. Arka plan her zaman imparatorluk sarayı ya da muhteşem bir konağın ziyafet salonu olurdu.

Ancak Astelle ile ormana bir kez gitmişti. Tozlu bir kitap sayfası gibi eski bir anıydı. Kaizen unuttuğu anıların üzerindeki tozu silkeledi.

“Eski günleri hatırladım.”

Astelle sakin sesine döndü. Kaizen ona bakıyordu. “Doğum günümde ormanda birlikte avlanmaya gitmiştik. Hatırlıyor musun?”

Astelle kesin ve net hatırlıyordu. “Majestelerini kurtarmaya çalışırken göle girdiğim zamandan mı bahsediyorsunuz?” Soğuk bir tonda cevaplamıştı ve haklıydı.

“… Evet, o zaman.”

“Evet, öyle bir şey olmuştu.”  Astelle başka bir şey söylemedi. Kuru sesinde hiçbir duygu yoktu.

‘İyi bir anı değildi…’

Kaizen sessizce o gün olanları anımsadı.

***

Mevsimlerden kıştı.

Kaizen’in 18. yaş günü için başkentten biraz uzakta ormanda avlanmaya gittikleri zamandı. Genellikle kadınlar avlanma yerlerine götürülmezlerdi ancak o gün veliaht prensin nişanlısı Astelle, imparatorun emriyle ava katılmıştı.

Keyifli olması gereken doğum günü avı, Astelle yüzünden başından beri rahatsız ediciydi.

‘Bu sinir bozucu…’

Ancak onu imparator babası göndermişti bu yüzden uzaklaştıramamıştı. Kaizen kayıtsızdı ama kibar bir nişanlı gibi davranıyordu. İmparatorun isteği olmasa bile Astelle’i görmezden gelemezdi. Bu durum onu daha da rahatsız ediyordu.

Yakınlardaki av köşkünde bir gece kalacak ve avlanmaya çalışacaktı ama o gün ikinci bir talihsizlik daha oldu.

Gece kar yağmaya başladı.

Şafaktan önce başlayan yağışla önce tek tek düşen kar taneleri daha sonra bütün alanı beyaza döndürmüştü.

Gün doğar doğmaz Kaizen paltosunu giydi ve dışarı çıktı. Kalenin arka bahçesi geniş bir ormanla bağlantılıydı. Birliğiyle birlikte ata bindi ve kapıdan dışarı çıktı. Yeni yeni çözülen şafakta mavimsi gökyüzü, koyu gölgeli ormanın arkasında uzanıyordu. Birlikten biri ormandaki göl hakkında bir efsane anlatmaya başladı.

“Efsaneye göre bu ormandaki göle gidip gerçek aşk ve sevgi için dua ederseniz ormanın ruhu dileğinizi yerine getirirmiş.”

“Bu saçmalık.”

Efsaneyi açıklayan adam Kaizen’in sesiyle konuşmayı kesti. “Bir gölün dilek gerçekleştiriyor olması çok saçma.” Kaizen böyle saçma bir efsaneden ciddiyetle bahsettiği için gülüyordu. Öte yandan açıklamasını dinleyen Astelle hikâyeyi beğenmiş gibi görünüyordu.

“Yine de güzel bir efsane.”

Lüks görünümlü çivit rengi bir av elbisesi üstüne kürk manto giymiş olan Astelle at üzerinde orman tanrıçası gibi güzel görünüyordu. Ancak o ne kadar güzel olursa olsun Kaizen için yoldaki bir taştan farksızdı.

Kaizen doğrudan konuştu. “Nişanlımın böyle batıl inançları sevdiğini bilmiyordum.”

Astelle utancını göze aldı ve tekrar ağzını açtı. “Yine de bu orman çok güzel. Sabah olduğundan hava çok ferah. Su yolunun yakınında böyle bir orman olsaydı güzel olurdu.”

“Evet, muhtemelen çok fazla insan gelip gitmediği içindir. Çok fazla insan ziyaret etse manzara mahvolurdu.” Kaizen atının başını yana çevirdi ve tükürür gibi konuştu.

“Özellikle nasıl avlanacağını bile bilmeyen insanlar girip çıksa avlanma yeri mahvolur.”

Kaizen artık Astelle ile konuşmak istemediğini belli ederek atını hızlandırdı ve ayrılarak ormana gitti.

Kaizen avlanmayı çok severdi. Ama avlanmak yerine daha çok imparatorluk sarayından çıkıp ormanda dolaşmayı tercih ediyordu. Çünkü o zaman saraydan ayrılmak için bir bahanesi oluyordu ve istediği gibi davranabiliyordu.

Kaizen uzunca bir süre ormanda dolandı ve avını kovaladı. Geçen süre zarfında Astelle ile hiç karşılaşmadı. Nerede olduğu umurunda bile değildi. Astelle’in avlanmayı sevip sevmediğini ya da hiç avlanıp avlanmadığını bilmiyordu.

Ne zamandır birlikten ayrıydı? İlk defa ormanın merkezine gelmişti. Yoğun ağaçların arasında karla kaplı bir tahta vardı. Kaizen yönünü oraya çevirdi. Ama kar kaplı alana bastığı anda aniden beklenmedik bir durum yaşadı.

Adım atar atmaz zemin çöktü. Buz kırıldığında soğuk su fışkırdı ve karanlık su onu derin bir bataklık gibi yuttu.

“Aaah!...”

Şok olmuş sesi keskin bir çığlık gibi yankılandı. Suda boğulmaya başlayan Kaizen hızla dibe çekiliyordu. Donmuş su vücudunun her yerine bıçak gibi saplanıyordu. Kaizen buza tutunmak için umutsuzca uzandı. Ancak bütün vücudunu saran kalın kürkü onu yavaşça batırıyordu. Kırık buz önündeydi ama ulaşamıyordu. O sırada yukarıdan ince bir ses duydu.

“Majesteleri!”

Biri ona ulaşmıştı. Kaizen elini tutmayı başardı. Sesin sahibi onu yakaladı ve yukarı çekti. O anda Kaizen buzu tutmayı başardı ve zar zor yüzeye tırmandı. Ancak bu sefer yanındaki buz çatladı ve onu yakalayan kişi suya düştü.

“… Astelle?”

Zorlukla buza tırmanan Kaizen onu yukarı çeken kişinin Astelle olduğunu fark etti. Bu sefer tam tersine o Astelle’e ulaştı. Debelenmekte olan Astelle prensin elini tuttu.

 

Yorumlar

Yorum Gönder