Finding Camellia - 121. Bölüm (Türkçe Novel)


Lia'nın kasılmaları ertesi sabaha kadar devam etti. Hizmetçiler, ebe ve doktorların hepsi çeşitli pozisyonlarda uyukluyordu, ancak Claude karısının eline tutunarak yatağının yanına oturdu.

"Dinlenmelisin," zar zor konuşan Lia, sadece kocasının yüzünü sertleştirdiğini gördü.

"Sen böyleylen nasıl dinlenebilirim? Eğer... eğer çok fazlaysa, vazgeçebilirsin. Tek ihtiyacım olan sensin, eğer iyiysen..."

"Bunu söyleme. Çocuğumuz ve ben, ikimiz de sağlıklı olacağız."

"Kahretsin," diye mırıldandı, karnına bakarak. "Neden..."

Sonunda kar yağmaya başladı. Caruso, Pollan'ı Gaior'a gönderme fırsatını yakaladı ve onlara Lia'nın doğum yaptığını bildirdi. Şahini göndermek Jasmine'in fikriydi. Lia'nın annesine her zamankinden daha çok ihtiyacı olduğunu açıklayarak, geçici olarak da olsa Laura'yı yanlarında istedi.

Lia'nın kasılmalarının başlamasının üzerinden on iki saat geçmişti. Yorgunluktan bayıldığında, Claude'un öfkesi aşikardı. Doktorlar, ebe ve görevliler, Lia'yı canlandırmak için bildikleri her yöntemi kullandılar. Claude ancak büyük düşesin gözleri açılınca nihayet sakinleşti. Ağır bir nefes alarak dev bir yığın halinde yere yığıldı. Lia başaramazsa ne yapacağını bilmiyordu. Bu düşünce bile nefesini kesti. Tekrar Lia'nın yanına oturmak için acele etti ve hayatta kalmak için ihtiyacı olan tek şeymiş gibi elini tuttu.

Pipi, Lia'ya su vermeyi bitirdikten sonra dua etmek için diğer elini tuttu. Lia, sanki hiç gücü kalmamış gibi, ara sıra yatakta dönüp duruyordu.

Caruso, "Lord Sergio burada, lordum." diye bildirdi. "Leydi Laura Alexei'yi getirdi."

Lia önce inleyip sonra çığlık atmaya başlayınca Claude oturduğu yerden kalktı.

"Camellia. Lia. Nefes al Lia. Nefes al."

"İsim." dedi nefes nefese. "Bir isme ihtiyacımız var."

"Neden bahsediyorsun? Şu anda endişelerimizin en küçüğü bu!"

"Bebeğimize adıyla seslenmek istiyorum Claude." diye yanıtladı Lia bir çığlıkla.

Doktorlar ve ebe bacaklarının arasında yerlerini alırken çenesini sıktı. Ebenin gözleri çok geçmeden canlandı. "Biraz daha leydim!"

"Cahrem. Cahrem Alexei Ihar. Eğer kız olursa, Yvonne Alexei Ihar." dedi Claude hızla, Lia yeniden çığlık atarken. O anda kapılar patlayarak açıldı ve kızının yanına diz çökmek için koşan şiş gözlü Laura ortaya çıktı. Lia ona uzanarak dikkatle başını çevirdi.

"Bebeğim, Lia'm. Her şey yoluna girecek, sadece nefes al ve ıkın."

Doktorlar ve ebe de onu ıkınmaya teşvik ederek cesaretlendirdiler. Lia'nın alnındaki damarlar şişti, gözleri patlayan kılcal damarlardan kırmızıya döndü. Dudağını o kadar sert ısırdı ki kanamaya başladı. Claude elini onun dudaklarının arasına sıkıştırdı ve sessizce gözleriyle dudakları yerine elini ısırmasını söyledi. Lia'nın görüşü bulanıklaştı, vücudunun ikiye ayrıldığını hissetti. Ağzı açık kaldı ama bağıramadı. Claude'un gözyaşları onunkilerle karışmak için yüzüne düştü.

Bütün oda gradüşes için umutsuzca dua edenlerle doluydu.

"Az kaldı leydim!" ebe, Lia'nın karnına bastırarak ağladı.

"Harika gidiyorsunuz. Bir kez daha itin!"

Bebek sonunda Lia'nın bacaklarının arasından kayarken yüksek bir ağlama sesi havayı deldi. "Bir oğul!"

Lia nefes nefese kaldı, gözyaşları yüzünden aşağı akıyordu. Ebe onu yıkayıp sararken bebek ağladı ama Claude Lia'nın yanından ayrılmadı. Yüzünü onun göğsüne gömdü, ağlarken omuzları inip kalkıyordu.

"Ağlıyor musun, Claude?" Lia hafifçe sordu, parmaklarını onun saçlarından geçirdi. "Grandük ağlıyor mu? Güneş batıdan mı doğdu?" diye alay etti, biraz nefesi kesilmişti. "Ağlama aşkım."

Claude daha çok yüzünü buruşturmaya benzeyen bir gülümseme takınmaya çalıştı ve onu saygıyla öptü. "Lia.."

"Evet."

"Camellia."

"Evet, Claude."

"Başka çocuğumuz olmayacak. Asla."

Yasemin kıkırdadı. "Babasının oğlu gibi konuştun." Kucağında torunu ile yatağa yaklaştı. "Çocuğunuza merhaba deyin."

Bebeğin pembe teni, simsiyah saçları ve büyüleyici mavi-yeşil gözleri vardı. Ağlamayı bırakmıştı ama burnunu kırıştırmaya devam etti.

"Cahrem," diye mırıldandı Lia, onun saç tutamını taramak için elini kaldırarak. O kadar küçüktü ki en ufak bir dokunuşta kırılacakmış gibi hissediyordu. Claude da aynı şekilde hissediyor gibiydi. Oğlunu dikkatle kucağına aldı, Cahrem'in yüzünün avucundan küçük olmasına şaşırdı. Tek yapabildiği ağlamaktı.

"Anne," diye seslendi Lia, Laura'ya. "Bu bizim oğlumuz Cahrem."

"Sana ve Lord Claude'a benziyor. Çok sevimli. Tebrikler bebeğim." dedi Laura, gözleri yaşlarla parlayarak. Lia gülümsedi ama onun gözleri de yaşlarla ıslanmıştı.

"Cahrem Alexei Ihar." diye tekrarladı Claude, bir mantra gibi. İvan öne çıktı, yüzü gözyaşlarıyla buruştu ve müstakbel efendisinin önünde diz çöktü. Diğerleri de aynı şeyi yaptı ve sulu gözlerle yeni ebeveynlere içten tebriklerini sundular.

Mucizevi bir Şubat gecesinde Kuzey'de yeni bir hayat filizlenmişti.


Sonsöz

"Kendine hakim ol. Bebek çok küçük olacak ve Leydi Ihar çok acı çekecek. O yüzden telaşlanma, ağlama. Uslu bir kız ol, tamam mı?"

Jessica, Rahibe Mary'nin talimatlarını anladığını göstermek için hevesle başını salladı. Tabii az önce duyduklarını tam olarak anlamamıştı. Tek düşündüğü, Bayan Camellia'nın bir bebeği olduğu ve onları tebrik edecekleriydi.

Jessica için hiç de iyi bir haber değildi. Bayan Camellia'nın yeni bir bebeği olursa, bu onu artık eskisi kadar sevemeyeceği anlamına geliyordu. Burnunu çekti, aceleyle gözlerini sildi.

Ihar Malikanesi'ne Rahibe Mary'nin elini tutarak girdiğinde, Jessica'nın dikkati bir an için lüks iç mekana takıldı. En güzel ve en yakışıklı insanlar bir ileri bir geri yürürken her şey parıldıyordu. Rahibe Mary onu uyarana kadar onlara ağzı açık bakakaldı.

Çok geçmeden bir adam gülümseyerek yanlarına geldi. Jessica onun bir prens olabileceğini düşündü.

"Ben Caruso," dedi adam neşeyle, onları devasa merdivenlerden yukarı çıkarırken. Jessica beş yetişkinin arkasından koşarken kızardı. Büyük bir kapının önünde durdular. "Efendim, Rahibe Mary burada."

Kapının ötesinde, Jessica bebeğin hafifçe ağladığını duydu. Sesi açmış gibi geliyordu.

Caruso kapıyı açtı ve Jessica harika koku karşısında şaşkına döndü. Bayan Kamelya gibi kokuyordu. Rahibe Mary'den duyduğu her şeyi unutarak neredeyse Lia'nın kollarına atılıyordu. Ama Lia'nın kollarında küçük bir bebekle bir sandalyede oturduğunu görünce, morali bozuldu.

"Jessica. Rahibe Mary. Hoş geldiniz." dedi Claude.

Jessica, Claude'a bakarak ürkek bir şekilde Lia'ya doğru ilerledi. Mavi gözleri ve ürkütücü bakışları ondan hiç ayrılmıyordu.

Bahse girerim bebek çok huysuz ve çirkindir, tıpkı Lord Ihar gibi!

Lia'nın kollarındaki küçük kundağa bakmak için boynunu kaldırdı, öğretmeninin nazik okşamasını görmezden geldi, çirkin şeye gülmeye hazırdı.

Ne...?

"Çok güzel, değil mi?" Lia, Cahrem'e kocaman açılmış gözlerle bakan Jessica'ya sordu. Jessica hevesle başını salladı.

"O bir melek mi? Bir melek mi doğurdunuz Bayan Camellia?"

"Melek mi?" Lia'nın kahkahası odayı aydınlattı. Jessica, Lord Claude'un ürkütücü gülümsemesini ilk kez gördüğünü düşündü. Şaşkınlıkla bebeğe tekrar baktı. Saçları simsiyah, yanakları pembeydi. Dudakları dolgun ve kırmızıydı ve gözleri tıpkı Lia'nınkiler gibiydi.

"O bir melek değil Jessica. O Cahrem. Ona iyi bir arkadaş olacaksın değil mi?

"Ne?"

"Umarım Cahrem'in arkadaşı olursun, tabi eğer istersen."

Jessica tereddütle başını sallamadan önce parmaklarıyla oynadı. Lia sıcak bir şekilde gülümsedi, yanağını avuçladı ve Cahrem'i beşiğine yerleştirdi. Derin bir sohbet içinde Rahibe Mary'nin yanına giden Lia'yı takip etmek yerine Jessica ilk kez beşiğin yanında olduğu yerde kaldı.

"Kurabiye ister misin?"

Jessica, Claude'dan gelen kurabiyeyi refleks olarak kabul etti. Oğluna bakmak için yanına geldi. Dürüst olmak gerekirse, Lord Claude hayatında gördüğü en yakışıklı adamdı. Jessica ondan sadece, istediği her yerde ve her zaman Bayan Camellia'dan öpücük alabildiği için hoşlanmıyordu.

Lord Claude'un eli yanağına değdiğinde çikolatalı kurabiyeyi ısırarak somurttu. Dudaklarındaki kırıntıları nazikçe ovuştururken kızardı. "Sık sık gel, Jessica."

"Geleceğim."

Claude, Lia'nın yanına gitti, yanağına bir öpücük kondurdu ve kulağına bir şeyler fısıldadı. Lia'nın yanakları, Claude'a bakıp "Ben de seni seviyorum." derken pembeye döndü. Jessica onları izledi, sonra elini beşiğe soktu. Cahrem kıpırdamayı bıraktı ve parmağını ağzına götürdü. Bebek o kadar sıcacıktı ve kurabiye o kadar tatlıydı ki Jessica sonsuza kadar burada kalmayı diledi.

"Şşşt," diye fısıldadı Claude, küvette Lia'nın üzerinde belirip dudaklarını talep ederek. Arkasını dönüp banyodan çıkmadan önce onu birkaç dakika öptü. Hiç şüphesiz o da Cahrem'in  ağladığını işitmişti.

Ancak Claude, başını sallayarak onu kollarının arasına aldı. "Dadı burada olacak. Ona bırak."

"Ama ya açsa? Ben..."

"Ben açım Lia. Sana açım. Altı aydır seni arzuluyorum."

Lia dudağını ısırdı. Bahar çiçeklerinin yoğun kokusu açık pencereden süzülüyordu. Birkaç dakika sonra, dadı kapıdan içeri girdi ve etrafta koşuşturmaya başladı.

"Efendi Cahrem'i yanıma alacağım lordum." Dadı cevap beklemeden kapıyı arkasından kapattı.

"Kımılda Camellia." dedi boğuk bir sesle, mavi gözleri arzuyla parıldıyordu. Lia hareket ederken ağırlığını vererek onun omzunu kavradı. Gergin çıkıntıları dişlerinin arasına alarak onun göğüslerine nefes verdi. Kendi başına hareket etmesine izin vermek, onun için muazzam bir sabır egzersiziydi, çünkü yorulduğunda ona durması için dolaylı olarak yer veriyordu. Ama Lia ona göre çok beceriksizce, çok yavaş hareket etti.

"Camellia, Camellia," diye tekrarladı Claude bir dua gibi. Adını her söylediğinde, göbeğinin alt kısmında biriken sıcaklıkla titriyordu.


*****


"Jessica'yı gerçekten evlat edinmeyi planlıyor musun?"

"Evet. Bir kızımızın olması da güzel olurdu. Ayrıca, sana söyledim. Seni tekrar acı içinde görmeye dayanamam."

"Jessica-"

"Tuhaf bir şekilde sana benziyor. Seni ve Cahrem'i seviyor. Muhtemelen benden daha fazla."

"Katılmıyorum."

"Sadece lafın gelişi, aşkım."

Lia gülümsedi, gözleri yaşlarla doldu.

"Teşekkürler, Claude. Çok teşekkür ederim."

Claude hemen Caruso'ya gerekli belgeleri hazırlamasını emretti ve Lia uzun bir süre sevinç içinde ağladı. Lia'nın Jessica'yı manastırdaki diğer tüm çocuklardan daha çok önemsediğini biliyordu. Çocukluğundaki Lia'nın tıpa tıp aynısı gibiydi. Claude'un onu ailelerine katılmaya davet etmesi çok doğaldı.

"Claude, biliyor muydun?" diye sordu Lia, yüzüne öpücükler kondururken kulak memelerini okşadı. "Uzun zaman önce bir rüya gördüm."

"Ne tür bir rüya?"

"Başkente ilk gidişimde, arabada..."

Claude'un gözleri karısına odaklandı, anı ona geri döndü. Tek kaşını kaldırdı ve sessizce onu devam etmesi için teşvik etti. Lia alnını alnına değdirip onun kucağına yerleşince derin bir nefes verdi. "Rüyamda beni öptüğünü gördüm. Sanırım... sanırım seni o günden beri seviyorum."

Kahretsin. Lanet olsun. Lanet olsun.

Islak eliyle saçlarını geriye attı. Onu bütün olarak yutmak istedi. Onun tüm varlığını kendisine ait kılabilseydi, her şeyi yapardı, hatta ruhunu şeytana bile satardı. Kalbi aşktan göğsünden fırlayacak gibiydi. Bunun yerine sevgisini nazik, tutkulu bir öpücükle gösterdi.

Tabutunun üzerine kürekle toprak atılana kadar ona gerçeği asla söylemeyecekti.

"Seni seviyorum." diye fısıldadı gözleri kapalıyken. O da gözlerini kapatarak sesinin onu sarmalamasına izin verdi. "Seni seviyorum."

"Camellia."

"Evet?"

Gözlerini açtı. Geçmiş yılların küçük çocuğu bir kadın, bir anne ve onun karısı olmuştu. Bahsettiği 'rüya', zihnini dolduran bir dolu anıya yol açtı.

"Ne oldu?" diye sordu. Şakacı bir tavırla onun dudaklarını ısırmak için eğildi. "Ne?"

Sen benim ilk karımsın. (Ç.N: Karım derken eşim anlamında değil yağan kar anlamında asdfgh)

"Claude!"

Sen benim gölümsün.

"Claude!"

Sen benim gölümsün.

"Bana cevap vermeyeceksin, değil mi? Güzel. O zaman sonsuza dek seni sevdiğimi söyleyeceğim."

Sen benim sonsuzluğumsun.

Eğer sen dünyanın sonuysan, orası cennetin olduğu yer olacak ve ben onun efendisi olarak yaşayacağım.

Claude onun minyon bedenini kollarının arasına aldı ve sıkıca kucakladı.

"Seni seviyorum Camellia."

Sen benim aşkımsın.

Yorumlar