Finding Camellia - 95. Bölüm (Türkçe Novel)


Owen ne yapacağından emin olamayarak ileri doğru tereddütlü bir adım attı. "Leydi’m ben-"

"Bunları savaş sırasında Louver'a gönderdim. Nasıl burada olabilirler? Bunlara... Lord Claude el mi koydu? Bu yüzden mi mektuplarım bunca zaman Louver'a teslim edilmedi?

"Hayır! Leydi’m, lütfen beni dinleyin." dedi Owen umutsuzca. "Bu Lord Claude'un işi değildi. O da onları aldığında ne yapacağını bilemedi. Onlar yüzünden ıstırap çekiyordu. Lütfen Leydi’m, inanın bana."

"Öyleyse neden bana söylemedi? Onları neden sakladı?!" Lia mektupları yere atarak ağladı. Annesine yazdığı yüzlerce mektup vardı. Bazıları çoktan yanmıştı, ancak hala önemli bir miktar kalmıştı. Gözlerini sımsıkı kapattı, damarlarında umutsuzluk dolaşıyordu.

“Camellia.”

Claude'un sesiyle gözlerini açtı. Fiziğine tam oturan bir takım elbise giyip kravat takmıştı ve anlaşılmaz bir ifadeyle ona bakıyordu.

"Bunu bana açıklayın, Lord Claude. Biliyorsunuz. Bunlara ne kadar emek ve yürek verdiğimi biliyorsunuz."

"Lia, kalk." dedi, uzun adımlarla onu kolundan çekerek.

"Bana dokunma!" diye tersledi, kabaca kolunu çekti. Kendi kendine ayağa kalktı, çılgınca kendine derin nefes alması gerektiğini hatırlattı. Claude onun önüne geçti, gözlerinde bir çaresizlik izi vardı.

"Savaş sırasında Louver'a gönderilen her şey inceleniyordu. Yani Rosina mektuplarını seni korumak için saklıyordu. Bu senin ve güvenliğin için yapılmalıydı."

"Bu bana söyleyemeyeceğin anlamına gelmez. Bunları yazdığımı hepiniz biliyordunuz. Bana durmamı söylemeliydiniz. Ben..."

Her günümü bir cevap umuduyla geçirmek zorunda değildim. Ne zaman bana bir mektup gelse, iki gözüm iki çeşme ağlamak zorunda değildim.

Lia devam edemeyerek ona baktı. İçini kasıp kavuran duygular o kadar çalkantılıydı ki, denese de adını koyamıyordu. 

Kızgınlık? Hayal kırıklığı? Öfke? Izdırap? Sıkıntı? Hepsi çok yakın geliyordu ama aynı zamanda yetersizdi.

Onları anlamaya çalışabilirdi. Claude'un dediği gibi, o zamanlar savaş zamanıydı ve Louver en tehlikeli bölgelerden biriydi. Lia ayrıca mektupların orijinal hallerinde teslim edilmemesini de bekliyordu. Ancak, aktif olarak onu ve annesini birbirlerinden uzaklaştırmaya çalıştıklarını bilmiyordu.

Mektupları annesinin eline geçmiş olsaydı, Sharon'ın giyim mağazasına girmeye cesaret edemezdi ve Claude onu vurmak zorunda kalmazdı. Daha da önemlisi, annesini Gaior'a göndermek zorunda kalmayacaktı.

"Rosina bunları sana geri vermek istedi, Lia. Ama yapamadım." dedi Claude ender rastlanan bir duygu gösterisiyle.

"Ama onları yakmayı nasıl düşünürsün? Bu neyi çözer? Olanları değiştirmez." diye sordu Lia, gözleri keskindi. Gözyaşlarına ve dökülmekle tehdit eden diğer her şeye karşı savaşarak ona bir adım daha yaklaştı.

"Leydi’m, bu benim hatam. Yersiz davrandım. Lordumu acı çekerken görmek kalbimi kırdı, ben de onları kendi başıma yakmaya karar verdim." diye konuştu Owen, onun önünde diz çökerek.

Lia bıkkın bir şekilde içini çekti ve elini alnına koyarak ondan uzaklaştı. Bu delilikti. Kim hatalıydı? Kimi suçlaması ve gücenmesi gerekiyordu? Duvardaki tabloya baktı, sakinleşmek için kasıtlı olarak derin, ölçülü nefesler aldı. Duygularına kapılıp, pişman olabileceği şeyleri ağzından kaçırmaktan korkuyordu.

Son birkaç yıldır ona iyi davrananların yüzleri gözlerinin önünde parladı.

Yüksek sesle, neredeyse kendi kendine, "Annemin bahsettiği bu olmalı." dedi. "Soylular böyle davranıyorlar. Mükemmelliğin dışsal görüntüsüyle o kadar ilgileniyorlar ki, neyin gerçekten önemli olduğunu unutuyorlar."

"Lia, izin ver her şeyi açıklayayım. Lütfen."

"Hayır, yapmamanı tercih ederim." Claude ona uzandı ama o soğuk bir şekilde geri çekildi. Yakasına son bir bakış atarak ondan uzaklaştı. "Bunu yaparsan, ben sadece daha mutsuz olurum. Ayrıca, sanırım bunu neden yaptığını biliyorum."

Bir Louver’lının bir soyluyla olması duyulmamış bir şeydi. Gerçek ailemin tek üyesiyle bağlarımı koparmak anlamına gelse bile, Rosina büyük olasılıkla Louver'ı hayatımdan silmeye çalışıyordu.

Lia, içinde çarpışan ıstırap patlamaları ve keşiflerden dolayı başının döndüğünü hissetti. Claude'un yanından geçti ve Owen'ın düşürdüğü kitabı aldı. Owen, onun soğuk tavrından dolayı utanç içinde kıpırdanıyordu. Claude sessizce durdu, sert bakışlarını şömineye dikti.

Çalışma odasının içindeki ciddi hava hissediliyordu.

Lia kapıyı açtığında, Pipi'nin hemen dışarıda, iri gözleri yaşlarla dolu halde durduğunu gördü.

"Sanırım... makyajımı ve kıyafetimi düzeltmemiz gerekiyor, Pipi." dedi Lia titrek bir sesle. Gülümsemeye çalıştı, tek bir gözyaşı yanağından aşağı yuvarlandı. Aceleyle sildi ve hâlâ şömineye odaklanmış olan Claude'a baktı. "Makyajımı tekrar yaptıktan sonra döneceğim."

O gittikten sonra Claude bakışlarını Owen'a çevirdi. Damarları fırlayacakmış gibi duran elleriyle mektup yığınını almak için eğildi.

"Neden onları yakmaya çalıştın?" Sesi duygudan yoksundu, sanki hiç duygusu yoktu. "Owen. Cevap ver."

"Leydi Camellia ile konuşmanıza kulak misafiri oldum. Onlardan kurtulmak istedim, çünkü onlar sadece anlaşmazlık ve umutsuzluğa neden oldular." diye yanıtladı Owen titreyerek. Claude kara kutuyu aldı ve masasının üzerine koydu. Bu günün geleceğini biliyordu. Mektupları çok geç teslim ettiği için bu tamamen onun suçuydu, başka kimsenin değil.

Sonunda...

Claude pencerenin yanında durmuş, bahçe ışıklarına bakıyordu. Sanki biri vücudundaki nefesi sıkıyormuş gibi boğuluyordu. Lia'nın ağlayamadığını veya bağıramadığını hayal etmek Claude'un ölmek istemesine neden oldu. Elini yüzüne götürerek pencerenin yanındaki duvara yumruk attı. Büyük yumruğu yere düşmeden önce sallandı.


*****


"Sıradan biri olduğu için ona karşı önyargım olduğunu kabul ediyorum, ama iyi görünüyor." diye fısıldadı bir bayan yüksek sesle.

Akşam yemeğinden sonra erkekler oyun odasına çekilirken kadınlar oturma odasında toplandı. Lia akşam boyunca ilgi odağındaydı ve pantolon giydiği zamandan ne kadar farklı göründüğüne dair boş iltifatlarla bombardımana tutulmuştu.

Ne zaman birisi ona bir soru sormaya çalışsa, Claude'un sert bakışları onu önleyici bir tavırla azarlıyordu. Bu sayede yemeğini nispeten huzur içinde bitirebildi. Yine de hazımsızlık çekiyordu. Lia'nın göğsünün ortasına bastırdığını fark eden bir hizmetçi, ona yatıştırıcı bir çay getirdi.

Lia beynini kapatmaya çalıştı.

Jasmine için buradayım, başka kimse için değil.

Birine kızması gerekiyorsa, bu Rosina'ydı. Neden bu kadar uzun yollara başvurmak zorunda kaldığını öğrenmek için prensese bağırıyor olmalıydı.

Ama nedense, öfkesi Claude'u işaret etmeye devam etti. Ona her şeyi dürüstçe anlatması konusunda ısrar ettikten sonra ondan bir sır saklamıştı. Onun hakkında her şeyi bilmek istedi, ama kendini sakladı.

Ona aşkını itiraf ettirdi ama onu sevdiğini asla söylemedi.

"Ailen nasıllar? Ne iş yapıyorlar?" Soylu bir genç leydinin soruları Jasmine'i konuşmaya sevk etti.

"O doğudaki Bale Hanesinin bir üyesi. Böldüğüm için özür dilerim ama Leydi Camellia ile aranıza bir çizgi çekmeye çalışmanızı fark etmeden edemedim. Hepinizin farkında olduğundan eminim, şimdi devam edeceğiz.”

Bale Hanesi! Başkentin dedikodularından haberdar olan hanımların gözleri parladı. Parçalar nihayet bir araya gelerek önlerinde oturan bayanın Camellius Bale'den başkası olmadığını ortaya çıkardı.

Lia, Leydi Ihar'a yumuşak bir gülümsemeyle teşekkür etti. Artık Bale adını kullanmak veya onunla ilişkilendirilmek istemese de, bu onu aldığı sonsuz soru yağmurundan kurtardı.

"Vals. Benimle dans etme şerefini bana bahşeder misiniz?"

"Çok isterim."

Oyunlara uyum sağlayamayan kocalar, eşlerinden dans etmelerini isteyerek geniş salonu sallanan çiftlerle doldurdu.

"Leydi’m." Birisi Camellia’ya seslendi. Claude'un uzak bir akrabasıydı, sekiz yaşından büyük değildi. Lia gözlerini kırptı, gülümsedi ve çocuğun küçük elini tuttu.

" Çok isterim." Elini tutup boyuna uyması için eğilmek zorunda kaldı. Çocuğun pembe, tombul yanakları ve yüzünü çerçeveleyen koyu kahverengi bukleleri vardı.

Çift, müzik eşliğinde neşeyle dans etti. Oğlanın kahkahaları zihnini rahatlattı, düşüncelerinin karmaşasını yavaşça yarıp geçti.

"Çok sevimliler."

"Ne sevimli bir çift."

"Lord Claude kıskanmış olmalı."

"O, şimdiye kadar gördüğüm en güzel kadın. Prenses Rosina da dahil."

"Majesteleri Bale Hanesi’nin varisiyle nişanlı değil mi?"

Onun hakkında verilen hükümler krep gibi ters döndü. Lia, dans pistinde açan sarı bir çiçek gibi dönerken, bir kulağından girip diğerinden çıkmasına izin verdi. Kıkırdarken çocuğun elini tutarak döndü. Sırtı birinin göğsüne çarptığında dönüş sayısını kaybetmişti.

Onun yaşlarında bir adam sırıttı ve elini uzattı. "Bu dansı bana lütfeder misiniz?"

Lia gözlerini kırpıştırdı ve başka bir el onunkini tutmak için fırladığında kibarca reddetmek için başını salladı. "Benimle dans et." dedi Claude, adamı dehşete düşürerek.

"Claude! Yani, Lord Claude. Boşver gitsin. Müstakbel yengemle dans etmek istiyordum. Bunu bile yapamaz mıyım?"

"Yapamazsın."

Grandük'ün girişiyle herkes koltuklarından kalktı. Lia küçük çocuğa reverans yaparken gülümsemeyi başardı. "Dans için teşekkürler Lord’um."

Oğlan yanakları pembeleşerek ona gülümsedi. Annesinin kollarına koştu ve Lia, Claude'dan uzaklaştı. Şu an onu görmek gibi bir niyeti yoktu.

Edith'e kendini iyi hissetmediği bahanesini uyduran Lia, kalabalık oturma odasından geçti ve ön kapıdan çıktı. Serin gece havası saçlarının arasından geçti. Hareketli kalabalıktan uzaklaştıkça duyguları daha da keskinleşiyordu.

Ayaklarının onu yönlendirmesine izin verdi. Görevlilerin çoğu malikanede misafirlere hizmet veriyordu. Dışarıda sadece bahçıvan vardı, bu da onun görünmeden dolaşabileceği anlamına geliyordu.

"Lia." Claude'un eli onun koluna kenetlendi. Dudaklarını birbirine bastırarak ona baktı. Nefes nefeseyken ay ışığı yüzüne vuruyordu. Onun peşinden gelmek için malikaneden koşarak çıkmıştı. Tarifsiz bir arzu her tarafına boyanmıştı.

Lia'yı arkasından çekerek büyük adımlarla bahçeyi geçti.

"Claude!" boşuna bağırdı. Onu yarı sürükleyerek, yarı yönlendirerek, bahçede ağır bir sessizliğin hakim olduğu tarafa doğru ilerledi.

Kısa süre sonra kuş kafesi şeklinde küçük bir sera ortaya çıktı. Esas olarak, sert güneş ışığından kısa süreli molalar için kullanılıyordu. Lia şimdiye kadar bunu bilmiyordu.

Claude onu seranın ortasındaki pelüş kanepeye itti ve elbisesinin katmanlarının açılmasına ve kanepenin yarısından fazlasını kaplamasına neden oldu.

Çıplak omuzlarını kavrayan elleri titriyordu. Lia, çaresizlikle buruşmuş yüzüne baktı.

"Nedenini açıkla."

"Lia..."

O da titremeye başladı. Aklının uzak bir köşesinde çaresizliğin bulaşıcı olup olmadığını merak etti.

"Bir şey söyle... Bir şey söyle. Beni ikna et. Lütfen..."

Yorumlar

  1. Lia'nın mektuplar Rosina devreye girmeden de annesine ulaşmamıştı ki ilk defa oluyormuş gibi davranıyor kızımız.

    Eline emeğine sağlık çevirmenim teşekkürler

    YanıtlaSil
  2. Ahh hersey de nekadar da güzeldi,nerden çıktı bu mektuplar,
    hadi cloude ikna et şu kızı,yoksa ian kapacak

    YanıtlaSil
  3. Yeni bölüm gelirsin diye bekledim ama gelmedin....

    YanıtlaSil
  4. Claude’ın da günahını bosuna almısım zşeöxğemxpdl olsun hala Camellia ne yapsa yeridir

    YanıtlaSil
  5. Emeğinize sağlık . Umarım yeni bölümleri beklerken hikayeden kopmayız 🙂

    YanıtlaSil

Yorum Gönder