Finding Camellia - 113. Bölüm (Türkçe Novel)


Kum rengindeki çadır uzaklaşarak küçücük bir nokta haline geldi. İki eli de kucağında kenetlenmiş oturan Lia, gözlerini çadırdan ayırmadı. Yanında oturan Ian camı biraz aşağı indirdi ve serinletici orman esintisinin arabayı doldurmasına izin verdi.

Valensiya tarlalarının Ian'ın dükalığı Rixie'nin ormanlarına dönüşmesini izledi ve bu sabahı düşündü. Ian kahvaltıdan sonra düklüğüne dönmek için acele ederken, Lia da hızlı hareket etmişti. Claude'u onun bakımına emanet etmek için Caruso'ya koştu. Claude'un kendi yaralarını umursamayacağını ve tamamen iyileşene kadar özenle tedavi etmeyeceğini biliyordu.

‘Lia, benim için endişelenme. Git ayın geri kalanının tadını çıkar ve güzel anılar biriktir, sonra bana geri dön. Törenimiz için sana ihtiyacım olduğunu biliyorsun.’

Bir anlığına 'Del Casa'ya geri dönmek istiyorum' sözleri neredeyse dudaklarından dökülevekti. Dışarıda onu bekleyen Ian olmasaydı, Claude ile eve dönebilirdi.

Lia dudaklarını ovuşturdu, Claude'un öpücüğünün hissi hâlâ üzerlerindeydi.

"Çok teşekkür ederim Ian. Bana büyük bir iyilik yaptın. Bunu asla unutmayacağım."

Ian sırıttı. "Hayır, lütfen bir an önce unut bunu. Unutman benim için daha iyi olur. Aksi halde karşılığında bir iyilik dilemeye devam edebilirim."

Ian'ın istekleri aşağı yukarı her zaman aynıydı - bir öpücük ya da sarılma. Lia onu anlamadı. Onun için hayatını bu kadar kolay vereceği biri miydi?

Saçlarını geriye doğru taramak için uzandı ve bir an bile uyumamış gibi görünen cılız gözleri ortaya çıktı. "Arkadaşım olduğun için teşekkür ederim." dedi başını onun omzuna yaslayarak.


"Arkadaş?"

"Evet, kendin söyledin. Dürüst olmak gerekirse, edindiğim ilk arkadaş sendin."

Ian konuşamayarak onun başının tepesine baktı. Bir süre sonra derin bir iç çekti. 

"Gerçekten evlenmem gerekiyor." 

"Gaiorlu kadınların hepsi oldukça güzel."

"Bana patronluk taslama."

"Öyle yapmıyorum, ciddiyim. Mutlu olmanı istiyorum."

Ian derin düşüncelere dalarak bakışlarını pencereden dışarı kaydırdı. Lia, düşüncelerini Claude'dan olabildiğince uzaklaştırmaya çalışarak gözlerini Rixie'nin sokaklarında gezdirdi. Claude şimdiye kadar kesinlikle Del Casa'ya doğru yola çıkmış olmalıydı. Jasmine, yüzünde belirgin bir rahatlamayla onu kollarını açarak karşılardı. Ihar aile doktoru yaralarını özenle tedavi ederdi. Pollan aklına gelene kadar zihni başka yerlerde gezindi.

Muhtemelen boş odada, bacağına güzelce bağlanmış bir notla Claude'u bekliyordur.

Lia yazdığı mesajı hatırlayarak gülümsemesini bastırdı. Araba malikanenin önünde durdu. Ian dışarı fırladı ve Lia'ya kapıyı açmak için arabanın etrafında koşturdu. Uzattığı elini minnetle tutu. Dışarı çıktı ve tüm yüzünü kaplamış endişeyle kapının yanında duran annesine gülümsedi.

"Merhaba anne. Geri döndüm."

Zaman rüzgar gibi akıp geçti.

Gaiorlu işçiler kısa süre sonra çöken madenleri yeniden inşa etmek için gönderildi. Pollan, iki grandük arasındaki mesajları iletmek için sınırın üzerinden beş kez uçtu. Ian'a karşı korkutucu derecede güçlü bir kin besleyen kuş, ona her yaklaştığında histerik bir hal alıyordu.

Lia, Del Casa'dan alacağı son not olan notu açtı.

[Lavantalar açtı.]

Claude'un düzgün el yazısına gülümserken, Laura'nın arkasından geldiğini fark etmedi.

"Yani bugün geri dönüyorsun?"

Lia notu katlayıp cebine koydu ve annesine döndü. Gideceği gün yaklaştıkça annesine tutkal gibi yapışmıştı. Aynı yatakta uyudular, Lia bir çocuk gibi annesinin kollarına girdi. Laura, kızının saçlarını okşadı ve ona çocukluğundan ninniler söyledi.

"Senin için geri geleceğim. Söz verdiler. Yakında seni yanıma getireceklerine söz verdiler."

Laura gözyaşlarıyla dolup taşan gözlerini yere indirdi. "İyi olacak mısın? Biz soylu değiliz Lia ama öyleymiş gibi yaşıyoruz."

"Hiç pişman oldun mu?"

Laura başını yavaşça sallayarak ellerine baktı.

"Tekrar o konuma getirilseydim her seferinde aynı kararı verirdim. Sen benim tek şansımsın Lia. Bunu ne değiştirebilir?"

Lia alnını annesinin omzuna bastırdı. Annesi olmadan kısa sürenin üstesinden gelmek bile dayanılmaz olacaktı. Geçmişte nasıl hayatta kalmıştı?

Burnunu çekti ve gözlerini odaya tünemiş Pollan'dan pencerenin dışındaki parlak, berrak gökyüzüne kaydırdı. Açık pencerelerden hafifçe lavanta kokusu alabildiğini düşündü. Geçen ay için Ian ve Claude'a sessizce teşekkür etti.

Hayallerimi yaşayabildim.

Bir görevli kapısını çaldı. "Gitmeye hazır mısınız Leydi’m?"

Lia, annesinin elini sıkıca tutarak birinci kata çıktı. Onunla ve annesiyle ilgilenenler, Ian ile birlikte tek sıra halinde duruyorlardı. Lia her biriyle tek tek konuştu, geçen ay ona çok iyi davranan insanlara teşekkür etti ve vedalaştı. Ian'ın önüne gelip reverans yaptığında, hızla kollarına çekildi. Onu uzaklaştırmaya hazır bir şekilde ellerini onun göğsüne koydu, ama Ian öyle güçlü bir duyguyla adını söyledi ki, sırtını okşadı.

"Tekrar görüşeceğiz."

"Evet, seni tekrar göreceğim."

Annesiyle uzun ve son bir kucaklaşmanın ardından Lia arabaya bindi. Şoför gülümseyerek motoru çalıştırdı. Lia arkasına bakmadı. Ian'ın neden onu uğurlamadan malikaneye geri döndüğünü biliyordu. Annesinin ağlamamak için ne kadar çabaladığını biliyordu. Bunun yerine pencereyi indirip, Rixie ve annesinin sıcak kokusunu barındıran havayı içine çekti.

Araba, kontrol noktası binasının görüş alanına girene kadar uçsuz bucaksız düzlüklerde kilometrelerce yol kat etti. Lia, binanın diğer tarafında duran tanıdık bir birini fark ettiğinde, sonunda uzak tuttuğu gözyaşlarını serbest bıraktı. Özlemi taştı ve yanaklarından aşağı damlayıp eteğini ıslattı.

Lia, araba durur durmaz arabadan fırladı ve eteği ellerinde toplanmış halde Claude'a doğru koştu. Şoför telaşla ona seslendi ama cevap verecek vakti yoktu. Olabildiğince hızlı koşuyordu ama çok yavaş geliyordu. Topuklu ayakkabılarını çıkarıp çıkarmamayı düşünürken, ayakları sadakatle onu kalın kırmızı çizginin üzerinden Cayen'e taşıdı. Claude onu yakalayıp kollarının arasına çekti. Onu nazikçe öpmeden önce yanaklarını avuçladı.

Gözyaşları kuruyana kadar öpüştüler.

Del Casa'da lavantalar çiçek açmıştı. Bahar gelmişti.


*****


"Majestelerinin kendisi burada olacak, bu yüzden görevlileri ekstra dikkatli eğitin. Hata yapılamaz. Resmi tören şapelde yapılacak, evet. Salon balo için leylakla süslenmeli." diye emretti Jasmine. Camellia bir ay süren Gaior yolculuğundan döneli bir hafta olmuştu ama görünüşe göre düğünleri için hiçbir şey hazır değildi. Kaybedecek zaman yoktu, özellikle de Claude'un ölümle dansından sonra. Jasmine, kalbinin etrafındaki gerginliği uzaklaştırarak hafifçe başını salladı.

"Leydim, Majesteleri ziyareti sırasında hangi odayı kullansın?" Owen, yumruğunu kalbinin üzerinde tutarken sessizce sordu.

"Misafirlere en uygun odalara ayırdık ama leydim kararları onaylarsa hemen onları hazırlatırım."

Ona soyluların ve yerleştirilecekleri odaların bir listesini verdi. Jasmine listeye ve kat planına başını sallayarak baktı. "Kardeşimin odası benimkinin yanında olsun. Birlikte bir şeyler içip, eşlerimizi kaybetmenin yasını tutacağız."

"Pekala, Leydi’m."

Jasmine, dolabın kapaklarını sonuna kadar açarak odasına geri döndü. "Sanırım bunu çıkarmanın zamanı geldi, Maximilian." diye mırıldandı siyah elbisesinin kolunu okşayarak. Kocasının öldüğünü duyunca bu siyah elbiseyi giyerek hayatının geri kalanında yas tutacağına kendi kendine söz vermişti. Ancak, beklenmedik bir sevinç hayatına girmiş ve onu beklediğinden çok daha erken çıkarmasına neden olmuştu.

"Leydi Camellia nerede?" Soyunmasına yardım eden Edith'e sordu. "Peki Claude nerede?"

"Lady Camellia şehir merkezini ziyaret ediyor ve Lord Claude bir toplantıya katılmak için ayrıldı. Zamanının çoğunu alan büyük bir girişimle, Lord Sergio ile işbirliği yaptığını duydum."

Jasmine başını salladı, oğlunun düğünü ve unvan töreni yaklaşırken işle meşgul olmasından açıkça rahatsızdı. Aynaya döndü, siyah elbise çıkartılıp kaldırıldı. "Gardırobumu sana emanet ediyorum, Edith."

Edith, leydisinin sözüyle neşelendi. "Hayal kırıklığına uğramayacaksınız Leydi’m."

Cayen'deki en büyük haber ise Del Casa'da yapılacak olan unvan töreni oldu. Davet edilmiş olsunlar ya da olmasınlar, herkes kuzeye doğru yola çıkmak için eşyalarını topladı. Neredeyse ulusal bir festival gibiydi. Küçük bir servet kazanmak amacıyla imparatorluğun dört bir yanından tüccarlar toplandı. Soylular da diğer soyluların dikkatini çekmeyi ve sosyal merdiveni tırmanmayı umarak bölgeye akın etti. Çok geçmeden, Del Casa'nın şehir merkezi hareketlendi.

"Camellia Alexei Ihar." Lia genişçe gülümsedi ve deri kapaktaki adının üzerinde parmağını gezdirdi.

Matbaa müdürü kendine ait geniş bir gülümsemeyle yanına geldi. "Beğendiğinize sevindim, Leydi’m."

"Harika. Onu bu kadar mükemmel bir güzelliğe kavuşturduğunuz için teşekkür ederim."

"Müşterilerimizin emirlerini yerine getirmek bizim görevimiz Leydi’m." dedi reverans yaparak. "Satışa çıktığında torunuma vermek için bir tane almayı da düşünüyorum. Kitap türünün tek örneği."

"Ah." diye haykırdı. "O zaman bunu ona verin." Lia elinde tuttuğu kitabı ona uzattı. Müdür ilk başta inatla reddetti ve kitapçıya gidip bir nüsha alacağı konusunda ısrar etti, ama sonunda küçük kıza ilk kitabını hediye etmek istediğini söyleyerek onu ikna etti.”

"Leydim, öğle yemeği vakti. Zamanında yetişebileceğimizi sanmıyorum... Onun yerine dışarıda yer misiniz?"

Lia, Pipi'nin sözleriyle saate baktı. Haklıydı, yemek için malikaneye geri dönemezlerdi. Ayrıca Claude bütün gün dışarıda toplantıları olduğu için akşama kadar eve gelmiyordu.

"Tabii, hadi dışarıda yiyelim." dedi Lia, kesinlikle acıkmış görünen Pipi'ye. "Ne yemek istersen seçebilirsin."

"Gerçekten mi?" Pipi’nin yüzü parladı. "O zaman yakınlarda bir restoran arayacağım."

"Elbette."

Lia matbaadan kitabının birkaç nüshasıyla ayrıldı. Sokaklar, kuşkusuz yaklaşan törenler nedeniyle kalabalıktı. Yeni dükkânlar açılıyor, bunların da büyük bir kısmını giyim dükkânları oluşturuyordu. Pipi bir kafeyi göstermeden önce heyecanla mağazaları inceledi.

"Beylerden özür dilerim," dedi Lia'nın görevlilerine bakarak. "Ama anlaşılan bu dükkân bugünlerde hanımlar arasında çok revaçta. Vanilyalı kremalı brüle, kremalı turta ve fırınlanmış tavuğun emsalsiz olduğunu duydum."

Mağaza, pembe ve dantelin her tonuyla gerçekten hanımlara hitap edecek şekilde dekore edilmişti. Lia başını sallamadan önce düşündü. "Kulağa iyi geliyor. Ama Sör İvan'ı ikna etmelisin, Pipi."

"Sir Ivan’ı mı? Ama beni korkutuyor."

"Eh, öylece kendi başımıza yemek yiyemeyiz. Kim bilir? Belki de bu onun zevkine uyuyordur." Lia gülümsedi, Pipi'nin omzunu sıvazladı ve kafeye girdi. Masalar, her renkten ve tarzdan elbiseler giyen hanımlarla doluydu.

Lia, sadece gömlek ve pantolon giymesiyle değil, aynı zamanda yanan binanın çökmesini önleme konusundaki kahramanca ünüyle de göze çarpıyordu. Dükkan sahibi dostça bir gülümsemeyle ona doğru yürüdü.

"Hoş geldiniz Leydi’m. Lütfen beni takip edin."

"Teşekkür ederim. Cam kenarında masanız var mı?"

"Evet elbette.”

Zengin tereyağı ve tatlı sosların kokusu burnuna gelirken, sayısız masanın yanından geçerek sahibini takip etti. Ancak bu, ağzını sulandırmak yerine kusma isteği uyandırdı. Ani baş dönmesi dalgasını gözlerini kırpıştırarak uzaklaştırdı ve kokuları tekrar içine çekmemek için dikkatlice nefes aldı. Ancak pencere kenarına oturduğunda temiz havayı içine çekerek mide bulandırıcı kokuyu unutabilmişti.







Yorumlar

Yorum Gönder