Finding Camellia - 112. Bölüm (Türkçe Novel)


Yağmur dindiği anda, üzerinde akşam yemeği pişirmek için büyük bir ateş çukuru kazdılar. Yaralananlar oldu ama çok şükür hızlı müdahale sayesinde ölen olmadı. İnsanlar bir araya toplanıp sıcak güveç ve kızgın yağda pişirilmiş etle ısınırken, ateşin yanına büyük bir tente dikildi. Son birkaç günün kaosundan kaynaklanan yorgunluğu ve gerginliği eritmek için fazlasıyla yeterliydi.

Caruso, içinde domates yahnisi, ekmek ve pişmiş et bulunan bir tepsiyle, Claude'un çadırının kapağını açtı. Claude Ian'ın karşısına oturdu, Lia da aralarında oturuyordu. Caruso'ya göre Lia, dikkat çekici bir şekilde gururlu, küçük bir tavşana benziyordu. Boğazını bir kez temizlerdi ve iki grandük birbirlerine hırlamayı hemen bırakırdı. Yemek tepsisini masanın üzerine bırakırken, onun becerisi karşısında başını hafifçe eğdi.

"Daha fazlasına ihtiyacın olursa bana haber ver. Bir sürü yiyeceğimiz var. Nasıl hissediyorsun, Claude?"

"Polan'ı senin gönderdiğini duydum, Caruso." dedi Claude açıkça rahatsız olmuştu.

Caruso sesini alçaltarak Ian'a baktı. "Gaior'dan yardım almanın en hızlı seçenek olacağını düşündüm."

"Yanlış düşünmüşsün."

Ian homurdandı. "Aynı görünüme sahipsiniz, ama o çok daha zeki. Durumu nasıl doğru okuyabildiğine bir bak ve alçakgönüllü biri."

Claude alaycı bir şekilde, "Kâhyama bu kadar değer verdiğiniz için minnettarım, Lord Sergio." diye yanıtladı.

Lia, anlamlı bir şekilde yemek tabağına uzanarak beş adama baktı. "Yemekler için teşekkürler, Sör Caruso. Ne zaman döneceksiniz?"

"Yarın, güneş doğduktan sonra. Ayrılmadan önce Claude'un tedavi edildiğinden ve iyileştiğinden emin olmam gerekiyor."

"Ben tamamen iyiyim." diye bağıran Claude, Lia'nın bakışıyla hemen sakinleşti. Bir parça ekmeği domates yahnisine batırdı ve diğer tabakları iki adama doğru iterken kemirdi.

"Neden doktoru hayatta tutuyorsun?" diye sordu Ian, bir kaşık dolusu güveç yerken. "O bir terörist. Sahte belgelerle Gaior'a kaçmaya çalışmasının küstahlığından bahsetmiyorum bile."

Claude, ölüm gibi gülümseyerek, "Çünkü bir katile istediği ölümü vermek, hak etmediği bir lütuftur." diye yanıtladı. Ancak, Lia'nın ağzının kenarındaki sosu silmek için uzandığında acımasızlığı, şefkatli bir sıcaklığa dönüştü. Ian inanamayarak homurdandı.

Claude, "O adamın hak ettiği şey ölüm değil, özgürlüğünün kaybıdır." diye devam etti. Ian, kelimelerinde seçici davrandığını fark etti.

Şüphesiz Lia yüzündendi.

Ian, "Sana bir teklifte bulunayım." diye söze başladı. Claude hafif bir ilgiyle başını kaldırdı. Caruso sandalyesini masaya yaklaştırdı ve eğildi. "Burada bir şehir kurmaya ne dersiniz?"

"Bir şehir mi?"

"Bir çeşit uluslararası şehir. Tabii ki, büyük ölçüde madencilik temelli olacak. Ama Gaio bilimi ve Cayen kültürüyle övünen özerk bir şehre dönüşme potansiyeli var."

"Özerk bir şehir." diye mırıldandı Claude kaşlarını çatarak. "Bu fikre ne sebep oldu? Senden çıkamayacak kadar karmaşık görünüyor."

"Valencia tarlalarında bir şehir kurar ve her iki ülkenin vatandaşlarını orada yaşamaları için taşırsak... Camellia'nın annesi Laura o şehre yerleşebilir."

Gözleri kocaman açılan Lia, kaşığını düşürdü. Hayal bile edemeyeceği bir şeydi. Ian, gözleri şimdiden ıslanmaya başlayan Lia'ya baktı. 

"Onları görmeliydiniz, Lord Claude. O kadar heyecanlıydılar ki ben bile kıskanmaya başlamıştım. Ama açıkçası aralarına girmeye cesaret edemedim."

Lia derin, sakinleştirici nefesler aldı. Ian'ın teklifi hayata geçirilirse, sınırı geçmeden annesini istediği zaman görebilirdi. Claude, sözlerini düşünerek sessizce yemeğini yedi. Yemeğini bitirdikten sonra Lia'nın elini tuttu ve oturduğu yerden kalktı. "Gitmemiz gereken bir yer var. Bizi takip etmeyin."

"Lord’um, itiraz etmeliyim! Hala-"

"Endişelenme." dedi Claude, Caruso'nun sözünü keserek. Boynunu çevirerek Lia'ya gülümsedi. "Tamamen iyileşmiş olarak geri geleceğim."

Claude arabayı doğruca savaştan önce ziyaret ettikleri kaplıcaya sürdü. Gelir gelmez soyunup suya girdi. Lia son anda tereddüt ederek elini onun elinden çekti. Bacağındaki yaranın tekrar açılmasından çekinmekle kalmıyor, aynı zamanda açıklığa vuran ay ışığına da fazla maruz kaldığını hissediyordu. İlk kez, bir yağmurdan sonra gökyüzünün çok açık olduğunu düşündü.

Claude, önce suyun derinliklerine battı ve onu büyük bir kayanın üzerine taşıdı. "Bacağının ıslanmamasını sağlayacağım."

"Ya biri gelirse?" diye sordu endişeyle.

"Arabam ormanın ağzında." dedi, sanki bu her şeyi yanıtlıyormuş gibi.

"Ayrıca, bu alan özel mülkiyete ait. Yakın zamanda kimse gelmeyecek."

Yine de, Lia direndi. Claude'un vücudu, göğsünün ortasındaki büyük yarayla tamamlanan morluklarla doluydu. Ayrıca alnına bir bandaj takmıştı. Yaralarını ıslatma konusunda en az onun kadar dikkatli olmalıydı, ama yine de ılık su vücudunu sararken memnun bir şekilde içini çekti.

Elini elbisesinin altına kaydırarak, "Bacağın suyun üzerinde kalacak şekilde seni tutacağım." diye ikna etti. "İçeri gel, su gerçekten çok güzel."

Kıpırdamayınca, tekrar suya dalarak oturduğu kayanın etrafında yüzdü. Lia içini çekti. Yaralarının kötüleşmesini engellemenin tek bir yolu vardı.

"Korseyi çıkarmama yardım et." dedi elbisesini çıkarırken. Bir saniye sonra onun arkasındaydı, baş döndürücü bir gülümsemeyle parlıyordu. Korsesini çözdü, ellerinden sırtına su damlıyordu. Claude yutkundu, onun güzel, çıplak vücudunu görünce ağzı aniden kurudu. Lia, kıvrılıp kollarıyla kendini kapattı. "Gerçekten bacağıma su değdirmeyecek misin?"

"Elbette. Güven bana."

Bir süre sonra, onun uzattığı eli tuttu ve suya onun kollarına atladı. Neden olduğu dalgalanmalar sonucu, ayın yansıması pürüzlü bir hale geldi. Claude onu rahatça yakaladı, kollarını sırtına ve dizlerinin arkasına doladı. Lia gözlerini kırpıştırdı, vücudu gece göğüne paraleldi. Çıplak halini parlak ay ışığından saklamaya çalışarak onun kollarında kıvrıldı.

"Saklanma." dedi Claude, onun dudaklarına bir öpücük kondurarak. Sağlam bir zemin buldu, sonra ağır ağır suda yürümeye başladı. Ilık su vücudunu yavaşça okşadı. Hâlâ devam eden utancına rağmen, Lia kendini yavaşça suda gevşerken buldu. Claude'un vücudundaki bir yarayı öpmek için başını çevirdi ve bir hayvanın yarayı yalaması gibi hafifçe yaladı. Claude’un vücudu, saçlarını taramak için uzanmadan önce bir saniyeliğine gerildi. Yanağına, alnına ve dudaklarına öpücükler kondurduktan sonra vücudunu biraz daha suya daldırıp elini yumuşak teninde gezdirdi.

Lia ona bakarken, nefesi boğazında düğümlendi. Geniş omuzlarından havaya hafif buharlar yükseldi. Mermer kadar sert ama aynı zamanda ipek kadar yumuşak olan göğsüne yaslandı.

"Nasıl hissediyorsun?"

"Sıcak."

"Gelmek iyi bir fikir değil miydi?

"Öyleydi."

Alışılmadık şekilde kısa ve öz olan cevapları yüzünden endişeyle ona baktı. Daha sonra kayaya geri döndü ve onu nazikçe üzerine bıraktı. Lia ani soğuk karşısında titredi ve dizlerine sarıldı. Claude Lia’nın kollarını çözdü ve kendini bacaklarının arasına yerleşti. Uyluğuna bir öpücük kondurup başını kucağına koydu. "Ian'ın önerisi hakkında ne düşünüyorsun?"

“Rüya gibi bir şeydi."

"Bu kadar mı?" diye sordu Claude, alçak sesle homurdanarak. Lia, aklı başka bir şeyle meşgul olmasaydı daha ayrıntılı, canlı bir cevap verirdi.

"Marilyn Selby... seni öldürmeye mi çalıştı?" Uzun kirpiklerinden sular damlıyordu. Claude, sorusuna duyduğu hoşnutsuzluğu ifade etmek istercesine onun uyluğunun içini ısırdı. Lia omzundan tuttu ve göz göze gelmelerini sağladı. "Söyle bana. Senden af dilediğini ve hemen ardından seni takip edeceğini duydum."

"İntikam intikamı doğurdu." dedi basitçe, parmaklarını onunkilere dolayarak.

"Yani bundan o sorumlu." Lia titreyen parmağıyla göğsünün ortasındaki yaraya dokundu. Ian ona madenin çöktüğünü bildirdiğinde dünyası neredeyse yıkılmıştı. Claude'un kazadan sağ çıkamama ihtimalini düşününce, kalbi ve vücudu paramparça olmuştu.

Neyse ki hayatta ve sağlıklıydı ve kanıtlar onun önünde duruyordu. Ama sadece o anı düşünmek bile onu hem zayıf hem de öfkeli yapıyor, fiziksel ve duygusal olarak hasta ediyordu. "Bu korkunç." diye mırıldandı, gözleri ve burnu ağlamamaya çalışmaktan kızarmıştı.

Claude onun parmaklarının yarasını okşadığını ve çenesini sıktığını fark etti.  Koluna yapışıp onu bir sıçrayışla suya çekti ve tutkuyla, şiddetle öptü. Onu derinden içerken dilleri dans etti. Kısa bir an için birbirlerinden ayrıldılar, nefes nefese kaldılar. Şişmiş dudaklar yeniden birbirine çarptı, sanki hayatları buna bağlıymış gibi öpüşürken nefesleri birbirine dolanıyordu.

"Bu seni kıskandırıyor mu?" İronik bir şekilde, fısıltısı onun tutku bulutlu zihnini temizledi.

Lia başını salladı. "Bu bir hanımefendiye yakışmıyor."

"Bende iz bırakmak ister misin? İstersen beni buradan bıçaklayabilirsin. Bu yarayı seninkiyle kapat."

Lia inanamayarak onun omzuna yumruk attı. "Ne diyorsun? Seni incitmeyeceğim. Mümkün değil."

Alnına yapışan saçlarını geriye doğru attı ve suyun derinliklerine battı. Sessizliğin ötesinde, dış dünyadan hiçbir şey onlara ulaşamazdı. Dünyada sadece ikisine kadar yer vardı. Lia'nın kalbi buraya son gelişindeki gibi ağrıyordu. Bu sefer ona uzanıp boynuna sarıldı. Ay bulutların arkasına saklanana kadar öpüştüler.


*****


"Bunu bir daha kesinlikle yapamazsınız. Beni duyuyor musunuz? Yaralarınız kötüleşirse Leydi Ihar'ın karşısına çıkmamı nasıl beklersiniz?”

Camellia kulaklarını elleriyle kapattı ve Caruso ders vermeye devam ederken yüzünü Claude'un göğsüne gömdü. Doktor, Lia ve Claude'u kontrol etmeye gelmiş ve Claude'un yarasına onaylamaz bir şekilde başını sallamıştı, dikişleri şişmiş ve sudan ıslanmıştı. Bir şırınga çıkardı, enjeksiyon yaptı ve iltihabı hafifletmek karşılığında hafif bir ateşe neden olacağı konusunda uyarıda bulundu. Lia'nın bacağındaki sırılsıklam bandajı açarken iç çekişleri derinleşti.

"İkinize inanamıyorum!" diye haykırdı Caruso ama Claude onu susturdu.

"Yarın gittiğinde onu yirmi gün daha göremeyeceğim. Bize biraz izin ver." dedi Claude, Lia onun omzunda uyuklarken gözlerini ışıktan koruyarak. Caruso, kuzeninin sözlerine şaşkınlığını gizleyemedi. Claude'un onu doğal olarak Del Casa'ya geri götüreceğini düşünmüştü. Claude çenesiyle çadır kanadını işaret etti. Caruso çadırdan çıkarılması karşısında eğilerek çıkışa doğru ilerledi.

"Caruso," diye seslendi Claude.

"Evet, Lord’um." diye yanıtladı başı önde üzgün bir şekilde arkasını dönerken.

"İyi iş çıkardın. Sonuç ne olursa olsun, mümkün olan en iyi seçimi yaptın."

"Keşke biraz daha dikkatli olsaydım!" Caruso, Lia'ya bakarak sesini alçaltmadan önce söylenerek. "O zaman zarar görmezdin."

"Gelecekteki görevlerinde bu sorumluluğun ve suçluluğun giderildiğini görmeyi bekliyorum."

"Sizi hayal kırıklığına uğratmayacağım Lord’um. Ayrıca birinci kademe sınavında tam puaı alan kişiyi bulacağım ve onu görevlim olarak atayacağım. Hizmet etmek için elimden geleni yapacağım..."

Claude hafifçe kaşlarını çatarak parmağını dudaklarına bastırdı. "Olmaz. O kişi benim karım olmakla meşgul olacak."

Caruso kafası karışmış bir halde gözlerini kırpıştırdı. Sonra gözleri Lia'ya indi ve her şey yerli yerine oturdu. Claude onu uzaklaştırırken ona ağzı açık bakakaldı.

"Gidip dinlenebilirsin. Beni soran olursa çok meşgul olduğumu söyle. Gördüğün gibi leydim gitmeme izin vermiyor."

Yorumlar